Çarşamba Mayıs 15, 2024

Hukuk Mu Dediniz?

Güney Afrika Cumhuriyeti'nde, emperyalist bir tekelin çıkarları uğruna maden işçilerinin katledilmesi (16.08.2012)

Burjuvazi ve onu hizmetindeki kalem erbabı; “hukuk”, “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”, “bağımsız Türk mahkemeleri”, “demokrasi” “insan hakları” gibi kavramları çok sever. Her fırsatta bunları dile getirirler. Burjuvaziyi tanımayanlar; “bunlar ne kadar da adalet ve hukuk düşkünüymüş” diye hayret içinde kalır ve alıkışlarlar, kendi zayıf “hukuk düşkünlüklerinnden" ve  zayıf “adaletli” oluşlarından utanır olurlar.

 

Emperyalist burjuvazi, Irka’a; “demokrasi getirmek ve insan haklarını tesis etmek” için, girer, bombalar, bir milyondan fazla insanı öldürür, ktileler içinde alt kimlikleri kaşıyrak birbirine düşman haline getirir ve savaş artık kitlelerin birbirine karşı savaşına dönüşür ve burjuvazi buraya “demokrasi” getirdiğinden , “insan hakları normlarını yerleştirdiğinden” utanmadan, gözümüzün içine baka baka, söz eder.

 

Suriye’de, “diktatörlüğü yıkmak”, “demokrasi ve insan haklarını tesis etmek için”, taş taş üstünde bırakılmaz, binlerce katili Suriye içine sürerler, yüzbinlerce insan katledilir. Ne kültür ne de yüz yılların insanlık mirası kalır, “din” adına savaşları kışkırtır ve herkes birbirini boğazlayacak duruma ve insanı insan olduğuna utandırır hale getirilir. Emperyalist burjuvazi, yine, “hukuçu”, “adaletçi” ve “demokrasici” kesilir.

 

Türkiye’de son günlerde yine “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı” sıkça konuşulur oldu. AKP, kendi çıkarları doğrultusunda 2010 yılında referanduma sokarak değiştirdiği yasaları yeniden, yani, kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde değiştirmeye çalışıyor ve değiştirecek de.

 

Bütün burjuva muhalif kesim, basbas bağırmaya başladı; “kuvvetler ayrılığıyla oynayamazsınız!”, “yargı bağımsızlığı kutsaldır!”, “halkın yargıya güvenini sarsmayın!”, “hukukun üstünlüğü korunsun!” vb. vb. demeçleri üst üste yığılıyor.

Ve bunların hepsi, bu ülkede eskiden beri yaşananlar yok sayılarak,  gözlerimizin içine bakılarak yapılıyor. Her şey ayan beyan ortada. İstedikleri gibi “hukuk” yapıyorlar, istedikleri gibi “adalet” dağıtıyorlar, istedikleri gibi, “hukuk üstünlüğü” anlayışları ortaya çıkarıyorlar ve buna rağmen kalkıp “bağımsız yargı”, “kuvvetler ayrımı” demeleri mide bulandırıyor.

 

T.C. devleti, tarihi boyunca, çok sevdiklerini söyledikleri, “batı tipi” bir burjuva hukukuna dahi sahip olamadı. Kimi kanunları alıp “yasa” diye kağıt üstüne geçirseler de, pratikte onu uygulamadılar. Hukuk ve adalet, burjuvazinin çıkarlarına göre işledi ve işletildi. Bir burjuva diktatörlüğünde başka türlü olması da beklenemezdi. 

 

Liberal kalemşörlerimiz, her ne kadar “batı tipini” savunsalarda, onların “Batı”sının da; Afganistan’da, Irak, Suriye, Filistin, Afrika ve daha bir çok ülkede, nasıl bir “demokrasi” ve “hukuk” sistemi uyguladıklarını, her gün binlerce insanın katledilmesi ve ölmesiyle görüyor ve yaşıyoruz. Onların “Batı hukuku ve demokrasisi”, İtalyan kıyılarında Akdenize diri diri gömülen binlerce Afrikalı, Asyalı yoksul göçmenin cesetleriyle kanlanmıştır. Onların Batı demokrasisi; Bangaldeş, Hindistan, Kamboçya, Tayland, Pakistan, Endonezya, Filipin, Afrika kıtasında yer alan ülkelerin hepsinde ve daha yüzlerce yoksul bıraktıkları ülkelerin yoksul binlece emekçilerin alın teriyle kanlanmış durmdadır.

