Perşembe Mayıs 30, 2024

Lozan neyin galibiyeti idi:Mehmet Can

‘’Bilmeyen ahmak, bilip de  söylemeyen suçludur.’’ (Fransız Atasözü)


İktidarı alan gücü eline geçiren muktedirler, tarihi de kendi çıkarları doğrultusunda yazarlar. Kendi iktidarlarının devamı için yalanın egemen olduğu bu tarih yazımına ihtiyaçları vardır. Türk egemen tarih yazımı da bir bütün olarak Lozan Antlaşmasından sonra yavaş yavaş ete kemiğe bürünmeye başladı. 1927 yılında Türk egemenleri tam olarak ipleri eline almaya başladıktan sonra Nutuk’un yazılması ile bir yerlere oturdu. TC resmi tarihi giderek bu süreç sonrası bir şekle girerek vücut buldu.

Lozan Antlaşmasını madde madde incelediğimiz zaman esasında Lozan’ın bir kahramanlık ve direniş sonucu elde edilen bir başarı olmadığını tam aksine batının, batılı devletlerin her dediğinin noktası ve virgülüne kadar kabul edildiği bir  antlaşma olduğunu görmekteyiz.

1.Başlık: Doğu sınırı
Türkiye’yi temsilen Lozan’daki görüşmelere giden İsmet İnönü tamamen içi boş argüman ve gerekçelerle ortaya çıkarak doğu sınırı konusunda reel durumdan hareket etmeyerek hiçbir somut temele dayanmayan argümanları masaya koymuştur. Örneğin, ‘‘Ermeni yurdu söz konusu olamaz, olursa görüşmeler kesilir‘‘ demiştir. İnönü’nün masada dile getirdiği bu argümanların masada elle tutulur bir yönü ve yanı yoktur. Neden? Ermeni nüfusu Anadolu’da ne kadar kalmış? Bir buna bakmak lazım… Bu doğu sınırı muhabbeti tamamen göz boyamadır. O dönem Ermeniler hariç kimse bu sınırları istemiyor ve ilgilenmiyor. Ne İngiltere ne de diğer ülkeler… Bunların istememesinin nedeni de şu: Ermeni topraklarının bir bölümü yani öbür taraftaki Ermenistan Sovyetlere günümüzdeki Rusya’ ya kaymış durumda İngilizler bu konuyu Lozan’ da gündeme getirerek neden Sovyetlerin genişlemesini istesin ki böyle bir şey ister mi İngiltere?

Unutmamak gerekir ki Sovyet dış politikası 1917 Ekim Devriminden sonra büyük bir değişime girmiştir. Dolayısıyla İsmet İnönü bu konuda sırf biz de Lozan’da elimizi masaya vurduk diyebilmek için içi boş gerçekleşmesi zaten uzak bir ihtimal olan bir argüman ile ortaya çıkmıştır.

Lozan’daki ikinci başlık ise, Irak sınırı konusudur.
Irak sınırı mevzu bahis olduğu zaman ilk akla gelen Musul sorunu olmuştur. Günümüzde bile özellikle resmi tarihin kalemşörleri tarafından Musul mevzusunda TC egemenlerinin masada, Lozan’da direndiklerini, Musul‘u kaybetmemek için büyük bir mücadele verdiklerini söyler ve yazarlar. Peki, gerçek böyle mi? Bir kere Musul resmi tarihçilerin anlattığının aksine Lozan’da hiçbir zaman direnmenin nedeni olmamıştır. Tam aksine Musul, İngiltere tarafından alındıktan sonra, İngiltere Kemalistlerin tek tip bir ulus devlet kurmasına izin vermiştir. Yani İngiltere için önemli olan Ortadoğu’da bünyesinde zengin enerji kaynakları bulunan Musul’dur. Anadolu değildir. Lozan’da bu bölge üzerinde egemenliğini yeniden tescil ettiren Birleşik Krallık bunun karşılığında Anadolu’da Kemalistlerin ulus devlet kurmasına izin vermiş ve Anadolu ile fazla ilgilenmemeye başlamıştır.

3.Başlık: Suriye sınırı
Reisi İbni Halden başlayarak Müslimi‘ye, Meskene sonra Fırat yolu Deri Zor ve Musul Livası güney sınırına ulaşacak. Lozan’da Türk delegasyonunun talebi bu fakat Lozan’ da Suriye Sınırının TC egemenlerinin lehine düzenlenmesi işlem ve talebi de olmuyor.

