Pazartesi Mayıs 6, 2024

Faşizme Ve Tek Adam Diktatörlüğüne HAYIR!

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da kitlelere yaşatılanlar, tam da burjuvaziye özgü despotizmin, işçi ve emekçileri ise aşağılanmanın trajedisidir.

Çeşitli milliyetlerden Türkiye ve Kürdistan halkları, son 93 yıllık tarihin içinde bunlara tanıklık etti ve yaşadı. “tek vatan - tek millet - tek bayrak - tek din, tek devlet” ırkçı-faşist-dinci politikaların cenderesi içine alındı. Salt, burjuvazi sömürüsünü rahat yapsın, palazlansın ve içinde eşitlik, özgürlük ve demokrasinin olmadığı diktatörlüğünü sağlamlaştırsın diyedir.

Türk egemen sınıfları, siyasal ve ekonomik kriz içinde nasıl bir düzen tuturacaklarını bilemez duruma geldiler. Sınıflar mücadelesinin keskinliği ve üzerinde oturdukları ekonomik-politika, onların rotasını belirsizleştirmektedir. Tek bildikleri; sömürü düzenini koruma için devlet terörünü artırma-azdırma olmaktadır.

Emperyalist-kapitalist ekonomik sisteme bağlı olan Türk egemen sınıfları, 12 Eylül 1980’den bu yana, baskıları yumuşatma değil, daha da ağırlaştırma, demokratik hak ve özgürlükleri yok etme politikası izleye geldi. Olağan bir dönem değil, olağanüstü dönemler içinde, “demokrasicilik” oynadılar. İşçi sınıfı tarihsel devrimci rolünü bu süreç içinde oynayamadığı için, burjuva sistemi, kendini tek adam diktatörlüğüyle sürdürme savaşı içine girdi.

Ekonomik ve siyasi kriz nedenyile parçalanmışlık ve zayıflama egemen sınıfları tek adam diktatörlüğünde buluşturdu. Ortda ne siyasi ne de ekonomik istikrar var. Her kesim ve her tarafla savaş içindeler. “Vatandaşım” dediği Kürtlerle, azınlıklarla, alevilerle, işçisiyle, akademisyeni ve aydınıyla, gazetecisiyle, sanatçısıyla, yazarı-çizeriyle, kadınıyla, öğrencisi ve gençliğiyle kavga içindedir.

“Dost” diyebileceği bir komşusu kalmadı. Hepsiyle şu veya bu şekilde kavgalı. Emperyal amaçlarla, saldırmayacağı ve yapmayacağı bir şey kalmadı. Burjuvazinin en temel ilkesi, ilkesizliktir. Çünkü, kapitalist sömürü ve yağma ekonomisinin ilkesi, niyetlerden bağımsız olarak, kaçınılmaz olarak kaos ortamı yaratır.

Türk egemen sınıfları, (ABD ve AB emperyalistlerin politikalarına bağlı olarak da) işçi sınıfının devrimci ideolojisine karşı, “ılımlı islam” modelini öne çıkraması da dertlerine deva olmadı. Kelimenin tam anlamıyla, ülke karanlık bir kuyunun içine atıldı. Irkçı-dinci iktidar eliyle; ne ülkede, ne Kürdistan’da ne de Suriye’de, “Kuşların da şarkı söyleyemeyeceği”1 bir ortam yaratıldı. İşçi sınıfı ve halkların demokratik kazanım ve bilinçleri, dinci, ırkçı söylem ve uygulamalarla içiçe geçen faşist devlet terörünün kuşatması altına alındı.

Faşist Türk egemen sınıfların “ılımlı islam” modeli, tek adam diktatörlüğünü kaçınılmaz kıldı. Nereye adım atacağını bilemez durumdalar. Bir taraftan Kürt ulusunun ulusal kazanımları; katliamlar, toplu tutuklamalar ve yıkımlarla geriletilemeyecek bir sürecin içine girdi. Öte yandan kapitalist soygun ekonomisinin yürütülemez hali, dış borcun ekonomideki kaldırılamaz yükü, ulusalarası alanda sıkışmışlık ve dışatalanmışlık durumu, kapitalizmin krizini derinleştirici faktörler olarak öne çıktı.

