Pazartesi Mayıs 6, 2024

Cumhurbaşkanlığı seçimleri, yönelimimiz ve Demirtaş’ın adaylığı

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine günler kala, mitingler, konuşmalar ve adayların vizyon-perspektif açıklamaları ile birlikte, adayların niteliğine, hedeflerine ve çalışmalarının mahiyetine dair tartışmalar gündemin büyük bölümünü kaplamış haldedir. Tartışmanın bu hacmi ve adayların niteliği ile seçimlerin ilerlediği ana eksen, bizler açısından da derinleştirilmesi gereken bir noktaya tekabül etmekte, ek olarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair yönelimimiz çerçevesinde belirlediğimiz boykot politikasına ruh veren belirli çizgilerin daha da kalınlaştırılarak belirginleştirilmesi-açılması gerekmektedir.

Bu çerçeve içerisinde, sistem partilerinin adayları olan ve özü itibari ile de “aynı çizginin farklı kulvarlardan” üretilmesi dışında siyasal fonksiyon edinemeyen Tayyip Erdoğan’ın ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun mahiyeti birçok muhalif kesim ve ilerici kamuoyu tarafından bilinmektedir. Ancak, özellikle bazı devrimci-demokrat kurum ve kuruluşların, çeşitli muhalif kesimlerin ve bizim de parçası olduğumuz HDK’nın da desteklediği Selahattin Demirtaş’ın adaylığı ile ilgili olan kısım, yazı çerçevesinde üzerinde duracağımız kısımdır.

Zira boykot politikası ve bu çerçevede sandığa gitmeme çağrısı, objektif olarak Selahattin Demirtaş’ı da kapsamaktadır. 90 yıllık faşist TC tarihindeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tek demokrat adayı olan Demirtaş’ın da aday olduğu bir seçimde, neden boykot çağrısı yaptığımız, neyi ve kimleri boykot ettiğimiz ve temel ajitasyon-propaganda çalışmalarımızla kitlelere giderken bu meseledeki yaklaşımımızın ana hatlarını belirginleştirmemiz elzem bir ihtiyaçtır.

 

Cumhurbaşkanlığının siyasal pozisyonu

Burada ilk olarak açmamız gereken nokta, Cumhurbaşkanlığının nesnel durumu ve misyonu ile birlikte anayasada tariflenen şekli ile alakalıdır. Zira ülkemiz özgülünde Cumhurbaşkanlığı, özellikle 12 Eylül Anayasası ile de birlikte, çerçevesi daraltılan ve yasama sürecinde daha tali pozisyona itilen bir siyasal erk halindedir. Bu hal ile hareket alanının darlığına ek olarak devletin ve onun ordusunun başı olması da bu irite edici pozisyonu perçinlemektedir.

Devrimciler, komünistler açısından belirleyici olan parametre ise, bir yerin-pozisyonun demokratik muhalefetin üretilip üretilemeyeceği yönündedir. Geçtiğimiz genel seçimlerde HDP-BDP adaylarını desteklerken bu nokta temel parametrelerimizden birisiydi. Ki, BDP-HDP’li milletvekillerinin toplumsal muhalefet karşısındaki konumlanışları ve bu muhalefete katılım düzeyleri, bu yaklaşımımızın isabetliliğini göstermektedir. Ancak Cumhurbaşkanlığı, nesnel pozisyonu itibari ile bu alandan bir hayli uzaktır.

Yasama sürecindeki etkisizliğinin yanı sıra, pozisyon olarak “devletin başı” oluyor oluşu ve “halk seçecek” söylemi ile “TC’ye demokrasi biçen hali”ne ek olarak, bahsettiğimiz demokratik bir muhalefetin üretilmesine zemin tanımayan çerçevesinden ötürüdür ki, seçimlere dâhil olma biçimimiz ve içeriği farklılaşmaktadır. Bu konuda yoldaş Lenin’in Duma’ya dair tartışmaları hatırlanmalı, Lenin’in 3 Haziran 1907’de 2. Duma’nın dağılmasının ardından “Duma’nın açılması” çağrısı yaparken de, sonraları Duma’yı boykot ederken de, dikkate aldığı parametreler hatırlanmalıdır.

