Pazartesi Mayıs 20, 2024

Bir TİKKO savaşçısı:“Devrimci mücadeleye katılma tercihimin bir geçmişi var!”

Avrupa metropolünden gelen bir devrimci olarak, kapitalizmin “vahşetinin kalbinde” yaşarız. Hepimizin hayatı, değerlendirme mantığına göre yapılandırılıyor. İster klasik sömürü ilişkileri ve işgücünün yabancılaştırılması olsun, ister ayrıştırma ve izolasyona dönük eğilimler ya da sosyal yaşamda kendi kendimize olan yabancılaşma olsun; sürekli akan bir damlanın taşı oyduğu gibi insan, kapitalist merkezlerde sürekli kapitalist ideolojinin ekonomik, sosyal ve teknolojik saldırılarına maruz kalıyor. Sadece bu saldırılara karşı mücadele etmek ve devrimci bilinç geliştirmek ve keskinleştirmek, başlı başına bir görevdir. Ancak bunda da kesinlikle başarısızlığa düşülebilmektedir. Böylece birçok ülkede, tek tek militanların ve hatta devrimci hareketlerin, esasta baskılama saldırıları ile değil; kapitalist düşünce ve eylem tarzlarından kaynaklı felce uğramaları ya da paramparça olmaları bir gerçekliktir. Zorluk sadece tek tek militanlar için belirgin değildir. Sonuç olarak toplumdaki sınıf bilinci zayıflar ve sömürenler ile sömürülenlerin cepheleri, burjuva vaatleri, tüketici odaklı yaşam ve bölünmeler yoluyla ırkçılık, cinsiyetçilik vb. biçiminde perdelenir.

Komünistler için hayatlarımıza yönelik tüm saldırılara karşı cevap nettir; mevcut ilişkilere yönelik olan öfkenin direnişe ve direnişin örgütlülüğe dönüşmesi gerekir.

Zira sadece örgütlü ve kolektif olarak üstten gelen saldırıları karşılayabilir, devrimci mücadeleyi geliştirebilir ve devrimci perspektifi gösterebiliriz. Tek tek militanlar için örgütlülük -ister kitle örgütünde ya da komünist partide olsun- kolektif ilişkilere, politik eğitimlere ve gelişen devrimci bilince yönelik ilk adımdır. Her bir militanın süregelen mücadelesi ve ilerlemesi, bir sonraki zorluğa da yol açtığı ölçüde bir zorunluluktur. Sübjektif durum, devrimci bilinç, mücadelelerin dinamiklerinden tamamen kopuk ve hareketin gücünden -ya da zayıflığından- bağımsız olarak geliştirilemez. Bahsi geçen dinamiklere aşırı bir adaptasyon, durmaya neden olabilir.

Aynı zamanda, ortaya çıkan eş zamanlı olmama durumunda, ileriye doğru atılan adımları daha da zorlaştırıyor. “İlerleme kaydetmeme” hissi, bir “siyasi hüsran” yaratıyor ya da en azından benim durumumda yarattığı gibi.

Öznel varlık ve nesnel durumun bu diyalektiğinde, daha da gelişmiş mücadelelerde tek tek militanların ilerleme, örgütlenmedeki rollerini eleştirel bir şekilde ele alma ve oradaki yoldaşların deneyimlerinden çok şey öğrenme şansını görüyoruz.

Avrupa şehirlerinin -yaşamının- gerçeğini bilen herkes, militanlar için bu tür adımların çoğu zaman yaptıkları rahat yuvalarından çıkmak anlamına geldiğini bilir.

Kapitalizm tarafından şekillenen düşünce ve eylemlerimizden kopma veya onlarla aramıza mesafe koymak suretiyle; birlikte faal olma ve uluslararası devrimci güçlerin bir parçası olmamız, deneyim zenginliğini daha da geliştirerek, “kendi” ülkemizde mücadeleyi güçlendirmeyi mümkün kılar.