 

AKP, 12 Eylül 2010 değiştirdiği ve istediği gibi biçimlendirdiği HSYK, 17 Aralık yolsuzluk olayından sonra, baktı ki “açık” var, hemen değiştirmeye yöneldi. Bundan önce, kendi yasa ve kanunlarını da çiğneyerek AKP’nin emri dışına çıkan tüm bürokrat ve polis yetkililerini değiştirdi. Oysa, düne kadar bunlar “kahramanlık destanı” yazan AKP elemanlarıydı.

 

Burjuvaziye, “hukuk” yetmez. Burjuvazi için hukuk; sermayenin büyümesini ve egemenlik alanlarının genişletilmesine hizmet etmek zorundadır. Özellikle emperyalizme bağımlı kapitalist ülkelerde böylesine değişimlerin yaşanması sık sık görülür. Gelişmiş kapitalist ülke burjuvazisi, olağan koşullarında, açıktan, bu tür “hukusuzluklara” müsade etmez. Siyasal temsilci ve bürokratlarının “hatalarına” göz yummaz, anında görevden alır. Daha çok istifa ettirir. Böylece, burjuva hukuku, kitlelere, “eşit adalet”li gösterilir. Örneğin,  Almanya’da bir cumhurbaşkanı, “Afganistan’da çıkarlarımız için varız” dediği için, “sen bunu nasıl söylersin, biz orada Afgan halkına yardım için varız” gerekçesiyle, yani, adam doğruyu söylediği için, anında istifa ettirildi. Bir Afganistan olayı, Almanya’da, dört yıl içinde, iki cumhurbaşkanı, iki savunma bakanı, bir genelkurmay başkanı ve bir çok danışmanın başını yedi. Batı, burjuvazisi, kendi “demokrasisi”ni aynen böyle koruyor. Kitlelerin burjuva hukukuna ve adaletine güvenleri sarsılmasın diye.

 

Türk burjuvazisi, emperyalizmin elinde büyüdüğü için, "yerine" yerleşemedi, ne hukuk sistemi yerleşti, ne de burjuva demokrasisini yerleştirebildi. Bunların kıyısından köşesinden geçti, ama bunu içselleştiremedi. Ve Türk kapitalizminin başından beri ağır aksak gelişmesi, burjuvazisinin de gelişmesini buna göre koşullandırdı. Bu nedenle de paylaşılmayan çok alan var, yeni yeni palazlanan yeni egemen güçler var. Bunlar arasındaki mücadele de hep sert ve yer yer kanlı olmuştur. Bu, hemen hemen bütün yarı-sömürgelerde böyledir. Bu gelişmeler, bu tür ülkelerin emperyalizme bağımlı oluşundan ve onun çıkarlarına göre siyaset belirlemesinden ayrı ele alınamaz.

 

AKP (ve Cemaat) hükümeti de, iktidara geldiğinde, arakasındaki yeni kapitalistleri güçlendirdi. Onların palazlanması, doğal olarak daha önce palazlananlarla, aralarında, bir sömürü ve egemenlik savaşı başlattı. Çünkü yeni gelenler eskilerin yerlerine gözlerini diktiler. Başka türlü de olamazdı. Şu anda, AKP’nin sallanması, “gitti-gidecek” olması, egemen sınıflar arasındaki savaşın siyasal görüntüsünden başka bir şey değildir. AKP ve arkasındaki sermaye, iktidarı kaybetmemek için her yolu deneyeceği gibi, yeni ittifaklara ve uzlaşmalara gidebilecektir.