Bahse konu ettiğimiz içerik Selahattin Demirtaş’ın, TC’nin 90 yıllık sözde demokrasi tarihindeki tek demokrat aday oluyor oluşundan bağımsız olarak, seçimlerde seçilecek pozisyonun misyonu, niteliği ve siyasal faaliyete sunduğu zemin ile ilgilidir. Ve bu çerçevede, seçimlerle birlikte seçilecek kişinin Cumhurbaşkanı olarak, başına geçeceği yerin TC devletinin başı olması, TC’nin kurumsal varlığının temsilciliğini yapması ve ek olarak da,  işgal ettiği yerin toplumsal muhalefete eklemlenmedeki uzaklığı ile paralel şekilde demokratik bir muhalefetin üretilmesine müsait olmayan zemini, boykot politikasını tartışırken parametrelerden birisidir.

 

Sistem krizinden demokrasi icat etmek…

Burada, üstteki tartışmaya paralel şekilde, bir noktanın daha aydınlığa kavuşturulması gerekmektedir. O da, Kürt Ulusal Mücadelesi ile temas şeklimiz ve bu çerçevede ittifak politikasını ne şekilde anlamlandırarak, bunun güncel seçimlerde nasıl karşılık bulduğu meselesidir.

UKKTH’nı kayıtsız-şartsız bir ilke olarak savunmamız ve ek olarak ulusal hareketleri desteklemeyi ve ittifak halinde olmayı önemsememiz, bu noktada ülkemiz özgülünde, Kürt Ulusal Mücadelesinin de kazanımlarına değer addetmemiz ve geçen yerel ve genel seçimlerde HDP-BDP’li adayları desteklememiz bazı muhalif kesimlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Demirtaş’ı destekleyeceğimiz yönlü bir beklenti ve algı yaratmıştır.

Burada belirtilmesi gereken nokta, Ulusal hareketleri ne biçim ve içerikte ve nereye kadar destekleyeceğimizdir. Zira, Ulusal Hareketlerin “demokratik özünün desteklenirken burjuva muhtevası ile ideolojik mücadelede olmak” Lenin ve Stalin yoldaşların tespitleridir. Bunun somut karşılığı olarak, ikili bir içerik taşımaktadır.

İlk yönü, demokratik özünü destekleme tavrına da paralel şekilde, sokak muhalefetini ve kitle hareketinin tüm biçimlerini kapsamaktadır. Ulusal soruna dair politika üretmedeki eksikliklerimizi kapatacağımız yer de, destek tavrımızın somutluk kazanacağı eksende buradadır.

İkinci yön ise, egemen sınıfların çelişkilerinden faydalanarak çeşitli kazanımlarda bulunmak, en demokratik taleplerin bile esaslı devrim meseleleri olduğu ülkemiz gerçekliğinde, egemen sınıfların politik krizlerinden “demokratikleşme” üretmekle ilintilidir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde, esas anlamda boykot ettiğimiz yer de burasıdır. Zira, 90 yıllık tarihi Kemalist-faşizm ile örülen TC gerçekliğinde, en demokratik taleplerin dahi gerçekleştirilmesinin yolu-yöntemi geniş kitlelerin örgütlenmesi ve talepler için mücadele edilmesinden geçmektedir. Somut karşıtlığını savaş ve silahlı mücadele ile devletin bertaraf edilmesinde bulan bu durum, ülkemizdeki faşizmin süreklilik hali ile ilintiliyken, devletin ve güncelde AKP’nin yaşadığı politik krizden demokratikleşme çıkarma çabası, objektif olarak o krize ve ihtiyaçlara cevap olmayı, devlet ile konsensüs yaratmayı koşullamaktadır. Ki seçimler özgülünde boykot tavrı verirken, yöntem olarak sahiplenmediğimiz içerik de burasıdır.

