Salı Mayıs 7, 2024

Berlin’e Savaşı Öldürmek İçin Gitmek

„Çocuklarınıza mutlaka şunu anlatın;Bizler, kadınlar olmasaydık,1945’inİlkbaharı da olmazdıYaşanmazdı”(Nonna Aleksandrovna)[1]

Berlin’e Savaşı Öldürmek,Sur’a Kürt katliamını Durdurmak İçin Gitmek...

 II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın en vahşi günleriydi. Bütün emperyalistlerin dört gözle, Sovyetlerin Nazilerin eline düşmesini beklediği anlardı. Ama, Nazilerin hesaplayamadığı bir şey vardı. Sovyet kadınları...

“Ben Sofiya Kuntseviç, Berline Savaşı öldürmek için geldim.”[2] Böyle diyordu bir sovyet kadın partizanı.

Sovyet halkının çok acı çektiği, çok can verdiği ve nice evlatlarını yitirdiği günlerde, dövüşen kadınlarda vardı. Hem de sayısız... 

Onlar, Sosyalist Sovyet vatanlarını savunmak için, savaşın her alanında yer almışlardı ve hepsi de yemin etmişlerdi: “Berlin’e kadar gidip, savaşı öldürecğiz”. Öyle de yaptılar. Düşe kalka, ölülerini gömerek, yaralıları geride bırakarak, bütün Sovyet yurdunu ve Doğu Avrupa halklarını karış karış Nazi zulmünden kurtararak, kan ter içinde Berline vardılar. Nazileri kendi inlerine gömdüler. Sosyalizmin sembolü Kızıl bayrağı, ilk onlar, Alaman emperyalist burjuvazisinin ulusal semboli Brandenburg Tor’un tepesine  diktiler.

II. Emperyalist Savaş’ı kadınlar başlatmadı. Ama kadınlar, savaşı, savaşın başladığı Berlin’de bitirdi.

Kapitalist toplumun en fazla ezilen kesimlerinin başında tartışmasız olarak işçi ve emekçi kadınlar gelir. Kapitalist baskı ve sömürü koşulları erkek egemenliği ile birleşip kadınların üzerine bir kabus gibi çöker. Sovyet kadını, tekrar eskiye dönmemek için hayatları uğruna sosyalist vatanlarını savunmayı seçmişlerdir.

Sovyetler Birliği, kendi sosyalist vatanlarını kurtarmak için tam 26 milyon vatandaşını bu savaşta yitirdi. Yaralı, sakat ve artık tek başına yaşayamayacak denli bir taraflarını savaşta yitirmiş olanaların sayısı ise yitirilenlerden çoktu. Sovyet kadını kendi özgürlüğü için savaşmak zorundaydı. Özgürlüklerine kast edenlere karşı savaştılar ve büyük bedeller ödeme karşılığında da olsa özgürlüklerinin boğulmasına asla ve asla izin vermediler.

Sovyet kadınları, savaşı Berlin'de öldürüp, bütün dünyaya baharı getirdiler.

Sur’a Katliamı Durdurmak İçin Gitmek

Bütün Kürt illeri Türk devleti tarafından bombalanıyor. Evler yakılıp yıkılıyor. Ve korkunç büyük bir sessizlik içinde insanlar katlediliyor. “Kürt illeri yanık insan eti kokuyor.” Hitler Almanya’sının, yahudi gettolarına saldırdığı ve toplama kamplarında yaktığı gibi. 

Türk devleti, Kürdistan’ı insansızlaştırmayı amaçlıyor. 

Faşist AKP hükümeti ve onun şefi Erdoğan, devletin tüm gücünü arkasına alarak, sadece Kürtlere değil, kendisine karşı olan herekese saldırıyor. Demokratik hak ve özgürlük isteyenlere, kadınlara, aydınlara, akademisyenlere ve ülkede ilerici olan her şeye saldıryor. Börtü-böceği, ağaçları, kuşları ve hayatın kaynağı doğayı koruyana saldırıyor. Ücretlerine zam isteyen işçilere saldırıyor. İnsanları korkutarak, sindirerek teslim alıp, sermayenin hükümranlığını hayatın her alanında inşa etmek isitiyor.

