Cumartesi Mayıs 11, 2024

Beni de atın vatandaşlıktan! Kifayet Ceylan

Tecavüzcülerin namus bekçiliğine soyunduğu bu ülkede onlarla aynı havayı solumak istemiyorum. Ensar Vakfı’nda tecavüze uğrayan çocuklarla ilgilenmesi gereken bir bakanın, hem de bir kadının “Bir kereden bir şey olmaz” dediği bir ülkede yaşamak onuruma dokunuyor. İktidar tarafından korunup kollanan vakıfların “Biz de Ensar'ız...” naralarıyla sokaklarda boy göstermelerinden utanç duyuyorum.

Bu ülkenin cumhurbaşkanının “Kız mıdır kadın mıdır” diyerek kadınları aşağıladığı bir ülkenin vatandaşı olmak beni utanca boğuyor. Yoz siyasetçilerin kol gezdiği parlamentonun beni yönetmesini istemiyorum. Devletin yüz yıldır çözmediği, giderek de çözümsüzlüğe ittiği Kürt sorunu ile ilgili olarak “Onlara üç gün süre verin, boşaltın oraları, sonra da taş üstünde taş, baş üstünde baş koymayın!” diyecek kadar gözü kanlı, cinayeti teşvik eden, gece körlüğüne tutulmuş siyasetçilerle aynı toprağın insanı olmaktan yerin dibine giriyorum.

Ekvador'da, Amerika’da gazetecileri dövmeye kalkan sokak kabadayıları yanında olmadan dışarı çıkamayan, ama hamaset nutuklarını dilinden düşürmeyen yoz bir yöneticinin bizi dünyaya rezil ettiğini görmek, yüz kızartıcı suçların aklandığı bir ülkede yüzümü kızartıyor.

Dış politikada, insani tüm değerler çiğnenerek parayla alınıp satılır hale getirilen mültecilerin iç politikanın pislik depoları tarafından asimilasyon malzemesi olarak kullanıldığını görmekten beynim zonkluyor. Anayasa ile güvence altına alınan inanç özgürlüğünün, okullarda öğrencilerin tümüne dört gün ders, bir gün cami uygulamasıyla çiğnenmesine tahammül edemiyorum. Ekranlarda boy gösteren yosmaların “Yeter ki istesin, onun uğruna kocamı terk ederim, çocuklarımın da gözünün yaşına bakmam...” demelerinin beni kadınlığımdan utanır hale getirmesini hazmedemiyorum.

Bunca katliama, tecavüze, hırsızlığa, rezilliğe ses çıkarmayan ve üç maymunu oynayarak ülkeyi hayvanat bahçesine çeviren yobazlarla bu topraklarda yaşamak istemiyorum. Bilimden habersiz yaşayan bakanların, NASA’ya kafa tutacak kadar cahilleşmesine bakıp bir şeyler bilir olmanın pişmanlığını yaşamaktan bıktım artık!

Sözde din adamı görünümlü, sarıklı hödüklerin “erkeğin erkekle sevişmesine bademleme denir” demesini ve devleti yönetenlerin bu yobazla görüşebilme cehaletini kaldıramıyorum artık! Barış masasında çözümlenebilecek bir sorun karşısında yıllardır süren savaşı daha da şiddetlendirerek “Bizden bir ölüyorsa, onlardan 10, 20, 30 öldürüyoruz” diyecek kadar gözünü kan bürümüş, biz ve onlar diyerek bölücülük yapıp, ülkenin insanlarını kamplara ayıran siyasetçileri ekranda gördükçe mideme kramplar saplanıyor.

Bir kıza hem babasının, hem ağabeyinin, hem amcasının tecavüzü mahkemeye taşındığında “kızlık zarı yırtılmamış” diyerek suçluları tutuklamayan, tecavüzcüleri yeniden toplum içine salan ahlaksız hakimlerin olduğu bir ülkede, bu ahlaksızlıklara ses çıkaramadan yaşamak istemiyorum!

Küçük yaşta kız çocuklarının yaşlı adamlarla evlendirilmesini özendiren sapık zihniyete, badem bıyıklı politikacıların, fetvalara dayanarak bu zihniyete çanak tutmasına tahammülüm kalmadı artık!

Her gün onlarca işçinin iş cinayetleriyle katledildiği bu ülkede taşeron yasasına ses çıkarmayan kör, sağır, dilsizlerle aynı gökyüzüne bakmak istemiyorum. Sendikaların işçi satacak kadar onursuzlaştığı ve kendi sınıfına ihanet edenler tarafından yönetildiği bir ülkede yaşamak istemiyorum!

Barış diyenin tutuklandığı bağımlı yargının oluştuğu, yasamanın sadece kelle sayarak görev yaptığı, yürütmenin tüm “yürütme”lere ortak olduğu bir düzende bu üç erkle birlikta yol yürümek istemiyorum!

İktidardaki partinin uygulamalarını eleştirmeye kalkan bu ülkenin ne kadar aydını, okur yazarı, öğrencisini Hitler’in uygulamalarını aratmayacak biçimde sorgusuz sualsiz tutuklatan zihniyeti bağırarak kınamak istiyorum.

Bu halkın oylarının yüzde onundan fazlasını alıp parlamentoya giren ve haksızlıklarla karşı onurluca mücadele eden vekillerin dokunulmazlıklarının bir diktatörün bir çift lafıyla kaldırılmasına göz yuman, hak etmedikleri halde vekil koltuklarında oturan yalakaları bu parlamentoda görmek istemiyorum.

Ben de teröristim, beni atın vatandaşlıktan! Vatan sizin olsun taşlar bize kalsın... 

44170

Akp'nin yeni oyunu‘’Demokratikleşme Paketi’’

Kamuoyunun uzun bir süredir beklediği  ‘’Demokratikleşme Paketi’’ nihayet 30 Eylül 2013 tarihinde yeni Başbakanlık binasında, bizzat hükümetin başı Erdoğan tarafından açıklandı.  Hiçbir muhalif gazete ve televizyon kuruluşunun yer almadığı basın toplantısında,  Bakanlar Kurulu üyeleri ve yandaş basının Ankara temsilcilerinin yer aldığı basın toplantısında, Erdoğan tek kişilik bir tiyatro oyunuyla ‘Demokratikleşme Paketi’’ni açıklayarak salondan ayrıldı.

Alman Bernsteincılığın, Rus Struveciliğin Günümüz Versiyonları 'Özgürlükçü Sosyalizm' Ve HDP-HDK



Ekonomistler , Legal Marksistler ve Menşeviklerin bir bölümünün Rus Devrimi süreci içinde toparlandığı Kadetlerin(Anayasal Demokrat Parti) iç savaş sürecinde karşı-devrimci Beyaz Muhafizlara dönüşmeleri size ilham vermelidir...

Geri dönüp baktığımda

Kürt hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa  “hassas süreci” baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor. 

Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

 

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

Sayfalar