Perşembe Mayıs 9, 2024

Devrim İçin Ölümsüzleşenlerimizi Anıyoruz! (Sentez)

İnsanlığın sömürüye dayalı sistemlere karşı mücadelesi de bu mücadelede sömürülenlerin canlarını feda etmeleri de neredeyse insanlığın bilinen tarihi kadar eskilere dayanıyor.

İçinde bulunduğumuz emperyalizm ve proleter devrimler çağında emperyalist kapitalist sistem başta olmak üzere günümüzde her sömürü düzenini ortadan kaldırarak insan emeğini özgürleştirme mücadelesinde can verenler de elbette kronolojik olarak insanlığın sömürü düzenlerine karşı verdikleri ilk mücadelelerin bir parçası, devamcısı durumundadırlar. Onları, binlerce yıllık sömürüye karşı mücadele ederken can veren öncüllerinden ayıran temel fark ise bunu bir program, bir bilinç ekseninde yapıyor olmalarıdır.

Kapitalist sistem henüz gelişme aşamasındayken işçi sınıfı aleyhine ama burjuvazi lehine son derece eşitsiz bir sosyal durum ortaya çıkarmaya başlar. İşçi emeğinin sömürüsünden kaynaklanan bu eşitsizlik hali giderek daha korkunç bir hal alır ve kapitalizmin doğası gereği işçi emeği ile ortaya çıkarılan toplumsal zenginlik toplumdaki azınlık olan burjuvazinin elinde toplanırken işçi sınıfı ve emekçilerden oluşan çoğunluk, sefaleti paylaşmak durumunda kalırlar.

Tıpkı daha önceki eşitsizlik koşullarının o koşullara isyan eden çağın devrimcilerini ortaya çıkardığı gibi kapitalizmin eşitsizlik ve sömürüye dayalı yapısı da elbette kapitalizme karşı isyan edecek, onu yıkmak ve sömürünün olmadığı bir düzen inşa etmek isteyecek devrimcileri ortaya çıkaracaktı. İşte tarihsel, sınıfsal ve sosyal bağlamda koşullar bugün kapitalist sömürüye karşı bir bilinç ve program dahilinde mücadele etmemizi sağlayan Marksizm Leninizm Maoizm’i ve böylelikle sınıflar mücadelesi tarihinde insanlığı sömürüye dayanan sistemlerden kurtarıp, sömürünün olmadığı yarının toplumunu inşa etmek üzere ortaya çıkarmış oldu.

MLM bilimi bize; kapitalizm başta olmak üzere her türlü sömürü sisteminin kaçınılmaz olarak ve giderek artan oranda toplumsal zenginliği bir avuç asalak burjuvanın elinde toplarken; toplumdaki esas büyük kitlenin ve esasen işçi sınıfının ve ezilen halkın aynı oranda yoksullaşacağını somut olarak öğretir.

MLM bize; kapitalist sistemin işçi sınıfına ve emekçi halka yoksulluk, sefalet, açlık, salgın hastalıklar, savaşlar vs. yoluyla sürekli olarak kitlesel ölümleri yaşattığı ve yaşatacağını gösterir. MLM bize; bu somut gerçekliğe son vermenin ancak işçi sınıfının öncülüğünde ve önderliğinde, başta köylülük olmak üzere, ezilen emekçi sınıfların gerçekleştireceği bir toplumsal devrimle mümkün olabilir ve işçi sınıfı ve insanlık ancak bu yolla kapitalist sömürü sisteminden kurtulabilir demektedir.

Her türlü sömürü düzenine karşı verilen her mücadele, sistemin yine yoksullar arasından seçerek görevlendirdiği ve hiyerarşik örgütlenmelerin en üstünde burjuvazinin kendi öz sınıf örgütlenmelerinin olduğu, burjuva devlet aygıtı tarafından engellenmek, bastırılmak, yok edilmek istenir.

