Perşembe Mayıs 2, 2024

Naim Efendi'nin Hatıratı ve Talat Paşa Telgrafları

HDP İstanbul milletvekili Garo Paylan'ın Anayasa görüşmelerinin yapıldığı sırada söz alarak Meclis kürsüsünden yaptığı konuşma AKP-CHP-MHP'lilerce oluşturulan Milliyetçi Cephe tarafından lince dönüştürüldü. Tarihin en düşük, itibarsız ve onursuz milletvekilleri olarak anılacak olan bu bayların işi Saray'a biat etmek ile ellerini oylamalarda indirip kaldırmaktan başka hiçbir şey olmamıştır. Garo Paylan'ın ''1913-23 yıllarında Ermeniler, Süryaniler, Rumlar, Yahudiler kaybedildi. Büyük katliam ve soykırımlarla bu topraklardan sürüldüler ya mübadelelere uğradılar. Ben adına soykırım diyorum, siz ne derseniz deyin'' sözleri duyulur duyulmaz vahşi boğanın arenada kırmızı rengi görüp saldırması gibi saldırıya uğradı. Meclis başkanvekilinin ''hal ve hareketlerinize dikkat edin, bu milleti yaralayıcı ifadeler kullanamazsınız'' tehditlerinden sonra, Milliyetçi Cephe mecliste saldırıya geçerek Soykırım kelimesinin meclis tutanağından silinmesini ve üç oturum meclis görüşmelerine katılmamasını onaylattılar.

Soykırım suçlamasından korktukları için her Soykırım kelimesinden kan basınçları yükseliyor, kalp atışları hızlanıyor duruma geliyorlar. Rantların, iktidarların, zenginliklerin paylaşımında birbirlerini boğazlayanlar Ermeni-Kürt-Alevi düşmanlığında her şeyi unutup birleşiyorlar. Dünyada 1915 yılında Ermenilere yapılan uygulamaların Soykırım diyen ülkelerin sayısı her geçen gün artarken, yalnızlaşan, tek başına kalan, barbarlar olarak anılmaktan hiç rahatsız olmayan, yüzleşme ve özür gibi erdemlerden şimdilik çok uzaklarda durmaktadır. Soykırım tartışmalarına ışık tutacak belge, bilgi, eserlere bugünlerde bir yenisi daha eklendi. Anlayana bu anlamda ''sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az'' demekten başka söz bulamıyoruz. Milli güvenlik gerekçesiyle tarihçilere, araştırmacılara kapalı olan arşivlere ancak yurtdışında ve aradan yüz yıl geçmiş olsa dahi yeni yeni ulaşılıyor. Gizlenen her şey gün yüzüne çıkıyor.

Taner Akçam'ın ''Naim Efendi'nin Hatıratı ve Talat Paşa Telgrafları – Krikor Gergeryan Arşivi''  adlı son kitabı bu anlamda önemlidir. Bir Osmanlı memuru olan Naim Sefa Efendi'nin Halep sevkiyat müdürlüğünde görevli iken Talat Paşanın telgrafları ile bunlara ilaveten hatıratını kaleme aldığı, dönemin Ermeni aydınlarından sürgünde olan Aram Andonyan'a verdiği dokümanlar önemlidir. Tarihidir. Soykırım tartışmalarında sorunu getirip belgelerde aramak ''bu var mı, yoktu'' gibi söylemlere dönüştürmek asla kabul edilmez yöntemdir. Soykırım, tarihte ekonomik, sosyal ve kültürel varlıkları yok edilen bir ulusun bugün artık Garo Paylan'ın ''bir zamanlar yüzde kırktık, bugün binde biriz'' sözünde saklıdır. Gün soykırım tartışmalarından ziyade ''soykırımın inkarının cezalandırılması'' gibi yasalarla güçlendirilmesini öngörmektedir. Bugün asla kabul edilemeyecek gerçeklerdir. Ne Talat Paşa, ne Atatürk, ne Nurettin paşa, ne Topal Osman, ne Erdoğan ne Kenan Evren ne de Mehmet Ağar katil ve soykırım suçlusu olduklarını asla kabul etmezler.

