Pazar Nisan 28, 2024

Hizip safsatası ile üzeri örtülen gerçekler

Kolektifimizin uzun bir süredir gündeminde olan bir dizi tartışma kamuoyuna yansımıştır. Bu tartışmaların taraftar ve kamuoyuna sızdırılmasına başından beri karşı çıktık. Tartışmaların zamanında ve yerinde yürütülmesini esas aldık. Elbette burada temel kaygımız kolektifimiz içinde ortaya çıkan ideolojik-politik-örgütsel tartışmaların bizi güçlendirecek bir içerik ve misyonla ele alınmasıdır. Kolektifimiz içinde ideolojik mücadelenin sağlıklı bir biçimde yürütülmesinin koşullarını yaratmaya çalıştık.

Bu yüzden ilkelerimize sadık bir biçimde kolektifimizin platformlarında görüş ve düşüncelerimizi savunduk. Bu süreci çok uzun bir süredir biriken ve kangrene dönüşmüş bir dizi sorunumuzu çözmenin olanağı olarak gördük. Hatta kolektifimizin çizgisinin netleşmesi, teorik berraklığının sağlanması, sınıf mücadelesinin açığa çıkardığı ihtiyaçlara cevap olamama halimizi ortadan kaldırmak için önemli bir olumluluk olarak gördük. Savaşımızın çelişkilerini çözemeyişimizin bizi zorladığı bu ideolojik mücadeleye girmekten korkmadık-çekinmedik. Ancak kolektifimizi kendi dogmatizmlerinin bataklığına çakılı bırakmak isteyen bir anlayışla ideolojik mücadeleyi bu düzlemde yürütmenin zemini ortadan kalkmıştır. Bu yüzden hizip nedir, ne değildir tartışmalarına bir kez daha yönelmek zorunluluk olarak karşımıza çıkmıştır.

Yaşayan bir organizma olarak komünist parti değişir, büyür, gelişir, yenilenir, mücadelenin ihtiyaçlarına göre kendini donatır. Bunlar KP’nin hedeflerine ulaşabilmesi için zorunluluktur. Elbette bunun olabilmesi için parti içinde canlı, dinamik bir tartışma ortamının yaratılması gerekir. Bu canlılığın olduğu ortamda farklı görüşler de olabilir. Bu farklı görüşleri bir araya getiren, aynı örgütün çatısı altında tutan tek sarsılmaz gereklilik söz konusu partinin tüzüğüdür. Bütün birey ya da hücreler bu tüzüğün emirlerine itaat etmekle yükümlüdür. Politikayı yorumlayış, taktik meselelere yaklaşım ne kadar farklılık gösterirse göstersin tüzük yoruma kapalı tek olgudur. Unutulmamalıdır ki, tüzük tek tek bireylerin fikirlerine göre değişkenlik göstermez. Bireyler tüzüğün kabulü ile örgütte var olur. Bu kabul koşulsuz uygulamayı da beraberinde getirir. Bu gerçeğe aykırı hareket eden her unsur, partinin köklerini çürütme yönlü hareket ediyor demektir.

Böyle unsurların varlığı iç meseleleri “basit” görüş ayrılıkları olarak tartışmanın, tanımlamanın zeminini ortadan kaldırır. Basit görüş ayrılıkları olarak değerlendirilen ancak temelinde bir dizi ideolojik-politik-örgütsel ayrımı barındıran meseleler taktiksel farklılık olarak da ele alınma noktasından oldukça uzaklaşıldığını gösterir. Pratikte yan yana durmanın olanaksızlaştığı, güncel pratik meseleleri algılayışta bile bir dizi farkın açığa çıktığı noktada, çizgilerin netleştirilmesi, farkların daha açık ortaya konması meselenin yüzeysel görüş ayrılığı olmanın tersine çizgi farkı olarak açığa çıkmasına kaynaklık eden ideolojik-politik-örgütsel temellerin doğru tanımlanması zorunluluğu ile karşı karşıya kalınır.

Kolektif içinde ideolojik mücadelenin koşulları yaratılmalı, her dönem olabilecek fikir ayrılıklarının açığa çıkardığı tartışmalar parti çizgisinin netleşmesi açısından sağlıklı bir şekilde yürütülmelidir. Parti birliğinin güçlenmesi temelinde açığa çıkan tartışmaların önü tıkanmadan sürdürülmesi ve sonuçlanması gerekir. Önü tıkanan tartışmalar, üstü örtülen eleştiriler, sonuçlandırılmayan ideolojik tartışmalar kolektifi güçsüz düşürür. Bugün yeri ve zamanı değil diyerek ötelenen her mesele, kolektifin ideolojik berraklığının üstüne bir sis perdesi gibi çöker. İdeolojik mücadele ile araya çekilen bu sis perdesi kolektifin gelişiminin önüne kurulan bir barikattır aynı zamanda.