Devlet sadece SUR’a saldırmıyor. O, insan ve doğanın en doğal alanlarına saldırıyor. Özgürlüklerimizi elimizden alıyor. İnsanın özgürlüğünü elinden aldığı gibi doğanın da özgürlüğünü yok ediyor.

Yeni yetme Hitler bozuntusu,  öncelikle kadınlara saldıryor. “Anne olun” diyor. Aynı Hitler gibi. “Avrupa’nın nüfusu azalıyor ve yaşlanıyor, çok çocuk doğurun!” diyor. Çok çocuk doğurun ki; emperyalist burjuvaziye ucuz iş gücü ve sermayenin çıkarı için ölecek asker yaratılsın. Sermayenin faşist beyinli temsilcisi, kadını sadece doğum makinesi görüyor. 

Sermayenin en büyük korkusu kadınların sokaklarda özgürce dolaşmasıdır. Onların kadından istedikleri; çok çocuk doğurmaları, evde oturmaları, kara çarşafı bir kefen gibi üzerlerine örtmeleri, kocalarının sözünden çıkmamaları ve sistemin her dediğine kölece itaat etmeleridir.

Çünkü kadının köleliği toplumun köleliğidir. Kadının özgür olması toplumun özgür olmasıdır. Kadının baharı dünyanın baharıdır. Bütün diktatörlerin kadın korkusu bundandır.

Türk devletinin kontrolünü eline geçiren sermayenin katiller şebekesi, özgürlük isteyen, hakkını arayan, farklı düşünce beyan eden herkese saldırıyor. Evleri basıp katlediyorlar. Sokak ortasında gençleri, kadınları kurşunluyorlar.

Bunca zulme rağmen, kadınlar direniyor. Komünistiyle, demokratıyla, feministiyle, Kürdiyle, Türküyle ve diğer uluslardan halklarıyla kadınlar, sokakları terk etmek istemiyorlar. Sokakları terk ettikleri anda, tekrar oraları kazanmanın daha ağır bedeller gerektirdiğini de biliyorlar. Dün, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle sokakları bir kere daha işgal ettiler, dirençli ve mücadeleci sloganlarıyla, faşizme inat, meşalelerle karanlıkları bir kere daha aydınlattılar.

Faşizmin temel özelliği; bütün işçi ve emekçileri ve özellikle de kadınları korkuyla esir almaktır. Faşizm, toplumun sınıflara bölünmüş gerçeğini gizleyip, dinsel, etniksel farklılıkları öne çıkararak birbirine düşman etmeyi amaçlar. Böylece, kendi sömürü ve zulüm düzenine baş kaldırma yerine, birbirine düşürülmüş ezilen kesimler üzerinden iktidarını yürütmektir. 

Faşizmin merhametini bekleyerek evlerde orturup, komşumuzun boğazlanmasını seyretmek çözüm değildir. Komşudan sonra sıra sana gelecektir ve geliyorda. Kürdün boğazlanmasını seszice seyredenler, kendilerine sıra gelmeyeceğini düşünmesinler. Sıra herkese geliyor. Aynı Nazi Almanya’sında olduğu gibi.

Batı burjuvazisinden “demokratlık” asla beklemeyin. Erdoğan ve arkasındaki sermaye gücü onların beslemesi ve büyütmesidir. Dünyayı kana bulayan ve diktatör soytarılarını ezilen halkların başına sopa olarak diken onlardır. 

Bütün ezilenler olarak, sokaklara çıkmadan, zalimin zulmüne karşı baş kaldırmadan ne katliamlar ne de baskılar bitecektir. Bu nedenle, Sur’a, katliamları durdurmak için gitmeliyiz. 

Kobane’de İŞİD çetelerine dur diyen kadınlar ve emekçiler, Türkiye ve Kürdistan’da da Türk egemen devletinin saldırılarına dur demelidir. Özgürlüğümüz için, geleceğimiz için, yaşam hakkımız için, bedel ödemeyi göze alıp, aynı Sovyet kadınlarının yaptığı gibi, aynı Kobane’de Kürt kadınlarının yaptığı gibi savaşmalıyız. Ve halka saldıranlar kendi inlerinde boğulmalıdır. 