Örgütüm, kendisini sınıfsız bir toplum için verilen komünist mücadeleler geleneğinin içinde ve onun bir parçası olarak anlamlandırmaktadır. Hedefimiz, devrim sürecini ilerletmek ve bir kitle örgütü olarak sınıfın bilinçli güçleri örgütlemek, devrimci hareket içinde yönelimi ve işçi sınıfı içinde sınıf bilincini geliştirmektir. Bu noktada proletarya enternasyonalizmi devrimci politikamızın zeminlerinden birisini oluşturur. Emperyalizm zamanının öncesi olan, bugün daha etkili bir şekilde geçerlidir; sınıfın kurtuluşu, komünist devrim salt ulusal karakter taşıyamaz, bilakis tüm proleterlerin ortak talepleri olarak anlaşılması gerekir. Bundan kaynaklı olarak Rojava projesi ve Türkiye’de mücadele eden halklar ile olan bağımız bu şekilde tanımlanmaktadır. Zira, proletarya enternasyonalizminin bizim için anlamı, proleterlerin sermayeye karşı kararlı mücadelelerini desteklemek ve kendi tarafımızdakini (“kendi” ülkemizdekini) güçlendirmektir. Bundan kaynaklı olarak savunduğumuz pozisyon, her bir militanın kendi ülkelerinde örgütlenmesi ve emperyalizme, faşizme ve ataerkiye karşı mücadele etmesi gerektiğidir. Buna rağmen, ne devrimci projeleri aktif olarak tanıma ihtiyacını ne de bunlara -dönemsel- katılım sağlanarak öğrenmeyi ve bu nedenle hem kendi politik bilincimizi hem de örgütümüzü güçlendirmeyi yadsımamaktayız.

Sonuç olarak bilincindeyiz ki, kapitalist egemenliğin zayıflatılması için emperyalist iktidarlara karşı olan mücadeleye aktif katılımın dünya çapındaki sınıf mücadelesine etkilerinin olmaması düşünülemez. Burada ya da orada mücadele etmek, bilindiği üzere sadece siyah veya beyaz olmadığı gibi, sadece birisinin ya da diğerinin kesin doğru olmadığını söylüyoruz. Daha ziyade, tarzımızın kolektif tartışılmasının, geliştirilmesinin ve çeşitli örgütlülük önerileri ve pozisyonlarının uyarlanması gerektiğinin önemli olduğunu düşünüyoruz.

Marksist Leninist bir gelenekten geldiğimden kaynaklı olarak subjektif ihtiyaçlardan ve kolektif gereklilikler sebebiyle, buradaki Rojava devrimine katılmaya karar verdim. Benim Kürdistan’a geçme ve buradaki devrimci mücadeleye katılma tercihimin bir geçmişi var. Ve bu tesadüfi bir ruhsal durumdan kaynaklı oluşmadı. Rojava’da ortaya çıkan devrim ve gerillanın, teknolojik üstünlüğü ve bir NATO ordusu olan Türk devletinin ordusuna karşı yürüttüğü mücadele, Avrupa’da gelişen ve savunmacı pozisyonda kalan devrimci sol için muazzam derecede anlam ve güç taşımaktadır. Rojava ve dağlarda sürdürülen savaş mevcut düzen ilişkilerine karşı bir alternatif anlam kazanıyor. Elbette Rojava dört dörtlük bir cennet değildir. Devrimci süreç uzun ve farklı süreçlerden oluşur ve ilerletilmesi gerekir. Ancak dış emperyalist çıkarlara, Türk devlet faşizmine, içteki devrim karşıtı ve burjuva güçlere karşı savunulması gerekir. Tam da bu sebepten dolayı burjuvazinin “tarihin sonu” propagandası bir kez daha gerçekliği olmayan propagandist kelime yığınları olarak dağılmaktadır. Bu nedenle, Türkiyeli komünist güçlere katılımım bilinçli bir karardır.

Bir yandan bir komünist olarak her daim diğer komünist örgüt ve partilerin sınıf mücadelesindeki tarihleri ve rolleri, taktikleri ve stratejilerine ilgim vardır ve bunlardan öğrenmek isterim. Diğer yandan bana göre Rojava’yı Türkiye’deki politik durum ve mücadelelerden yalıtmak sadece yanlış olmaz aynı zamanda vahamet olur. Zira Türkiye’deki anti faşist ve sınıf mücadelesinin Rojava Devrimi’nin ilerletilmesine direk etkileri vardır. Aynı zamanda Rojava’daki herhangi bir gelişmenin de her daim Türkiye’deki mücadeleye etkisi olmaktadır. Bununda ötesinde Türk devlet faşizmine karşı ve Türkiye devrimi için mücadele sadece AKP-MHP Rejimi’ne karşı mücadele anlamına gelmez. Bu aynı zamanda NATO’ya, emperyalist devletlere ve onların işbirlikçilerine, sermayeye karşı ve dünya çapındaki ezilen sınıfın kurtuluşu için mücadeledir.

