Cumartesi Mayıs 18, 2024

Buluşmak,kavuşmak birlikte yürümek:Ganime Gülmez

Bugün buluştuk. “Buluşmak” hep “kavuşmak”la kardeş sanırım sürgünde! Eve dönüp “duygularım kaçmadan” bugünü yazmak, paylaşmak istiyorum. Çünkü yarın, yine duygularımızın başka gediklere girmek zorunda kalacağı yaşamlara döneceğiz.

Haziran’ın sonu ve güneşin kendini azıcık gösterdiği, “doğamız”ın daha sindiremediği, belki de hiç sindiremeyeceği, “entegre” olamayacağımız bir “yaz” günündeydik. Güneş açtığı anda; “toprak, güneş ve ben-bahtiyarım!” cümlesi dönüyor beynimde Nazım’dan.  Şakır şakır yağmur yağıyor şimdi; “yağmurda açan kır çiçekleri..” geçen şiirleri getiriyor akla! Ne güzel, bunları öğrenmişiz de zamanında, bu zamanımızda aklımıza gelebiliyor diye seviniyorum!

Tanıdığımız, bu buluşmayı bu gündemle gerçekleştirmeyi dilediğimiz yığınla sima yoktu bugün. Birbirimizi bugüne kadar hiç görmediğimiz, tanışınca sımsıkı kucaklaştığımız-gözyaşlarımızı tutamadığımız simalar da girdi birbirimizin hayatına. Bunca yabancılaşmışlıklar içinde bulunan “çivisi çıkmış dünya”da, hayatta kalabilip bunları paylaşabilmek güzeldi!!

Buluştuk. Konuştuk. Düşüncelerimiz biraz dansetti. Dilimizden dökülenleri yakalamaya çalıştık. Bazen yanlış anladık, bazen kaçırdık, bazen reddettik, kim haklı-kim haksız, kim doğru-kim yanlış; ne doğru-ne yapılmalı…döküldü dillerimizden….

Robotlar konuşmayan ve sadece eylemde bulunan aletlerdir. Konuşmasız bir eylemin nasıl birşey olduğunu insan dışındaki canlılarda da garipseyerek izleyebiliriz. İnsansa, hep bir “kim” yaratır! Kullandığı deyimlerle, yaptıklarının ardından, yapılanları anlatmakla, yazmakla, cisimleştirir; ete-kemiğe büründürür hayatı.

Bir masal anlatıldığında; masal 100 yıl önce bile yazılmış olsa, anlatıcı-anlatışı vardır gözümüzün önünde!

Yani, konuşmak-yapmak; insanlığın ihtiyaçlarını cisimleştirdiği, bitmez-tükenmez bir yolculuktur!!! Silahlar ve şiddetle girilen toprak parçalarında ise……derine dalmayayım şimdi fazla……

“Sürgünde olanların, bir Meclis kurması ve sürdürmesi gerekli mi, ihtiyaç mı?” sorusunu her konuşmanın ardından yine sordum kendime bugün. Bizim toprakların tabiriyle “gönül ister ki”ler döndü içimde. Gönül ister ki, bu MECLİS ihtiyaç sahiplerinin de gönlünün bir isteği olabilsin! Neden mi??? Çok neden var, ama gönlün bugünün sıcaklığıyla istediği nedenleri yazayım şu anda.

1.Dünya Savaşı sonrası örneğini keskin olduğu için vereceğim. Ki milyonlarca böylesi örnek vardır dünya tarihinde. Cesedi bulunamamış, adı bile tespit edilememiş yığınla insan kaybolmuştur bu savaş sonrası. Ama ardından; savaş kayıpları heykelleri-abideleri yaptırılmıştır sanatçılara. Sanatçıların ismi, ismi dahi tespit edilemeyenlerin hatırlanması için yazılmıştır meydanlara. Sanatçıların ismi ve yaptıkları kalmıştır. Ne savaşı çıkaranlar, ne öldürenler, ne yargılanması gerekenler ne de öldürülenlerin tarihi…hiçbiri ortada değildir. Tarih suçluları affettirme, kurbanlarla vicdanlara oynama biçiminde yazılmıştır, yazılmaya devam etmektedir!!!

Nice Anadolu-Mezopotamya topraklarından olmayan sürgün tarihleri yazılmıştır Avrupa topraklarında. Dil kurslarında bile bir sayfa “sürgün’de yaşamış-hayatını kaybetmiş” denilen “ünlü” insanlara ayrılıp; cisimleştirilmiştir sürgünlük. Bu cisim kendisine yabancıdır. Sebepleri-suçluları yoktur! Bu kavram, kendisine yabancılaştırılarak okunur, konuşturulur insanlara!

Konuştuk bugün çokça! Acemiliğimiz vardı sanki biraz. Etkinliklerdeki buluşmalarımızda kısaca ifade edebildiğimiz şeyleri; şimdi bu kavram, SÜRGÜNLER MECLİSİ çatısı altında ifade etmek, ete-kemiğe büründürmek kolay değildi-kolay olmayacak. Yol yürüne yürüne keşfedilecek….O zaman yol, yolcuları çoğalarak yürünmeli. Ki keşfedenler ve keşifler çoğalabilsin. Bu tarihsel sorumluluk-zorunluluk tartışmasız ortada.

“Çivisi çıkmış dünya”ya çivi çakmak kolay iş değil. Ama SÜRGÜNLER olarak, yığınla yasal engellemelere rağmen ellerimize vurulan tüm bıçaklara rağmen “kaderimizi” bilincimizde-ellerimizde tutabiliriz. Ayaklarımız gitmek istediğimiz yollardan alıkonulmuşken; bütün bu tarihin gün yüzüne çıkabilmesi bizim ortak yolculuğumuzun sürüşüne bağlı! Bunun başka hiçbir yolu yok!

Son olarak da; insanlığın konuşma-eylem döngüsünde kavramları irdeledikleri önceki asırlara gidip birkaç alıntı yapmayı anlamlı görüyorum:

“Hikaye gibi anlatıldığında ya da yazıldığında bütün dertler katlanılabilir olur.”-Isak Dinesen-

“İster doğal zorunluluk nedeniyle ister özgür iradeyle olsun, esas olarak kişi tarafından amaçlanmış her eylemde kişi kendi imgesini dışlaştırır. O sebeple herkes, eyleyen kendi olduğu  müddetçe, eylemekten sevinç duyar. Olan her şey, kendi varlığını(olmaklığını) arar, ister, kişinin varlığı da en fazla eylemde bütün kesinliği ile bulunduğu içindir ki eylemi zorunlulukla sevinç takip eder…O yüzden arkasında duran kişiye beraat vermemiş eylem, eylem değildir.” Dante

Biz, SÜRGÜNLER’in; daha büyük bir birlikte “eylemenin” sevincini, tarihsel BİZLEŞTİRMEYE dönüştürebilmemiz dileğiyle….

 

29 Haziran 2014

Ganime Gülmez

93097

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

Sayfalar