4.Başlık: Adalar
Hikayenin en büyüğü bu İsmet İnönü  Lozan’ da 11, 12 adayı masaya getirmeyi, masada konuşmayı unutuyor. Türkiye’ye dönünce hatırlatıyorlar İsmet İnönü’ye ama iş işten geçmiş durumda imzalar atılmış artık.

5.Başlık: Trakya sınırı
1903 öncesi elden giden sınırların tekrar elde edilmesine çalışılacak, yani Balkan Savaşları’nda elden giden 1912’ de Osmanlının elinden giden coğrafya kastediliyor. Bu da hikâye, bu da gerçekleşmiyor. Bu sınırlara bir daha geri dönülmüyor.

6.Başlık: Batı Trakya
Misak-i Milli maddesi gereği plebisit istenecek, yani orada yaşayan halkın kendi kaderini oylama, bir seçim sonucu tayin etmesi.  Karaağacı daha sonra Yunanistan alıyor ve mevzu kapanıyor. Elde var yine sıfır…

7:Başlık: Boğazlar ve Gelibolu Yarımadası
Boğazlar bir geçiş hattıdır ve bütün dünyaya aittir. Sadece Osmanlı ya da Türkiye’ye ait değildir. Zaten İngiltere’nin kendisine bıraktığı bir yeri Türkiye diyor ki asker bulunduramazsın, bulundursan da müzakere sonucu bulundurabilirsin ancak… Unutmamak gerekir ki geçiş hakkı diye bir şey vardır. Yani esasında burada demek istiyor ki ben bu kuruluşu TC’nin kuruluşunu bir şekilde süslemem, bunun propagandasını bir şekilde yapmak gerekir. Aksi halde kitleler nezdinde otoritem ve güvenirliğim yara alır, itibar kaybeder. Sen; İngiltere boğazları yine istediğin gibi kullan fakat benim ile göstermelikte olsa bir görüş, müzakere et.

8.Başlık: Kapitülasyonlar
250 sene Osmanlı sömürdü Fransa’yı, son yüz elli sene de Fransa Osmanlı‘yı sömürmeye başladı. Fransa istediğini yine zaman içerisinde yaptırıyor. Resmi bir sömürü kalksa da, fiili bir sömürü yine var, devam ediyor TC’nin varlığı ile beraber.

9.Başlık: Azınlıklar
Kim var azınlıkta? Ermeni, Yahudi, Rum, Yunanistan diye bir devlet var mı? Var… Ermenistan’da Türk var mı? Yok… Peki, kimi, kiminle mübadele edeceksin? Açık bırakıyor bunun ucunu muammada kalmasını sağlıyor. Ermenilerin; Kiminle? Nerde? Ne zaman? Mübadele edileceği belli değil. Mübadelede şu vardır: TC egemenleri bunu anlatmalılar: Mübadele nedir? Kelime manası olarak: Çok açık sendeki hacmi olan bir şeyi, bendeki hacmi olan bir şeyle değiştirmektedir. Karşı tarafta bunun hacmi yoksa neyle değiştireceksin? Türkiye’nin derdi, hepsini yollamaktı esasında beceremeyince azınlık haklarını getirdiler başlarına.

10.Başlık: Osmanlı Borçları
TC Osmanlı Borçları’nın tamamını Lozan’da kabul ediyor, üstleniyor. Eğer 1923 bir devrim olsaydı eski rejimin borçları kabul edilmezdi. 1979’da İran’da devrim gerçekleştiği zaman, eski rejimden yani Şah Pehlevi yönetiminden kalan borçları yeni İran yönetimi ödemeyi reddetti. Yine Küba ve Vietnam devrimleri aynı şekilde tıpkı İran gibi eski yönetimden kalan borçları emperyalist ülkelere ödemedi. Bu örnekleri çoğaltabiliriz, eğer 1923’te bir devrim olsaydı Osmanlı Borçları ödenmezdi.