Burjuvazi bunun için devlet aygıtını bir şiddet aracı olarak kullanmanın yanısıra işçi sınıfını ve ona öncülük edecek devrimcilerin sistemi parçalamayı doğrudan hedef alan programlarını bozmak, işçi sınıfının devrimci ideolojisini burjuva ideologlarca geliştirilen teorilerle bozulmaya tabi tutmak gibi ideolojik saldırıları da kullanır.

Nasıl ki “savaş siyasetin silahlarla sürdürülmesi” ise devletin açık karşı-devrimci şiddeti de ideolojik saldırıların polis-asker vs. aracılığıyla sürdürülmesi durumudur. Dolayısıyla burjuva devlet aygıtı, kendisine yönelen devrimci eylemi bozmak, savsaklatmak ve bunlarla birlikte devrimci grup ve kişileri yok etmek üzere örgütlenmiş tarihsel ve ideolojik olarak gerici bir kurumdur.

İlham kaynaklarımız…

Dünyada ve Türkiye’de sömürü sistemine ve onun ezilenler üzerindeki gerici diktatörlüğü demek olan devlet aygıtına karşı mücadelelerinde milyonlarca devrimci emeğin sömürüden kurtulması, ezilen ulusların ve inançların özgürleşmesi, kadınlar ve LGBTİ+’lar üzerindeki ataerkil baskının yok edilmesi, ekolojik dengenin sağlanması vb. vb. kısaca insanlığın gelecekteki toplumunda sömürüden ya da başka bir nedenden kaynaklanan toplumsal bir eşitsizlik olmasın diye hayatlarını feda ettiler ve feda etmeye devam ediyorlar.

Hayatını okuduğumuzda, her birisinin bizlere ilham kaynağı olması gereken, sömürüyü yeryüzünden silme gayesindeki devrim için mücadele ederken, canlarını feda eden devrimcilerin her birinin gerici devlet tarafından öldürülmesinin anlamı sömürüye son verme mücadelesini engelleme gayretidir.

Devrimcileri kurulu düzen ve burjuvazinin demokratik ya da faşist görünümlü diktatörlüğü açısından “tehlikeli” yapan devrimcilerin basitçe sermayeye zarar verme eğilim ya da pratikleri değildir; yukarda belirtilen MLM bilinç ve program dahilinde sisteme yönelen ideolojik ve pratik saldırılarıdır.

Bu nokta bilincin önemini geriye atarak salt ölüme odaklı devrimci pratikle MLM pratiği ayıran önemli bir noktadır. Devrim mücadelesinde canlarını feda etmiş olan bütün devrimcileri anıyorken onların ölümlerini anlamlandırmak onların mücadelelerinin tarihsel, sınıfsal ve sosyal bağlamda ne anlam ifade ettiğinin vurgulanmasına sıkı sıkıya bağlıdır.

Yaşamlarını feda edenler kutup yıldızımızdır!

Hakim sınıfların demokratik ya da faşist görünümlü diktatörlüğünün görevi, işçi emeğinin sömürüsüyle ortaya çıkan akıl dışı eşitsizlik düzenini zor ile işçi sınıfı ve ezilen emekçi kitlelere kabul ettirmektir. Bunu gerçekleştirebilmek için burjuva akademilerinde tezler üretip işçi sınıfını devrimci mücadeleden alıkoymayı da; harekete geçmiş devrimcileri ya da devrimci grupları besledikleri asker, polis marifetiyle yok etmeyi de bir yöntem olarak kullanır.

Hakim sınıfların diktatörlüğünün o ya da bu yöntemle elde etmek istediği sonuç işçi sınıfının devrimci ideolojisinin işçi sınıfı ve ezilen emekçi safları arasında yayılmasını, komünist partisinin işçi sınıfı ve emekçiler arasında devrimci örgütler kurmasını, kurduğu devrimci örgütleri komiteler vasıtasıyla en küçük işçi grubuna ve emekçi halka kadar genişleterek siyasal, askeri bir güç olarak hakim sınıfların karşısına dikilmesini engellemektir.