Faşist güruhun güçlü olduğunu sanmayın. Onlar her yönüyle panik ve çırpınış içindeler. Bu nedenle daha azgınca saldırıyorlar. İşçilerin, emekçilerin ve tüm ezilenlerin örgütsüzlüğü onların gücü oluyor. ÖRGÜTLENİN! 

Sur’a gitmekher yerde, işte, okulda, büroda, tarlada ve yaşamın her alanında direnişi sokaklara yaymaktır. Her iş yerini, her mahalleyi faşizme karşı bir direniş ve mücadele odağı haline getirmek elzemdir. Bu nedenle de, faşizme karşı olan herkesle birleşmelidir. Çünkü biz çoğuz ve haklıyız. Bu savaşı kazanacak olan da bizleriz!

Newroz’da Diyarbakır’a (Amed) akın akın  akmak, Kürt halkının katledilmesini önlemenin ilk adımı olabilir.

Sovyet kadınları, Nazileri yenip, bütün dünyaya baharı getirdiler. Kürdistanlı ve Türkiyeli kadınlarda Türk faşizmini ve birleşenlerini yenip, baharı, bütün Ortadoğu’ya getirebilirler. 

[1] Svetlana Aleksiyeviç, Nazi İşgalinde Sovyet Kadınaları,  Evrensel Basım

[2] Aynı Kitap’dan 

43509

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

TKP/ML-GYDK;NEWROZ ATEŞİNİ SANDIKLARA TAŞIYARAK AKP'Yİ HAYIR OYLARIMIZLA YAKALIM!

NEWROZ PİROZ BE

Newroz başkaldırı ve özgürlük bayramıdır. Demirci Kawa'nın Asur Hükümdarı zalim Dehag'a karşı başlattığı isyan 2600 yıldır ezilen mazlum halklara yol göstermeye devam ediyor. Bir Kürt olan Demirci Kawa'nın 21 Mart günü tüm insanlığa armağan ettiği bu direniş geleneği, tarihin serüveni içinde sadece Kürtlerin sahiplendiği bir direniş olmaktan çıkarak, tüm Ortadoğu halklarının sahiplendiği bir güne dönüşmüştür.

“Kaypakkaya’yı pratiğiyle çizilmiş yolu izleyerek sarsılmaz bir kararlılıkla anıyoruz”

Katledilişinin 44. yıldönümünde, önder yoldaş İbrahim Kaypakkaya’yı onun teorisinin bakış açısında durarak ve pratiğiyle çizilmiş yolu izleyerek sarsılmaz bir kararlılıkla anıyoruz!

18 Mayıs 1973!

BOYKOT tavrı üzerine: Taktik hata, stratejik körlük!

15 yıllık iktidarı ile ülkemizdeki faşizmin özgün bir vearsiyonunun temsiliyetine erişen AKP tarihinin en kaotik seçimlerinden birisine hazırlanıyor. Yaklaşan referandum, AKP’nin son yıllarda aldığı darbeler ile açığa çıkan krizinin giderilmesi ya da kalıcılaşması açısından ciddi bir dönemeç anlamına gelmektedir.

Demirdağ’dan öğrenelim: Savaşı savaşarak öğren, öğret, geliştir!

Hem ülkemiz devrimci hareketinin tarihi hem de uluslararası deneyimler halk gençliğinin devrimin motor gücü olduğu gerçeğini birçok kez göstermiştir. Ülkemizde de sınıf mücadelesinin tarihi dönemeçlerine kısa bir bakış, gençliğin üstlendiği rolün tayin edici olduğunun görülmesine yetecektir. Öyle sanıyoruz ki, 68 gençlik hareketinin çıkışına kadar gitmeye gerek yok bu gerçeği görmek için. Kobanê’yi zafere taşıyan direnişin öncülerine bakmak yeterli olacaktır. Coğrafyamızda halk gençliği, Kobanê’den yükselen isyan çığlığına akın akın sınırları aşarak yanıt olmuştur.

