Pazartesi Mayıs 27, 2024

Latin Amerika'dan barış süreçleri 'El Salvador’ örnegi

  * Anlaşıldı:Savaş artık Barış demek.Öyleyse bundan böyle domuzlara at,kız çocuklarına erkek deyip geçelim...”[1]

 

El Salvador’da iç savaşın tarihi, 1970’li yıllarda, topraksız köylülerin, kent yoksullarının, işçilerin, öğrencilerin sokaklara dökülen muhalefeti karşısında ABD destekli ordunun kanlı operasyonlarına dayanır.

Bu süreçte ordu, El Salvador halkına karşı ağır insanlık suçları işlemiştir. Ordunun yanı sıra, ABD destekli paramiliter ölüm mangalarının eliyle hem kentlerde hem de kırsalda katliamlar, yargısız infazlar, faili meçhuller, tecavüz, işkence kol gezmiştir.

1980 başlarında ülkede sol güçler (gerilla örgütleri ve siyasal partiler), 1930’lu yılların antiemperyalist halk kahramanı Farabundo Martí’nin adına atfen Farabundo Martí Ulusal Kurtuluş Cephesi (FMLN) adını alan cephe örgütünün şemsiyesi altında birleşti. İç savaş ise, resmen 1980 Martı’nda El Salvador’un Kurtuluş Teologu Başpiskoposu Oscar Romero’nun Monsenyör Oscar Romero’nun San Salvador Katedrali’nde yaptığı bir konuşma sırasında öldürülmesi, 30 Mart’taki cenaze törenine katılanlara bombalı saldırı düzenlenmesiyle başladı.

Nikaragua’daki devrimin Orta Amerika’ya yayılmasından kaygı duyan ABD’nin eğitim, lojistik, silah ve personel olarak desteklediği El Salvador ordusu ve ona bağlı olarak sivil halk üzerinde operasyonlarını sürdüren paramiliter ölüm mangaları ile FMLN arasındaki iç savaş, 12 yıl sürdü. Ve Ocak 1992’de BM’nin gözlemciliğinde, El Salvador hükümeti ile FMLN yöneticileri arasında Mexico City’deki Chapultepec kalesinde imzalanan barış anlaşmasıyla resmen sona erdi.

İç savaş, geride her birinde yüzlerce kişinin katledildiği onlarca katliamın [ki bunlar arasında en kötü şöhretlileri 1981’deki, bini aşkın kadın, erkek, çocuk ve ihtiyarın öldürüldüğü El Mozote ile Ağustos 1982’deki, aralarında çok sayıda bebek ve yaşlının bulunduğu 200 kişinin vahşice öldürüldüğü El Calabozo katliamlarıdır] acılarını, binlerce ölü, yaralı, işkence mağduru, tecavüze uğramış binlerce kadın, yüzlerce boşaltılmış, yakılmış köy bırakarak sonlandı. Nüfüsü ancak 7 milyonu bulan ülkede iç savaşın ölümcül bilançosunun 75 000 kişi olduğu hesaplanmaktadır: yani nüfusun yüzde biri iç savaş sırasında katledilmiştir!

El Salvador’daki “barış süreci” ya da hükümetle FMLN arasındaki görüşmeler, katliamların uluslar arası tepki çekmeye başlaması, ABD Kongresi’nin ülkenin ordu ve ölüm mangalarının faaliyetlerindeki rolünü tartışmaya açması ve kıta ölçeğinde yaygınlaşan neo-liberal siyasalara “demokratikleşme” söylencelerinin eklemlenmesi sonucunda, BM gözetiminde başlayacaktı.

Müzakereler sonucunda imzalanan barış anlaşması, ülkenin belli başlı yapı ve kurumlarının reforme edilmesi için bir takvim belirlemenin yanı sıra, geçmişteki ihlâllerin kovuşturulması ve gelecekteki ihlâllerin önüne geçilmesine yönelik bir Hakikât Komisyonu’nun tesisini karara bağlıyordu.

Barış anlaşmasının öngördüğü reformlar arasında:

- El Salvador’un kamu güvenliği kuvvetleri Ulusal Polis, Milli Muhafızlar ve Hazine Polisi’nin tasfiye edilip yerine orduyla hiçbir kurumsal bağı olmayan, eğitimli ve insan haklarını düzenleyen yasalara bağlı bir ulusal sivil polis gücünün kurulması;

- Ordunun sivil otoriteye ve yasalara tabi olacak şekilde yeniden düzenlenmesi - birliklerin sayılarının azaltılması, Milli İstihbarat dairesinin tasfiyesi, askerin polis görevi görmesine olanak veren mevzuatın değiştirilmesi;

- FMLN eski militanlarına, terhis edilen askerlere ve kiracı konumundaki 25 000 köylüye toprak dağıtılmasını sağlayan bir toprak reformu bulunuyordu.

Ancak sanırım, en önemlisi savaş suçlarını araştıracak, suçluların tespitini ve yargı önüne çıkartılmalarını sağlamakla yükümlü Hakikât Komisyonu’nun kurulmasıydı.