İçimizden alınıp katledilen devrimci yoldaşlarımızın öldürülmelerinin nedeni de budur. Elbette başta emeğin kapitalist sömürüden kurtuluşu kavgası olmak üzere, köylülerin, kadınların, LGBTİ+’ların, farklı ulus, milliyet ve inançların, canlıların haklarının korunması ya da ekoloji mücadelesinde vb. yaşamlarını feda eden her devrimcinin bu tutumu binlerce yıllık insanın insan olma mücadelesi ve bunun gelecek için taşıdığı anlam düşünüldüğünde kahramancadır. Ancak sadece kahramanlık vurgusu ile sınırlandırılan bu tutumun, yukarda anıldığı şekliyle, ideolojik bağlamından koparılmasının MLM bir perspektiften kabul edilebilir bir yanı yoktur.

Devrim mücadelesinde canlarını feda her bir devrimci onların izinden yürüyerek insanlığı sömürüsüz bir dünyaya eriştirmek isteyen her komünist devrimci için bir yıldızdır. Ancak aynı zamanda o her bir yıldız bizim saflarımızda öne çıkmış bizden birisidir.

Devrimcileri ya da devrimci komünist önderleri, MLM’nin ustalarını mücadele eden diğer bütün devrimciler için erişilmez bir yerde kabul eden bütün yaklaşımlar aslında burjuvaziye hizmet etmektedir. Şöyle ki; sömürü ve baskı sistemine son vermek için mücadele eden her devrimcinin izinden yürüdüğü önderi, ustası ile arasına aşılması imkansız mesafeler yerleştirmek ve üstelik sözüm ona bunu da önder ve ustaları yüceltmek adına yapmak, esasen ideolojinin her devrimci açısından tıpkı ustalar ve önderler gibi kavranabilir ve geliştirilebilir olduğuna ilişkin gerçekliğin ve iddianın bozulmaya uğratılmasıdır.

Ustaların ve önderlerin kişiliklerinin mistifikasyonu, onlara yüklenen ve aslında gerçekçi olmayan özellikler vb. sadece onların bıraktıkları davayı sahiplenen devrimcilerin ustaların ve önderlerin geride bıraktıkları devrimci ideolojiyi ve onun işlevini doğru kavrayamamalarını da beraberinde getirir.

Bu olguyu MLM usta ve önderlerden tüm devrim için canlarını feda etmiş devrimcilere kadar genişletebiliriz. Bugün kimi devrimci örgütlerde belirgin bir şekilde görülebilen “şehitlik” kavramının altının dolduruluşu, MLM sınıf mücadelesi bağlamından kopuk, sınıf mücadelesinin yol, yöntem ve nihai amacı gibi temel sorularla ilişkisi belirsiz hale gelmiş olmasının temelleri burada yatmaktadır.

Hakim sınıfların diktatörlüğü elbette devrimcileri ideolojik olarak engelleyemediği noktada ideolojik saldırılarını şiddet araçları ile sürdürür. Geleceğin sınıfsız toplumunu kurma mücadelesine sarsılmaz bağlarla bağlı olan her devrimci için ölüm kaçınılmaz bir durum olarak belirdiğinde elbette devrimciler canlarını dün olduğu gibi bugün de yarın da feda etmekten sakınmayacaklardır. Ancak henüz böyle bir ikilik durumu dahi ortaya çıkmamışken, doğrudan devrimcinin ölümünü bir mücadele aracı olarak her koşulda ve her zaman kullanmak ideolojik olarak MLM’i kavrayamamış olmanın göstergesidir.

Her bir devrimcinin ölümü devrim mücadelesinin gelişimi açısından yukarda anlatıldığı biçimiyle ağır bir kayıptır. Dolayısıyla devrimci örgütün her bir devrimci kadronun kaybedilmesi durumunda bu ölümün hangi diyalektiğin sonunda ortaya çıktığı, kaçınılmazlığı, kaybettirdikleri ve kazandırdıklarını ince ince sorgulaması gerekir. Hele ki devrimci hareketin görece güçsüz olduğu, kitlelerle ilişkisinin önemli oranda gerilediği koşullarda bunu çok daha sıkı sıkıya yapmak gerekir.

