Cuma Nisan 26, 2024

Cumhurbaşkanlığı seçimleri, yönelimimiz ve Demirtaş’ın adaylığı

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine günler kala, mitingler, konuşmalar ve adayların vizyon-perspektif açıklamaları ile birlikte, adayların niteliğine, hedeflerine ve çalışmalarının mahiyetine dair tartışmalar gündemin büyük bölümünü kaplamış haldedir. Tartışmanın bu hacmi ve adayların niteliği ile seçimlerin ilerlediği ana eksen, bizler açısından da derinleştirilmesi gereken bir noktaya tekabül etmekte, ek olarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair yönelimimiz çerçevesinde belirlediğimiz boykot politikasına ruh veren belirli çizgilerin daha da kalınlaştırılarak belirginleştirilmesi-açılması gerekmektedir.

Bu çerçeve içerisinde, sistem partilerinin adayları olan ve özü itibari ile de “aynı çizginin farklı kulvarlardan” üretilmesi dışında siyasal fonksiyon edinemeyen Tayyip Erdoğan’ın ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun mahiyeti birçok muhalif kesim ve ilerici kamuoyu tarafından bilinmektedir. Ancak, özellikle bazı devrimci-demokrat kurum ve kuruluşların, çeşitli muhalif kesimlerin ve bizim de parçası olduğumuz HDK’nın da desteklediği Selahattin Demirtaş’ın adaylığı ile ilgili olan kısım, yazı çerçevesinde üzerinde duracağımız kısımdır.

Zira boykot politikası ve bu çerçevede sandığa gitmeme çağrısı, objektif olarak Selahattin Demirtaş’ı da kapsamaktadır. 90 yıllık faşist TC tarihindeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tek demokrat adayı olan Demirtaş’ın da aday olduğu bir seçimde, neden boykot çağrısı yaptığımız, neyi ve kimleri boykot ettiğimiz ve temel ajitasyon-propaganda çalışmalarımızla kitlelere giderken bu meseledeki yaklaşımımızın ana hatlarını belirginleştirmemiz elzem bir ihtiyaçtır.

 

Cumhurbaşkanlığının siyasal pozisyonu

Burada ilk olarak açmamız gereken nokta, Cumhurbaşkanlığının nesnel durumu ve misyonu ile birlikte anayasada tariflenen şekli ile alakalıdır. Zira ülkemiz özgülünde Cumhurbaşkanlığı, özellikle 12 Eylül Anayasası ile de birlikte, çerçevesi daraltılan ve yasama sürecinde daha tali pozisyona itilen bir siyasal erk halindedir. Bu hal ile hareket alanının darlığına ek olarak devletin ve onun ordusunun başı olması da bu irite edici pozisyonu perçinlemektedir.

Devrimciler, komünistler açısından belirleyici olan parametre ise, bir yerin-pozisyonun demokratik muhalefetin üretilip üretilemeyeceği yönündedir. Geçtiğimiz genel seçimlerde HDP-BDP adaylarını desteklerken bu nokta temel parametrelerimizden birisiydi. Ki, BDP-HDP’li milletvekillerinin toplumsal muhalefet karşısındaki konumlanışları ve bu muhalefete katılım düzeyleri, bu yaklaşımımızın isabetliliğini göstermektedir. Ancak Cumhurbaşkanlığı, nesnel pozisyonu itibari ile bu alandan bir hayli uzaktır.

Yasama sürecindeki etkisizliğinin yanı sıra, pozisyon olarak “devletin başı” oluyor oluşu ve “halk seçecek” söylemi ile “TC’ye demokrasi biçen hali”ne ek olarak, bahsettiğimiz demokratik bir muhalefetin üretilmesine zemin tanımayan çerçevesinden ötürüdür ki, seçimlere dâhil olma biçimimiz ve içeriği farklılaşmaktadır. Bu konuda yoldaş Lenin’in Duma’ya dair tartışmaları hatırlanmalı, Lenin’in 3 Haziran 1907’de 2. Duma’nın dağılmasının ardından “Duma’nın açılması” çağrısı yaparken de, sonraları Duma’yı boykot ederken de, dikkate aldığı parametreler hatırlanmalıdır.

