Cumartesi Haziran 1, 2024

“En Önde” Durmak, “En Önde” Savaşmak (Dengê Azadî )

Lozan’daki tarihsel haksızlığın 100. yıldönümünde gerilla alanlarına yönelik işgal saldırıları sürüyor. Emperyalist devletlerle İttihatçı Kemalistler arasında imzalanan ve TC devletinin emperyalistlerce kabul edilmesinin resmileştiği tarih olarak 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın üzerinden yüz yıl geçti.

Lozan, TC devletinin uluslararası alanda siyasi ve hukuki temelde resmiyete dökülmesini sağlamıştı. Nitekim, Kemalistlerin emperyalizm ile işbirliğinin karşılıklı taviz ve teminatlar eşliğinde bir anlaşmayla sonuçlanmasını sağladı. Emperyalistler, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonucunda oluşan tabloya son şeklini Lozan’da gerçekleştirdikleri konferansla vermiş oldular. Ortadoğu coğrafyasını, emperyalizme bağımlı ulus devletler ve ilhak edilerek parçalanmış ulusların karmaşıklığı içinde şekillendirdiler.

İttihat Terakki’nin sermayenin Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırmasına yönelik özellikle Ermeni, Rum, Süryani milliyetlerine yönelik gerçekleştirmiş olduğu soykırım, katliam, tehcir, yağma edilen mallar, mülkler gibi onlarca insanlık ve hukuk dışı uygulamalar Lozan’la birlikte yok sayıldı, üzeri örtüldü ve bu uygulamaları yapanlar imzalanan Anlaşma aracılığıyla uluslararası çıkarlar pazarında aklandı.

Lozan görüşmeleri sürerken, Kemalistlerin bu aklanma ve kabul edilmelerinin karşılığında elbette emperyalistlere bir güven vermeleri gerekiyordu. İşte bu anlamıyla, İzmir İktisat Kongresi hem toplanma zamanlaması hem de gerek bileşeniyle gerekse de aldığı kararlarla dikkat çekicidir. Emperyalistlerle birçok konuda pazarlıkların yürütüldüğü bir dönemde güven verici kararların alınması önemliydi. Bu kongrede, emperyalist-kapitalist sisteme iki önemli mesaj verildi. Birincisi, izlenecek iktisadi politikaların emperyalist-kapitalist sistemin içinde olacağı, ikincisi de Kemalistlerin, Sovyetler’e sırtını kesin olarak çevirmesiydi.

Kemalistlerin Lozan’ı bir “zafer” edasıyla karşılamaları boşuna değildir. Çünkü Lozan, devletleşen Kemalist ideolojinin o döneme kadar yaptıklarının aklanması ve sonrasında yapacaklarına meşruluk ve resmiyet kazandırmasının önünü açtı.

Komünist önder Kaypakkaya’nın “Milli Mesele” makalesinde geçen Lozan Antlaşması’yla Kürtlerin uğradığı tarihsel haksızlığını gözler önüne serdiği bölümlere göz atacak olursak: “Lozan Antlaşması, Kürtleri çeşitli devletler arasında parçaladı. Emperyalistler ve yeni Türk hükümeti, Kürt milletinin kendi kaderini tayin hakkını çiğneyerek, Kürt milletinin kendi eğilimini ve isteğini hiçe sayarak, sınırları pazarlıkla tesbit ettiler.

Böylece Kürdistan bölgesi İran, Irak ve Türkiye arasında bölündü.”

“İnönü’nün Lozan’da Kürtlerin de temsilcisi olduğunu iddia etmesi de, Kürt milletinin kendi kaderini tayin hakkına açıkça bir saldırıdır. Kürt milletinin kaderini dışarıdan tayin etme alçaklığıdır. Kürt milletinin oturduğu bölgeyi Türkiye sınırlarına yani Türk burjuvazisinin ve toprak ağalarının hakimiyet alanına, emperyalistlerle pazarlık yaparak dahil etme kurnazlığıdır! Ve Türk milliyetçiliğinin en azgın bir biçimde tezahür etmesidir.”

“Lozan’da Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı alçakça çiğnendi. Kemalistlerle emperyalistler, Kürt ulusunun kendi istek ve eğilimini hiçe sayarak, pazarlıkla, Kürdistan bölgesini çeşitli devletler arasında böldüler.”