Önderlikten ve yönlendirmeden yoksun biçimde ötelenen her tartışma/hesaplaşma kolektif içinde kendi dinamiklerini, canlılığını koruyarak varlığını sürdürür. Bu dinamikler güçlü, ideolojik olarak kendine güvenen, iç meseleleri birlik temelinde sürdürme-yönlendirme kapasitesine sahip önderliği olan kolektif açısından bakıldığında onu güçlendirecek potansiyel anlamını taşır. Ancak kurum içi mücadelede açılan tartışmaları yersiz bulan, eleştirilerin üstünü örtmeye çalışan, eleştirenle eleştirilen arasında kamplaşma yaratan bir anlayışla hareket eden toplamda kolektife güvensizliğinin arkasında gizlemeye çalıştığı kendine güvensizliğiyle ön plana çıkan bir önderlik anlayışıyla meseleler ele alındığında iki çizgi mücadelesi yok sayılmış, eleştiri hakkı gasp edilmiş demektir.

Bu gerçekliğin açığa çıkardığı yeni duruma kolektifin vereceği refleks, geleceği açısından hayati önem taşımaktadır. Öncülük ve yönlendirme, bütün kolektifi birarada tutan bir çekim merkezi olma görevini kolektif içi kamplaşmaya neden olacak şekilde kullanan bir önderlik karşısında ise kadroların alacağı tutumun tayin edici bir anlamı olacaktır.

Bireysel çıkarlarını kurumun çıkarlarının önünde tutan kendi zaaf ve hatalarının üstünü örtmek için ilkeleri, tüzüğü yok sayan, sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına cevap olamamadaki kendi rollerini gizleyen, iktidar histerisinin tatmini için parti erkinin yetkilerini tek elde toplamaya çalışan, kurumun görüşlerine denk düşmeyen kişisel görüşlerini kurumun merkezi iradesi adına kamuoyuna korsan biçimde yansıtan bir anlayış açıktır ki, kolektif iradesine yönelen bir darbedir. İdeolojik mücadele yerine kolektif içinde kendi anlayışlarını yaymak için yürütülen faaliyet açık bir hizip faaliyetidir. Kolektifin görüşlerini yok sayan, iradeyi tanımayan, kurum organ ve örgütlerini yok sayarak parti işleyişini yok oluşa sürükleyen bu anlayışa karşı takınılacak MLM tutumu İbrahim Kaypakkaya, Şafak Revizyonistlerine karşı yürüttüğü mücadelede teorik olarak berrak biçimde ortaya koymuş ve PP’nin inşasına yönelerek pratikte hayata geçirmişti.

“Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içinde körü körüne itaati, dalkavukluğu, sırt sıvazlamayı teşvik edenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içi eleştiriyi bastırmaya çalışanlardır. Kendilerine yönelen eleştirileri kadrolardan gizleyenlerdir. Hizipçi, bölücü olanlar, kendilerini eleştiren kadroları iğrenç bir iftira ve dedikodu kampanyası ile yıpratmaya, diğer kadroların gözünden düşürmeye, tecrit etmeye çalışanlardır.

... Hizipçi ve bölücü olanlar hem demokrasi hem de merkeziyetçilik ilkesini çiğneyerek kendilerine en aşırı demokrasiyi Marksist Leninistlere de en aşırı merkeziyetçiliği uygulamak isteyenlerdir.

... Bunlar kendi küçük kliklerinin menfaati adına proletaryanın ve emekçi halkın menfaatlerine sırtlarını çevirmişlerdir. ... Halkın menfaati ile Partinin menfaati çeliştiği zaman Marksist Leninistler halkın menfaatinden yana çıkarlar. Bu hizipçilik değildir. Partinin menfaati adına halkın menfaatlerinin  karşısında yer almak, işte budur hizipçilik.

