Cumartesi Haziran 1, 2024

Bir TİKKO savaşçısı:“Devrimci mücadeleye katılma tercihimin bir geçmişi var!”

Avrupa metropolünden gelen bir devrimci olarak, kapitalizmin “vahşetinin kalbinde” yaşarız. Hepimizin hayatı, değerlendirme mantığına göre yapılandırılıyor. İster klasik sömürü ilişkileri ve işgücünün yabancılaştırılması olsun, ister ayrıştırma ve izolasyona dönük eğilimler ya da sosyal yaşamda kendi kendimize olan yabancılaşma olsun; sürekli akan bir damlanın taşı oyduğu gibi insan, kapitalist merkezlerde sürekli kapitalist ideolojinin ekonomik, sosyal ve teknolojik saldırılarına maruz kalıyor. Sadece bu saldırılara karşı mücadele etmek ve devrimci bilinç geliştirmek ve keskinleştirmek, başlı başına bir görevdir. Ancak bunda da kesinlikle başarısızlığa düşülebilmektedir. Böylece birçok ülkede, tek tek militanların ve hatta devrimci hareketlerin, esasta baskılama saldırıları ile değil; kapitalist düşünce ve eylem tarzlarından kaynaklı felce uğramaları ya da paramparça olmaları bir gerçekliktir. Zorluk sadece tek tek militanlar için belirgin değildir. Sonuç olarak toplumdaki sınıf bilinci zayıflar ve sömürenler ile sömürülenlerin cepheleri, burjuva vaatleri, tüketici odaklı yaşam ve bölünmeler yoluyla ırkçılık, cinsiyetçilik vb. biçiminde perdelenir.

Komünistler için hayatlarımıza yönelik tüm saldırılara karşı cevap nettir; mevcut ilişkilere yönelik olan öfkenin direnişe ve direnişin örgütlülüğe dönüşmesi gerekir.

Zira sadece örgütlü ve kolektif olarak üstten gelen saldırıları karşılayabilir, devrimci mücadeleyi geliştirebilir ve devrimci perspektifi gösterebiliriz. Tek tek militanlar için örgütlülük -ister kitle örgütünde ya da komünist partide olsun- kolektif ilişkilere, politik eğitimlere ve gelişen devrimci bilince yönelik ilk adımdır. Her bir militanın süregelen mücadelesi ve ilerlemesi, bir sonraki zorluğa da yol açtığı ölçüde bir zorunluluktur. Sübjektif durum, devrimci bilinç, mücadelelerin dinamiklerinden tamamen kopuk ve hareketin gücünden -ya da zayıflığından- bağımsız olarak geliştirilemez. Bahsi geçen dinamiklere aşırı bir adaptasyon, durmaya neden olabilir.

Aynı zamanda, ortaya çıkan eş zamanlı olmama durumunda, ileriye doğru atılan adımları daha da zorlaştırıyor. “İlerleme kaydetmeme” hissi, bir “siyasi hüsran” yaratıyor ya da en azından benim durumumda yarattığı gibi.

Öznel varlık ve nesnel durumun bu diyalektiğinde, daha da gelişmiş mücadelelerde tek tek militanların ilerleme, örgütlenmedeki rollerini eleştirel bir şekilde ele alma ve oradaki yoldaşların deneyimlerinden çok şey öğrenme şansını görüyoruz.

Avrupa şehirlerinin -yaşamının- gerçeğini bilen herkes, militanlar için bu tür adımların çoğu zaman yaptıkları rahat yuvalarından çıkmak anlamına geldiğini bilir.

Kapitalizm tarafından şekillenen düşünce ve eylemlerimizden kopma veya onlarla aramıza mesafe koymak suretiyle; birlikte faal olma ve uluslararası devrimci güçlerin bir parçası olmamız, deneyim zenginliğini daha da geliştirerek, “kendi” ülkemizde mücadeleyi güçlendirmeyi mümkün kılar.