Kaypakkaya’ya göre Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkı olmasına rağmen, bu hak Lozan’la çiğnenmiştir. İşte Kaypakkaya, bu anlamıyla Lozan Antlaşması’nı “tarihsel haksızlık” olarak tanımlamaktadır.

Medya Savunma Alanları’na yeni işgal saldırıları

Kürt ulusunun uğradığı bu tarihsel haksızlığın, faşist TC devletinin kuruluşundan bugüne kadar hız kesmeden sürdüğü bir gerçek. Dönem dönem TC yöneticilerinin Lozan’ı yetersiz gördüklerini ifade eden açıklamaları oldu. Bugün Irak Kürdistanı’nda ve Rojava’da askeri, siyasi ve ekonomik açıdan, işgal saldırılarını sürdürdüğü ve işgal ettiği alanları kendi sınırlarına dahil etme hedefiyle hareket ettiğini söylemek gerekir.

Keza Lozan’nın 100. yıldönümü vesilesiyle R.T.Erdoğan’ın yayımladığı mesajda “Lozan Antlaşması’yla elde ettiğimiz hakları kararlılıkla savunurken, yeni hamlelerle ülkemizin kazanımlarını tahkim edeceğiz” söylemleri de buna işaret etmektedir. Elbette bu mesajla, halihazırda Rojava ve Medya Savunma Alanları’na yönelik devam eden işgal ve ilhak saldırılarının yoğunlaşması, derinleştirilmesi ve yeni askeri operasyonlara kapı araladığını söylemek gerekir. Halihazırda Medya Savunma Alanları’na yönelik yıllardır yürüttüğü savaş, HPG Basın İrtibat Merkezi’nin 21 Temmuz’da faşist TC ordusunun Medya Savunma Alanları’na dönük yeni bir işgal operasyonu başlattığını duyurmasıyla yeni bir boyut kazandı.

HPG BİM açıklamasında, “İşgalci Türk ordusunun kış sürecinde gerilladan aldığı ağır darbelerden dolayı geri çekilmek zorunda kaldığı alanlar, bu yeni saldırının hedefi oldu. 14 Temmuz’da Zap’ın Kurojahro Direniş Alanı, 19 Temmuz’da ise KDP’nin aleni destek ve iş birliği ile Metîna’nın Girê Ortê Direniş Alanı’nda işgal saldırıları başladı.

20 Temmuz gecesi ise yoğun hava bombardımanlarından sonra 21 Temmuz sabahında Şehîd Delîl Batı Zap bölgesinin Girê Cûdî Direniş Alanı’na işgal saldırısı başladı. İşgalci TC ordusunun taktik nükleer bombalarla gerçekleştirdiği saldırılar; 11 ve 12 Temmuz’da Zap’ın Kokerê Direniş Alanı’ndaki mevzilerimiz 4 kez taktik nükleer bomba ile bombalandı.

20 Temmuz’da Zap’ın Sîda Direniş Alanı’ndaki mevzilerimiz 1 kez taktik nükleer bomba bombalandı” şeklinde verdiği bilançoda saldırıların özellikle Zap bölgesinin Girê Cûdî alanında yoğunlaştığı belirtiliyor. Bu alan daha önce basına yansıdığı gibi TC ordusunun kendi asker cenazelerini yaktığı alan olarak da TC açısından önemli bir yerdir.

KDP, işbirlikçi pozisyonunu güçlendiriyor!

Faşist TC devleti, Medya Savunma Alanları’na yönelik saldırılarında KDP’yi kullanmaktadır. Son olarak Mesrur Barzani’nin Türkiye ziyaretinden sonra Savunma Bakanı Yaşar Güler görüşmenin çok verimli geçtiğini ve bunun olumlu sonuçlarının önümüzdeki günlerde ortaya çıkacağını dile getirmişti. Bu görüşmeyle TC’nin Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’ne ve gerillalara yönelik savaş konsepti içerisinde KDP’ye yeni misyonlar biçtiği ortaya çıkmıştır. KDP’nin hedeflerinin başında hem geçtiğimiz aylarda kaybettiği petrol üzerindeki denetimi tekrar ele almak hem de YNK’nin etki alanını daraltmak ve PKK’yi Medya Savunma Alanları’ndan çıkarmak vardır, bu minvalde faşist TC devletiyle işbirliğini derinleştirme ve gerillaya yönelik saldırılarda daha fazla uşak rolü üstlenmektedir.