Tertemiz olduklarını her daim ileri sürmüşlerdir. Bu yüzden katilden belge istenmez, çünkü asla katil olduğunu kabul etmeyecektir. Resmi görüşün bir kitapta toplandığı tezler 1983 yılında ilk defa Süreyya Yuca-Şinasi Orel tarafından yayınlandı. ''Ermenilerce Talat Paşa'ya atfedilen telgrafların gerçek yüzü'' adlı kitapta öz olarak ''Naim Efendi diye bir Osmanlı memuru yoktur. Dolayısıyla olmayan bir insanın hatıratı da olmaz, Talat Paşa'ya ait olduğu söylenen telgraflar sahtedir. Tüm belgeler Aram Andonyan tarafından üretilmiş, sahte belgelerdir'' denilmektedir. Bu çalışmaya önderlik eden her zaman Ermeni sorunu gündeme geldiği zaman görüşlerine başvurulan yeminli Ermeni düşmanı Kamuran Gürün önderliğinde Türk Tarih Kurumu'dur.

Naim Sefa Efendi Kimdir?

1915-16 yıllarında Halep ve Meskene'de Sevkiyat müdürlüğünde çalışan Naim Efendi adlı bir Osmanlı memurudur. Talat Paşa'nın gönderdiği telgraflar ile kişisel gözlemlerini içeren Osmanlı belgelerini yani telgraf ve hatıratlarını Aram Andonyan'a satmıştır. Bugüne kadar belgeler üzerinden konuşulduğu için, kayıtlarda böyle birinin isminin geçmemesi, orijinal belgelere ulaşılamadığı için kesin olarak tartışma yürütülemedi. Bu konuda belgelerin gerçek olduğunda ısrar eden Yves Ternon ile Vahakn Dadrian olmuştur. Ama bugün aradan uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen böyle bir Osmanlı memurunun varlığı ortaya çıkmıştır. Bu kadar önemli Osmanlı belgeleri Krikor Gergeryan arşivinde ortaya çıkmıştır. Aslen Sivaslı olan Gergeryan, 16 kardeşin en küçüğüdür. Anne ve babasının ölümünü gözleri ile görür. Hayatta kalan ağabeyi ile Beyrut'a ulaşınca orada yetimhaneye alınır. Roma’ya gelip rahip olmaya karar verir. Aynı zamanda doktora çalışmasında bulunur. Hayatı boyunca akademik çalışmalarını devam eder.

İşte bu arşiv hayatı boyunca çalışmasının sonuçlarıdır. Gergeryan rahip olduktan sonra Kahire'ye yerleşmeye karar verir. Burada Kürt Mustafa Paşa ile tanışır. Bu kişi 1919-21 yılları arasında İstanbul'da görülmekte olan İttihat-Terakki Divan-ı Harp yargılamalarının başkanlığını yapmaktadır. Gergeryan'a çok önemli bilgiler verir. Bütün arşivin Kudüs Ermeni Patrikhanesinde olduğunu söyler. Çünkü İstanbul Ermeni Patrikliği İttihat-Terakki yargılamalarında taraf olarak bulunuyordu. Tüm evrakları alma hakkına sahipti. Gergeryan Kudüs'e giderek arşive girer kendi deyimiyle ''ne gördüysem filmini çektim'' der.

Bundan başka 1950 yılında Paris'te bulunan Boğos Nubar Kütüphanesine gider, Andonyan'ın arşivine de ulaşır. Andonyan'ın Halep'te bulunduğu yıllarda kamplarda bulunan Ermenilerin başından geçenleri yazdırmış, Talat Paşa telgrafları ile Naim Efendi'nin hatıratına burada rastlayınca filmlerini çekmiştir. 2015 yılında Amerika'da yaşayan Gergeryan ailesinden arşivler alınarak, kamuoyu ile paylaşılmıştır. Ayrıca yeni ortaya çıkan Osmanlı belgelerinde, İstanbul İttihat ve Terakki yargılamaları sırasında, soruşturma komisyonu tarafından ele geçirilen yazışmalar, telgraflar, sanıkların ifadeleri ile şahitlerin mahkeme tutanakları bulunmaktadır. Bunlar I. Dünya Savaşı yıllarında Ermenilere yönelik katliam ve tehcirlerin nasıl planlandığını, uygulamaya geçirildiğini anlaşılması bakımından önemlidir.

