Salı Mayıs 28, 2024

Anomali! [1] – H. Gürer

 M.Ö filozoflarından Aristo’nun geliştirdiği klasik mantık, doğru ya da yanlış sonuçlar doğuran siyah-beyaz meselelere odaklanır. Oysa gerçek hayattaysa, kafa patlattığımız şeylerin çoğu grinin tonlarını taşır! Bu yüzden Aristo’nun M.Ö geliştirdiği klasik mantık ile günümüz gelişmelerine bakmaya kalkarsak yanılırız. Neden? Çünkü siyah ile beyaz renklerinin ara tonlarını gör(e)meyiz. Hiç bir şey siyah-beyaz kadar kesin ve net değildir. Hele siyasette, asla! Üzülerek belirtmeliyiz ki, Türkiye Devrimci Hareketi, Diyalektik mantık ile yaşamı/olguları ve gelişmeleri tez, anti-tez, sentezdenkleminde formüle etmek yerine, “Aristo mantığı” ile ele alıp değerlendirmektedir. Bugün bunun tipik örneklerinden birini de TDH içinde kimi grupların anayasa ve başkanlık sistemi referandumunu “BOYKOT” söylemi ile ele alışında görmek mümkün.

Strateji ve taktik ustası Lenin’in “Nisan Tezleri” Bolşevik siyasi hattını belirleyen ve Ekim Devriminin gerçekleşmesini, Leninizm’in temellerinin atılmasını sağlayan öneme sahiptir. Lenin bu yapıtında özellikle taktiğe sıklıkla değinir ve “Taktiğin” önemine vurgu yapar. “yığınların pratik gereksinmelerini göz önünde bulundurarak” taktik belirlemekten bahseder, sonra “Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği” adli yapıtında ise genişçe acar taktiği. Tabi ben Türkiyeli devrimcilerin sıklıkla yaptığı gibi, 100 yıl önce yazılan bu doğrulara takılıp uzunca alıntılar yaparak içinden kaybolmaktan yana değilim. Çünkü günün özgün ve nesnel gerçeklerini bilimsel kurallara bağlı kalarak “aslına en uygun ve nesnel olarak doğrulanabilir” şekilde ifade etmek zorunludur!..

Medyanın algı yönlendirme çabaları

Hatırlanacağı üzere, referandum tartışmaları başladığından bu yana medya el-ele vererek “HDP boykot mu edecek?” türünden haberler yaymaya başlamıştı. Aslında “EVET”çi kesimin arzularını ifade eden bu durum, bir tesadüf olmadığı gibi, sıradan asparagas bir haber de değildi. Bilinçli bir algı yönlendirme çabasıydı. Referandumu “ya HDP boykot ederse halimiz nice olur!” diyerek gerçekçi olmayan bir “panik hali” blöfü yaparak, sanki HDP seçmeni sandığa gitmeyince anayasa ve başkanlık sistemi/referandum geçerli olmayacakmış gibi tersten bir algı yaratıp HDP yönetici ve kitlelerini etkileme uğraşı güdüldü. “HAYIR” cephesinde buluşacak güçleri “Panikliyorlar o halde ‘BOYKOT’ tavrında bir keramet var” algısına sürükleme derdindeydiler. Algı operasyonları önemli bir kitle üzerinde etkili ol(a)madı. Ancak devrimci hareket kendi içinde “ben daha solcuyum, daha devrimciyim” çekişmesini sürdürerek kimileri birbirlerine karşı “daha sol” ve “daha radikal” öldüğünü ispatlamak/taban bulmak için “BOYKOT” tutumu içine girmiş bulunuyor. Bu yazıda “EVET” cephesinden çok, hala ikna edilebileceğine inandığım “BOYKOT” cephesinin üzerinde durmayı doğru görüyorum. Bu iknanın ise sadece doğru fikirlerle, anlatmalarla olmayacağını; kitlelerin bizzat eylem içinde kendilerini değiştirebileceklerini, bunu hızla ve kitlesel olarak yapabileceklerini, aynı zamanda toplumsal güçler, onların çıkarları ve konumlanışlarının belirleyeceğini de biliyoruz. Bu devinime en yakınımızdaki ile başlanmalıdır! Çünkü politik olarak en yakınınızdakini dönüştürmek, biraz uzağınızdakini kazanmak, en uzağınızdakini ise kendinize yakınlaştırmak durumundasınız. Bunu başka türlü de okuyabiliriz. Geri olanı kazanmak, kazanılmışı ise daha ileriye taşımak, karşıtın olanı ise tarafsızlaştırmak politik bir görev ve sorumluluktur.