 

Böyle bir devletin “hukuku” da buna göre oluşmaktadır. Genelde, burjuva hukukun sınırlarını belirleyen egemen güçler arasındaki çatışma oluyor. Askeri darbeler, askeri müdahaleler, hükümetleri düşürmeler, emperyalist burjuvazinin yanında, içerdeki egemen güçler arasındaki çıkar dalaşları, “demokrasi”nin içeriğini, “hukuk” ve “adalet” sistemini de belirliyor. Bu nedenle de, “bağımsız yargı”, “hukukun üstünlüğü”, “bağımsız mahkemeler” diye bir durum söz konusu değildir. Halkımız bunu yakından bilir. En küçük bir adli olayda dahi rüşvetsiz işlem yapılmaz. Ya hakim, ya savcı ya da mubaşire para verilir. Ya da bunları tanıyan “nüfuzlu” biri, yine para karşılığı araya sokulur. Cinayet olayalarından tutunda tüm diğer adli olaylara kadar, bu işin muhatabı olanlar, rüşvetle adam ararlar. “Adamını” bulan, suçlu da olsa, ceza almadan ya da az ceza ile “temiz” hale gelir, getirilir. Burjuvazinin ise basına yansımayan, yansıtılmayan, kendi yasalarına ters, o kadar “hukuksuzluğu” vardır ki, bunların adı bile geçmez. 

 

TC devletinin “adaleti” parayla ölçülür. Hukuk sistemi ise, öncelikle burjuva devletini ve onun çıkarlarını, yani, sermayenin çıkarlarını korur, ondan sonra ise halkın devletle ya da kendi aralarındaki “uyuşmazlıkları” konusuna bakar. Bunları da yine, sermayenin çıkarlarına zarar vermeyecek şekilde yapar. Ama, burjuva adaleti, her zaman mülkün, daha doğrusu üretim araçlarını (esas mülk budur, çünkü bu kitlelerin elinden, yasa vb. zorla, şiddetle çekilip alınmıştır) elinde bulunduran sınıfın çıkarlarını, kitlelerden korumaya yönelik düzenlenmiştir.

 

Gelinen son süreçte ise, “hukukun üstünlüğü”, egemen sınıflar arası keskin dalaşmanın sonucu iyice deşifre oldu. Burjuva “adaleti” ise, Roboski’de, çoktan ölmüştü. Kürdistan’da zaten, hiç bir zaman burjuvazinin yazılı “adaleti” ve de “hukuku” işlemedi. Faşist devletin zorbalığı işledi ve hep o devredeydi. 

 

Türk hukuk sistemi; bir diktatörün kırık ayanasına bakıp, egemenlik alanlarının parçalandığını görmesinin hırçınlamasına bağlı olarak, yeniden ve yeniden düzenleniyorsa, bugüne kadar olanın da bundan pek farklı olmadığının yanında, ve bu hukukun ne denli “hafif” olduğunun da göstergesidir. Bu aynı zamanda, onların, demokrasisinin de içeriğini oluşturur.

 

Kitle mücadeleleri de burjuva hukukun demokratik haklar yönünde sınırlarının genişlemesini sağlar. Ancak, burjuva devleti var olduğu sürece, burjuvazinin sermayenin çıkarları doğrultusundaki temel yasal düzenlemelerini değiştiremez. Bu bir devrim sorunu olarak kalır. Elbete, bu gerçeklik,  kitlelerin, demokratik hak ve özgürlükler için mücadelesini reddetmez, tersine, bu uğurda mücadelenin büyütülmesini, genişletilmesini ve sürekli güncelleştirilmesini zorunlu kılar.

 

Türkiye’de “hukuk” ve “adalet” sistemi, sermayenin çıkarlarıyla örtüşüyorsa “huku”tur, “adalet”tir. Gerisi, ise “hukusuzluk” olur. Aynen bugün olduğu gibi. Onlar,  halka karşı işledikleri suçları “hukuksuzluk” saymazlar. Haziran Ayaklanması (GEZİ) sırasında yapılan baskılar, tutuklamalar, öldürme ve yaralamalar “hukuksuzluk” sayılmaz. İnsanların yargılanmadan yıllarca cezaevlerinde tutulması, işkencelerin yapılması, devrimci tutsaklara yönelik katliamlar “hukusuzluk” sayılmaz. İşçlerin haklarının gasp edilmesi, iş kazaları adı altında işlenen cinayetler, sermayenin daha da palazlanması için, kentsel dönüşüm adı altında rant alanların açılması, doğanın açıktan katledilmesi, ekolojik dengelerin bozulması vs. vs. “hukusuzluk” sayılmaz. Kısacası burjuvazi için, sermayenin cinayeti “hukuk”tur, “adalet”tir, sömürülenlerin hak araması, baskı ve sömürüye karşı çıkmaları ise “hukuksuzluk”tur, “terör”dür. Bu, farklı sınıfların farklı hukuk sistemlerinin pratik halidir.