Çünkü bugüne kadar ''arşivler açık'' denilmesine rağmen, İstanbul yargılamalarının tutanakları gizlenmiştir. ''Krikor Zohrab'ın katline ait üç parça resmi belgenin hala bugüne kadar basılmamış asıllarının'' bulunmakta olduğunu, bu belgelerin ileriki dönemde okuyucularına ve kamuoyuna duyurulacağı belirtilmektedir. Aram Andonyan, Talat Paşa telgrafları ile hatıratlarından oluşan 52 Osmanlı belgelerini 1918 yılında Naim Efendi'den almıştır. Andonyan 24 Nisan 1915 yılında diğer aydınlarımız gibi tutuklanmış, yolda ayağı kırıldığı için ölümden dönmüştür. Meskene kampı ile Halep'te sürgün yıllarına geçirdi. Halep’te bulunan Naim Efendi belgeleri Andonyan'a para karşılığı satmıştır. Andonyan belgelerin alış biçimini hangi gün nerede ve ne zaman aldığını da belirtmiştir. Halep'te bulunan Onnik Mazlum yan'a ait Baron Oteli'nden belgeleri parça parça almıştır. Andonyan bu belgelerden oluşan Ermenice bir kitabı 1920 yılında yayınlanmış, kitap İngilizce ve Fransızca'ya çevrilmiştir. Kitapta Talat Paşa telgraflarından dikkat çekenlerden bazılarına bakılacak olunursa 29 Eylül 1915'te Halep Valiliği'ne çektiği telgrafta şöyle demektedir:

''...hükümet için önemli bir bela teşkil eden Ermeni unsurunun imhası niyeti önceden beri mevcut olmakla birlikte, şartlar oluşmamış ve bu kutsal niyeti gerçekleştirmek mümkün olmamıştı. Şimdi bütün engeller kalkmış ve vatanı bu zararlı unsurlardan kurtarma zamanı gelmiş olduğundan, merhamet ve acıma duygularına kapılmadan, onların tümünün varlığına son vererek Türkiye'de Ermeni isminin kalmaması için, canla başla gayret gösterilmesi'' gerektiğini söyler. 16 Ekim 1915 tarihli Hatırattaki orijinal telgrafta halkın Ermenilere yönelik işleyecekleri cinayetlerin hükümetin amacına uyum içinde olduğu ve bu nedenle soruşturma açılmaması gerektiğini bildirir.

14 Aralık 1915 tarihli hatırattaki orijinal telgrafta ''vücutlarının ortadan kaldırılması gereken sınıfın başında din adamlarının geldiğini ve kendilerine buna göre muamele yapılması gerektiğini'' söyler. Naim Efendi'nin var olup-olmadığı, tartışılırken Halep'te ilkin sevkiyat müdürlüğünde görevli iken daha sonra Vali olan Abdülahad Nuri'yi çok yakından tanıdığını kaleme aldığı hatıratında görülmektedir. Yine vali olan Mustafa Abdulhalik hakkında ''...bu adam bir Ermeni düşmanıydı ve Türklük adına Ermenileri yok etmek gayreti içindeydi'' der. Peki olmayan bir insanın nasıl yazısı oluyor, hatıratı oluyor? Bunun önce açıklanması gerekmez mi? 1916 Kasım ayında yapılan rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarında ifadesine başvurulan kişilerden birisi de Naim Efendi'dir. Tutanaklara ''...Silifke'li 26 yaşında, evli, Hüseyin Nuri oğlu Naim efendi” olarak geçmektedir. Bu yazı Genelkurmaybaşkanlığı arşivinde altında imzası ile mevcuttur. Bu yüzden Ermenilerin imha ve yok edilmeleri için telgraflar, hatırat ve Naim efendinin varlığı gün gibi ortadadır. Andonyan belgelerinin sağlandığı Halep Baron oteli içki, kumar, kadın, rüşvet, yolsuzluk gibi işlerin döndüğü yer olarak adı çıkmıştır. Bu tür olaylar ileri boyutlara varınca bazı memurlar Baron oteli hakkında İstanbul'a Talat Paşa'ya özel olarak raporlar göndermişlerdir.

