Çarşamba Mayıs 15, 2024

AKP’nin Gitmesi Çözüm Mü?

TC devletinin ’90lı yıllarda içinden çıkmakta zorlandığı ekonomik ve siyasi bir dizi kriz sonrasında, temelleri bir grup Refah Partilinin 1998 yılında ABD ziyaretiyle atılan AKP iktidara getirilmişti.

Geride kalan yaklaşık 20 yıllık süreçte Türkiye hakim sınıfları AKP’den maksimum fayda elde ederlerken; işçi sınıfı ve emekçiler ise bugünlerde daha görünür şekilde ortaya çıkan sefalet ve işsizlik koşullarında yaşamaya mecbur edildiler.

Hemen her seçim döneminde AKP için “bu sefer gidiciler” söylemi yine bu seçim döneminde de daha yüksek sesle söylenme başlandı. Bu yazı ile bunun olup olamayacağı; olduğu koşulda ise sermayeye hizmet adına bayrağı devralacak yeni hükümet üyelerinin AKP’den farklı ne yapabilecekleri tartışılacaktır.

AKP’nin iktidara getirilmesi Türkiye egemen sınıflarının yaşadığı bir takım ekonomik ve siyasi sorunun zorlamasıyla gerçekleşmişti. Emperyalizmin Türkiye tarımını bitirmeye yönelik hamleleri, Türkiye’de uluslararası sermayenin hiçbir zorluk yaşamadan sıkıntısız dolaşımı için tahkim uygulamasına rıza gösterilmesi AKP’den hemen önceki döneme denk düşmekteydi. Kısmi olarak sermaye açısından bir rahatlama yaratan ama aynı oranda Türkiye işçi ve emekçilerinin ekonomik ve sosyal olarak daha fazla emperyalizme bağlanması anlamına gelen bu uygulamalar aracılığıyla elde edilenden daha fazlasına ihtiyaç duyan sermaye, neo-liberal politikaları uygulamaya dönük programı ve üzerinde yükseldiği geçmiş ilişkileri ile bunu teyit eden-uygulama sözü veren AKP’ye hükümet kurma rolü vermişti.

Geçen süre içerisinde sadece neo-liberal politikaları uygulamakla sınırlı kalmayıp ABD-İngiliz emperyalist güçlerinin Ortadoğu, İran, Kazakistan ve Rusya’ya yönelik Büyük Ortadoğu Projesi’nin de bir unsuru haline gelen AKP, temsil ettiği siyasal İslamcı gelenekten gelen ilişkileri kullanarak, bu özellikleriyle de hem Türkiye egemenlerine hem de emperyalist güçlere uzunca süre istediklerini sağlayan bir aktör görevi gördü.

Libya’dan Azerbaycan’a, Suriye’den Ukrayna’ya “askeri-ticari-siyasi faaliyetler” tanımı ardına gizlenen gerçek, AKP’nin bütün bu sayılan bölgelerde Türkiye sermayesi ve uluslararası emperyalist güçler adına cihatçı terörizmi organize etmesi ve yönetiyor olmasıydı. Bu sayede Suriye petrolleri, IŞİD aracılığıyla Türkiye’ye kaçırılmaktaydı. (BBC, 2 Aralık 2015)

AKP bir yandan da Türkiye’de bina ve yol inşaatına yönelerek, hem temsil ettiği sermaye grupları için bir zenginlik kaynağı yaratmakta hem de Osmanlı İmparatorluğu’nda toprağa bağımlılık üzerinden tanımlanan devlet-vatandaş (o dönemde bir vatandaş olarak değil reaya ya da tebaa olarak adlandırılan topluluktan herhangi bir emekçi) arasındaki ilişkinin imparatorluğun dağılmasından sonra bir anlamda yeniden kurulmasını sağlayan kredi-TOKİ-konut-araba sarmalına emekçileri çekerek ekonomik olduğu kadar sosyal etki de yaratmış oluyordu.

AB’ye üyelik amacıyla yapıldığı söylenen ama aslında açıklanan uyum raporlarıyla aslında yüklü miktarda fonu AB’den almayı başaran AKP’nin sözüm ona demokratlığının altında yatan neden özetle buydu.

Türkiye işçi ve emekçilerinin artan oranda borçlandırılmasına dayanan ekonomik büyüme modeli Kamu İktisadi Teşekkülü olarak bilinen devlete ait kimi üretim araçlarının özelleştirilmesi ile desteklendi ve gerek kredi ile borçlandırma gerekse KİT’lerin satışından gelen nakit sermaye akışı ile her şeyin iyi yönetilmekte olduğu algısı yerleştirildi.