 

Türk devletinin hukuku,  halkı baskı ve sömürü altında tutan bir hukuk sistemidir. Ne mahkemeleri ne yargılamaları ne de “dağıttığı adalet” asla ve asla bağımsız olmamış, bir avuç burjuvazinin çıkarlarını korumaya yönelik düzenlenmiş ve bunlar “yasa” ve “kanun” haline getirilmiştir. “TC devletinin, hukuk ve bundan ayrı olmayan adalet sisteminin “bağımsız” olduğunu ileri sürmek, en basit söylemle; sahtekarlık ve kitleleri kandırmaya yönelik bir yalan propagandasıdır. 10.01.2014***

91249

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

“Fırtınalar içinde, bıçak sırtında”

Komünist önder Mehmet Demirdağ anısına...

Devrime (ve Cizre'ye) dair

“In puncto punctii”[1]

Murat Uyurkulak’ın, “Vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi,”[2] notunu düştüğü; Cornelius Castoriadis’ün, “Önce bir tahayyüldür,” dediği devrim, radikal sosyalistlerin indinde güncelliğini yitirmeyen -“olmazsa olmaz”- “Tek yol”dur; dünyayı değiştiren devrimci praksistir; engellenemezdir; gereklidir.

Sadece bu kadar da değil: Egemenlerin kâbusu, ezilenlerin şölenidir; Prometheus’un takipçilerini var eden tarihsel eylemidir; bilimden sanata, beşeri münasebetlerden sosyal hayata, ekonomiden politikaya “ilerleme”nin yegâne sebebidir.

38 YIL ÖNCE TOPTAŞI CEZAEVİNDEN KAÇIIRILDIK.ANISINA...

Bugün 9 Aralık TOPTAŞI CEZAEVİNDEN kaçırılışımızın-firarımızın 38. yılı .Firar veya Kaçırılma çalışmalarımız durmaksızın, aksatılmadan iki yıla yakın sürdü.  Değişik aşamalardan geçen , çeşitli kere ertelenen, eylemin şekillerinde değişiklikler yapan, uzun soluklu bir  planın sonuna gelmiştik.
 

Emek seferberliğiyle mücadeleye güç kat dayanışmayı büyüt

Savaş, direniş ve çatışmaların odağında yer alan coğrafyamızda büyük bedeller ödenerek yaratılan mücadele tarihine, kesintisizce süren direnişlere tanıklık etmekteyiz. Halkımızın devrimci öfkesi ve mücadelesi eşine az rastlanır faşist bir saldırganlıkla ezilmeye, katliam, gözaltı ve tutuklamalarla bastırılmaya çalışılsa da sınıf mücadelesi direniş, çatışma ve kopuş zemininde yol almayı sürdürmekte, çelişkiler keskinleşmektedir

"Bize nasıl yaşanacağını ve ölüneceğini gösteren üç yiğit çocuk!"

Ankara: 21 Ekim günü Dersim’in Pulur ilçesi Şahverdi köyünde TC askerleriyle girdikleri çatışmada ölümsüzleşen TKP/ML TİKKO savaşçıları Cengiz İçli, Hakan Çakır ve Özgüç Yalçın için dün Ankara’da anma toplantısı gerçekleştirildi.

Toplantıda Şahverdi’de TC askerleri tarafından işkenceyle katledilen Özgüç Yalçın (Sefkan)’ın babası Sermet Yalçın tarafından yapılan konuşmayı paylaşıyoruz:

“Dostlar,

Dağları mesken tutan ;"Bir çift yürek"Veysel Uyar , Erdogan Tekin ölümsüzdür .