Örgütüm, kendisini sınıfsız bir toplum için verilen komünist mücadeleler geleneğinin içinde ve onun bir parçası olarak anlamlandırmaktadır. Hedefimiz, devrim sürecini ilerletmek ve bir kitle örgütü olarak sınıfın bilinçli güçleri örgütlemek, devrimci hareket içinde yönelimi ve işçi sınıfı içinde sınıf bilincini geliştirmektir. Bu noktada proletarya enternasyonalizmi devrimci politikamızın zeminlerinden birisini oluşturur. Emperyalizm zamanının öncesi olan, bugün daha etkili bir şekilde geçerlidir; sınıfın kurtuluşu, komünist devrim salt ulusal karakter taşıyamaz, bilakis tüm proleterlerin ortak talepleri olarak anlaşılması gerekir. Bundan kaynaklı olarak Rojava projesi ve Türkiye’de mücadele eden halklar ile olan bağımız bu şekilde tanımlanmaktadır. Zira, proletarya enternasyonalizminin bizim için anlamı, proleterlerin sermayeye karşı kararlı mücadelelerini desteklemek ve kendi tarafımızdakini (“kendi” ülkemizdekini) güçlendirmektir. Bundan kaynaklı olarak savunduğumuz pozisyon, her bir militanın kendi ülkelerinde örgütlenmesi ve emperyalizme, faşizme ve ataerkiye karşı mücadele etmesi gerektiğidir. Buna rağmen, ne devrimci projeleri aktif olarak tanıma ihtiyacını ne de bunlara -dönemsel- katılım sağlanarak öğrenmeyi ve bu nedenle hem kendi politik bilincimizi hem de örgütümüzü güçlendirmeyi yadsımamaktayız.

Sonuç olarak bilincindeyiz ki, kapitalist egemenliğin zayıflatılması için emperyalist iktidarlara karşı olan mücadeleye aktif katılımın dünya çapındaki sınıf mücadelesine etkilerinin olmaması düşünülemez. Burada ya da orada mücadele etmek, bilindiği üzere sadece siyah veya beyaz olmadığı gibi, sadece birisinin ya da diğerinin kesin doğru olmadığını söylüyoruz. Daha ziyade, tarzımızın kolektif tartışılmasının, geliştirilmesinin ve çeşitli örgütlülük önerileri ve pozisyonlarının uyarlanması gerektiğinin önemli olduğunu düşünüyoruz.

Marksist Leninist bir gelenekten geldiğimden kaynaklı olarak subjektif ihtiyaçlardan ve kolektif gereklilikler sebebiyle, buradaki Rojava devrimine katılmaya karar verdim. Benim Kürdistan’a geçme ve buradaki devrimci mücadeleye katılma tercihimin bir geçmişi var. Ve bu tesadüfi bir ruhsal durumdan kaynaklı oluşmadı. Rojava’da ortaya çıkan devrim ve gerillanın, teknolojik üstünlüğü ve bir NATO ordusu olan Türk devletinin ordusuna karşı yürüttüğü mücadele, Avrupa’da gelişen ve savunmacı pozisyonda kalan devrimci sol için muazzam derecede anlam ve güç taşımaktadır. Rojava ve dağlarda sürdürülen savaş mevcut düzen ilişkilerine karşı bir alternatif anlam kazanıyor. Elbette Rojava dört dörtlük bir cennet değildir. Devrimci süreç uzun ve farklı süreçlerden oluşur ve ilerletilmesi gerekir. Ancak dış emperyalist çıkarlara, Türk devlet faşizmine, içteki devrim karşıtı ve burjuva güçlere karşı savunulması gerekir. Tam da bu sebepten dolayı burjuvazinin “tarihin sonu” propagandası bir kez daha gerçekliği olmayan propagandist kelime yığınları olarak dağılmaktadır. Bu nedenle, Türkiyeli komünist güçlere katılımım bilinçli bir karardır.

Bir yandan bir komünist olarak her daim diğer komünist örgüt ve partilerin sınıf mücadelesindeki tarihleri ve rolleri, taktikleri ve stratejilerine ilgim vardır ve bunlardan öğrenmek isterim. Diğer yandan bana göre Rojava’yı Türkiye’deki politik durum ve mücadelelerden yalıtmak sadece yanlış olmaz aynı zamanda vahamet olur. Zira Türkiye’deki anti faşist ve sınıf mücadelesinin Rojava Devrimi’nin ilerletilmesine direk etkileri vardır. Aynı zamanda Rojava’daki herhangi bir gelişmenin de her daim Türkiye’deki mücadeleye etkisi olmaktadır. Bununda ötesinde Türk devlet faşizmine karşı ve Türkiye devrimi için mücadele sadece AKP-MHP Rejimi’ne karşı mücadele anlamına gelmez. Bu aynı zamanda NATO’ya, emperyalist devletlere ve onların işbirlikçilerine, sermayeye karşı ve dünya çapındaki ezilen sınıfın kurtuluşu için mücadeledir.

Ve eğer tek tek militanlar sayısız tecrübelerle daha zenginleşerek geri döndüklerinde ve öğrendiklerini ve yaşadıklarını kolektifleştirdiklerinde ve Parti/Örgüt çalışmalarına kanalize edebildiklerinde, emin olabilirim ki militanlarını belli bir dönem diğer mücadele alanlarına göndermek, her devrimci yapılanmanın çıkarına olur… (Bir TİKKO savaşçısı)

2327

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

 

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Sayfalar