Pazartesi Mayıs 20, 2024

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

7 Ekim 2023 tarihinde Filistin ulusal direnişinin HAMAS öncülüğünde İsrail devletine karşı gerçekleştirdiği saldırıya karşı misilleme yapan İsrail devletinin gerçekleştirdiği saldırılar soykırıma dönüştü. Farklı tepki ve değerlendirmelerin ortaya konduğu bu süreçte, tali de olsa Yahudi halkını topyekûn olarak suçlayan, Siyonist devletle aynılaştıran tutumlar kendini yer yer gösterdi.

Bunun elbette yanlış bir değerlendirme olduğu açıktır. İsrail içinde Filistin ulusal mücadelesini destekleyen, savaşın son bulması için çalışan, İsrail saldırısına karşı çıkanların sesleri daha fazla çıkmaya başladı.

İsrail içinde dahil olmak üzere İngiltere, Almanya ve ABD’de Filistin ve Yahudi analarının ve halk kitlelerinin birlikte protesto eylemleri gerçekleştirdiğine tanık olduk.

F. Engels, insanlık tarihinde iyi Yahudilerin de olduğunu şu sözlerle dile getiriyordu; “Ayrıca, Yahudilere çok şey borçluyuz. Heine ve Börne’den bahsetmiyorum bile, Marx Yahudi kanından geliyordu; Lassalle Yahudi’ydi. En iyi insanlarımızın çoğu Yahudi. Şu anda Viyana’da hapishanede proletarya davasına adanmışlığının kefaretini ödeyen dostum Victor Adler, Londra Sosyal Demokrat’ın editörü Eduard Bernstein, Reichstag’ın en iyi üyelerinden Paul Singer – dostluklarından gurur duyduğum insanlar ve hepsi Yahudi! Ben de ‘Gartenlaube’ (haftalık bir dergi) tarafından bir Yahudi’ye dönüştürüldüm ve gerçekten de seçim yapmak zorunda kalsaydım, ‘Herr von’ olmaktansa bir Yahudi olmayı tercih ederdim!” (Friedrich Engels, “Über den Antisemitismus”, 1890, Marx-Engels, Cilt. 22, s. 49)

F.Engels’in bu sözlerini okuyunca aklıma proletarya partisi saflarında mücadele eden Yahudi yoldaşım Yuda Palaçoğlu geldi.

Yuda amca (yaşlı olduğundan böyle yazıyorum), bir Yahudi olarak İstanbul’da ticaretle uğraşan zengin sayılabilecek bir iş insanı idi. İleri derecede Fransızca bilirdi. Eşi de Fransızca öğretmeniydi.

Yuda amca, 1978 yılına kadar sürdürdüğü ticareti, ülkenin içine girdiği ekonomik ve politik krizden dolayı sürdüremez ve iflas eder.

İflas eden Yuda amca bir süre bunalıma girer. Ne yapacağını düşünürken daha önceden tanıdığı, kendisi gibi Yahudi olan bir mafya babasının yanına gider ve iş ister. İş istediği bu mafya babası kendisine kuryelik yapmasını teklif eder. Yuda amca teklifi kabul eder ve işe başlar. Yaptığı iş, para transferidir. İstanbul içinde ve İstanbul dışında şehirler arası çanta içinde bazen de arabayla aldığı paraları söylenen adreslere teslim eder.

Ancak işler istediği gibi gitmemeye başlar. Mafya babası zamanla kendisine kötü davranmaya, aşağılamaya başlar. Yuda amca tüm bu yapılanları içine sindiremez, kabul etmez, gururuna yediremez. İntikam almak için günlerce, aylarca düşünür ve plan yapar.

1979 yılı proletarya partisinin hızla geliştiği, askeri eylemler yaptığı yıllardır. Her eylemi büyük yankılar uyandırır. Burjuva medya sayfa sayfa eylemleri yazıp çizer. TİKKO ismini artık duymayan yok gibidir.

Yuda amca da TİKKO’nun eylemlerini gazetelerden okuyanlardandır. Yuda amcanın kurguladığı intikam alma planı kafasında çakan bir şimşekle birdenbire şekillenir. Artık eylemini gerçekleşmede netleşmiş, ne yapacağını kurgulamıştır. Bir adım daha atması gerekir. Bu adım TİKKO’ya nasıl ulaşacağı, TİKKO’cuları nerede bulacağına gelip dayanır.

Zengin olduğu yıllarda yanında çalışan bir” hizmetçi kadın” vardır. Aklına TİKKO’cuları “bulursa bu kadın bulur” fikri gelir. Akşam eve gittiğinde kadını yanına çağırır. Lafı eveleyip gevelemeden direk olarak “TİKKO’cuları aradığını” söyler. Kadın ne yapacağını, TİKKO’cuları bulmanın öyle kolay olmadığını, tehlikeli olduğunu anlatsa da Yuda amca TİKKO’cuları bulmada kararlıdır. Bu sohbet günlerce sürer.

Kadının yeğeni proletarya partisinin taraftarıdır. Kadın bunu bildiğinden, Yuda amcayla yaptığı konuşmayı yeğenine anlatır. Kadın, Yuda amcanın TİKKO’cularla birlikte iş yaparak, mafyanın parasını TİKKO’ya aktarmak istediğini ve böylece patronundan intikam almak istediğini anlatır.

Yoldaş anlatılanlara önce şaşırır. Bunun bir şaka olduğunu sanır. Teyzesi ısrar edince de yoldaş bunu partiye bildirmesi gerektiğini söyler.