Ötekileştirilenlerin Rojavaya Gidenlerle Dedikodusu

"Bu demektir ki, köylünün ...... yok olmadığı ...... yerini tarım gündelikçilerine bırakmadığı yerlerde, şunlar olabilir: ...... Fransa'da olduğu gibi her işçi  /köylü/  devrimini engeller ve yıkar  ......  /proletarya/ onun  /köylünün/ durumunu doğrudan iyileştirecek ve bunun sonucunda, onu devrim saflarına kazanacak önlemler almalıdır."  Marks

De ... babo ... türkiye devrimci hareketi hiç bu kadar birbirine benzeşmemişti.

TKP/ML Kadın Komitesi

 

Kadın Komitesi: “Kadınların öfkesi, isyanı ve örgütlü iradesi karşısında hiçbir diktatör duramayacak!”

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne dair bir açıklama yayınlayan TKP/ML Kadın Komitesi “Özgürlüğümüzü, geleceğimizi emekçi kadın ellerimizle yaratalım! Buna gücümüz, buna bilincimiz, buna inancımız var! Unutmayalım, öfkemizin, isyanımızın ve örgütlü irademizin karşısında hiçbir diktatör, hiçbir iktidar sahibi duramaz!” dedi.

İki çizgi mücadelesi ve sol içi şiddet üzerine

Sınıf mücadelesi kavramsal olarak sadece karşıt sınıfları hedef alan ve tek başına burjuvaziye ve onun sömürü çarkının ortaklarına yönelen bir pratik alanı değil çok kapsamlı şekilde burjuvazinin uzantısı olan sosyal, siyasal ve kültürel tüm dönüşüm süreçlerini de kapsayan bir olgudur. Bu kapsamdan ötürüdür ki, devrim iddiasına sahip olmak, özü itibari ile devrimciliği bir kimlik olarak sahiplenmeyi ve bu kimliğe uygun şekillenmeyi gerekli kılar.

Kadınların Aleksandra Kollontay'a borcu;Kadının kurtuluşu

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün 107. yılı, bugünün gerçekleşmesinde birinci dereceden payı olan ve 9 Mart 1952 yılında ise aramızdan ayrılan Aleksandra Kollontay’ın ise 65. ölüm yıldönümü vesilesiyle...

Altın Eller ile Kanlı Eller

Anadolu'da yaşayan,ama bugün varlıklarınan söz edilemeyen kadim halklardan Ermeni'ler,Süryani'ler,Yahudi'ler,Rum'lar,Ezidi'ler üretken,yaratıcı,sanatkar topluluklardı.Yüz yıl önceden inşa edilen saraylar,kiliseler,yalılar,köşkler,binalar tüm tarihi dokunun gerçek sahipleri olurken,bu zenginliklere tepeden inme bir şekilde el konmuş,bunları inşa eden Altın elleri adım adım tarih sahnesinden silmiştir.Var olanın üstüne aradan yüz yıl geçmiş olmasına rağmen hiç bir zenginlik-değer inşa edememiş ancak kan akıtmakta maharetli olduğunu göstermiştir.Önce Ermeni'leri,Süryani'leri,Yahudi'leri,Rum'la

İdeolojinin kadrosu olmak

Devrim gerçekleştiren komünist parti tarihleri incelenip araştırıldığında küçük burjuva ideolojisinin yönetim düzeyinde ve kolektifte etkili olmaya çalıştığı, egemen olduğu dönemlerin yaşandığı görülür. Proletarya partisinde silahlı savaşın bir savaş çizgisi olarak egemen olmadığı, burjuva-feodal sistemden ve onun ideolojisinden TAM KOPUŞ sağlanamadığı süreçlerde tasfiyeciliğin kısa süreli de olsa etkili olduğu ve olmaya çalıştığı dönemler yaşanmıştır. Bundan sonra da yaşanma olasılığının mümkün olduğu bilinmelidir.

Yetersiz ve eksikliği itiraf etmekten korkmak!

"Şimdi esas mesele öncünün kendi üzerinde çalışma, kendisini yeniden biçimlendirmede yetersiz hazırlığını, yetersiz becerisini açıkça itiraf etme, görevinden çekinmemesinde yatmaktadır." (Lenin)

Sayfalar