Ancak, “BOYKOT” cephesi içerisinde yer alan bir kesimi ayırmak gerekiyor. Bu kesim ne yazık ki siyaset değil ‘futbol taraftarlığı’ yapan anlayışı temsil ediyor. Keza bu ‘taraftar’ anlayışı bilimin yaşayan ruhunu toprağa gömen, “bizim öğretimiz bir dogma değil, bir eylem kılavuzudur” diyen Marks ve Engelsin ve keza Lenin’in “Biz, Marks’in teorisini tamamlanmışve dokunulmaz bir şey olarak görmüyoruz; tersine biz onun, eğer yaşama ayak uydurmak istiyorlarsa, sosyalistlerin her doğrultuda geliştirmek zorunda oldukları bilimin sadece bir temel taşını koyduğuna inanıyoruz.”[2] açık ifadelerine karşın bilinçli olarak bir dogmaya dönüştürme çabası içerisinde olduğunu söylemek gerekidir.

Olasılık Kuramı ve referandumda “Olası” bir sonuç!..

Bu kuramı basitleştirerek, sade ve yalın bir şekilde ifade etmek gerekirse; loto oynayarak herkesin zengin olmadığını biliriz. Ancak loto oynamak yüz-milyonda bir ihtimalde olsa oynayan kişiye bir “olasılık” ve “ihtimal” değeri matematiksel olarak verir. Oynamamak ise bu “olasılık” ve “ihtimal”ı de yok etmek anlamına gelir.

Bunu “referandum”a uyarlayacak olursak, “HAYIR” demek iki olasılıktan biridir. Yani “EVET”in karşısında onu durduracak nesnel ve somut bir ifadedir.  Ancak ”BOYKOT” işe, nesnel durumda seksen-milyonda bir “olasılık” ve “ihtimal” olanağı verir. Neden? Çünkü 80 milyonluk bir ülke nüfusunun seçmen kitlesi içerisinde senin nesnel olarak örgütlü gücünle, kitlelerin senin politikalarını kabul görüp, politik kararlarını dinlemesi ve sana güvenmesi ile alakalıdır! 80 milyonun içinde 80 bin insan içinde dahi örgütlü bir gücün yokken, 80 bin insan dahi senin politikanı doğru bulmuyorken, 80 bin insan dahi seni dinlemeyecekken “BOYKOT”un değiştireceği şey nedir? Ne olabilir? Diyelim ki tam tersi, 80 bin kişiyi düşünsel olarak etkiliyor ve “BOYKOT” yaptırıyorsun, 80 milyon karşısında 80 bin kişilik tavrın neyi değiştirebilir?

İşi daha da uçlaştıralım: Diyelim ki, devrimci hareketin hepsi seninle aynı düşünüyor. İrili ufaklı 15 tane hareketin her biri senin gibi 80 bin kişiyi etkiliyor. 15X80=1 milyon 200 bin insan yapar. Yine bir şey değiştirmen mümkün değil. Kaldı ki devrimci hareketin böyle bir gücünün olmadığını, aynı düşünceyi ise savunmadığını pekâlâ iyi biliyoruz! Bu durumda ister devrimci realite açısından bakalım, ister nesnellik, ister “somut durumun somut tahlili” acısından, isterse olasılık kuramı çerçevesinden bakalım. Her halukârda “BOYKOT”un etkili bir pratik sonucu ol(a)mayacaktır.

“BOYKOT” nesnel durumda sol görünümlü sağ bir politikadır.

Sol içindeki dinamikleri gizli ve sinsice “EVET” cephesine kaydırmaktır!