Ve eğer tek tek militanlar sayısız tecrübelerle daha zenginleşerek geri döndüklerinde ve öğrendiklerini ve yaşadıklarını kolektifleştirdiklerinde ve Parti/Örgüt çalışmalarına kanalize edebildiklerinde, emin olabilirim ki militanlarını belli bir dönem diğer mücadele alanlarına göndermek, her devrimci yapılanmanın çıkarına olur… (Bir TİKKO savaşçısı)

1668

İtiraz ahlaki[*]

 

“İnsanlarda eksik olan

güç değil iradedir.”[1]

 

Zor, ancak zor olduğu kadar da güzel ve umutlu günlerden geçiyoruz.

İnsan olma hâli(miz), bir kere daha sınanıyor.

Devletin Sokak Çeteleri Mafyanın Ortak Organizasyonuna Karşı Devrimci Tavır Ne Olmalıdır! HASAN AKSU.

Bu gerçeklik bugüne has bir karşı devrimci bir organizasyon değil. Devletin başında olanların derin organizasyonudur ve de süreklilik göstermektedir.

Bu Dünya Komünizmi de Yaşayacaktır!

 

Ekim Devrimi’nin 96. Yılını Kutlarken!...

Sınıf bilinçli bir devrimcinin,
her zaman devrim beklemesi,
onun düşünce ve eylem
diyalektiğinin bir gereğidir

ÇIRILÇIPLAĞIM SOKAK ORTASINDA UTANIYORUM!

Yoksullar için bir cehenneme dönüşen dünyanın şu utançlı haline bir bakın! İçinde çocuk ve kadınların da olduğu yüzlerce kaçak göçmen bindikleri tekne alabora olunca, İtalya'nın Lampedusa Adası açıklarında denizin zifiri karanlığında kaybolup gittiler.

         Dünyayı aralarında ülke ülke parselleyen kudretlilerin para havuzları dolarlarla dolup dolup taşarken, yoksulluk mengenesindeki bu insanlar bir lokma ekmek için bin bir umutla yollara düşmüş, bilmeden ölüme koşmuşlardı.

Aşk ve Sanatın hayatı yani Gezi, Kızılay, Gündoğdu, vd’leri 1

“İyi ki hatırlattın

Başkaldırı diye bir şey var

İsa’dan beri insanı güzelleştiren

Şimdi daha güzel her şey

Daha insan herkes.”[2]

 

BEN BEHZAT FİRİK! Hasan Aksu

GÖZLERİMİ DAĞLADILAR WAYE, ATEŞLERDE YAKILDIM ANNEY!
 Ben BEHZAT FİRİK:  Tabi beni çoğunuz tanımazsınız, çok azınız beni tanır. 12 Eylül 1981’in 10 Ekim’inde,  karanlığın dağılmaya yüz tuttuğu bir fecir vakti, Dersim’de Ovacık’ın Dere Karedesi’nde yani köyümde ağabeyimle birlikte Kayseri komando tugayınca yaka paça gözaltına alındık.    Operasyon timinin başında “Kulaksız Yüzbaşı” lakaplı Aytekin İçmez vardı. Biliyorum hala beni tanımadınız, ne demek istediğimi hala anlayamadınız, tanıyamadınız beni.

Akp'nin yeni oyunu‘’Demokratikleşme Paketi’’

Kamuoyunun uzun bir süredir beklediği  ‘’Demokratikleşme Paketi’’ nihayet 30 Eylül 2013 tarihinde yeni Başbakanlık binasında, bizzat hükümetin başı Erdoğan tarafından açıklandı.  Hiçbir muhalif gazete ve televizyon kuruluşunun yer almadığı basın toplantısında,  Bakanlar Kurulu üyeleri ve yandaş basının Ankara temsilcilerinin yer aldığı basın toplantısında, Erdoğan tek kişilik bir tiyatro oyunuyla ‘Demokratikleşme Paketi’’ni açıklayarak salondan ayrıldı.

Alman Bernsteincılığın, Rus Struveciliğin Günümüz Versiyonları 'Özgürlükçü Sosyalizm' Ve HDP-HDK



Ekonomistler , Legal Marksistler ve Menşeviklerin bir bölümünün Rus Devrimi süreci içinde toparlandığı Kadetlerin(Anayasal Demokrat Parti) iç savaş sürecinde karşı-devrimci Beyaz Muhafizlara dönüşmeleri size ilham vermelidir...

Geri dönüp baktığımda

Kürt hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa  “hassas süreci” baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor. 

Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

 

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Sayfalar