Kolombiya eski devlet başkanı Belisario Betancur başkanlığında, bir Venezuelalı ve bir ABD’li üç üyeden oluşan komisyon, sekiz ay içerisinde binlerce birincil ve ikincil tanık dinleyip binlerce belgeyi değerlendirdi. Komisyonun “Çılgınlıktan Umuda: El Salvador’da 12 Yıllık Savaş” başlıklı raporu 15 Mart 1993 tarihinde yayınlanacaktı.

- Raporda belgelenen 22 bin şikâyetin yüzde 60’ı yargısız infazlar, yüzde 25’i kayıplar, yüzde 20’si ise işkenceyle ilgiliydi.

- İncelenen şiddet vakalarının yüzde 85’i devlet kaynaklıydı.

- Raporda insan hakları ihlâlcilerinin isimleri tek tek veriliyor, suçlu subay ve memurların görevden alınarak kamu hizmetlerinden yasaklanması tavsiye ediliyordu.

- Rapora ayrıca geniş çaplı hukuksal reformlar tavsiye edilmekteydi.

- El Salvador yasal sisteminin kovuşturma yetisinden yoksun olduğu gerekçesiyle, faillerin kovuşturulması temennisi raporda yer almaktaydı.

- Bunun yanı sıra, kurbanların zararlarının tazmini öngörülüyordu.

- Komisyon raporunda ayrıca, El Salvador ceza hukukunda bir dizi köklü reform yapılması tavsiyesinde bulunulmaktaydı: yargı bağımsızlığının güvence altına alınması, El Salvador’un tüm uluslar arası insan hakları sözleşmelerini imzalayıp onaylaması gibi düzenlemelere öncelik verilmesi öneriliyordu.

El Salvador hükümetinin BM’nin girişimleri ve Hakikât Komisyonu’nun tavsiyeleri karşısındaki ilk tepkisi, raporun yayınlanmasından beş gün sonra, 20 Mart 1993’te, savaş suçları dahil olmak üzere raporda insan hakları ihlâllerine adı karışan herkes için koşulsuz “genel af” ilan etmek oldu. Bu, katliamları, işkenceleri, yargısız infazları gerçekleştirmiş, tecavüz, köy yakma, talan, insan kaçırma vb. suçlara karışmış ve bu eylemlerin emrini vermiş, onları örgütlemiş on binlerce asker ve paramiliterin dokunulmazlık zırhıyla toplum içine karışması anlamına geliyordu.

Bu affın yanı sıra, Barış anlaşması gereklerinin ya da komisyon tavsiyelerinin pek azı yerine getirilecekti.

Daha önce silahlı kuvvetlerle iç içe geçmiş, çeteleşmeye teslim, yolsuzluklara boğulmuş polis örgütlerinin tasfiye edilip yerine yeni bir “Ulusal Sivil Polis” teşkilâtı kurulmuş olsa da, bu örgüt tasfiye edilen polis teşkilâtlarından unsurlarla doldurulmuş, orduyla ortak operasyonların sürdürülmesinin de etkisiyle, fazla bir etkinlik göstermemiştir. Barış anlaşmalarında öngörülen toprak reformu, ülke topraklarının büyük bölümünü elinde tutan elitin direnişiyle karşılaşınca, askıya alınmıştı. İç savaş kurbanlarının zararının tazmini kararı da, kaynak yetersizliği gerekçesiyle uygulamaya sokulamamıştır.

Ancak El Salvador’daki “Barış Süreci”nin en acılı sonucu, hiç kuşku yok ki, barışın nihayet tesis edileceği ve ülkede koşulların normale dönmesini sağlayacağı varsayılan 20 Mart 1994 seçimlerinde, sokak ortası infazların, insan kaçırmaların, işkencenin, ölüm tehditlerinin, yani paramiliter terörün olanca hızıyla sürdüğü hileli bir kampanya sonucunda, sivil halk üzerindeki baskı ve terörün, katliamların baş sorumlusu faşist ARENA partisi adayının (Armando Calderon Sol) oyların yüzde 49.2’sini alarak devlet başkanı seçilmesi oldu. Calderon Sol’un El Salvador’daki iç savaşta sivil halka uygulanan vahşetten sorumlu olduğu, bizzat CIA belgeleriyle açığa çıkmıştı!

Seçim kampanyası sırasında, Barış anlaşmasıyla birlikte siyasal partiye dönüşen FMLN’in onlarca adayı öldürüldü (Barış anlaşmasından seçimlere kadar öldürülen FMLN aktivisti sayısı: 40); sendika militanları ve insan hakları aktivistleri kaçırıldı, işkenceden geçirildi…

Bir başka deyişle, Chapultepec anlaşması, El Salvador’daki iç savaşı yalnızca “resmen” sona erdirmişti. “Barış”, FMLN’in silahlı gücünün büyük ölçüde tasfiye edilmesine yol açarken, karşısındaki faşist şiddet, özellikle de paramiliter güçler üzerinde fazla etkili olamamıştı. El Salvador’un ölüm mangaları, 1993 affının kendilerine sağladığı dokunulmazlık zırhı altında, zamanla suç çetelerine evrildiler. Önceden latifundistlerin, hükümet güçlerinin ve ordunun hizmetine sundukları güçlerini, doğrudan kendi çıkarları için kullanmaya koyuldular.