“BOYKOT” tutumu bugün mevcut nesnel durumda ‘somut durumun somut tahlili’ni yapma vizyonunu taşıyan, bilimsel düşünüş yetkinliğine sahip kimselerin tutumu olamaz! Çünkü bugün BOYKOT=EVET niteliğindedir! “BOYKOT” demek “olasılık” değerini tümünden ortadan kaldırmak (80 milyonda 1’e düşürmek) olacaktır. Neden? Çünkü, cevapların sıfır (olasılık dışı) ile bir (kesinlik) arasında olması, dünyamız hakkındaki çok daha gerçekçi bir bakış açısı ve çevremizdeki hayatı anlamanın çok daha güçlü bir yolunu veriyor bize… Yani “olasılık kuramı” çerçevesinden bakıldığında, 80 milyonda 1 olasılığa sahip olacaksın! Bu kadar açık bir durum yel değirmenlerine karşı kılıç sallamaktan başka bir şey değildir! Bugün “BOYKOT”  demek bir tercih olabilir, ancak geleceğe karşı sorumlu bir yaklaşım değildir.

Fakat “HAYIR” yanıtının ‘olasılığı’ 2’de 1’dir. Yani 2 olasılıktan biridir! 80 milyonluk olasılık nerede 2/1 olasılığı nerede? Hangisi daha realistçedir? Şayet “HAYIR” sonucunun pratik bir olasılığı olmasaydı, o zaman, yoğun bir TEŞHİR politika ve pratiği içinde taşıyan güçlü bir “BOYKOT”a gidilebilirdi. Ancak, nesnel durum “BOYKOT”un hiçbir etkisinin dahi olmayacağını gösteriyorken, olasılık değeri son derece yüksek olan “HAYIR”dan yana neden tavır koyulmasın?!

“HAYIR”ın beğenelim veya beğenmeyelim hazır bir kitlesi mevcut. Bunun adı kimilerine göre Kemalist, sosyal demokrat, reformist, ulusalcı, oportünist vs. vs. olabilir. Beğenmediğimiz, düşünsel olarak bizim düşüncelerimize çok uzak olan kimseler ve gruplardan oluşabilir. Bu güçlerin toplamı hem engelleyici bir güce sahiptir, hem de demokrasi denilen şey aynı zamanda bu değil midir? Farklı düşüncelerin, anlayışların, farklı insan renklerinin, farklılıklarını yadsımadan bir arada bulunması, kendini ifade etmesi değil midir?  Kendisine devrimci-demokrat diyen cephe bu farklılıkları hazmedemezken, “EVET” cephesinde buluşan güçlerin hepsi tek tipte düşünen kimseler midir? Tabi ki değildir. Ama “EVET” cephesi bu kimselerin farklılıklarına bakmadan kapsayıcı davranabiliyor. O halde “EVET” cephesinin kapsayıcılığı senin kapsayıcılığından daha önde ve senden daha “demokratik” sayılmaz mı? Burada samimi bir şekilde kendimize çizdiğimiz dünyayı, demokrasi anlayışını gözden geçirmek/sorgulamak gerekiyor!

Geniş kitlelerin çıkarlarını gözeterek, kendi stratejik hedeflerine ulaşmak bu vb. güçlerle objektif olarak taktiksel ittifak yapman kaçınılmaz olabilir. Klasik belki ama Mao-Can Kay Sek ittifakı bunun tipik bir örneğidir. “BOYKOT” diyen güçler arasında “Maoist” olan kesimlerde mevcut. Kusura bakmayın ama siz Mao’dan daha da mı Maoist’siniz?

Maoist teorinin temel taşlarından “temel çelişki-baş çelişki”[3] felsefi uşavurum incelendiğinde bu daha iyi anlaşılacaktır! Haliyle, gerek felsefi, gerek stratejik ve taktiksel, gerekse olasılık kuramı üzerinden, gerek nesnel gerçekliğin ve kitlelerin gerçekliği masaya yatırıldığında, en açık matematiksel ve en akılcıl olasılık değeri ortadadır! Sen gibi düşünmeyen, farklı ideoloji ve akımların etkisinde olan kitlelerin gücüyle gücünü, dağınık elin parmaklarını birleştirip yumruğa dönüştürerek, temel çelişkinin yoğunlaşmış, şiddetlenmiş bir ifadesi olan ‘baş çelişki’ konumunda duran hasmina vurmaktan başka şansın yok. Aksi halde dağınık parmaklar gibi zayıf olur, kolay kırılırsın!..