HDP-BDP’nin bu süreçte ele alışı da, bu içeriğin çok ötesinde değildir. Bilinmektedir ki, AKP, Gezi İsyanı günlerinden beri bir yönetememe krizi içerisinde debelenmektedir. Bu derekede, BDP-HDP’nin kazanım çıkartmak uğruna yönelimi, stratejik kurgusuna da uygun şekilde, sistemle uzlaşmak, onun düştüğü kuyuya el uzatarak çıkartmak şeklinde olmuştur. Yaklaşan seçimlerle birlikte de, bir yandan Selahattin Demirtaş “iki aday da ilkelerimizin kenarından bile geçmiyor” derken, öbür yandan ise, AKP’nin “çözüm yasası” adı altında çıkarttığı yasal düzenlemeler vb pratikler ise hali hazırda karşımızdadır. Bu çerçevede, Demirtaş’ın aldığı-alacağı her oy genel demokrasi cephesinin yararınadır ancak bu oyların, sistemin krizinden demokrasi çıkartmak noktasında işlevsellik kazanacağı ve pazarlık masasında el güçlendiren bir durum yaratacağı da aşikardır. Ve içinden geçtiğimiz ülke ve bölge gerçekliğinde esas yön de burasıdır. Bizler açısından ise, sonuçları ve yöntem olarak benimsemediğimiz kısım da burasıdır.

Boykot pratiği ile şovenizme set olalım!

Toparlarsak eğer, yaklaşan seçimlere hangi ambians içerisinde girdiğimiz malumdur. Gezi İsyanı günlerinden beri depremleri dinmeyen AKP’nin yönetememe krizi, Ortadoğu’da tekeri çamura saplayan pratiği ile boyut kazanmakta, yaklaşan ekonomik kriz ile birlikte derinleşme eğilimi göstermektedir. Ek olarak, emperyalist emellere cevap olma noktasında sorunlar yaşayan ve bu nedenle de efendilerinin güveninin kaybeden ahvali ile AKP’ye yine aynı emperyalist odaklardan doğru Ekmeleddin İhsanoğlu gibi alternatifler ihraç edilmektedir. Bu tablo içerisinde, kurumsallaşma düzeyini arttırarak başkanlık sistemine yürümek isteyen AKP’nin karşısındaki en net tehlike ise, kitlelerin artan politik ilgisi ve Gezi ile birlikte gelişen yaşamlarına ve geleceklerine sahip çıkma arzusudur.

Gezi İsyanı’ndan Rojava devrimine kadar, güncel politik gelişmeler içerisinde AKP’yi köşeye sıkıştıran bu kitle ayağı, bugün Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile birlikte sandığa gömülmek istenmektedir. Egemen sınıfların, Türkiye’de ve Türkiye Kürdistanı’nda kitlelerin ulusal ve demokratik taleplerini, gelecek ve özgürlük arayışlarının sokak ayağını tasfiye etmeye, çözüm adresi olarak sistemin yöntemlerini gömmeye yönelen bu tablo, bizler açısından baştan aşağı reddedilmesidir.

Eğer ülkemizde, bir “demokratikleşme”den bahsedeceksek, bizler açısından bunun karşılığı toplumsal örgütlülüklerin yaratılması ve kitlelerin aktif siyasal özneler olarak sokakta olmasını koşullamaktadır. Egemen sınıfların-kliklerin kendi çelişkilerinden doğru icat edilecek demokratik kazanımların “demokratikleşme” sağlamayacağı aksine, demokratikleşmenin bir devrim meselesi olduğu, ancak ve ancak sistemin sunduklarını reddedilerek propaganda edilebilir.