Bahse konu ettiğimiz içerik Selahattin Demirtaş’ın, TC’nin 90 yıllık sözde demokrasi tarihindeki tek demokrat aday oluyor oluşundan bağımsız olarak, seçimlerde seçilecek pozisyonun misyonu, niteliği ve siyasal faaliyete sunduğu zemin ile ilgilidir. Ve bu çerçevede, seçimlerle birlikte seçilecek kişinin Cumhurbaşkanı olarak, başına geçeceği yerin TC devletinin başı olması, TC’nin kurumsal varlığının temsilciliğini yapması ve ek olarak da,  işgal ettiği yerin toplumsal muhalefete eklemlenmedeki uzaklığı ile paralel şekilde demokratik bir muhalefetin üretilmesine müsait olmayan zemini, boykot politikasını tartışırken parametrelerden birisidir.

 

Sistem krizinden demokrasi icat etmek…

Burada, üstteki tartışmaya paralel şekilde, bir noktanın daha aydınlığa kavuşturulması gerekmektedir. O da, Kürt Ulusal Mücadelesi ile temas şeklimiz ve bu çerçevede ittifak politikasını ne şekilde anlamlandırarak, bunun güncel seçimlerde nasıl karşılık bulduğu meselesidir.

UKKTH’nı kayıtsız-şartsız bir ilke olarak savunmamız ve ek olarak ulusal hareketleri desteklemeyi ve ittifak halinde olmayı önemsememiz, bu noktada ülkemiz özgülünde, Kürt Ulusal Mücadelesinin de kazanımlarına değer addetmemiz ve geçen yerel ve genel seçimlerde HDP-BDP’li adayları desteklememiz bazı muhalif kesimlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Demirtaş’ı destekleyeceğimiz yönlü bir beklenti ve algı yaratmıştır.

Burada belirtilmesi gereken nokta, Ulusal hareketleri ne biçim ve içerikte ve nereye kadar destekleyeceğimizdir. Zira, Ulusal Hareketlerin “demokratik özünün desteklenirken burjuva muhtevası ile ideolojik mücadelede olmak” Lenin ve Stalin yoldaşların tespitleridir. Bunun somut karşılığı olarak, ikili bir içerik taşımaktadır.

İlk yönü, demokratik özünü destekleme tavrına da paralel şekilde, sokak muhalefetini ve kitle hareketinin tüm biçimlerini kapsamaktadır. Ulusal soruna dair politika üretmedeki eksikliklerimizi kapatacağımız yer de, destek tavrımızın somutluk kazanacağı eksende buradadır.

İkinci yön ise, egemen sınıfların çelişkilerinden faydalanarak çeşitli kazanımlarda bulunmak, en demokratik taleplerin bile esaslı devrim meseleleri olduğu ülkemiz gerçekliğinde, egemen sınıfların politik krizlerinden “demokratikleşme” üretmekle ilintilidir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde, esas anlamda boykot ettiğimiz yer de burasıdır. Zira, 90 yıllık tarihi Kemalist-faşizm ile örülen TC gerçekliğinde, en demokratik taleplerin dahi gerçekleştirilmesinin yolu-yöntemi geniş kitlelerin örgütlenmesi ve talepler için mücadele edilmesinden geçmektedir. Somut karşıtlığını savaş ve silahlı mücadele ile devletin bertaraf edilmesinde bulan bu durum, ülkemizdeki faşizmin süreklilik hali ile ilintiliyken, devletin ve güncelde AKP’nin yaşadığı politik krizden demokratikleşme çıkarma çabası, objektif olarak o krize ve ihtiyaçlara cevap olmayı, devlet ile konsensüs yaratmayı koşullamaktadır. Ki seçimler özgülünde boykot tavrı verirken, yöntem olarak sahiplenmediğimiz içerik de burasıdır.