Bir yere uIasmanın ıIk adımı, olduğumuz yerde kaİmayacağımıza karar vermektir.

Unutulmamalı ki, bu stratejik bir hamle değil, taktik bir hamledir! Stratejik hedeflere ise statik olmayan, kendini sürekli yenileyip üreten esnek ve akıl almaz taktik zenginliklerle varılabilir ancak. Sürekli aynı yöntemlerle muharebenin kazanıldığı nerede görülmüştür? “Savaş siyasetin başka araçlarla yürütülmesi” işe, senin taktiklerin, kitlelerin savaşının ve kullandığı silahların bir ölçütü olacaktır! Bilge Komutan Sun Tzu “Askeri taktikler suyun akışına benzer. (…) Suyun nasıl sabit şekli yoksa savaşta da sabit koşullar yoktur. Taktiklerini düşmana göre değiştirebilmeyi başaran komutan zafere ulaşacaktır.” der. Strateji ve taktiğe ilişkin kavrayış, her şeyden önce belirli bir bütünselliğe sahiptirler, genel bir süreci ve ona bağlı süreçleri ilgilendirirler. “HAYIR” diyerek somut pratik bir cephede girdiğin savaşı taktik olarak kazanmayı hedeflersin. Şüphesiz stratejiye hizmet eder bu. Taktik nesnel koşulları veri alan, ancak öznel/sübjektif alanla, bilinçle, güçle, belirli hedef ve amaçlarla ve bunlara ulaşılmasıyla ilgilidir.

Daha açık ifade edersek strateji, savaşın bütünü ile uğraşırken, taktik muharebelerle uğraşır. Stratejinin alanı geniş, taktiğinkiyse, stratejininkiyle kıyaslandığında, daha dar ve özeldir. Taktik, iktidar mücadelesinin bütününü değil, ama onun tek tek “muharebeleri”ni kazanma siyasetidir. Doğru bir taktik önderlik için zorunlu olan, ayakları havada olmayan, gerçekçi, realist, kendi güçlerini, dost ve müttefik güçlerin ve genel olarak kitlelerin farkında/bilincinde olmak gerekir!

Taktik ve doğru bir taktik önderlik, tamamen hareketin nesnel yönünün, tek tek eylemler ya da mücadele dönemlerinin nesnelliğinin ürünü olarak öne çıkan, kitlelerin etkisini/ihtiyacını en derinden hissettikleri, en acil ve can yakıcı taleplerini dikkate almamazlık edemez. Devrimci bir taktik platform nesnel dayanakları olmayan, keyfi olarak belirlenmiş taleplerin ileri sürülmesi üzerine kurulamaz!

“HAYIR” ama!..

Biz cephesinde “Hayır” demek, ne “demokratik şartların” varlığını iddia etmek ve savunmaktır ne de mevcut sistemin devam etmesine destek vermektir. “HAYIR” demek diğer “HAYIR” diyen güçlerin, siyasi akımların “HAYIR”dan çıkarsadığı sonucu çıkarsayıp “HAYIR” demekte değildir.

“HAYIR” çağrısı yaparken şu noktaları da belirtmeliyiz. Referandumda, “evet” ve “hayır” diyecek her iki tarafında bu cevapları “iktidar mücadelesinin bir aracı olarak” kullandığını, referandumun “egemenler arası bir kayıkçı kavgası” öldüğünü biliyoruz. Gerek Kürtleri, gerek diğer azınlıkları ve toplulukları, emekçileri, demokrasiyi, hukuku vb. ilgilendiren konuların her iki tarafın da umurunda olmadığını da biliyoruz. Ancak bu durum, egemenler arasında ki çelişkilerden kitlelerin yararına politik ve siyasal kazanımlar elde etmenin önüne geçmemelidir.

Sandıktan “HAYIR” çıkması halinde tüm bunlara dair sorunların çözülmeyeceğini, hiçbir şeyin güvence altına alınmayacağını da biliyoruz. Çünkü tüm bunların olabilmesi için, sistemin köklü ve sınıfsal bir devrimle değişime ihtiyacı olduğunu da pekâlâ biliyoruz.