Marksist Leninistler halkın menfaatleri ile partinin menfaatinin aynılaşmasını istiyorlardı. Bu da ancak burjuva önderliğin partiye soktuğu teslimiyet ve ihanet yolundan onu ayırmakla mümkündü. Burjuva önderliği eleştiri ve ikna yoluyla düzeltmek imkansız olduğuna göre yapılacak şey, iflah olmazları tecrit etmek, ihanete giden yollarında yalnız başlarına bırakmak, partiyi ve kadroları devrim yolunda birleştirmektir. Kim ki bu çabayı hizipçilik olarak niteler, o kimse, ‘birlik’ adına halka ihanet yolunda yürümeyi mübah görüyor demektir.” (İK, Bütün Eserleri, Umut Yayımcılık, s. 442)

İ. Kaypakkaya, burjuvaların hakim olduğu partilerde MLM’lerin birleşerek mücadele etmeleri hizipçilik değil tarihi bir görevdir der. Şimdi tabanımızı gerçekleri ters yüz ederek peşlerinden sürüklemeye çalışanların, Kaypakkaya’yı dogmatizmin prangalarına hapsedenler Kaypakkaya çizgisinde ideolojik mücadele yürütenleri hizipçilik safsatasıyla yaftalamaya çalışmakta; kitlemizi, şiddet uygulamaya dahi sevk-teşvik ederek açıkça Kaypakkaya’yı tahrif etmekteler.

Eskimiş, mevcut duruma yanıt olamadığı pratikte defalara kanıtlanmış görüşlerine kendi çıkarları için tapınan bir yaklaşımın kaçınılmaz olan ideolojik mücadeleye ilkeli biçimde girmesi beklenemez.

Çünkü bu yaklaşımla hareket edenlerin çıkarları halkın, devrimin, partinin çıkarlarının önüne geçmiştir. Bu yüzden burjuva siyasetin bütün kirlerini kullanarak ideolojik mücadeleden sıyrılmayı esas alırlar. Kendisini durdurmaya çalışan, mücadeleyi ideolojik zemine çekmeye çalışan pratik sahiplerine şiddete varana kadar burjuva siyaset artığı her türlü yöntemi kullanmaktan çekinmezler. Dogmatizmi, oportünizmi, uzlaşmacılığı, bürokratizmi kolektif içine hakim kılmak için biat eden bir örgütlenme yapısı şekillendirmeye çalışanlara karşı kendi gerçekliğimize korkusuzca bakacağımızı, mevcut olanla yetinmeyeceğimizi, mücadelenin bizi zorladığı değişime cüretle yönelmekten çekinmeyeceğimizi defalarca kez yineledik. Bu zorunlu görevleri yerine getirmemek için ayak direyenlerin elimizi kolumuzu bağlayarak partiyi soluksuz bırakmasına, kitleden, politikadan koparmasına daha fazla müsaade etmemek tarihsel bir görev olarak bizleri beklemektedir.

“Özgürce benimsediğimiz bir kararlı düşmanla savaşmak amacıyla daha başında kendimizi tek başına bir grup olarak ayırdığımız için ve uzlaşma yolu yerine savaşım yolunu seçmiş olduğumuz için bizi suçlayan kimselerin bulunduğu yakınımızdaki bataklığa çekilmemek amacıyla birleşmiş bulunuyoruz. Ve şimdi arkamızdan bazıları şöyle bağırmaya başlıyor: Gelin bataklığa gidelim! Ve onları ayıplamaya başladığımız zaman da karşılıkları şu oluyor, ne geri insanlarsınız! Sizi daha iyi bir yola çağırma özgürlüğünü bize tanımamaktan utanmıyor musunuz? Evet beyler! Yalnızca bizi çağırmakta değil istediğiniz yere, hatta bataklığa bile gitmekte özgürsünüz. Aslında bize göre sizin gerçek yerini bataklıktır, oraya ulaşmanız için size her türlü yardımı yapmaya hazırız. Yeter ki ellerimizi bırakın, yakamıza yapışmayın ve o büyük özgürlük sözcüğünü kirletmeyin, çünkü biz de dilediğimiz yere gitmekte ‘özgürüz’; yalnızca bataklığa karşı değil yüzlerini bataklığa doğru çevirenlere karşı da savaşmakta özgürüz!” (Lenin, Ne Yapmalı?, s.26, 2016)

45201

Alman Bernsteincılığın, Rus Struveciliğin Günümüz Versiyonları 'Özgürlükçü Sosyalizm' Ve HDP-HDK



Ekonomistler , Legal Marksistler ve Menşeviklerin bir bölümünün Rus Devrimi süreci içinde toparlandığı Kadetlerin(Anayasal Demokrat Parti) iç savaş sürecinde karşı-devrimci Beyaz Muhafizlara dönüşmeleri size ilham vermelidir...

Geri dönüp baktığımda

Kürt hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa  “hassas süreci” baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor. 

Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

 

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

Sayfalar