HDP-BDP’nin bu süreçte ele alışı da, bu içeriğin çok ötesinde değildir. Bilinmektedir ki, AKP, Gezi İsyanı günlerinden beri bir yönetememe krizi içerisinde debelenmektedir. Bu derekede, BDP-HDP’nin kazanım çıkartmak uğruna yönelimi, stratejik kurgusuna da uygun şekilde, sistemle uzlaşmak, onun düştüğü kuyuya el uzatarak çıkartmak şeklinde olmuştur. Yaklaşan seçimlerle birlikte de, bir yandan Selahattin Demirtaş “iki aday da ilkelerimizin kenarından bile geçmiyor” derken, öbür yandan ise, AKP’nin “çözüm yasası” adı altında çıkarttığı yasal düzenlemeler vb pratikler ise hali hazırda karşımızdadır. Bu çerçevede, Demirtaş’ın aldığı-alacağı her oy genel demokrasi cephesinin yararınadır ancak bu oyların, sistemin krizinden demokrasi çıkartmak noktasında işlevsellik kazanacağı ve pazarlık masasında el güçlendiren bir durum yaratacağı da aşikardır. Ve içinden geçtiğimiz ülke ve bölge gerçekliğinde esas yön de burasıdır. Bizler açısından ise, sonuçları ve yöntem olarak benimsemediğimiz kısım da burasıdır.

Boykot pratiği ile şovenizme set olalım!

Toparlarsak eğer, yaklaşan seçimlere hangi ambians içerisinde girdiğimiz malumdur. Gezi İsyanı günlerinden beri depremleri dinmeyen AKP’nin yönetememe krizi, Ortadoğu’da tekeri çamura saplayan pratiği ile boyut kazanmakta, yaklaşan ekonomik kriz ile birlikte derinleşme eğilimi göstermektedir. Ek olarak, emperyalist emellere cevap olma noktasında sorunlar yaşayan ve bu nedenle de efendilerinin güveninin kaybeden ahvali ile AKP’ye yine aynı emperyalist odaklardan doğru Ekmeleddin İhsanoğlu gibi alternatifler ihraç edilmektedir. Bu tablo içerisinde, kurumsallaşma düzeyini arttırarak başkanlık sistemine yürümek isteyen AKP’nin karşısındaki en net tehlike ise, kitlelerin artan politik ilgisi ve Gezi ile birlikte gelişen yaşamlarına ve geleceklerine sahip çıkma arzusudur.

Gezi İsyanı’ndan Rojava devrimine kadar, güncel politik gelişmeler içerisinde AKP’yi köşeye sıkıştıran bu kitle ayağı, bugün Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile birlikte sandığa gömülmek istenmektedir. Egemen sınıfların, Türkiye’de ve Türkiye Kürdistanı’nda kitlelerin ulusal ve demokratik taleplerini, gelecek ve özgürlük arayışlarının sokak ayağını tasfiye etmeye, çözüm adresi olarak sistemin yöntemlerini gömmeye yönelen bu tablo, bizler açısından baştan aşağı reddedilmesidir.

Eğer ülkemizde, bir “demokratikleşme”den bahsedeceksek, bizler açısından bunun karşılığı toplumsal örgütlülüklerin yaratılması ve kitlelerin aktif siyasal özneler olarak sokakta olmasını koşullamaktadır. Egemen sınıfların-kliklerin kendi çelişkilerinden doğru icat edilecek demokratik kazanımların “demokratikleşme” sağlamayacağı aksine, demokratikleşmenin bir devrim meselesi olduğu, ancak ve ancak sistemin sunduklarını reddedilerek propaganda edilebilir.