Ancak tüm bunları bilirken, her şeyi devrimden sonraya erteleme tutumu içerisine giremeyiz. Çünkü devrim denilen olgu, bugünden kazanılan küçük-küçük muharebelerin toplamından oluşacaktır!

[1] Sapaklık. Normalden uzaklaşma veya sapma. Denksizlik, kaide dışında olma. Belli bir ölçüye, belli kurala uymama durumu. Hastalık niteliğinde olmamakla birlikte, düzgülüden belirgin durumda sapma gösterme durumu.

[2] V.İ.Ü. Lenin, “Programımız”, 1899

[3] Mao Zedung. “Teori ve Pratik” 

46358

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

2017 Fransa parlamento seçimleri sistemin tıkanması mı?

Fransa Cumhurbaşkanlığı ile 11 ve 18 Haziran 2017 tarihlerinde 2 tur şeklinde olmak üzere gerçekleştirilen parlamento seçimleri, sonuçları ve etkileri ile ortaya ilginç bir panorama çıkartmıştır. İlk dikkat çeken olay katılım oranının giderek düşmesi ile ortaya çıkmıştır. Öyle ki, 11 Haziran’da gerçekleştirilen ilk turda 5. Cumhuriyet seçimlerini tarihinin en düşük katılımı % 49 olarak ortaya çıkarken, bir hafta sonra gerçekleştirilen 2. Tur da bu oran % 42’lere kadar gerilemiştir.

Oğlum(uz) ölümsüzdür (*)

“ve hiç istemedim seni unutmak.”[1]

“ve biz pimi çekilmiş yürekle/ dalmıştık karanlığın ortasına/ dilimizde kurtuluş türküleri mataramızda ab-ı hayat/ ve düşerken/ özgürlük renginde bir gülüş vardı yanağımızda,”[2] haykırışını anımsatıyor bize hep…

Dal gibi, civan mert bir delikanlıydı; bakmaya kıyamadığım(ız), gözümüzden esirgediğim(iz) oğlum(uz)du

Ve birgün, bize “Öldü” dediler.

Elimizin ayağımızın canı çekildi; donduk kaldık, kaskatı.

Tek bir kıvılcım tüm bozkırı tutuşturabilir!

Türkiye'nin içinde bulunduğu mevcut durum düzenin yarattığı sorunları çözemediği gibi daha zorlu bir sürece giriliyor. Devletin yönetici kademelerindeki iktidar kavgası ve ezilen sınıflar üzerindeki baskı ve sömürü mekanizması egemen güçleri daha saldırgan kılıyor. Bunun sonucu devlet erki emekçi kitlelere, Kürt ulusuna ve tüm ezilen kesimlere yönelik baskı ve tahakkümünü giderek daha üst boyutlara tırmandırıyor. Devlet bu saldırılarıyla toplumu sindirmeyi hedefliyor. Onlar üzerindeki egemenliğini pekiştirmeyi amaçlıyor.

CHP'de mi Adalet arıyor? Davut Kurun

CHP istanbul milletvekili Enis Berberoğlu tutuklanınca,CHP bütün illerde adalet yürüşüsu başlattı. Adalet arıyor. Kılıçdaroğlu, “adalet herkese lazımdır. Adalet için bir bedel ödenmesi gerekirse, bu bedeli ödemeye hazırım” diyor. Kılıçdaroğlu hala anlamamış, Adalet için bugüne kadar bedel ödiyen, Kürteler, Ermeniler, Rumlar, komünistler ,1970 sonrası da demokrasi güçleri, kürdistan halkıdır, dün CHP bugünde AKP diktatörlügüne karşı adaleti savunup bedel ödediler. Adaletin sahipleri bedel ödeliyen bu güçlerdir. AKP ve CHP ancak adaletsizliğin temsilcisi olabilirler.