Güçlü bir devrimci örgütle ileri

Türkiye’de İbrahim Kaypakkaya tarafından Komünist Manifesto Türkiyelileştirilip komünizm mücadelesi için proletarya partisi örgütlendiği ilk dönemden bu yana dört yüzden fazla şehit verdi. Şehitlerimizin her birisi canlarını feda ederken eylemlerinin ortaya çıkaracağı komünist topluma sonsuz bir sadakat duymaktaydılar. Sadece bizim saflarımızda mücadele ederek ölümsüzleşen yoldaşlarımız değil; Türkiye devrimci Hareketi bünyesinde savaşan bütün devrimciler için bu böyleydi.

Ülkemizde “cesaretiniz varsa gelin” diyen Sabahat Karataş, önüne konulan sehpa özgülünde sisteme tekme savurarak dağıtan Remzi Basalak; Türkiye devrimci hareketinin en başarılı şehir gerillalarından Tamer Arda; mücadele dolu yaşamı ile hepimiz için örnek olması gereken Habip Gül ve hepsinin adlarını burada anmamız olanaksız olan bütün Türkiye devrimci hareketi şehitleri de bizim şehitlerimizdir. Onları “bizim” yapan bizlerin tarihsel ve ideolojik olarak Türkiye işçi sınıfının ve ezilen emekçi sınıflarının faşist diktatörlüğüne son verecek, demokratik halk devrimi ve sosyalizm mücadelesini zafere götürecek olan yegane kolektifin proletarya partisi olması gerçekliğidir.

Bundan 50 yıl önce kurulan proletarya partisini kuruluş amaç ve işlevine uygun olarak tüm dünyanın devrimci şehitlerini anmak, -yani onları sınıf mücadelesinin anlamını derinlemesine kavrayarak ve onların şehit düşmelerini bu anlam içerisinde kavrayarak onları anmak-, onların resimleri önünde sıkılı yumruklarla hesap sorma ant içme pratiğinin yanında, ideolojik mücadeleyi yükseltmekle mümkündür.

Hakim sınıflar saflarımızdan çok sayıda kıymetli yoldaşımızı ve devrimciyi alarak onları öldürdü. Bunu yapmasının temel amacı bizleri sınıf mücadelesinde öndersiz, örgütsüz bırakmaktı. O halde yoldaşlar başta olmak üzere ölümsüzleşen bütün devrimcileri anmak için yapılması gereken bellidir. Devrimci örgütü güçlendirmek, işçi sınıfı başta olmak üzere ezilen emekçi halk içinde, kadınların, gençlerin, ezilen ulus, milliyet ve inançların içerisinde örgütlülüğümüzü yaymak ve güçlü bir devrimci örgütle hakim sınıfların diktatörlüğünü paramparça etmek!

1666

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Vurun Abalıya - Çaresizsen Güneşe Bak... Cızz....

Proletaryalarda öğren proletaryalara öğret.

Nolurrr.... nolurrr.... bir kez de kabahati....

Fakirlik güzel şey... fakirlik güzel şey..

Hele de birde seni deniz kampına götüren, yanacam diye de çakma (yoğurt) yağlarıyla, insanın midesini bulandıracak bir şekilde,  orasını burasını yakan o... fakir...  insanları bırakıpta deniz manzaralı villalarda sabah kahvaltısı yapabilecek dostlarınız varsa... gerçekten fakirlik güzel şey.... gerçekten fakirlik güzel şey...

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! -2-

Burjuva-feodal politika yapmanın bazı “incelikleri”!

II. ABDÜLHAMİD MEVZUU[*]

 

“Gerçeği bilmeniz gerekiyor,

gerçeği aramanız gerekiyor.