Tam da bu nedenledir ki, boykot sürecini örerken, politik pratiğimizin yönü, kitlelerin sokak ayağının büyütülmesi, hiçbir şoven hataya mahal vermeden,  barındırdığı devrimci potansiyelden ötürüdür ki, Kürt emekçi kesimlerinin sistemin karşısına çıkartılmasını hedeflemelidir.  Kitlelerin denizine dalmadan, onlar arasında aktif ve görünür bir çalışma yürütmeden ve düzeni teşhir etmeden geçirilecek bir boykot süreci bu ihtiyaca ve yönelime cevap olamayacaktır.

91901

Bu Senin Hikâyendir

Sen bir halksın. "MÜMİN VE EFENDİ" bir halksın.

Halkların devrimci birliği

Emperyalizm bir yandan ranta dayalı sermayesini büyütürken diğer yandan ezilen dünya halklarının yaşamında büyük bir ağırlık olarak duran sefaletin yaratıcısı ve sorumlusudur. Dünyada var olan ve yaşanan köleliğin ve yoksulluğun yaratıcısı ve sürdürücüsü durumunda olan emperyalizm bütün faşist-gerici ulus devletlerle birlikte yaşatılan soykırım ve katliamlarında baş sorumludur. Emperyalistler ve yerli gerici faşist iktidarlar Ortadoğu’da ve ülkemizde ulusal-dinsel-mezhepsel çatışmaların düşmanlıkların yegane sorumlularıdır.

Kürdistan boşalıyor!

Özyönetim ve Hendek

Katliam, yıkım ve göçün diyarı oldu !
Oysa birkaç ay öncesine kadar umutlanmış ve özyönetimle kendi kendimizi yöneteceğimize dair hesaplar yapmıştık.
Devletin Moğol psikozuyla Kürdün kendi kendini yönetme isteğini bastıracağını kimse düşünememişti, düşünemezdi, zira Erdoğan, İran mola rejiminin sünni versiyonlu dinci rejiminin ayak yerini yapmak için yapay bir barış ortamı yaratmıştı. Bu barış ortamına hepimiz kandık, "yetmez ama evet" lerle destekledik, rehavete kapıldık ve işlenen tüm suçlara da ortak olduk.

Umudun Yazarı Sizler Gibi Olmaksa ...

İnsanı faşistlikten kurtaran sevdikleri için üretikleri değil ki .

İnsanı faşistlikten kurtaran sevdikleri dışındaki insanlar içinde üretmesidir .

Vallah zenginlere döndük. Billahta zenginlere döndük. 

Hani şu nasıl kazanıldığını bilmeyen,  har vurup harcayan,  çocukları olan zenginler var ya,  ha…  onlara döndük.

Bu kadar da olmaz ki .  

Dünyanın neresinde halkın sosyal yaşantısının içerisinde çıkıp gelen tınılar  çalındığında devrimcide burçak tarlasına iştirak etmez ki .

Bir şeyde diyemiyorsak .

Berlin’e Savaşı Öldürmek İçin Gitmek

„Çocuklarınıza mutlaka şunu anlatın;Bizler, kadınlar olmasaydık,1945’inİlkbaharı da olmazdıYaşanmazdı”(Nonna Aleksandrovna)[1]

Berlin’e Savaşı Öldürmek,Sur’a Kürt katliamını Durdurmak İçin Gitmek...

 II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın en vahşi günleriydi. Bütün emperyalistlerin dört gözle, Sovyetlerin Nazilerin eline düşmesini beklediği anlardı. Ama, Nazilerin hesaplayamadığı bir şey vardı. Sovyet kadınları...

TKP/ML-MK:8 Mart emekçi kadınların örgütlenmiş isyanıdır!

