Cuma Nisan 26, 2024

Hizip safsatası ile üzeri örtülen gerçekler

Kolektifimizin uzun bir süredir gündeminde olan bir dizi tartışma kamuoyuna yansımıştır. Bu tartışmaların taraftar ve kamuoyuna sızdırılmasına başından beri karşı çıktık. Tartışmaların zamanında ve yerinde yürütülmesini esas aldık. Elbette burada temel kaygımız kolektifimiz içinde ortaya çıkan ideolojik-politik-örgütsel tartışmaların bizi güçlendirecek bir içerik ve misyonla ele alınmasıdır. Kolektifimiz içinde ideolojik mücadelenin sağlıklı bir biçimde yürütülmesinin koşullarını yaratmaya çalıştık.

Bu yüzden ilkelerimize sadık bir biçimde kolektifimizin platformlarında görüş ve düşüncelerimizi savunduk. Bu süreci çok uzun bir süredir biriken ve kangrene dönüşmüş bir dizi sorunumuzu çözmenin olanağı olarak gördük. Hatta kolektifimizin çizgisinin netleşmesi, teorik berraklığının sağlanması, sınıf mücadelesinin açığa çıkardığı ihtiyaçlara cevap olamama halimizi ortadan kaldırmak için önemli bir olumluluk olarak gördük. Savaşımızın çelişkilerini çözemeyişimizin bizi zorladığı bu ideolojik mücadeleye girmekten korkmadık-çekinmedik. Ancak kolektifimizi kendi dogmatizmlerinin bataklığına çakılı bırakmak isteyen bir anlayışla ideolojik mücadeleyi bu düzlemde yürütmenin zemini ortadan kalkmıştır. Bu yüzden hizip nedir, ne değildir tartışmalarına bir kez daha yönelmek zorunluluk olarak karşımıza çıkmıştır.

Yaşayan bir organizma olarak komünist parti değişir, büyür, gelişir, yenilenir, mücadelenin ihtiyaçlarına göre kendini donatır. Bunlar KP’nin hedeflerine ulaşabilmesi için zorunluluktur. Elbette bunun olabilmesi için parti içinde canlı, dinamik bir tartışma ortamının yaratılması gerekir. Bu canlılığın olduğu ortamda farklı görüşler de olabilir. Bu farklı görüşleri bir araya getiren, aynı örgütün çatısı altında tutan tek sarsılmaz gereklilik söz konusu partinin tüzüğüdür. Bütün birey ya da hücreler bu tüzüğün emirlerine itaat etmekle yükümlüdür. Politikayı yorumlayış, taktik meselelere yaklaşım ne kadar farklılık gösterirse göstersin tüzük yoruma kapalı tek olgudur. Unutulmamalıdır ki, tüzük tek tek bireylerin fikirlerine göre değişkenlik göstermez. Bireyler tüzüğün kabulü ile örgütte var olur. Bu kabul koşulsuz uygulamayı da beraberinde getirir. Bu gerçeğe aykırı hareket eden her unsur, partinin köklerini çürütme yönlü hareket ediyor demektir.

Böyle unsurların varlığı iç meseleleri “basit” görüş ayrılıkları olarak tartışmanın, tanımlamanın zeminini ortadan kaldırır. Basit görüş ayrılıkları olarak değerlendirilen ancak temelinde bir dizi ideolojik-politik-örgütsel ayrımı barındıran meseleler taktiksel farklılık olarak da ele alınma noktasından oldukça uzaklaşıldığını gösterir. Pratikte yan yana durmanın olanaksızlaştığı, güncel pratik meseleleri algılayışta bile bir dizi farkın açığa çıktığı noktada, çizgilerin netleştirilmesi, farkların daha açık ortaya konması meselenin yüzeysel görüş ayrılığı olmanın tersine çizgi farkı olarak açığa çıkmasına kaynaklık eden ideolojik-politik-örgütsel temellerin doğru tanımlanması zorunluluğu ile karşı karşıya kalınır.

Kolektif içinde ideolojik mücadelenin koşulları yaratılmalı, her dönem olabilecek fikir ayrılıklarının açığa çıkardığı tartışmalar parti çizgisinin netleşmesi açısından sağlıklı bir şekilde yürütülmelidir. Parti birliğinin güçlenmesi temelinde açığa çıkan tartışmaların önü tıkanmadan sürdürülmesi ve sonuçlanması gerekir. Önü tıkanan tartışmalar, üstü örtülen eleştiriler, sonuçlandırılmayan ideolojik tartışmalar kolektifi güçsüz düşürür. Bugün yeri ve zamanı değil diyerek ötelenen her mesele, kolektifin ideolojik berraklığının üstüne bir sis perdesi gibi çöker. İdeolojik mücadele ile araya çekilen bu sis perdesi kolektifin gelişiminin önüne kurulan bir barikattır aynı zamanda.