KDP, Süleymaniye’de MİT’e yardım ederek Kürt yurtseverleri ve kadrolarına suikast düzenleyerek katledilmelerine ortak olurken, diğer taraftan kendi işlediği suçları da PKK’nin üzerinde atmaktadır. Geçtiğimiz günlerden Zaxo’da KDP’nin istihbarat örgütlenmesi olan Parastın’ın eski sorumlusu Mihemed Mirza Sindi’ye düzenlenen ve bir iç hesaplaşma olarak değerlendirilecek suikastın hemen ardından Barzani medyası, PKK’nin üzerine yıkmıştır.

Faşist TC ordusu, KDP ile Xakurke’de ortak operasyon düzenlemiş, yine Metîna ve Girê Ortê alanlarına saldırılarında peşmerge üslerinden hareket etmişlerdir. KDP, MİT’e istihbarat sağlamaktan tutalım, TC askerlerinin sevkiyatından lojistik sağlamaya kadar, her alanda TC’ye “hizmet” etmeyi sürdürüyor. NATO’nun kendi envanterinden TC’ye temin ettiği kimyasal ve taktik nükleer silahların gerillaya yönelik kullanıldığının ispat edilmiş olmasına rağmen PKK, çeşitli uluslararası kurumlara çağrı yapmıştı. Ancak faşist TC ordusunun işlediği savaş suçlarını örtme görevini üstlenen KDP’nin bölgede araştırma yapmak için gelmek isteyen bazı uzman heyetlerinin geçişini engelleyerek işbirlikçiliğini güçlendirdi.

Gerilla tarihsel haksızlığa karşı direnişte!

TC devleti, 2015’te Kürt hareketine yönelik yürüttüğü haksız savaşın boyutlarını en yükseğe çıkarmıştı. O zamandan bu yana özellikle Türkiye, Irak ve Suriye Kürdistanı bölgelerinde hem halka hem de gerillaya yönelik her türlü siyasi, askeri ve ekonomik saldırganlığını katmerleştirerek sürdürmektedir. Bu tasfiye saldırılarının en önemli parçasını ise Abdullah Öcalan’a yönelik geliştirdiği ağır tecrit koşulları oluşturmaktadır. Faşist TC devletinin, A.Öcalan üzerinde uyguladığı ağır tecrit siyaseti, Kürt ulusunun özgürlük mücadelesine yönelik ciddi bir saldırıdır. Bu saldırının diğer ayağını ise Kürt halkının Rojava ve I.Kürdistanı’nda elde ettiği kazanımları tasfiye etmek, Rojava topraklarında işgal ettiği alanları çoğaltarak hem Türkiye hem de Irak Kürdistanı’nda Medya Savunma Alanları üzerinde gerillayı askeri operasyonlarla bitirme hesabını yapmaktadır. Fakat gerillanın geliştirmiş olduğu savaş tünelleri, araziyi etkin kullanması ve etkin vur-kaç taktiği ile Türk ordusu bir bütün istediğini elde etmede zorlanmaktadır. Zaten halihazırda Maraş merkezli depremden sonra eylemsizlik kararı açıklayan gerillanın bu süreci hazırlıklı geçirdiği, özellikle seçimlerden sonra bu tarz işgal saldırılarının gelişeceğine dair öngörülerle bölgede ciddi hazırlıklarının olduğunu, indirme yapan TC askerlerine ilk elden verdikleri cevaptan anlıyoruz. Yine Bitlis Xizan’da faşist TC’nin başlatmış olduğu askeri operasyonlarda, “Teslim ol” çağrılarına direnişle cevap vererek ölümsüzleşen o kahraman gerilladan bu saldırılara karşı gösterilecek en devrimci tavrın ne olduğunu anlıyoruz.

Bu saldırılar karşısında devrimcilerin ve komünistlerin görevi, Lozan Antlaşmasıyla çiğnenen Kürt ulusunun Özgürce Ayrılma Hakkını savunarak, Kürt halkının kazanımlarına yönelik gelişen her saldırının karşısında “en önde” durmak, savaşmaktır.

2258

Dine Savas Acmak Dini Guclendirir; Ama Dinle Uzlasmak Da Dini Guclendirir

 
 
Dine Savas Acmak Dini Guclendirir; Ama Dinle Uzlasmak Da Dini Guclendirir; Din Sinif Mucadelesindeki Rolune Gore Ele Alinir!
Herseyleri yalan, demogoji, carpitma, sahtekarlik...

Alevi Açılımı mı, İzzettin'in Hançeri mi ?