Elbette bu algının diğer tarafında da AKP’nin olmaması halinde bireysel olarak borçlandırılmış emekçilerin borçlarını ödemekte zorlanacakları ekonomik koşullara sürüklenecekleri ile tehdit edilmeleri vardı ve AKP’nin Türkiye egemen sınıfları açısından uzun vadeli bir aktör olarak kullanılmasına temel olan nedenlerin arasında, belki de başında bunun olduğunu söylemek gerekir.

Kapitalizmin kendi yasalarına göre, meta üreten ve satan ve giderek daha fazla üretim ve daha fazla meta ve sermaye ihraç etme yahut satma eğiliminde olan sistemin kendisi kaçınılmaz olarak bu çevrimin her arzın talebin üzerine çıktığı aşamasında devrevi krizler yaşıyorken, elbette mevcut kaynakları satan ve inşaat-kredi-borç denklemi ile yürüyen bir sistemin ilkinden daha başarılı ya da istikrarlı olması beklenemezdi.

Bu anlamıyla Türkiye’de AKP eliyle yürütülen ekonomik programın zaten en başından iflas ettiği belliydi, sadece bunun ilan edilmesi yukarda sayılan kimi ulusal ve uluslararası etkenin etkisi ile gecikti. Şimdi Türk Lirası ile temsil olunan Türkiye ekonomisinin hemen her geçen gün/dakika yabancı sermaye karşısında gerilemekte olduğunu ya da daha doğrusu Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin nasıl her geçen dakika daha yoksul, emperyalizme daha bağımlı olduklarını görüyoruz.

AKP ile yürütülen programın iflas etmiş olması, emperyalistler arasında giderek sertleşen dalaşta ABD-İngiliz emperyalizminin karşısında zaman zaman Rusya ve Çin ile birlikte hareket eden tutumu nedeniyle gözden çıkarılmış olması, Türkiye egemen sınıfları açısından AKP yerine yeni bir aktörün oyuna dahil edilmesi gerektiği anlamına geliyor. İşte bu noktada bir süredir “bu sefer gidiciler” söylemi daha çok dillendirilmeye başlandı ve geçisin sermaye açısından sorunsuz olmasını teminat altına alacak aktörler oyuna dahil edildi.

Yeni hükümet işçi sınıfı ve emekçiler için ne tür bir değişim yaratır?

Seçim adı verilen süreçler aslında, sermaye sahiplerinin, döneme uygun olan adayı belirleyip; bunu kitlelere onaylattıkları ve böylelikle de kitlelerin kendileri dışında bir irade tarafından başa getirilen bir hükümet değil de sanki kendilerinin başa getirdikleri bir hükümetin var olduğu yanılsaması yaşamalarını sağladıkları ve o hükümet eliyle kendileri aleyhine ama sermaye lehine uygulanacak sefalet ve yıkım politikaları için peşinen onaylarının alındığı bir tür politik mekanizma anlamına gelir.

Her iktidar adayı siyasi organizasyonun sahip olduğu ilişkilerle bağlandığı sermaye grubu ya da grupları vardır. Dolayısıyla genel olarak işçi sınıfı karşısında burjuvazinin menfaatini gözetecek olan burjuva partilerinin, diğer sermaye grupları karşısında da kendi dayandıkları sermaye grubunun menfaatini koruma amaçları vardır.

Bu olgu, sermayeye hizmet eden burjuva partilerinin arasında dalaşlar yaşanmasına neden olur. Çünkü sermaye dizginsiz gelişme eğilimindedir ve bu yolda karşısına çıkacak ulusal ya da uluslararası bütün sermaye güçlerini de gücü yettiğince ezmek, onların sermayesini de kendininkine eklemek ister. Sermaye arasındaki bu çelişki burjuva parlamentarizmi sınırlarında varlık gösteren sermayenin partileri arasındaki çekişme ve kıyasıya mücadelede kendini gösterir.

AKP’nin yukarıda sayılan 20 yıllık pratiğine karşı “muhalefet eden” CHP’nin ve ona şimdi dahil olan İYİ Parti’nin AKP karşısındaki durumları yukardaki paragrafta anlatıldığı gibidir ve bu burjuva organizasyonlarının işçi sınıfı ve emekçiler için herhangi bir olumlu faaliyet yürütmesi olası dahi değildir. Tam da bu bağlamda, önceleri CHP lideri K. Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği sonra da HDP eski Eş Başkanı S. Demirtaş’ın desteklediği “helalleşme” çağrısı, özünde devlette devamlılığın esasına vurgu yapılmasından, devlet adına işçi sınıfı ve emekçi halklara karşı suç işlemiş kişi ve kurumların korunacağı taahhüdü altına alınmasına vurgu yapmaktadır.