Önderlikten ve yönlendirmeden yoksun biçimde ötelenen her tartışma/hesaplaşma kolektif içinde kendi dinamiklerini, canlılığını koruyarak varlığını sürdürür. Bu dinamikler güçlü, ideolojik olarak kendine güvenen, iç meseleleri birlik temelinde sürdürme-yönlendirme kapasitesine sahip önderliği olan kolektif açısından bakıldığında onu güçlendirecek potansiyel anlamını taşır. Ancak kurum içi mücadelede açılan tartışmaları yersiz bulan, eleştirilerin üstünü örtmeye çalışan, eleştirenle eleştirilen arasında kamplaşma yaratan bir anlayışla hareket eden toplamda kolektife güvensizliğinin arkasında gizlemeye çalıştığı kendine güvensizliğiyle ön plana çıkan bir önderlik anlayışıyla meseleler ele alındığında iki çizgi mücadelesi yok sayılmış, eleştiri hakkı gasp edilmiş demektir.

Bu gerçekliğin açığa çıkardığı yeni duruma kolektifin vereceği refleks, geleceği açısından hayati önem taşımaktadır. Öncülük ve yönlendirme, bütün kolektifi birarada tutan bir çekim merkezi olma görevini kolektif içi kamplaşmaya neden olacak şekilde kullanan bir önderlik karşısında ise kadroların alacağı tutumun tayin edici bir anlamı olacaktır.

Bireysel çıkarlarını kurumun çıkarlarının önünde tutan kendi zaaf ve hatalarının üstünü örtmek için ilkeleri, tüzüğü yok sayan, sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına cevap olamamadaki kendi rollerini gizleyen, iktidar histerisinin tatmini için parti erkinin yetkilerini tek elde toplamaya çalışan, kurumun görüşlerine denk düşmeyen kişisel görüşlerini kurumun merkezi iradesi adına kamuoyuna korsan biçimde yansıtan bir anlayış açıktır ki, kolektif iradesine yönelen bir darbedir. İdeolojik mücadele yerine kolektif içinde kendi anlayışlarını yaymak için yürütülen faaliyet açık bir hizip faaliyetidir. Kolektifin görüşlerini yok sayan, iradeyi tanımayan, kurum organ ve örgütlerini yok sayarak parti işleyişini yok oluşa sürükleyen bu anlayışa karşı takınılacak MLM tutumu İbrahim Kaypakkaya, Şafak Revizyonistlerine karşı yürüttüğü mücadelede teorik olarak berrak biçimde ortaya koymuş ve PP’nin inşasına yönelerek pratikte hayata geçirmişti.

“Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içinde körü körüne itaati, dalkavukluğu, sırt sıvazlamayı teşvik edenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içi eleştiriyi bastırmaya çalışanlardır. Kendilerine yönelen eleştirileri kadrolardan gizleyenlerdir. Hizipçi, bölücü olanlar, kendilerini eleştiren kadroları iğrenç bir iftira ve dedikodu kampanyası ile yıpratmaya, diğer kadroların gözünden düşürmeye, tecrit etmeye çalışanlardır.

... Hizipçi ve bölücü olanlar hem demokrasi hem de merkeziyetçilik ilkesini çiğneyerek kendilerine en aşırı demokrasiyi Marksist Leninistlere de en aşırı merkeziyetçiliği uygulamak isteyenlerdir.

... Bunlar kendi küçük kliklerinin menfaati adına proletaryanın ve emekçi halkın menfaatlerine sırtlarını çevirmişlerdir. ... Halkın menfaati ile Partinin menfaati çeliştiği zaman Marksist Leninistler halkın menfaatinden yana çıkarlar. Bu hizipçilik değildir. Partinin menfaati adına halkın menfaatlerinin  karşısında yer almak, işte budur hizipçilik.