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın okyanus ötesinde ikamet eden Fethullah Gülen hocayla ve Alevi toplumunun her dönem sisteme yedeklenmesi, demokrasi, temel hak ve özgürlüklerle kimlik mücadelesinden uzaklaştırılması için gönüllü olarak çalışan İzzettin Doğan’ın son asimilasyon projesi çalışması netleşmeye başladı.

 

İtiraz ahlaki[*]

 

“İnsanlarda eksik olan

güç değil iradedir.”[1]

 

Zor, ancak zor olduğu kadar da güzel ve umutlu günlerden geçiyoruz.

İnsan olma hâli(miz), bir kere daha sınanıyor.

Devletin Sokak Çeteleri Mafyanın Ortak Organizasyonuna Karşı Devrimci Tavır Ne Olmalıdır! HASAN AKSU.

Bu gerçeklik bugüne has bir karşı devrimci bir organizasyon değil. Devletin başında olanların derin organizasyonudur ve de süreklilik göstermektedir.

Bu Dünya Komünizmi de Yaşayacaktır!

 

Ekim Devrimi’nin 96. Yılını Kutlarken!...

Sınıf bilinçli bir devrimcinin,
her zaman devrim beklemesi,
onun düşünce ve eylem
diyalektiğinin bir gereğidir

ÇIRILÇIPLAĞIM SOKAK ORTASINDA UTANIYORUM!

Yoksullar için bir cehenneme dönüşen dünyanın şu utançlı haline bir bakın! İçinde çocuk ve kadınların da olduğu yüzlerce kaçak göçmen bindikleri tekne alabora olunca, İtalya'nın Lampedusa Adası açıklarında denizin zifiri karanlığında kaybolup gittiler.

         Dünyayı aralarında ülke ülke parselleyen kudretlilerin para havuzları dolarlarla dolup dolup taşarken, yoksulluk mengenesindeki bu insanlar bir lokma ekmek için bin bir umutla yollara düşmüş, bilmeden ölüme koşmuşlardı.

Aşk ve Sanatın hayatı yani Gezi, Kızılay, Gündoğdu, vd’leri 1

“İyi ki hatırlattın

Başkaldırı diye bir şey var

İsa’dan beri insanı güzelleştiren

Şimdi daha güzel her şey

Daha insan herkes.”[2]

 

BEN BEHZAT FİRİK! Hasan Aksu

GÖZLERİMİ DAĞLADILAR WAYE, ATEŞLERDE YAKILDIM ANNEY!
 Ben BEHZAT FİRİK:  Tabi beni çoğunuz tanımazsınız, çok azınız beni tanır. 12 Eylül 1981’in 10 Ekim’inde,  karanlığın dağılmaya yüz tuttuğu bir fecir vakti, Dersim’de Ovacık’ın Dere Karedesi’nde yani köyümde ağabeyimle birlikte Kayseri komando tugayınca yaka paça gözaltına alındık.    Operasyon timinin başında “Kulaksız Yüzbaşı” lakaplı Aytekin İçmez vardı. Biliyorum hala beni tanımadınız, ne demek istediğimi hala anlayamadınız, tanıyamadınız beni.

Akp'nin yeni oyunu‘’Demokratikleşme Paketi’’

Kamuoyunun uzun bir süredir beklediği  ‘’Demokratikleşme Paketi’’ nihayet 30 Eylül 2013 tarihinde yeni Başbakanlık binasında, bizzat hükümetin başı Erdoğan tarafından açıklandı.  Hiçbir muhalif gazete ve televizyon kuruluşunun yer almadığı basın toplantısında,  Bakanlar Kurulu üyeleri ve yandaş basının Ankara temsilcilerinin yer aldığı basın toplantısında, Erdoğan tek kişilik bir tiyatro oyunuyla ‘Demokratikleşme Paketi’’ni açıklayarak salondan ayrıldı.

Alman Bernsteincılığın, Rus Struveciliğin Günümüz Versiyonları 'Özgürlükçü Sosyalizm' Ve HDP-HDK



Ekonomistler , Legal Marksistler ve Menşeviklerin bir bölümünün Rus Devrimi süreci içinde toparlandığı Kadetlerin(Anayasal Demokrat Parti) iç savaş sürecinde karşı-devrimci Beyaz Muhafizlara dönüşmeleri size ilham vermelidir...

Geri dönüp baktığımda

Kürt hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa  “hassas süreci” baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor. 

Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.

Sayfalar