Kürt ulusuna yönelik saldırılar sürecektir!

Kılıçdaroğlu’nun başında bulunduğu burjuva partisinin hem tarihi hem sınıfsal ilişkileri ortadadır ve Kılıçdaroğlu’nun bu yönde bir çağrı yapması da kaçınılmazdır. Ancak Demirtaş’ın Kürt halkına karşı işlenen suçların hiçbirisine ilişkin hesaplaşma (burjuvazinin faşist hukuk sınırlarında dahi) yaşanmamışken böylesi bir çağrıya destek vermesi doğru değildir.

AKP bugün Kürt halkına karşı toptan bir saldırı sürdürmektedir çünkü Türkiye egemen sınıfları temelleri 1. ve 2. Balkan Savaşlarına kadar dayanan toprak kaybetme-bölünme korkusuna kapılmışlardır. Özellikle Suriye’de Kürt ulusunun Arap, Süryani-Asuri ve Ermeni milliyetleriyle birlikte somut kazanımlar elde etmeye başlamasıyla, Türkiye egemenleri Türkiye Kürdistanı’nda da aynı gelişmelerin yaşanacağı korkusuyla Rojava ve Türkiye Kürdistanı’ndaki Kürt ulusal özgürlük güçlerine amansız bir saldırı, katliam ve baskı uygulamaktadır.

Ne var ki, AKP gidecek olsa da bu politika, Türkiye egemenlerinin Kürtlerin statü kazanması korkuları nedeniyle sürdürülmeye devam edecektir. Kılıçdaroğlu’nun “Kandil’i yerle bir edeceğiz” söylemi bunun ifade edilmesidir.

Keza İYİ Parti’nin Kürt ulusuna dair politik söylemlerinde iktidardaki AKP-MHP kliğinden farklı tek bir noktası dahi yoktur. O halde “AKP gitsin de ne olursa olsun” söyleminin de “AKP gitsin diye bağrımıza taş basıp diğerlerine oy vereceğiz” tutumunun da fazlasıyla gerçeklikten uzak olduğu bilinmelidir.

Güçlendirilmiş parlamenter sistem çözüm değildir!

Diğer önemli bir konu başkanlık sistemi ve parlamento sistemi arasındaki tartışmalara dayanıyor. Mevcut başkanlık sistemi ile parlamento, aslında fiilen işlevsiz hale gelmiş durumda. Muhalefetteki kimi parlamenterlerin, etkisi son derece sınırlı ve kendilerini tatmin etmek dışında bir sonuç vermeyen kürsü konuşmaları dışında parlamentoda muhalefet adına bir hareket yok. Bu da aslında bu koşullarda parlamentonun işlevsiz kılındığının apaçık göstergesi.

Ancak ne var ki, AKP döneminde ihale alamadıkları için rahatsız olan sermaye sahiplerinin muhalefetini yapan CHP ve İYİ Parti ittifakının yarattığı algı ile sanki seçimler bir sonuç verebilir ya da halk adına olumlu bir şeyler gelişebilir düşüncesi propaganda ediliyor. Faşizmin Başkanlık sisteminden tekrar Parlamenter sisteme dönmesi, işçi ve emekçiler açısından bir şey ifade etmemektedir.

Her iki sistem de burjuvazinin çıkarınadır. Dolayısıyla Başkanlık sisteminden “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ya da “iyileştirilmiş parlamenter sistem”e geçmek, işçi sınıfı ve emekçi halkın çıkarları açısından olumlu bir değişikliğe işaret etmeyecektir.

Türkiye egemenleri açısından sistemin bu denli tıkandığı, ekonomik krizin giderek derinleşerek kitlelerde sisteme karşı bu kadar yoğun tepki ortaya çıkarmaya başladığı bir süreçte sistemle hesaplaşmak yerine “helalleşme” çağrıları yapmanın anlamı devletin bizatihi kendisine bu krizden çıkış için kitlelerin iradesini payanda etmekten başka anlama gelmez.

Türkiye’de işçi sınıfına, devrimci komünistlere ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketine karşı sistematik saldırılar ne AKP ile başladı ne AKP gidince de bitecektir.

2471

Özgür Gelecek

Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Özgür Gelecek

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Vurun Abalıya - Çaresizsen Güneşe Bak... Cızz....