Marksist Leninistler halkın menfaatleri ile partinin menfaatinin aynılaşmasını istiyorlardı. Bu da ancak burjuva önderliğin partiye soktuğu teslimiyet ve ihanet yolundan onu ayırmakla mümkündü. Burjuva önderliği eleştiri ve ikna yoluyla düzeltmek imkansız olduğuna göre yapılacak şey, iflah olmazları tecrit etmek, ihanete giden yollarında yalnız başlarına bırakmak, partiyi ve kadroları devrim yolunda birleştirmektir. Kim ki bu çabayı hizipçilik olarak niteler, o kimse, ‘birlik’ adına halka ihanet yolunda yürümeyi mübah görüyor demektir.” (İK, Bütün Eserleri, Umut Yayımcılık, s. 442)

İ. Kaypakkaya, burjuvaların hakim olduğu partilerde MLM’lerin birleşerek mücadele etmeleri hizipçilik değil tarihi bir görevdir der. Şimdi tabanımızı gerçekleri ters yüz ederek peşlerinden sürüklemeye çalışanların, Kaypakkaya’yı dogmatizmin prangalarına hapsedenler Kaypakkaya çizgisinde ideolojik mücadele yürütenleri hizipçilik safsatasıyla yaftalamaya çalışmakta; kitlemizi, şiddet uygulamaya dahi sevk-teşvik ederek açıkça Kaypakkaya’yı tahrif etmekteler.

Eskimiş, mevcut duruma yanıt olamadığı pratikte defalara kanıtlanmış görüşlerine kendi çıkarları için tapınan bir yaklaşımın kaçınılmaz olan ideolojik mücadeleye ilkeli biçimde girmesi beklenemez.

Çünkü bu yaklaşımla hareket edenlerin çıkarları halkın, devrimin, partinin çıkarlarının önüne geçmiştir. Bu yüzden burjuva siyasetin bütün kirlerini kullanarak ideolojik mücadeleden sıyrılmayı esas alırlar. Kendisini durdurmaya çalışan, mücadeleyi ideolojik zemine çekmeye çalışan pratik sahiplerine şiddete varana kadar burjuva siyaset artığı her türlü yöntemi kullanmaktan çekinmezler. Dogmatizmi, oportünizmi, uzlaşmacılığı, bürokratizmi kolektif içine hakim kılmak için biat eden bir örgütlenme yapısı şekillendirmeye çalışanlara karşı kendi gerçekliğimize korkusuzca bakacağımızı, mevcut olanla yetinmeyeceğimizi, mücadelenin bizi zorladığı değişime cüretle yönelmekten çekinmeyeceğimizi defalarca kez yineledik. Bu zorunlu görevleri yerine getirmemek için ayak direyenlerin elimizi kolumuzu bağlayarak partiyi soluksuz bırakmasına, kitleden, politikadan koparmasına daha fazla müsaade etmemek tarihsel bir görev olarak bizleri beklemektedir.

“Özgürce benimsediğimiz bir kararlı düşmanla savaşmak amacıyla daha başında kendimizi tek başına bir grup olarak ayırdığımız için ve uzlaşma yolu yerine savaşım yolunu seçmiş olduğumuz için bizi suçlayan kimselerin bulunduğu yakınımızdaki bataklığa çekilmemek amacıyla birleşmiş bulunuyoruz. Ve şimdi arkamızdan bazıları şöyle bağırmaya başlıyor: Gelin bataklığa gidelim! Ve onları ayıplamaya başladığımız zaman da karşılıkları şu oluyor, ne geri insanlarsınız! Sizi daha iyi bir yola çağırma özgürlüğünü bize tanımamaktan utanmıyor musunuz? Evet beyler! Yalnızca bizi çağırmakta değil istediğiniz yere, hatta bataklığa bile gitmekte özgürsünüz. Aslında bize göre sizin gerçek yerini bataklıktır, oraya ulaşmanız için size her türlü yardımı yapmaya hazırız. Yeter ki ellerimizi bırakın, yakamıza yapışmayın ve o büyük özgürlük sözcüğünü kirletmeyin, çünkü biz de dilediğimiz yere gitmekte ‘özgürüz’; yalnızca bataklığa karşı değil yüzlerini bataklığa doğru çevirenlere karşı da savaşmakta özgürüz!” (Lenin, Ne Yapmalı?, s.26, 2016)

45185

Gezi'den Cikan Dersler Ve Dertler

Gezi'den Cikan Dersler Ve Dertler

Olgularla gençlik ve gelecek(sizlik)[1]

 

“Gençliğe, yaşlılıktan çok hürmet etmeliyiz.”[2]

Søren Kiergegaard’ın, “Hayatı ileriye dönük yaşar, geriye dönük anlarız,” uyarısının altını çizerek ekleyelim: “Gençlik ve Gelecek(sizlik)” meselesi, sürdürülemez kapitalizm koşullarında çürümenin diyalektiğinden bağışık ele alınamaz.