Yoldaş, bu konuşmanın ertesi günü gelip bizi buldu. Ben daha o zaman “çiçeği burnunda” bir TİKKO’cuyum. Yoldaş da dahil üç kişi bir araya geldik. Yoldaş bize olup biteni başından itibaren anlattı. Tabi konuşma bittiğinde, aklın yolu birdir derler ya… Hepimizin aklına ilk gelen, “Bu sakın MOSSAD ajanı olmasındı?!” Bunun üzerine epeyce sohbet yaptık. Ölçüp biçtik. Sonunda bu sorunun bizi aştığını, buna karar vermesi gerekenin bir üst yoldaşımız olduğuna karar verdik. Aldığımız karara uygun olarak bu olayı proletarya partisine taşıdık.

Birkaç gün sonra karar geldi. Karar, kadının yeğeni yoldaşın gidip görüşmesi, aldığı bilgileri getirdikten sonra yeni bir değerlendirme yapılarak, işi yapıp yapılmayacağına karar verilmesiydi.

Yoldaş gidip Yuda amcayla görüşür. Yuda amca bunu intikam almak için yapmak istediğini, TİKKO’yu “en zengin örgüt yapacağını, el konulan her parti paradan kendisine de %30 pay verilmesini” talep eder. Yoldaşa bir de çakmak hediye ederek gönderir.

Yoldaş geldi. Sorumlumuzun da olduğu ile bir toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantıda da bu işin içinde başka bir komplo vb. olup olamayacağı epey konuşuldu. Öyle ki Yuda amcanın hediye ettiği çakmağın içine alıcı gibi bir şey yerleştirilmiş olabilir diye çakmağı bile attık.

Tartışmanın sonunda bu işi yapmaya karar verdik. Kadının yeğeni ve bir diğer yoldaş bu iş için görevlendirildi. Yoldaşlar gidip Yuda amcaya işi yapmayı kabul ettiklerini bildirdiler. Bir iki kez Yuda amca gerçekten doğru söylüyor mu söylemiyor mu diye deneme de yapıldı. Bir seferinde Yuda amca 8 milyon TL’yi bir yerden bir yere transfer ederken yoldaşlar görüyor. Bu kadar büyük bir parayı birarada bulan yoldaşlar parayı hemen almak isterler. Yuda amca, bunun küçük bir miktar olduğunu, daha büyük bir transferi beklemeyi önerir ve yoldaşları ikna eder.

Sanırım bir hafta sonra 15 milyonluk bir para transferinin olacağını ve hazır olmaları için haber gönderir. Plan tutar ve Yuda amca 15 milyon TL ile gelir. Plan gereği Yuda amcanın kaçırıldığı süsü verilir. Önceden hazırlanan eve yerleştirilir. Yanına kitaplar ve Emekçi’nin kasetleri bırakılır.

Yuda amca, patronuna telefon edilerek kendisinin “kaçırıldığını bir hafta sonra serbest bırakılacağını” söylemelerini söyler. Yuda amca bu şekilde söylendiğinde “patronunun polise gitmeyeceğini, mafya içinde böyle olayların fazla olduğunu, patronu bunun da benzer bir olay olduğunu sanarak, bir şey yapmayacağını” bilmektedir.

Ancak yoldaşlar Yuda amcanın dediğini yapmaz ve mafya babasına telefon ettiklerinde “Adamını kaçırdık, bize 50 milyon daha getirmezsen onu öldüreceğiz” tehdidinde bulunurlar. Mafya babası “Parayı vermem aldığınız para sizin olsun, adamı bırakın, bırakmıyorsanız da öldürün” der. Bu diyaloğu Yuda amcaya anlatan yoldaşlara Yuda amca biraz kızar ve adamın kendisi için 1 TL dahi vermeyeceğini söylese de yoldaşlar dinlemez ve ertesi gün gidip mafya babasının evinin bahçesine bomba atarlar.

Mafya babası işin ciddi olduğunu anlar ve direk polise giderek olup biteni anlatır. Polis bunun sıradan bir olay olduğunu sanır ve fazla bir şey yapmadan beklemeye başlar.

Bir hafta sonra Yuda amca okuduğu kitaplardan ve dinlediği Emekçi kasetlerinden oldukça etkilenmiş ve bir devrimci sempatizan olarak tekrar işine döndüğünde polis Yuda amcayı gözaltına alır. Yuda amca öldürüleceği korkusuyla olup biteni anlatır. Tanıdığı yoldaşı verir. Operasyon yapan polis işin politik yönünü de böylece öğrenmiş olur.

1980’de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık.

Yarım kalan yoldaşlığımızı hapishane tamamlandı. Cunta olduğunda tereddütsüzce direneceğini söyledi. İşkence gördü, açlık grevlerine girdi, direndi. Artık, proletarya partisinin bir sempatizanı oldu.

Hiçbir zaman kendisine verilecek olan 15 milyon TL’nin %30’unu istemedi. Sadece çıkınca partinin maddi durumu el verirse kendisine bir miktar verilmesini söylerdi.

İ. Ünal’ın Tarihe Not anı kitabında geçen GKK’nın elinde kalan 4 milyon TL işte bu paradan ellerinde kalandır. Yuda amca proletarya partisinin 1. Davasında yargılandı. Mahkeme başladığında duruşmaya mafya babası gelmedi, şikâyet geri alınmış sayıldı ve Yuda amca tahliye edildi. Çıktıktan sonra tanıdığı yoldaşlarla ilişkilerini kesmedi. Öldüğünü duyduğumda büyük bir üzüntü duydum. Aklıma geldikçe “İyi Yahudiler de varmış” diyerek onu hep anıyorum!

 

1308

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Sayfalar