Proletaryalarda öğren proletaryalara öğret.

Nolurrr.... nolurrr.... bir kez de kabahati....

Fakirlik güzel şey... fakirlik güzel şey..

Hele de birde seni deniz kampına götüren, yanacam diye de çakma (yoğurt) yağlarıyla, insanın midesini bulandıracak bir şekilde,  orasını burasını yakan o... fakir...  insanları bırakıpta deniz manzaralı villalarda sabah kahvaltısı yapabilecek dostlarınız varsa... gerçekten fakirlik güzel şey.... gerçekten fakirlik güzel şey...

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! -2-

Burjuva-feodal politika yapmanın bazı “incelikleri”!

II. ABDÜLHAMİD MEVZUU[*]

 

“Gerçeği bilmeniz gerekiyor,

gerçeği aramanız gerekiyor.

Gerçek sizi özgür kılacak.”[1]

 

“ÖZELEŞTİRİ”NİN ELEŞTİRİSİ[*]

 

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum, 

fakat aslâ ümitsizliği değil.”[1]

 

Anlama/ ve kavramanın dünyayı değiştirmek için mücadele edenler için eleştirel bir “olmazsa olmaz” olması yanında; “Netlik [de] insanın en büyük gücüdür.”[2] Bu bir.

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! (1ci bölüm)

Açıklama: Bu yazı, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığına getirildiği dönemde, 2010 tarihli Partizan’ın 72. Sayısında yayımlanmıştır. Yazı eski olsa da, yazılanlar eski sayılmaz. Zira Mayıs 2023 seçimlerinde “halkın umudu” olarak önümüze konan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’sinin burjuva-feodal sistemde oynadığı rol, özellikle de seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ve ortaya çıkan bu gerçeklikler, Partizan makalesinde dikkat çekilen ve tespitleri yapılan gerçekliklerle uyumludur.

Beylere ve devlete karşı olmak (Nubar Ozanyan)

Artsahk (Karabağ) sekiz aydır kuşatma ve abluka altında. Elektrik, gaz, akaryakıttan yoksun; açlığa ve dermansızlığa mahkum edilmiş bir şekilde teslim olması bekleniyor. Soykırımın günümüzde almış olduğu en utanç verici ve acımasız hali yaşatılmaktadır halka.

Ne uluslararası Adalet Divanı’nın kararı ne sekiz aydır çalınan diplomatik kapılar, Karabağ’da yaşayan Ermeni halkının yaşamsal sorunlarına çare, derdine derman oldu. Yapılan sayısız görüşme, müracaat ve iletişimden hiçbir sonuç çıkmadı.

“Bir Tek Mücadele Kaybedilir; O Da Terk Edilen Mücadeledir.” (Kadınların birliği)

Cumartesi Annelerinin eylemi, bu ülkenin en uzun soluklu mücadelesidir… Birçok kez engellendi, saldırıya uğradı, sürekli hale gelen polis saldırısı nedeniyle 1999’dan 2009’a kadar ara verildi, pandemi döneminde online olarak yapıldı ama ne olursa olsun Cumartesiler, 1995 yılından bu yana yani 28 yıldır “kaybolan” çocuklarını, eşlerini, babalarını, annelerini, arkadaşlarını, yakınlarını arayan insanların ama en çok da annelerin eylem günü oldu.

Yeni Emperyalistler Eski Emperyalistlere Karşı

Kapitalizmin; gelişmesi, genişleyerek yoğunlaşması ve üretimin her geçen gün artmasıyla ortaya çıkan tekelleşme ve uluslararası yönünün esas hale gelmesi, onu daha saldırgan bir aşama olan emperyalist bir aşamaya ulaştırdı. Bu gelişme, sınıfların netleştiği ve sınıflar arası mücadelenin keskinleştiği kapitalist ekonomik sisteminin diyalektik gelişiminin bir karakteristiğidir. Kapitalizm derinlemesine ve enlemesine geliştikçe yeni emperyalist ülkeler ortaya çıkacak ve bu da  emperyalistler arası çelişmeyi artan ölçüde derinleşecektir.

BRICS'in Johannesburg'da zirve toplantısı

Çin yeni emperyalist konumunu genişletiyor

Bugün Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde Vladimir Putin'in yalnızca sanal olarak katıldığı yeni emperyalist BRICS ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) zirve toplantısı sona eriyor.

Altı ülke eklendi

Tartışmaların merkezinde 14 yıl önce kurulan BRICS grubunun "BRICS Plus" olarak genişletilmesi yer alıyordu.

Sayfalar