“İktidar savaşında, proletaryanın, örgütten başka bir seçeneği yoktur!”*

"1980’li yıllara göre “sol muhalifler” olarak isimlendirilebilecek kesimler içerisinde örgüt ve örgütlenme meselelerine yaklaşımda çok ciddi değişimler yaşanmıştır. Aslında bu değişimler birden bire ortaya çıkmadı. Avrupa’da gelişen Batı Marksizm’inin yanısıra Latin Amerika’nın bilinen anarşist ve Troçkist etkilerinin ideolojik/politik alandan sonra doğal bir sonuç olarak örgütsel alana da yansımasıydı yaşanan. Türkiye özgülünde elbette ki hesaba katılması gereken etmenlerin sayısı az değildir.

15-16 Haziran'dan Gezi'ye

Her toplumsal olayları hazırlayan ekonomik ve siyasal koşular vardır. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin hazırlayan da koşullar vardı. Her şeyden önce kapitalist sanayide önemli bir gelişme olmuştu. Ve bu alanda çalışan işçi sınıfı sayısı nicelik ve nitelik olarak bir gelişme göstermişti.

Devrimci'ler ölür ama devrimler sürer ;

İttihat ve Terakki Partisi'nin,'' Yeni Türkiye '' versiyonu olan AKP Erdoğan iktidarı,15 yıllık icraatları ile hem Türkiye,hem de ortadoğu coğrafyasında tehlikeli ve savaş kışkırtıcısı olarak tehlikeli olmaya devam ediyor.Osmanlı'nın son döneminde Talat,Enver,Cemal üçlüsünün çılgın politikaları ülkeyi savaşa sokmuş,Ermeni soykırımı'nı planlayarak yeni bir yüz yılın başlangıcında insanlığa karşı suçlar işlemişlerdir.İ ve T Partisi'nin yüz yıl önceki politikalarının bir ve aynısını bugün hayata geçirmeye çalışan Erdoğan kliğinin bölge ülkeleri ile barışık olmayıp savaş içinde olması kaygıland

Madımak’tan Mercan’a, Koray’dan Dursun’a‏

Biri henüz 11 yaşında, Pir Sultan Abdal’ın elinde dünyanın en güçlü direnç, bilinç ve isyan silahına dönüşmüş Bağlamaya, Semaha ve Türkülere sevdalı, 2 Temmuz 1993’te Madımaktaki 33lerin en küçüğü Koray Kaya… Diğeri yüzyıllardır özgürlük meşalelerinin yandığı, sefer edilip zafer elde edilemeyen Jaru Diyara, Kaypakkaya’nın destanlaştığı Munzurlara, Zel dağına, özgürlüğün diyarına giden, 17 Haziran 2005 Mercan Dağlarında kimyasal silahlarla katledilen 17lerin en küçüğü Dursun Turgut..

Kapitalizmin Kabulenebildiği Devrim Mümkün mü ?

Komprador burjuvazinin korkusu rojavada olmanız değil kapitalizmin emperyalizme yaptırabildiklerinden.

Her halde edebi değildir.

Bundan sonra ne olacak ?

Hizip, statükocu falan filan derken bundan sonra ne olacak ?

Herkesin aklında bu soru.

Aslında olacak olan belli.

Proletaryanın mahpus tarihi değişmeyecek.

Astlarında darbe yiyenler işi daha sıkı tutacak.

Tutsak Dilek Keser’in kaleminden: “Kurtlar sofrasında doğa!”

Güneş doğmak üzereydi. Xece her zamanki gibi erkenden kalkıp, ocakta ateşi yakıp, kara çaydanlığı üstüne koymuştu. Burnuma yanan odunların kokusu geliyordu. Bu koku bana her zaman bir şeylere geç kaldığım hissini veriyordu. Ben uyurken Xece ne yapmıştı acaba?

Işık hüzmesi büyüyor kadınlar, fark ettiniz mi? Baykuşlar kaçışıyor! -Aslı Ceren Aslan

“Erkten arınmış kadın alanları” üzerine bugüne kadar çokça tartışma yürüttük. Konu üzerine yapılan tartışmalar üzerine pek çok yazı yazıldı, pratiğe geçirildi ve geçirilmeye devam ediyor. Kadının özgürleşme mücadelesindeki yerini; kadının güç kazanması, erkek egemen sisteme karşı donanımını yükseltmesi hedefiyle önümüze koyduğumuz bu alanlar, kadın bilincinin açığa çıkacağı yerler olarak birincil derecede önemli bir yere sahip.

Sayfalar