Bugün 7 milyonluk El Salvador, uyuşturucu kaçakçılarından silah kaçakçılarına, oto hırsızlarından organ mafyasına, kadın tacirlerinden fidye çetelerine, organize suça teslim olmuş durumdadır. 100 000’de 69 ile El Salvador, cinayet oranının en yüksek olduğu ülkeler arasındadır (2011 verisi). Suçları “kovuşturacağı” varsayılan emniyet ve yargı kurumları ise, genellikle ya sindirilmiş, ya da rüşvetle teslim alınmış durumdadır.

El Salvador 2009’daki seçimlerden bu yana, FMLN’in adayı, gazeteci Mauricio Funes’in devlet başkanlığında yönetiliyor. Ancak, “ne solculuk, ne de sağcılık yapacağım. Hedefim ülkeyi ileriye taşıyacak bir program,” diyen Funes, iç savaş canilerinin yargı önüne taşınmasını sağlayacak adımları atmakta belirgin bir şekilde ayak sürümekte. Belki öncelikle bu yetki kendisinde değil de Anayasa Mahkemesi ve özerk Cumhuriyet başsavcısında olduğu için; belki El Salvador parlamentosunda çoğunluğun hâlâ başta ARENA olmak üzere sağcı partilerde olması nedeniyle; belki orduda tedirginliğe yol açmamak için; belki de yeniden açılacak davaların FMLN’in başına patlamasından çekindiği için…

Her durumda, El Salvador’da “barış süreci”nin katliam, infaz, işkence, tecavüz ve diğer savaş ve insanlık suçlarının faillerini isim isim belgeleyen Hakikât Komisyonu raporuna karşın, somut bir getiriyle sonuçlandığı söylenemez.

El Salvador iç savaşı, toprakların ve ülke servetinin büyük bölümüne sahip, yüzde 2’lik bir oligarşiye karşı yükselen halk muhalefetini ABD destekli devlet ve kontra terörüyle bastırma girişimine karşı başlatılan silahlı mücadelenin bir sonucuydu. Ne ki “barış”, iç savaşa yol açan iktisadî ve toplumsal koşullarda fazla bir değişikliğe yol açmadı. Dahası, “barış süreci”yle birlikte, hızlanan (neo)liberalizasyon süreci, gelir dağılımındaki eşitsizlikleri daha da büyüterek pekiştirecekti: Ülke bugün nüfusun yüzde 50’sinin işsiz ya da yarı-işsiz olduğu, 10 işçiden yalnızca 2’sinin nizamî olarak istihdam edildiği, ticaret açığında Latin Amerika birincisi, kırılgan bir tablo sergilemektedir. 2011 yoksulluk verilerine göre El Salvador’da kentsel nüfusun yüzde 35.4’ü, kırsal kesimde ise yüzde 50.2’si yoksulluk koşullarında yaşamaktadır. Yüksek suç oranları, yolsuzluklar ve sağlık ve eğitim gibi temel kamusal hizmetlerin tasfiye edilmesinin yol açtığı toplumsal kırılganlaşma da cabası…

O hâlde, şu saptamayı rahatlıkla yapabiliriz: El Salvador’daki “barış süreci”nin kazananı, (çoğu Latin Amerika ülkesinde olduğu üzere) neo-liberalizm olmuştur. “Süreç”, El Salvador halkını iç savaş öncesi içinde bulunduğu iktisadî ve toplumsal açmazlardan, yoksulluk ve yoksunluk kıskacından kurtulmasının önünü açmak bir yana, bir mafya kapitalizminin kurumsallaşarak ülkedeki eşitsizlikleri, gelir dengesindeki bozuklukları ve devlet kaynaklı gündelik terörü daha da kökleştirmesiyle sonuçlanmıştır.

İç savaş ya da çatışmalardan çıkış yolu arayan halk güçlerinin El Salvador deneyiminden çıkartabileceği en önemli ders, sonucun ancak adaletli olması, bir başka deyişle, çatışma ve/veya iç savaşa yol açan koşulların, ezilenlerden yana köklü bir biçimde dönüştürülmesini sağlaması durumunda “barış” adını hak edeceğidir. Bunun dışındakiler, madunların, halk(lar)ın, ezilenlerin değil, zorbaların, efendilerin, egemenlerin “çözüm”üdür.

Yoksa döner dolaşır, İtalyan yazar Giuseppe di Lampedusa’nın işaret ettiği kapana kısılırız: “Her şeyin aynı kalması için her şeyin değişmesi gerekir…”

 

N O T L A R

[*] 1 Aralık 2013 tarihinde İstanbul Pangea’da yapılan konuşma… Newroz, Yıl:7, No:244, 25 Aralık 2013…

[1] Arundhati Roy.

92174

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

Sayfalar