Duruma içerlenen Talat Paşa, Halep valisine bir yazı yazarak '' ...otel sahibi tarafından içki, kumar yoluyla etki altına alınan bu memurların isimlerinin listesini istemektedir.'' Halep valisi Mustafa Abdulhalik ''Baron hakkındaki istihbarat doğrudur... Kadın ve kumara mukavemetleri olamayan her memur en nihayet Baron'un dostu olmağa mecburdur'' diye cevaplamıştır. Andonyan'ın da sürgünde saklanmakta olduğu otelde Naim Efendi ile ilişkilerinde ''bana hiç ihanet etmedi'' der. Yine mektubunda Naim efendiyi ''iflah olmaz bir içici ve kumarbaz'' olarak tanımlamaktadır. ''İflah olmaz bir içici ve kumarbaz'' olması sadece ''ihanet'' etmesine yol açan ''kusurlarıydı'' derken aralarında bir ''güven'' ilişkisinin oluştuğunu söylemektedir. Naim Efendi kaçmalarına yardımcı olduğu Ermeni ailelerine şantaj yapmamış, sadece paraya sıkıştıkça, Andonyan aracılığı ile para istemiştir.

Andonyan'a göre ''zaten Naim beyin istediği miktarlar çok küçüktü'' demiştir. Aralarında bir güven ilişkisi oluşunca hatırat ve telgrafların satın alınması ile sonuçlanmıştır.

Yollarda Çekilen Fotoğraflar

Naim Efendi'nin hatıratında Amerikan ve Alman konsolosluklarının yollarda gördükleri bilgi ve belgeler de vardır. Almanya, Osmanlı müttefiki olurken, tarafsız gözlemciler, misyonerler, Amerikan konsolosluklar düzenli olarak yollardaki yığılmış cesetlerin durumunu İstanbul'a bildirmişlerdir. Hatta bu bilgiler, resimler batı basınına kadar ulaşmış Alman-Amerika elçilikleri vasıtasıyla notalar verilmektedir. Osmanlı hükümeti bu durumdan çok rahatsız olmuştur. Bunun için bu bilgilerin İstanbul'a ulaşmasını engellemek istemektedir. Naim Efendi bu durumla ilgili 1 Aralık 1915 tarihli Talat Paşa telgrafını gösterirken 'şehir kasaba ve merkeze yakın bölgelerde bulunan Ermenilerin sevki esnasında dikkat çekecek olayların olmamasına özen gösterilmesini ister. Haberleri konsolosluklara ulaştıranlar tutuklanarak Divan-ı Harp'te yargılanmalıdır' der. Ayrıca yabancı uyruklu vatandaşların geçecekleri yollarda ''Ermeni kafilelerin bulundurulmamasını ister, yardım yapılmasına engel olunmasını, bunlara müsamaha gösteren Osmanlı memurlarının cezalandırılacağını'' bildirir. Tüm yabancı uyruklu kişilerin özellikle Suriye bölgesinde dolaşması yasaklanır. Naim Efendi alınan önlemler arasında yollarda Ermeni cesetlerin temizlenmesi ve fotoğrafların çekilmesinin engellenmesi için bir takım önlemler alınıyordu derken 11 Ocak 1916 tarihli Talat Paşa telgrafında ''yol boylarında yığılmış kalmış olan malum şahısların cesetlerinin zabıtan-ı ecnebiye tarafından görülüp fotoğraflarının alındığı işitilmekte olduğundan bunların hemen definiyle açıkta bırakılmamasını ehemmiyetle'' bildirir. Naim Efendi ise bu telgrafa ek olarak kendi gözlemlerini şöyle belirtmiştir.