8 Mart 1857’de Amerika’da Kadın işçilerin temel hakları için mücadele ederken 129’nun yanarak katledilmesiyle temel buldu Dünya emekçi Kadınlar günü. Proleter kadınların kapitalizme karşı açtığı isyan bayrağının kızıl rengi bugün kadın hakları mücadelesinin hala temel itim gücü olmaya devam ediyor. 1857 ile rengini alan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü, bugün kadınların sınıfsal sorunları yanında ezilen cinsiyet olmasından kaynaklı sorunlarla birlikte daha geniş anlama bürünen bir toplumsal mücadele karakteri kazanmıştır.

Son kavga sınıf kavgasıdır! İsmail Cem Özkan

“Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” Köroğlu

Sınıf kavgasında taraflar meydana çıkıp er kavgası yapmamaktadır… Köroğlu değimi ile tüfek icat oldu. Bir tüfeğin sınıf lehine kullanılması ve sınıfı için sermaye birikimi aracı olduktan sonra savaşlar meydanlara çıkıp, daha karmaşık ilişkilerin olduğu bir alana kaydı. Kapalı kapılar arkasında verilen kararlar sonucu birçok insan haberi dahi olmadan, ne için öldüklerini bilmeden toplu katliamların, soykırımların kurbanı oldu.

Koçgiri'nin Onurlu Direnişi‏

Bilinmelidir ki, 1921’de Koçgiri, 1930’da Zilan ve 1937-38’de Dersim’de yaşananlar, resmi belgelerde tahrif edilerek gösterilmeye çalışıldığı gibi asla isyan değil, birer katliamdır. Hatta Dersim 1937-38 bir soykırım girişimidir.

Gelo ew ki ye / Jı wé da te ye /

Çı bejnik le ye / We ki reyhan e /

Navé wî Alîşer e / Him mér e him reyber e /

Li çiya ye Koçgîriyê zulfîkare

Kürt Ulusu Duygusal Bağlarının Olmadığı; Zoraki ‘Yaşama Birliğine’ Son Veriyor.

İsteyerek, gönüllü birlikteliği taşımayan, zoraki, tek taraflı ve baskıya dayalı bir evlilik mutlak ki, bir gün isyana başkaldırıya dönüşerek, kendi bağımsızlığını, özgürlüğünü isteyecektir. İstenen şu; bireyin, kadının, toplumun ve bir ulusun kendi iradesiyle her konuda kendisinin özgürce karar vermesidir. Kürt ulusu hiçbir zaman eşit şartlarda bir birliktelik yaşamadı. Türk ulusu her yönlü (sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve yaşamsal ) bir imtiyaza, hâkimiyete sahipti, halen de öyle. Evlenip boşanmada olduğu gibi tüm toplumsal sorunlarda da Türk ulusu ezici üstünlüğe sahiptir.

Ey Ahmet Hakan! – Kadir Amaç

Gazeteci ve haber spikeri kamuoyunu doğru bilgilendirmeye dayalı bir informasi mesleğidir! Gazeteci ve haber spikeri olan insanlar; billim adamı değildir, düşünür değildir, siyaset bilimci değildir, toplum bilimci değildir, din bilimci değildir, tarihçi değildir ve hasılı kelam jurnalcilikten başka hiç bir şey değildir!

Davutoğlu Duran Kalkan'dan korkmuyor! Teslim Töre

Basına yansıdığı kadarı ile Duran Kalkan savaşı boyutlandıracaklarını, her tarafı savaş alanına çev...ireceklerini, bu savaşla “2016 baharı Kürd'ün baharı olacaktır” diyor. Buna karşın Davutoğlu da “bizi kimse korkutamaz” ve “biz her yerde olacağız” diye yanıt veriyor. Şu savaşın Türkiye'de ne hale geldiğini ya da getirildiğini görüyor musunuz? Çok korkunç trajedi komedi bir durum. Savaşan iki güçten birisi olan PKK adına Duran Kalkan savaşla Kürtlere “baharı” getireceğini, “2016”yı “Kürtlerin baharı” yapacağını söylüyor, Duran Kalkan'ın bu açıklamasına karşın savaşın diğer tarafı olan T.

Sayfalar