Ne zamanki, yaz mevsimi yeni bir iklime evrilir güz ayları başlar , masallarda , romanlarda derler ya  "Uçsuz bucaksız dağların doruklarında  beyaz-bembeyaz karlar belirirmiş". Munzur dağlarıda her Sonbaharın ortalarında bir genç kadının gelinlik  giymesi gibi, beyaz karlarla süslenir,bizse Munzur dağlarının o heybetli  duruşuna mest olur,gözlerimizi ayıramazdık, gördüğümüz harika doğal manzara karşısında.Munzur dağları  gerillanın gönlünü çaldığını bilircesine gülüçükler gönderirdi bizlere... Ovacığın düz yemyeşil  ovasına kar düşünce bambaşka bir doğa güzelliği ortaya çıkardı.

TC = İŞİD = ERDOĞAN

   Dünya IŞID saldırılarının şokunu yaşıyor...

Suriye'de Neler Oluyor Tahir Elçi Neden Öldürüldü

Suriye’de olan biteni,Rusya’nın Suriye’de ne yaptığını anlamak için başvurmamız gereken kavram  petrol,doğalgaz ve boru hatları.Avrupa kıtasının Rus doğalgazına bağımlılığı biliniyor.Avrupalıların bu bağımlılıktan çıkmak için Katar doğalgazını Suudi Arabistan-Ürdün-Suriye-Türkiye üzerinden taşıma projeleri de biliniyor.Pek bilinmeyense Esad’ın 2009 yılında bu yeni boru hattının Suriye’den geçişini reddetmesi ve bu boru hattından büyük karlar sağlayacak Türkiye ve Katar’ın tekerine çomak sokması.Bu da Suriye’nin istikrarsızlaştırılmasında Türkiye’nin,Suudi Arabistan’ın ve Katar’ın rolünü ve

Yok edilmek istenen umutlarımızdır

Faşist diktatör ve arkasındaki sermaye güçleri, bizleri sindirerek ve umutlarımızı tüketerek iktidarlarını sürdürmeye çalışıyor.

Başta Kürtler olmak üzere halka her yerde saldırıyor. Onun en iyi evlatlarını katlediyor. Katledemediklerini tutukluyor, gözdağı veriyor, susturuyor ve sindiriyor.

Kürt aydınların birer birer katledilmesi, Kürt illerinin abluka altına alınıp tankla topla ateş altında tutulması, demokrat gazetecilerin tutuklanması ve ülke çapında kitleler üzerinde sindirme operasyonlarının her geçen gün ağırlaştırılarak sürdürülmesini yaşıyoruz.

İstanbul Enternasyonalizmsiz Hiç

Önemli olan ne kadar doğruyu söylediğimiz değil ne kadar doğruya yaklaştığımızdır.

Gelin bu sefer dadaistce yazmanın gözüne vuralım.

Sonunda, içimde olupta bir türlü başka şehirde yaşayamadığım şu avrupayi tarzı yaşantıyı, fakirliğin tüm tadını  çıkara çıkara yaşamayı istanbulda bulmuş yaşıyorken  İstanbul proletaryasını da Aziz yoldaşı son yolculuğuna uğurlarken görmek nasip oldu.

Her iştirak çıkarılması gereken bir dersi de içinde barındırır diyerekte...

Tartışırkende söyleyeni düşman olarak değil hırsız olarak görelim.

Yazar bazen hırsızdır da.

Demirtaş’a Suikast Girişimi Tahir Elçi'ye Saldırının İşaretiydi- Çetin Çeko

Bir hafta önce Diyarbakır’da HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın kurşun geçirmez makam aracının arka camına sıkılan bir kuruşundan dolayı inceleme başlatılmıştı. Valilik araçta yapılan inceleme sonucu herhangi bir ateşli silah artığına rastlanmadığını belirtti. HDP ise, Eşgenel Başkanları Demirtaş’a suikast girişiminde bulunulduğu gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda bulunmuş, aracın bağımsız bir laboratuvarda inceletileceğini açıklamıştı.

Sayfalar