''Felaket, sefalet, hastalık yüzünden günde yedi, sekiz yüz Ermeni ölüyor. Bunlar yollarda çamurlara gömülmüş, vahşi kuşlar tarafından her tarafı delik deşik olmuş, vicdan-ı beşeri sızlatacak halde idi. Alman, Avusturya zabitleri bu manzaraları görüyorlar, memleketlerine yazıyorlardı. Bunu haber alan Talat Paşa, bu cinayetlerini bir kürek toprakla saklamak örtmek istedi. Fakat bu faciayı müellimeyi kainat alt üst olsa unutturulamaz, saklanamaz'' diyerek hatıratında not düşmüştür. 1916 Ocak Şubat aylarında Talat Paşa ikinci telgrafında ''Bab'da hiç Ermeni'nin kalmasına müsaade etmeyeceksiniz... Yalnız yollarda meydanda ceset bırakmamaya dikkat ediniz'' der. Naim Efendi bu ikinci telgrafa ilişkin de açıklayıcı not belirtmiştir. ''Son talimat gereğince, Bab'daki tüm göçmenler 24 saat içinde tahliye edileceklerdi... Bu tahliye sonuçta onların ölümü demekti. Mevsim kıştı, tepeden tırnağa çıplak yola çıkarıldılar. Yol kenarında düşüp ölüyorlardı. Bab'tan Meskene'ye kadar yol kenarındaki tarlalar Ermeni cesetleriyle doldu. Cesetler bir avuç toprakla bile örtülmüyordu. Cesetlerin ortada bırakıldığı duyumunu alan hükümet telaşlandı. Bu cesetlerin yabancılar tarafından görülmesi olasılığına karşı, gömülmesi için emir verdi. Kazma, kürek temin edildi, ölü gömücüler tayin edildi ve cesetler gömülerek, o vahşi cinayetin izleri sözde yok edilmiş oldu''.

1918-21yıllarında Tehcir ve imhalardan yargılanan, İttihat ve Terakki Merkez komite üyeleri, Teşkilat-ı Mahsus-a liderlerinin dava dosyalarında yine birçok telgraflara rastlanmaktadır. Bunların arasında Talat Paşa ile 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa'nın telgrafları özel yer tutar. 14 Temmuz 1915 Diyarbakır valisine bir tel çeken Cemal Paşa ''Fırat nehrinin güneyine doğru sürüklediği cesetlerin ayaklanmada öldürülmüş olan Ermenilerin cesetleri olması muhtemel bulunduğundan bahisle bunların mahallerinde defin ettirilmesi ve meydanda cesetler bıraktırılmamasını'' ister. Diyarbakır valisi de bu tele verdiği cevapta ''sürüklenen cesetlerin Erzurum, Mamuretülaziz cihetlerinden gelmeleri muhtemeldir. Burada ayaklanmada öldürülenler terk edilmiş ve derin mağaralara atılma yahud ekseriyetle yakılmak suretiyle'' ortadan kaldırılmaktadır diye cevap verir.

Tüm bu emirlere rağmen cesetlerin temizlenmesi ve saklanması çok zordur. Sadece boş araziler değil Dicle nehri Ermeni cesetleri ile doludur. Diyarbakır’dan atılan cesetler, Musul'a ulaşıyordu. Dönemin Almanya Musul Konsolosu Holstein ''ölüm tarlası'' olarak görülen köylerden geçerken çok sayıda  ''sadece yarı yarıya gömülmüş cesetle'' karşılaşmıştı. Bunları tuttuğu raporlarla, çektiği fotoğraflarla İstanbul'a yollamıştır. Tüm bunlara engel olamayan Cemal Paşa, bu tür çalışmalarda bulunan Alman ve yabancı misyonerlerin suçlu olarak yargılamakla tehdit etmekten geri kalmamıştır.

