Pazar Nisan 28, 2024

Kandıra’dan Tutsak Partizan: “Pandora’nın Kutusu’nu açan kadınların siyaset sahnesine çıkması oldu”

Gazetemiz Özgür Gelecek’in bürolarına dönük gaspın devam etmesine ilişkin gazetemize mesaj gönderen Kandıra 1 Nolu F Tipi Hapishane’den Tutsak Partizan Resmiye Vatansever “…dinamiklerini yapıya kurumsal olarak mal etmeye kalkışan kadınlar değişmek isteyenlere cesaret, statükoculara ise sıkıntı vermiştir. Bu nedenle saldırıların kadınlara ve kadınların daha fazla çalıştığı, söz sahibi olduğu kurumlara yapılması tesadüf değildir” dedi.

“Pandora’nın Kutusu’nu açan kadınların siyaset sahnesine çıkması oldu”

Devrim ve demokrasi arayışlarının kitleler tarafından her zamankinden daha acil bir ihtiyaç haline geldiği bu süreçte enerjimizi bundan daha farklı sorunlara yoğunlaştırmak durumunda kalıyor olmamızın rahatsızlığını yaşadığımı belirtmek istiyorum.

Yıkıcı güçlerini egemenlere değil de ezilenler ve öncülerine yöneltenlere söylenecek çok söz var! Şiddeti kadınlara ve devrimcilere karşı kullanmayı, ideolojik- politik mücadele sananların, gözünü kırmadan birçok maddi ve manevi değerimizi heba edebilenlerin özeleştiri vermeleri beklenirken aynı tutumlarını devam ettirdiklerini öğreniyoruz. Saldırıya uğrayan ve halen bu risk altında çalışmalarını sürdüren arkadaşların yanında olduğumu bildirmek istiyorum.

Kitlelerde ve yoldaşlarda bu yanlış tutum sonucu oluşmaya başlayan güvensizliğin durdurulması ve özgür gelecek umuduna bağlılığın güçlendirilmesi için bu yaşanan saldırılara ve işgallere son verilmelidir. Sorunlar devrimci tarzda ve onun en güzel örneği Partizan kültürü ile ideolojik- politik yollardan ve hukuki süreçler sağlıklı işletilerek çözülmelidir.

 

“Bu süreç bağrında kültür devrimin potansiyelini de taşımaktadır”

Bu kabul edilemez saldırılar ve ayrışmalar birden bire oluşmuş değildir. Yıllardır işletilmeyen mekanizmalar sorunları kangren haline getirmiştir. çözüm arayışları ve farklı sesler bastırılmıştır. “Kol kırılır yen içinde kalır” anlayışı ile yetkileri elinde tutanların yanlış yöntemlerinin alışkanlığa dönüşmesinin önü açılmıştır. Sol sekterlik ve psikolojik şiddet sıradanlaşırken, bugün karşımıza bunun sonucu olarak devrimcilere ve kadınlara fiziki şiddet uygulamayı “normalleştirmiş” bir anlayış çıkmıştır. Buna benzer farklı tıkanıklık biçimleri dünya ve ülke sınıf örgütlerinin bir gerçeği olsa da komünist öncümü bu sorunlardan bir daha tekrarlanmamak üzere kurtulmalıdır.

Ayrıca yaşanan bu sorunları ifadelendirirken dogmatizmin bizi soluksuz bırakan yöntemlerine tepki duymakla sınırlı da kalmamalıyız. Zira, bu süreç bağrında aynı zamanda kültür devrimin potansiyelini de taşımaktadır. Asıl önemli olan ve yoğunlaşılması gereken boyutu da budur. Statükoları aşağıdan yukarıya parçalama gücüne sahip bu kültür devriminin ebesi ise son yıllarda devrimin ihtiyaçlarına dönük yakalamaya başladığımız yeni şeyler olacaktır. Bu sıcak temasın öncüsü ise esasta kolektifin kadınlarıdır.

“Mücadele bağrında örgütü dönüştürecek kadın aydınlanmasını taşımaktadır”

Birçok sınıf hareketinde olduğu gibi bizde de “eşitlik” adı altında yıllarca cins körü siyaset izlenmiştir. Erk dili, kültürü, yöntemi ile yapılan siyaset kadının özne olarak kitlesel katılımına izin vermediği gibi kadın devrimi gerçeğine de aykırıdır. “Makbul” ve sembolik katılımlarla sınırlı siyaset yapma biçim ise kadınlar tarafından artık kabul edilebilir değildir! Zira kadınlar bu aşamaya gelirken bile tüm engellere rağmen özgür politika üretebilmeyi başarmıştır. Kısa zamanda statükonun dışına çıkabilen kadın politikaları değişimi ihtiyaç gören kadın, erkek, LGBTİ yoldaşlara güç ve umut vermiştir. İktidarları sarsılanların buna karşılık vermemeleri beklenemezdi. Zira sürecin sarsıntısız, çatışmasız yaşanması değişim değil kadınların yenilgisinin işareti olurdu. Fakat yoldaşlara uygulanan şiddet ve işgaller asla bu mücadelenin bir parçası olamaz! Olmamalıydı! Her ne gerekçeyle olursa olsun ilkelerden uzaklaşılarak kazanılacak zafer de gerçek bir zafer olmayacaktır. Değerli ve kalıcı olan değişerek-değiştirerek, demokrasinin işletilmesiyle yaratılacak en geniş birliktir.