Tam da bu nedenledir ki, boykot sürecini örerken, politik pratiğimizin yönü, kitlelerin sokak ayağının büyütülmesi, hiçbir şoven hataya mahal vermeden,  barındırdığı devrimci potansiyelden ötürüdür ki, Kürt emekçi kesimlerinin sistemin karşısına çıkartılmasını hedeflemelidir.  Kitlelerin denizine dalmadan, onlar arasında aktif ve görünür bir çalışma yürütmeden ve düzeni teşhir etmeden geçirilecek bir boykot süreci bu ihtiyaca ve yönelime cevap olamayacaktır.

91959

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Kanlı Maraş’ta kılıç artıkları - Mehmet Söğüt

1978’de kızıl kana boyanmıştı Maraş. Sebebini bilmedikleri bir kinle karşılaşmıştılar. Ellerinde kara ciltli Kuranlar vardı katillerin. Kimileri de cüppeliydi. Sarkık bıyıklardan kan damlıyordu. Tek bir ağızdan tekbir getiriyorlardı: Allah u Ekber.

Devrimci kadının görünmeyen emeği üzerine

Devrimci yaşamdaki cinsiyetçi ortam ve tutumlar kadının mücadeledeki emeğini ve varlığını görünmezleştiriyor. Her ne kadar toplumdaki durumla kıyaslamak doğru olmasa da yine de onun mücadeledeki gelişimini sekteye uğratacak kadar güçlüdür bu durum. Zira erkek egemen kültürün saflardaki uzantısı nitelik olarak toplumdakiyle aynıdır. Yani devrimci kadın da hemcinsleriyle benzer yükleri taşır. Sadece yüklerinin görünürlüğü biraz daha azalmıştır. Kadının bu yüklerinden kurtulması mücadeleye katılımını daha da artıracaktır. Bunun için cinsiyet ayrımcılığıyla sürekli bir mücadele şarttır.

Kuşlar bile tedirginken

“Tuşlarda acının nal sesleri

sevi ölüm kaçış çağrı

ve direniş tuşlarda

neredesiniz unuttuklarım

uçup giden sayısız kuş

bir mut kokusu getirdiniz odama

hoş geldiniz.”

Süleyman Okay

Soykırımın-şövenizmin panzehiri KAYPAKKAYA

Yüzyıl oldu, hâlâ kadim bir ulus olan, "Ermenilerin soykırıma uğrayıp uğramadığını" tartışıyor olmak, yaşadığımız utanca, bir utanç daha yüklemektedir. Hangi sebepten olursa olsun kendisiyle yüzleşmeyen, yaptığı soykırımı savunan, es geçen veyahut inkâr eden bir ulus ve bu ülkenin devrimcileri, sosyalistleri öncelikle kendileri özgür değildir. Adalet, eşitlik ve kardeşlikten bahsedemezler.Çünkü kendi pazara hâkim olma, egemenliklerini kurmak için, başka bir ulusu soykırıma uğratmış, bir buçuk milyon masum Ermeni sivil insanın ölümüne sebep olmuştur.

Korkunç Plan Kuzey Kürdleri Kurban mı Ediliyor – Dursun Ali Küçük

“Fermano bira-vahefermano
Fermano maho.
Dujmin amo sere ma
Cence pile makirkeno
Made xaîn xaîn nadano
EwroterteleserîKurdano-Kirmanciyano
Sere madevetelino, bira terteleo,
ProjeyaTırkano”

*TC  SÖMÜRGECİLİĞİNİN KORKUÇ PLANIYLA YÜZYÜZEYİZ

Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ne yaklaşımımız!

Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) 12 Mart tarihinde ilan edildi. Bu gelişme Türkiye işçi sınıfı ve halkının demokrasi, özgürlük ve devrim mücadelesine sempati duyan, yanında yer alan ve mücadele içinde olan geniş kitleler tarafından ilgiyle karşılandı. Aynı “ilgi”nin hakim sınıflar cephesinde ve onların sözcüleri tarafından da gösterildiğini ifade etmeliyiz.