Ancak, “tek adam diktatörlüğü”, tüm devlet terörünün harekete geçirilmesine karşın, devrimci, ilerici ve demokrat muhalefet cephesinin bastırılamamış, ezilememiş ve suturulamamış olması, faşist diktatörlüğü uygulamalarıyla daha da uçuruma itmektedir. Bunlara ek olarak, sendikaların yasak ve baskılarla işlevsizleştirilmiş olması gerçeğine karşın, işçi sınıfının sınıf bilincini bütünüyle yok edemediği ve edilemeyeceğini, metal işçilerin son grev ve direniş kararlılığı; burjuvazinin (grev yasaklarının derhal devreye sokulması) korku hanesindeki yerini korumaya devam ettiğini gösterdi.

Köklü bir mücadele deneyimlerinin yanında, yüzyılı aşan sınıf bilinçli örgütlülüklere sahip olmuş ve nicel olarak gelişmiş işçi sınıfının varlığı karşısında, tek adam diktatörlüğünün uzun süre ayakta kalması oldukça zordur. Burjuvazinin bütün kutuplaştırıcı, islamlaştırıcı, ırkçı ve cinsiyet ayrımcı politikalarına karşın, güçlü bir sınıf varlığı gerçeği karşısında daha fazla tutunamayacaktır.

Burjuvazinin, “insan hakları”, “demokrasi” vb. aldatmacaları, kitlelerin küçümsenmeyecek bir kesiminin gözünde, artık, faşizmin birer demogoji araçları olduğunu daha net ortaya koymuştur. “Anayasa değişikliği”, yeni hukuksal kılıflar, KHK’ler ve Türk parlemontosundaki “demokrasi” oyunları, kapitalist sistem içindeki ülkelerin sıradan birer muz cumhuriyetlerine dönüşebildiğinin en yakın örnekleri olmuştur.

“Anayasa değişikliği”ni içeren maddelerin içeriği, İŞİD’in “emirliği”nin” benzerinin Türkiye’de yasallaşmasını kapsadığını söylemek yanıltıcı olmayacaktır. Ve bunun uygulamaları okullardan başlatılmıştır.

Önümüzdeki Nisan ayı başlarında yapılacağı söylenen “anayasa değişikliği” referandumu, tek adam diktaörlüğünün yasal kılıfı olmasının yanında, faşist-dinci devlet terörünün daha da tırmandırılmasının oylanması anlamını taşımaktadır. Bu nedenle de, en büyük zararı gören ve görecek olan işçi sınıfı başta olmak üzere bütün ezilen kesimlerin buna karşı koyması ve HAYIR demesi en doğru olanıdır.

“Anayasa değişikliği referandumu”nda kitleleri sandık başına gitmelerini ve HAYIR oyu vermelerini söylemek, faşizmi onaylamak anlamına da gelmez. Referandum sonucu, iktidar partisinin istediği doğrultuda çıksın çıkmasın, değişen bir şey olmayacak. Faşist diktatörlük yıkılana kadar devlet teröründen vazgeçmeyecektir. Hayır oyları fazla da çıksa, Erdoğan kendiliğinden o koltuğu terk etmeyeceği gibi, faşist-dinci baskıları tırmandırmaktan da geri durmayacaktır. Referanduma katılmak, faşizmin oynuna gelmek ya da ona meşru bir statü vermek anlamına da gelmez.

Bütün bunlara rağmen, HAYIR kampanyasının örgütlenmesi, kitlelerde demokrasi bilincini artırma ve faşizmi teşhir etmeye hizmet edecek olmasıdır. Referandum sonucu “Evet” çıktığında, tek parti rejmine geçilmesi ve şu anda var olan bazı demokrat ve ilerici yayınlarında kapatılması ve yasaklanaması beraberinde gelecektir. Yani, sistem, baskılara karşın ayakta durmaya çalışan işçi ve emekçilerin tüm demokratik soluk borularını tıkama yolunu seçecektir. ABD - AB’deki iç faşistleşme bu olguyu fazlasıyla destekleyeci rol oynayacaktır. Ancak, toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan ezilenlerin çoğunluğu, bu devlet terörünü daha fazla taşıyamayacak ve toplumsal kalkışma bir yerden patlak verecektir.