Bununla birlikte dogmatizm ve sol sekterlikle mücadele tarihimizde ilk kez yaşanmadığı gibi bu süreç geçmişin bir tekrarından da ibaret değildir. Zira bu kez bağrında örgütü dönüştürecek kadın aydınlanmasını da taşımaktadır. Geçmişteki örneklerde hep erk’ler arasında yaşanan ve sonucunda bir şekilde erk iktidarlarının bölünerek bizi ufaladıkları “küçük olsun benim olsun anlayışı ile yürütülen “siyaset” bugün en çok kadınlar tarafından reddedilmektedir. Devrimci cins bilinciyle politika üretmeye çalışan kadınlar iki çizgi mücadelesine erk sahiplerine göre daha derinden kavramaktadır. Aynı zamanda kolektivizmde çoğulculuk on binlerce yıllık deneyimi ve mirasıdır. Süreçte erk’in tepkisini çeken de kadınların bu sağlam ve sağlıklı varlığıdır.

 

“Bunlar karşısında susacak ve ‘eşit’mişiz gibi davranacak değiliz”

Kısacası ayrışmayı yaratan nedenler daha farklı boyutlar taşısa da “Pandora’nın Kutusu”nu açan, hareketin öncü kadınlarının kendileri adına siyaset sahnesine çıkmış olmalarıdır. Bu gerçekli ilerleyen süreçlerde daha da görünür olacaktır.

Son beş-on yılımıza baktığımızda ön açıcı politikaların en canlı ve dinamik şekilde kadınlar tarafından üretilmiş ve kabul görmüş olduğu ortadadır. Dogmatiklerimizin ulusal sorunun çözümünde yıllardır sürdürdükleri “suya sabuna dokunmama” anlayışına karşı da kadınlar pratik ve anı yakalayan politikalarıyla İbrahim’in çözümlemelerini sahaya taşımışlardır. Bu süreçte dogmatizm ise kadınları ve gençleri yani en dinamik en devrimci güçlerimizi kontrol altında tutmaya odaklanmıştır.

Tüm bu dinamiklerini yapıya kurumsal olarak mal etmeye kalkışan kadınlar değişmek isteyenlere cesaret, statükoculara ise sıkıntı vermiştir. Bu nedenle saldırıların kadınlara ve kadınların daha fazla çalıştığı, söz sahibi olduğu kurumlara yapılması tesadüf değildir.

Bunlar karşısında susacak ve “eşit”mişiz gibi davranacak değiliz. Kolektifteki eşitlik ve adaleti bu kez kadın rengi ile yeniden tesis edene kadar mücadelemiz sürmelidir. Şiddeti politika yapma yolu sananlar ise ya değişip kazanacaklar ya da tümden kaybedecekler.

Yeniye omuz verenlere başarılar diliyorum. Yanınızda olduğumu bir kez daha belirtmek istiyorum.

42620

TKP/ML MK- Bugüne rehber, geleceğin müjdesidir Kaypakkaya

BUGÜNE REHBER, GELECEĞİN MÜJDESİDİR KAYPAKKAYA!

“Dibinde bir ejderha yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.” (Sabahattin Ali)

Kaypakkaya yoldaş devrimin olanağı ve iradesidir!

İşçi sınıfı ve çeşitli milliyetlerden emekçi halkımız Kaypakkaya yoldaşın katledilmesi sonucu sadece devrimci bir önderini ve öncüsünü kaybetmedi aynı zamanda muazzam düzeyde aydınlatıcı bir proleter ışığını da kaybetmiş oldu.

Onun kaybıyla oluşan düşünsel-politik boşluk, bütün ağırlığıyla demokratik halk devriminin önünde durmaktadır. Unutmamak gerekir ki; devrimin önderleri ve öncüleri kolay ve çok sayıda yetişmez. Sınıf savaşım tarihi emekçilere devrimin önderlik olanağını yaratma fırsatını her zaman kolay ve rahat bir şekilde sunmaz.

Soma Roboski'dir

Soma işçi katliamı bir defa daha gösterdi ki, bu düzenin Tanrısı paradır. Söz konusu olan paraysa, insan hayatının bir sinek kadar bile değeri yoktur. Düzenin kanunlarına göre para; onur, şeref ve haysiyet gibi insani vasıflardan kat kat üstündür. Bu düzenden beslenen vampirler para için her türlü rezilliği mubah görmektedirler. "Tek vatan, tek millet, tek bayrak," diye diye halkı tavuk gibi yolmakta, devlet imkânlarını kullanarak halkın cebinden parmak ısırtan zenginliklere sahip olmaktadırlar.

Madencilerin Ölümü Kader Değil, Sermayenin Kar Oranını Arttırma Katliamıdır!