11.Başlık: Ordu ve Donanmaya sınırlama
Ordu ve Donanmaya sınırlama söz konusu olamaz diye Lozan’da başlık açılmıştır. İngiltere’nin Musul’dan bile önemli olan ana mevzusudur bu konu. Dünyada İngiltere’den yola çıkan herhangi bir gemi takılmadan dünyanın etrafında dolaşıp veya istediği bir ülkeye girip çıkıp tekrar İngiltere’ye varır. Unutmamak gerekir ki Birleşik Krallık, İngiltere dünyada geçmişten, günümüze denizlerin hakimidir. Herkes ile antlaşması vardır. Antlaşması olmayanı da mağlup etmiştir kendisine bağlamıştır. Mustafa Kemal esasında bu konuda şunu demek istiyor:’’Ben diyor kendi kıyımda istediğim kadar asker bulundururum  ve o denize hükmederim. Bana ait kaç milse oralara o alana ben hükmederim.’’ Fakat İngiltere denizlere hakim olma isteğinden dolayı oraya şöyle bir ara açıyor ve Türkiye’ye şunu söylüyor:Zaten senin donanmanda yok, yani büyük bir boşluğa konuşuyorsun sen demeye getiriyor. Dolayısıyla İngiltere’nin denizlerdeki hakimiyeti boğaz başta olmak üzere TC’ de de sürüyor. Mustafa Kemal’in söylemi lafta kalıyor.

12.Başlık: Yabancı Kuruluşlar
Yabancı Kuruluşlar yasalarımıza uyacaklar. Bu konu da tam bir muamma, hangi yabancı kuruluşlar? Ülkesi olanlar, olmayanlar… Yabancı kimdir? Hangileridir? Kimin, kimin yasalarına uyduğunu doksan yıllık cumhuriyet tarihi bize gösterdi.

Dolayısıyla Lozan’da TC egemenlerinin hiçbir maddesi kabul edilmemiştir. Esas olgu-de facto bir durum olan TC ülkesinin tanınmasıdır. Olayın Kürt ve Kürdistan bağlamında cereyan ettiği yer ise Musul meselesidir. İngilizler 9 Kasım 1918 Musul’u teslim almışlardır. İsmet İnönü ise Musul’u Lozan’da TC sınırlarına dahil etmek için Lozan’da BMM Türklerin ve Kürtlerin ortak meclisidir diyerek sürekli Türk ve Kürt’ün kardeşliğine vurgu yapmıştır.

İsmet İnönü Lozan’da bu kardeşlik edebiyatını dilinden düşürmeyince Lozan’daki dönemin İngiliz temsilcisi Lord Curzon İsmet İnönü’ye dönerek kinayeli bir şekilde gülümseyerek umarım öyledir demiştir. Türk ve Kürt birlikteliği başından itibaren sahte bir birlikteliktir. Yani demek istiyor ki İngiltere, siz ortak falan değilsiniz. Sizin altı yüzyıllık bin yıllık bir devlet geleneğiniz var, Kürt’ün böyle bir geçmişi ve geleneği yok, sanki varmış gibi yanına oturtuyorsun Kürt’ü, işin bitince adamın kafasını kopartacaksın güzel kardeşim.

Şu soru günümüzde de sorulmalıdır, Lozan’dan sonra kaç kez müdahil oldu İngiltere Kürt ve Kürdistan mevzusuna? İngiltere Musul’u aldıktan sonra Türk ve Kürt’e ne haliniz varsa görün demiştir. Kürtleri bir nevi Kemalistlerin önüne atmıştır. Lord Curzon kısaca özetlemek gerekirse Lozan’da İsmet İnönü’ye: ’’ Sizin Kürtler ile olan aşkınız göstermelik bir aşktır’’ diyor. Lozan bir zafer değil, bir hezimet, büyük bir yenilgidir. Mağlubiyetin altına atılmış bir imzadır Lozan. Unutmamak gerekir ki İngiltere 1. Dünya savaşını baz alarak masaya oturmuştur. Sen Kurtuluş Savaşı diyorsun, milli mücadele diyorsun kimsenin umurunda değil. Osmanlı 1. Dünya savaşından yenik ayrılmıştır ve bunun bedelini de Lozan’da ödemiştir. Dolayısıyla Lozan öncesi büyük oranda bu toprakların kadim ve yerli halkı olan Ermeniler, Rumlar kısacası gayri Müslimler tasfiye edilirken, Lozan sonrasında ise Kürtlerin tasfiyesine büyük oranda başlanmıştır. Lozan’dan sonra hazırlanan 1924 Anayasası ile film tamamen kopmuş ve bitmiştir.

69647

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

Sayfalar