Gerçek sizi özgür kılacak.”[1]

 

“ÖZELEŞTİRİ”NİN ELEŞTİRİSİ[*]

 

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum, 

fakat aslâ ümitsizliği değil.”[1]

 

Anlama/ ve kavramanın dünyayı değiştirmek için mücadele edenler için eleştirel bir “olmazsa olmaz” olması yanında; “Netlik [de] insanın en büyük gücüdür.”[2] Bu bir.

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! (1ci bölüm)

Açıklama: Bu yazı, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığına getirildiği dönemde, 2010 tarihli Partizan’ın 72. Sayısında yayımlanmıştır. Yazı eski olsa da, yazılanlar eski sayılmaz. Zira Mayıs 2023 seçimlerinde “halkın umudu” olarak önümüze konan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’sinin burjuva-feodal sistemde oynadığı rol, özellikle de seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ve ortaya çıkan bu gerçeklikler, Partizan makalesinde dikkat çekilen ve tespitleri yapılan gerçekliklerle uyumludur.

Beylere ve devlete karşı olmak (Nubar Ozanyan)

Artsahk (Karabağ) sekiz aydır kuşatma ve abluka altında. Elektrik, gaz, akaryakıttan yoksun; açlığa ve dermansızlığa mahkum edilmiş bir şekilde teslim olması bekleniyor. Soykırımın günümüzde almış olduğu en utanç verici ve acımasız hali yaşatılmaktadır halka.

Ne uluslararası Adalet Divanı’nın kararı ne sekiz aydır çalınan diplomatik kapılar, Karabağ’da yaşayan Ermeni halkının yaşamsal sorunlarına çare, derdine derman oldu. Yapılan sayısız görüşme, müracaat ve iletişimden hiçbir sonuç çıkmadı.

“Bir Tek Mücadele Kaybedilir; O Da Terk Edilen Mücadeledir.” (Kadınların birliği)

Cumartesi Annelerinin eylemi, bu ülkenin en uzun soluklu mücadelesidir… Birçok kez engellendi, saldırıya uğradı, sürekli hale gelen polis saldırısı nedeniyle 1999’dan 2009’a kadar ara verildi, pandemi döneminde online olarak yapıldı ama ne olursa olsun Cumartesiler, 1995 yılından bu yana yani 28 yıldır “kaybolan” çocuklarını, eşlerini, babalarını, annelerini, arkadaşlarını, yakınlarını arayan insanların ama en çok da annelerin eylem günü oldu.

Yeni Emperyalistler Eski Emperyalistlere Karşı

Kapitalizmin; gelişmesi, genişleyerek yoğunlaşması ve üretimin her geçen gün artmasıyla ortaya çıkan tekelleşme ve uluslararası yönünün esas hale gelmesi, onu daha saldırgan bir aşama olan emperyalist bir aşamaya ulaştırdı. Bu gelişme, sınıfların netleştiği ve sınıflar arası mücadelenin keskinleştiği kapitalist ekonomik sisteminin diyalektik gelişiminin bir karakteristiğidir. Kapitalizm derinlemesine ve enlemesine geliştikçe yeni emperyalist ülkeler ortaya çıkacak ve bu da  emperyalistler arası çelişmeyi artan ölçüde derinleşecektir.

BRICS'in Johannesburg'da zirve toplantısı

Çin yeni emperyalist konumunu genişletiyor

Bugün Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde Vladimir Putin'in yalnızca sanal olarak katıldığı yeni emperyalist BRICS ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) zirve toplantısı sona eriyor.

Altı ülke eklendi

Tartışmaların merkezinde 14 yıl önce kurulan BRICS grubunun "BRICS Plus" olarak genişletilmesi yer alıyordu.

“ECDAT” HİKÂYELERİ[*]

 

“Geçmiş içinde yaşanacak bir şey değildir.

Eyleme geçerken içinden bir şeyler çekip

çıkarttığımız bir sonuçlar kuyusudur.”[1]

 

Sayfalar