Demiryollarında çalışan Ermenilerin sürülmesi

Naim Efendi, Talat Paşa tarafından 8 Ocak 1916 tarihinde Bağdat Demiryolu yapımında çalışan Ermeniler ile ilgili bilgiler vermiştir. İntilli, Ayıran mevkiiden Halep'e kadar hat boylarında ekserisi kadın ve çocuktan ibaret 40-50 bin Ermeni bulunmaktaydı. Genelde demir yollarında çalışan işçiler Ermeni olduğu için ''ihanet etmelerinden korkarak'' isimleri istenmiştir. İşçilerin sevk edilmelerini ve kendisine bildirilmesini isteyen Talat Paşa'nın bu isteği Alman Demir yolu firması karşı çıkmışlardır. Çünkü ''Ermeni işçilerin uzaklaştırılması inşaatın durması'' olacağından, bazı işçilerin kalmasına, ailelerinin de Halep civarına yerleşmesine müsaade edilmişti.

Fakat bu durum uzun sürmedi aileler işçiler ile beraber tümü Der Zor’a sürüldüler. Bu karar alıncaya kadar Harbiye Nezareti sevklerin ertelenmesinden yanadır. Bazı işler son derece önemli teknik bilgi gerektirdiği için sevkiyatın kademeli olarak yapılması düşünülmüştür. Cemal Paşa sürgünlerin fazla bekletilmesinin sakıncalı olacağından derhal yapılmasını istemiştir. Enver Paşa da bu görüşü desteklemiştir. Halep'in hepten Ermenilerden boşaltılması için İstanbul'dan gelen Emniyet Müdürü İsmail Canpolat da bizzat Halep'te bulunur. Aynı sevkler Türkiye içerisinde de uygulamaya konulur. Hiçbir Ermeni kalmamak koşulu ile herkes sevk edilecektir. Adana'ya vali olarak atanan Cevdet Bey göreve gelir gelmez demiryollarında çalışan Ermenileri sürmeye başladı. Alman Şirketi'nin kalifiye eleman sıkıntısı yaşanacağından karşı çıktığı sevklere Talat Paşa'nın ısrarları ile Cevdet Bey Almanların ''yaygaralarına ehemmiyet verilmeyecek'' deyip Adana ve çevresinde bulunan işçileri, ailelerini Ermenilerin tümünü'' bir daha geri dönmeyecek şekilde kovduğunu söyler.

***

İstedikleri kadar inkar ve red etseler dahi marşlara, şiirlere konu olmuş ''demir ağlarla ördük biz bu cumhuriyeti'' övgüsünün altında Ermenilerin acısı, gözyaşı ve kanı vardır. 

(Ana sayfadaki resimde görülen ARAM  ANDONYAN  dir)

(Devam Edecek)

47478

Agop Ekmekciyan

Özellikle azınlıklar üzerine yazdığı yazılarıyla tanıdığımız yazarımız,diğer birçok konuda da makaleleriyle tanınmaktadır.

agop@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)

Agop Ekmekciyan

Sermaye, Siyaseti Çıkarlarıyla Örtüştürür[1]

“AKP-Gülen Savaşı” içinde yolsuzlukların çok az bir kısmının dışa vurumundan sonra, siyaset, bu kirli güçler arasındaki savaşıma odaklandı. Bunun böyle olması doğal. Bu olay, özellikle Haziran (GEZİ) Ayaklanması’ndan sonra hızlanan ve beklenen bir durmdu. Daha önce yazdığım “üç vakte kadar” başlıklı bir yazıda, hükümet açısından “iki vaktin” bittiğini, “üçüncü vaktin” ise içinde olunduğunu yazmıştım. Bu herkes tarafından da bilinen bir gerçekti. Haziran Ayaklanması var olan süreci hızlandırmış ve daha kaçınılmaz bir hale getirmiştir.

Katliamlar Diyarı Şırnak

Röportajda Vali Mustafa Malay 15 Ağustos 1992 tarihli olayda asker ve PKK'lilerin öldürüldüğünü söylüyor. Belleği kendisini yanıltıyor herhalde. Olayda asker ya da PKK'li kimse ölmemişti.

Ben o tarihte Şırnak milletvekiliydim.