Doğu Perinçek'in dişine kan değdi

Önceki gün Ulusal Kanal iflah olmaz Halk düşmanları Doğu Perinçek ile Yalçın Küçük'ün tartış malarına sahne oldu.Baştan sona hararetli geçen tartışmalardan sonra çıkan sonuç,ikisinin de gelenekçi,ittihatçı,ırkçı,faşist TC Devleti'ni savunan unsurlar olduğunu bizzat kendi ağızlarından duyduk ve dinledik.Şarlatan ikilinin bu kadar hararetli tartışmaları,aralarında ilkin nitel bir görüş ayrılığı gibi algılansa da,özleri aynıdır.Aralarındaki farklar niceldir.Yok birbirlerinden farkı ikisi de Osmanlı torunlarıdır.

Terörden ne anlıyoruz?

Terör amacı olmayan, hedefi belirsiz kör kurşun misali sivil toplumlara yapılan toplu katliam saldırılarıdır. Çoğunlukla sermaye gurupları tarafından finanse edilirler. Örgütlenmesini, eğitilmesini, silah ve mühimmat teminini sermaye devletleri yaparlar. Yeri ve zamanı geldiğinde bu devletler tarafından harekete geçirilip toplu katliamlara imza atarlar. Bu tür eylemler karşı devrimci eylemlerdir. Emperyalist lojistik desteğe sahiptirler.

“Zaferi, halkın özgürlük savaşımına nasıl kazandırırız?”

Ayaklanma ve halk savaşı ateşten bir sanattır. Devrimci savaş sanatında gösterilmesi gereken hassasiyet bütün sanatlarda ortaya konandan daha ilerde ve gelişkin olmak zorundadır. Bu sanat bütün sanatlardan daha bir derinlik ve incelikle ele alınmak zorundadır. Çünkü savaşta yapılacak bir hata ağır bir kayıp ve büyük bir acıyla sonlanabilir. Devrimci savaş sanatında yapılacak ciddi bir hata bazen bütünü kaybetmeye götürebilir. Devrimci sanat yürek ve aklın en ileri temelde birleştirilmesi, karar vermeden önce üzerinde kırk kez düşünülüp, yoğunlaşılarak yürütülmesi gereken bir sanattır.

“Newroz coşkusuyla gözaltı, tutuklama ve yasakları hükümsüz kılalım”

“Devrimci, demokrat, ilerici güçleri pres operasyonlarıyla sindirmeye, korkutmaya, yıldırmaya yönelik hiçbir baskı politikası bugüne kadar başarıya ulaşamadı, bugünden sonra da başarılı olmayacak” şeklinde açıklama yapan Partizan açıklaması şu şekilde sürdürdü: “Faşist Kemalist Diktatörlüğün geleneksel olarak uyguladığı katliam politikaları devam ediyor. Bugün de başta Kürt ulusu olmak üzere azınlık milliyet ve inançlara, ezilen yoksul halka, işçi sınıfına, kadınlara, LGBTİ’lere yönelik imha, inkar ve asimilasyon politikaları hız kesmeden devam ediyor.

Sedat'a….. Ihsan Feridun Berkin

Sen’inle 1977 yılında, kavurucu bir Ağustos gecesinde, İzmir Karabağlar’da bir gecekondu’da tanışmıştık. Sen, Ben ve bir arkadaş daha, el yapımı iptidai bir matbaa ile, sabaha kadar binlerce bildiri basmıştık. Bildirilerin mürekkepleri kuruyup, üst üste istifledikçe keyfimize diyecek yoktu doğrusu ; rotatif misali çalışıyordu körpe kollarımız ; rotatif ne kelime….ertesi günkü mitingde dağıtılacak binlerce bildiriyi, o gece sabaha kadar sadece biz üçümüz basacaktık.

Sayfalar