“Faşizme ve Tek Adam Diktatörlüğüne HAYIR” kampanyasının örgütlenmesinin zorluklarla dolu olduğu bir gerçektir. Çünkü, iktidarı elinde tutanlar bunu her yönüyle etkisizleştirmeye ve önlemeye çalışıyor ve çalışacaklardır. Ancak, tüm olanaksızlıklara karşın bu konuda çabaları artırarak, birleşilebilecek tüm kesimlerle ortaklaşa mücadeleyi yükseltmek önem taşımaktadır. HAYIR kampanyası, hareketlenmenin, örgütlenmenin, sessizleştirilmiş ve sindirilmiş kitlelerin sokaklara taşımanın aracı olursa, kitlelere, önümüzdeki mücadele günleri için güçlü deneyimler kazandırmış olacaktır. 

46676

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Newroz;Köhnemişe isyan,mazluma kardeştir!

Newroz, sınıf mücadelesi tarihinde zulme karşı yeni bir sayfa açma hamlesidir. Demirci Kawa’nın bu devrimci hamlesi tarihseldir, gelecek kuşakların ve toplumların isyan-direniş geleneğidir.

Newroz Ortadoğu ve ortaasya toplumlarının bilincinde yenilenme, başlangıcın ifadesidir. 21 Mart’ı dönüm noktası olarak kavrayan toplumsal bilinç hamle yapmaya, geçmişin ağır yükünden kurtulmaya da hazırdır. Demirci Kawa’nın Dehak’ın zulmüne karşı haysiyet, onur ve geleceği kazanma mücadelesi Newroz’un başlangıç, yenilenme özünün devrimci karaktere bürünmesini sağlamıştır.

Bu Senin Hikâyendir

Sen bir halksın. "MÜMİN VE EFENDİ" bir halksın.

Halkların devrimci birliği

Emperyalizm bir yandan ranta dayalı sermayesini büyütürken diğer yandan ezilen dünya halklarının yaşamında büyük bir ağırlık olarak duran sefaletin yaratıcısı ve sorumlusudur. Dünyada var olan ve yaşanan köleliğin ve yoksulluğun yaratıcısı ve sürdürücüsü durumunda olan emperyalizm bütün faşist-gerici ulus devletlerle birlikte yaşatılan soykırım ve katliamlarında baş sorumludur. Emperyalistler ve yerli gerici faşist iktidarlar Ortadoğu’da ve ülkemizde ulusal-dinsel-mezhepsel çatışmaların düşmanlıkların yegane sorumlularıdır.

Kürdistan boşalıyor!

Özyönetim ve Hendek

Katliam, yıkım ve göçün diyarı oldu !
Oysa birkaç ay öncesine kadar umutlanmış ve özyönetimle kendi kendimizi yöneteceğimize dair hesaplar yapmıştık.
Devletin Moğol psikozuyla Kürdün kendi kendini yönetme isteğini bastıracağını kimse düşünememişti, düşünemezdi, zira Erdoğan, İran mola rejiminin sünni versiyonlu dinci rejiminin ayak yerini yapmak için yapay bir barış ortamı yaratmıştı. Bu barış ortamına hepimiz kandık, "yetmez ama evet" lerle destekledik, rehavete kapıldık ve işlenen tüm suçlara da ortak olduk.

Umudun Yazarı Sizler Gibi Olmaksa ...

İnsanı faşistlikten kurtaran sevdikleri için üretikleri değil ki .

İnsanı faşistlikten kurtaran sevdikleri dışındaki insanlar içinde üretmesidir .

Vallah zenginlere döndük. Billahta zenginlere döndük. 

Hani şu nasıl kazanıldığını bilmeyen,  har vurup harcayan,  çocukları olan zenginler var ya,  ha…  onlara döndük.

Bu kadar da olmaz ki .  

Dünyanın neresinde halkın sosyal yaşantısının içerisinde çıkıp gelen tınılar  çalındığında devrimcide burçak tarlasına iştirak etmez ki .