“Çürümenin Diyalektiği”ne gelince onu da Hilmi Yavuz’un, ‘Yara Şiirleri’ndeki dizelerinden şöyle aktarabiliriz:

“her şey akıyor

her şey akıyor, panta rei ve irin

akıyor kalbimize, senin ve benim;

yazdıkları taş levha üstüne, kirle

Mücadele boyu bir yasam : Schafik Jorge Handal [*]

“Hayır, hiç yenilmedik, çekildik yalnız Ve şimdi olduğumuz yerde Ve ayaktayız Diyorlar ki elbette doğru Kim katılmak istemez onlara.”[1]

Kentin merkezindeki küçücük meydanda kurulan derme çatma kürsüden, çevresinden kendisine laf atanlara, soru soranlara söz yetiştirirken, esprileriyle çevresindekileri kahkahalara boğarken, ona “gerilla komutanı” demeye bin şahit isterdi. Ama öyleydi işte…

Şefik Handal… Ya da El Salvador’daki adıyla Schafik Jorge Handal… 

Haklarını Tavizsiz Savunan Dirençle Karşılaştığımda - 2

 

Elimdeki egemenliği son kırıntısına kadar korumak, sürdürmek isteğini arzusunu daha da hırsla taşımaktayım.

Şimdi bazı hemcinslerim beni eleştirecekler, yargılayacaklar, belki de bu ne saçmalama, yolunu şaşırmış ya da olamaz diyecekler. Varsın desinler. Çünkü gerçekler görülmedikçe, kavranmadıkça bu sorunlarımız daha da artarak devam edecektir. İktidara karşı savaş halindeyken kendi iç dünyamızdaki benzer iktidar zaafını farkında olarak ya da olmayarak süregelen tutsaklık devam edecektir.

Yine ve yeniden geldik; BURADAYIZ![1]

“Durgunsa ya da suskunsa insan,

mutlak bir nedeni vardır.

Suskunluğa aldanma,

herşeyin bir zamanı var!”[2]

 

Zorbalığın zulmüyle insan(lar)ın yıldırılmaya, sömürülmeye çalışıldığı her yerde teslim alınamayanlar, diz çökmeyenler, başkaldıranlar hep vardı, var oldu, var olacaktır…

Ayakta alkışlanmayı hak eden Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) gerçeği bunu kanıtladı…

SÖYLEŞİ: Okuryazarlik üzerine[1]

“Bir yazarı okumak, yalnızca

neler söylediğini öğrenmek değildir;

onunla birlikte yollara düşmek,

onun eşliğinde yolculuğa çıkmaktır.”[2]

 

Yel Değirmenlerine Karşı Savaşa Katıl; Akıma kapılma:Atomu Parçalayacağız!-2



Yel Degirmenlerine Karsi Savasa Katil; Akima kapilma:Atomu Parcalayacagiz-2

DHF Cevresindeki arkadaslarin 'Cok Partili Sosyalizm' tartismalarina bir katki olarak yayinladigimiz makaleminizin ikinci kismini yayinliyoruz 

Bir kez daha, “Terör” mü?[1]

“Dünyayı fethetmek zorunda değiliz. Bize onu baştan yaratmak yeter.”[2]

Onlar düşlerinin büyüklüğü kadar özgürdür ![1]

“Ji bo bi çav li hev

nihêrtina bi mirovekî re,

divê ku ew meriv be.”[2]

 

Çoğunu tanıyorum; kucaklaştık; aynı ekmeği paylaşıp birlikte umutlandık…

İnebolu (Kastamonu) M Tipi Kapalı Hapishanesi’nden Murat Kur, Hıdır Yıldız ve Deniz Kırbağ’ı…

Sincan (Ankara) F Tipi Kadın Hapishanesi’nden Evrim Konak’ı…

Elbistan (Maraş) E Tipi Hapishanesi’nden Tuğçe Özgül’ü…

Malatya E Tipi Hapishanesi’nden Ali Mükan’ı…

Kürkçüler (Adana) F Tipi Kapalı Hapishanesi’nden Emrah Kalkan, İsa Uğur Erdoğan ve Özer İnal’ı…

Yel Değirmenlerine Karşı Savaşa Katıl; Akıma kapılma:Atomu Parçalayacağız!-1


DHF ve MKP cevresinden arkadaslar "cok partili sosyalizmi' tartisiyorlarmis...

Yeni Hınzır Paşalara Geçit Yok!

Bir kez daha asimilasyon ve Hınzır paşalar konusunda hem Alevi toplumuna, hem de Alevi örgüt yöneticilerine seslenmeyi, Aleviliğe yönelik asimilasyon operasyonunun bizzat devlet eliyle güçlü bir şekilde devam ettirilmesinden ötürü bir gereklilik olarak hissediyorum.   

Sayfalar