13 Mayıs günü Soma Holdinge bağlı Soma Kömür Ocaklarında yapılan işçi katliamı üzerine, gözler, bir kere daha, sermayenin kar oranını yükseltmek için durdurulamaz işçi cinayetlerine çevrildi. Bu elbette, en zor koşullarda çalışan işçilerin kaderi değil, sermayelerini arttırmak için hiç bir güvenlik ve sağlık önlemi olmayan derme-çatma denebilecek yerlerde çalıştırılmasının bir sonucudur. Burjuvazi, üretim maliyetini (değişmeyen sermaye) düşürmek için işçi ölümlerini artırmayı yeğlemiştir.

Burada bazı istatistikler vererek konuya girelim.

Kızıl Güller Kanıyor‏

Öyle bir coğrafyada, öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, nerdeyse yılın tüm günlerinde ve ülkenin dört bir tarafında bize yaşatılan acıları, haksızlıkları, uğradığımız katliamları protesto etmekle geçiyor ömrümüz. Ve her gün o acılarla, duygusal anlarla bir kez daha yoğruluyor her birimiz. 

"Yüzünüzdeki maden karasını yıldızların kızıllığıyla aydınlatacağız"

Kaypakkaya yoldaşı andığımız bugünlerde Gezi şehitleri kervanına katılarak ölümsüzleşen Mehmet İstif ve Soma’da katledilen maden işçileri ile öfkemiz daha da büyümektedir.

Partizan : Yüreğimiz Soma’da! Yas değil isyan!

MANİSA’NIN SOMA İLÇESİ’NDE YÜKSELEN ÇIĞLIKLAR VE 

YÜZLERCE MADENCİ CENAZESİ…

 

Aralarında, Berkin Elvan gibi 15 yaşındaki işçi çocuk Kemal’in de cesedi, kara bir torbada…

16 saat sonra enkazdan sağ çıkarılan işçi Fatih, yaralı haline bakmadan kendisi gibi emekçi olan sağlıkçılara soruyor: “Çizmelerimi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin”…

Diğer yanda ise elinde bir kamera ile şaklabanlığa soyunan bir başbakan…

Diyalektiği güncelle!

Her faaliyet alanı bir önceki sürecin devrimci çalışmalarını kapsamlı bir şekilde örgütsel-pratiksel-yönetsel boyutuyla değerlendirmelidir. Bölge ve alanlar bu süreçte kitlelere ne kadar gidebildi? Ulaştığı, kapısını çaldığı emekçilere sistemin politik teşhirini ne kadar, nasıl yaptı? Kitleleri bilinçlendirip-örgütlemede ikna ve inandırmada ne kadar etkili ve başarılı oldu? Nasıl bir yol ve yöntem izledi ve ne kadar mesafe kat etti? Propagandanın içeriği kitleleri uyandırmak-bilinçlendirmek-harekete geçirip örgütlemek için yeterli miydi?

BİR AYDIN(LIK) HÂLİ FİKRET BAŞKAYA[*]

“Dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız.”[1]

 

Bir aydın, bir insan olarak Fikret Başkaya, önemlidir.

“Entelektüellere ihtiyaç duyan bir toplum değiliz”;[2] “Aydın kavramı raf ömrünü tamamladı. Günümüzde entelektüelin yeri filin sırtında sivrisinek olmaktan öte değil,”[3] türünden “ucuz” saptamalara karşın bundan dostun da, düşmanın da asla kuşkusu olmadı; olamaz da…

9 Mayıs1945 Zafer Günü kutlu olsun

II.Dünya savaşı,insanoğlu'nun tanık olduğu,dünya tarihinin en korkunç savaşlarından biridir.Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği,çok ağır yıkımların olduğu,Yahudi soykırımı ile kitlesel ölümlerin yaşandığı en kanlı savaştır.100 milyondan fazla askeri personelin katıldığı,50 milyona yakın insanın hayatını kaybettiği bu savaş onarılması  çok büyük yaralar açmıştır.1939-45 yılları arasında cereyan eden bu savaş,Almanya'nın Polonya'yı işgal etmesiyle başladı.8-9 Mayıs 1945 yılında Adolf Hitler'in yer altında,saklandığı sığınağında,Kızıl Ordu'nun Berlin'i ele geçirdikten sonra kafasına kurşun

Siyasi Polis, Provokatör veya ruh hastalarıyla uğraşmak zorunda kalmak! Engin Gören

Birkaç gün önce bir sitede bir “yazı” çıktı: “H.Aksu kimdir?” başlığıyla. Yazıyı yazan kadar bu tür yalan, karalama, kışkırtma-provokatörlük üzerine kurgulanan yazıları yayınlayan site de sorunlu olup ortak yön buluyor demektir. Aynı mayadan oluşu mu veya ilkesiz ve kontrolsüzlüğünden mı kaynaklanıyor bilemiyoruz. Ama bu durum ve yaklaşım içinde bulunan bir sitenin ciddiyet taşımayacağı da açıktır. Umarız yayın çizgisini gözden geçirirler diyelim ve geçelim.

Sayfalar