Bir şeyde diyemiyorsak .

Berlin’e Savaşı Öldürmek İçin Gitmek

„Çocuklarınıza mutlaka şunu anlatın;Bizler, kadınlar olmasaydık,1945’inİlkbaharı da olmazdıYaşanmazdı”(Nonna Aleksandrovna)[1]

Berlin’e Savaşı Öldürmek,Sur’a Kürt katliamını Durdurmak İçin Gitmek...

 II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın en vahşi günleriydi. Bütün emperyalistlerin dört gözle, Sovyetlerin Nazilerin eline düşmesini beklediği anlardı. Ama, Nazilerin hesaplayamadığı bir şey vardı. Sovyet kadınları...

TKP/ML-MK:8 Mart emekçi kadınların örgütlenmiş isyanıdır!

8 Mart 1857’de Amerika’da Kadın işçilerin temel hakları için mücadele ederken 129’nun yanarak katledilmesiyle temel buldu Dünya emekçi Kadınlar günü. Proleter kadınların kapitalizme karşı açtığı isyan bayrağının kızıl rengi bugün kadın hakları mücadelesinin hala temel itim gücü olmaya devam ediyor. 1857 ile rengini alan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü, bugün kadınların sınıfsal sorunları yanında ezilen cinsiyet olmasından kaynaklı sorunlarla birlikte daha geniş anlama bürünen bir toplumsal mücadele karakteri kazanmıştır.

Son kavga sınıf kavgasıdır! İsmail Cem Özkan

“Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” Köroğlu

Sınıf kavgasında taraflar meydana çıkıp er kavgası yapmamaktadır… Köroğlu değimi ile tüfek icat oldu. Bir tüfeğin sınıf lehine kullanılması ve sınıfı için sermaye birikimi aracı olduktan sonra savaşlar meydanlara çıkıp, daha karmaşık ilişkilerin olduğu bir alana kaydı. Kapalı kapılar arkasında verilen kararlar sonucu birçok insan haberi dahi olmadan, ne için öldüklerini bilmeden toplu katliamların, soykırımların kurbanı oldu.

Koçgiri'nin Onurlu Direnişi‏

Bilinmelidir ki, 1921’de Koçgiri, 1930’da Zilan ve 1937-38’de Dersim’de yaşananlar, resmi belgelerde tahrif edilerek gösterilmeye çalışıldığı gibi asla isyan değil, birer katliamdır. Hatta Dersim 1937-38 bir soykırım girişimidir.

Gelo ew ki ye / Jı wé da te ye /

Çı bejnik le ye / We ki reyhan e /

Navé wî Alîşer e / Him mér e him reyber e /

Li çiya ye Koçgîriyê zulfîkare

Kürt Ulusu Duygusal Bağlarının Olmadığı; Zoraki ‘Yaşama Birliğine’ Son Veriyor.

İsteyerek, gönüllü birlikteliği taşımayan, zoraki, tek taraflı ve baskıya dayalı bir evlilik mutlak ki, bir gün isyana başkaldırıya dönüşerek, kendi bağımsızlığını, özgürlüğünü isteyecektir. İstenen şu; bireyin, kadının, toplumun ve bir ulusun kendi iradesiyle her konuda kendisinin özgürce karar vermesidir. Kürt ulusu hiçbir zaman eşit şartlarda bir birliktelik yaşamadı. Türk ulusu her yönlü (sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve yaşamsal ) bir imtiyaza, hâkimiyete sahipti, halen de öyle. Evlenip boşanmada olduğu gibi tüm toplumsal sorunlarda da Türk ulusu ezici üstünlüğe sahiptir.

Ey Ahmet Hakan! – Kadir Amaç

Gazeteci ve haber spikeri kamuoyunu doğru bilgilendirmeye dayalı bir informasi mesleğidir! Gazeteci ve haber spikeri olan insanlar; billim adamı değildir, düşünür değildir, siyaset bilimci değildir, toplum bilimci değildir, din bilimci değildir, tarihçi değildir ve hasılı kelam jurnalcilikten başka hiç bir şey değildir!

Sayfalar