15 Ağustos gecesi Şırnak'ı harabeye çeviren silahlı saldırıyı gelen telefonlarla haber aldım. Hükümetin oralarda hiçbir yetkisinin olmadığını biliyordum. Ancak bir ümit yine de İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'i aradım ve duruma müdahale etmesi istedim.

İsmet Sezgin PKK'in saldırdığını ve çatışmaların devam ettiğini söyledi.

Fettullah Gülen hareketi hakkında

“Yeminine bakıp insana inanma,insana bakıp yeminine inan.”[2]

 

Ahmet Şık, “Dokunan yanar” diye uyarmıştı Fettullah Gülen (FG) hakkında herkesi; karanlık(lar)ın büyük yangınlar ile aydınlanacağı vurgusuyla başlamalıyım diyeceklerime…

Türk(iye) İslâmının dünden bugüne hülasası olarak yorumlanması mümkün olan FG, yeni bir tarihsel blok ve hegemonya hareketi girişimidir.

Türk(iye) İslâmı’nda kadın olmak

“her put, yıkılmak için dikilir.”[2]

Yerel Seçimler ve Siyaset

Proletarya, hiç bir olaya ve hiç bir siyasal gelişmeye tarafsız kalamaz. Onun “tarafsız”lığı bile taraf olmaktır. Örneğin her hangi bir olayı boykot etmek tarafsız bir siyaset gibi gözükmesine karşılık aktif bir taraf olmaktır. Ya da iki burjuva (örneğin Ergenekon davaları vb.) kliği arasındaki mücadele de birinden birini desteklemeyip “tarafsız” olmak, iki burjuva kliğine karşı aynı tavırı almak anlamındadır.
 
Bütün burjuva partileri hızlı bir şekilde yerel seçimlere hazırlanıyor.

KDP,PKK...Tez,antitez ...sentez?

Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde KDP bir tezdir.Emperyalizm ve sömürgecilikle mücadelede yarı-modern bir başlangıç.Kurulduğu dönemdeki emperyalizmin ve işbirlikçisi yerel sömürgeciliğin ittifaklı çullanmışlığından kaynaklı parçacı bir tez.Toplumsal gelişmenin düzeyine bağlı olarak aşiretler/aileler ittifakı temelinde politika örgütleyen bir tez.Parçacılığı o kadar belirgindir ki, Doğu Kürdistan’da Süleyman Muini ve Kuzey Kürdistan’da Saitler komplolarındaki rollerini gözardı edebilmemizi,  ne Barzani ailesine ne de yüzyıllık direnişlerine duyduğumuz saygı sağlaya

“Postmodern zamanlar"da din (ve islam)

“de omnibus dubitandum est.”[2]

 

“Din: Teorisi/ Pratiği, Dünü, Bugünü” Sempozyumu’nun Ankara ayağındaki “Dini- Eleştirel Olarak Anlayabilmek” oturumunda öncelikle bir saptamamı sizinle paylaşmama izin verin.

Sempozyumun pratik örgütlenmesi sürecinde, kendini sosyalist/ komünist olarak niteleyen kimi çevrelerin, “dinin tartışılması”na bir hayli soğuk ve mesafeli yaklaştıklarına şahit oldum.

“Cujus regio , ejus religio !” [*] [1]

“Kralların kutsal olduğu, antropolojik ve tarihsel bir malumun ilamıdır; ne ki onlar öyle doğmazlar; ancak hükmettikleri eliyle kutsallaştırılırlar.”[2]

“Din” ile “iktidar” ilişkilerini, konu başlığındaki “iktidar” kavramının farklı yorumları çerçevesinde farklı biçimlerde ele almak mümkün, kuşkusuz: günlük yaşamın kılcal damarlarına nüfuz etmiş gündelik iktidar ilişkilerinin din tarafından tahkim ediliş tarzı; bizatihî dinsel iktidar (ve hiyerarşi) biçimleri ya da siyasal iktidar ile din ilişkileri.

Biz Seni Bekledik Zeki Yoldaş. Dört Gözle, Büyük Umut ve Heyecanla Bekledik/Hasan Aksu

 

Yetmişli yılların başı ve ortalarında Zeki yoldaşı sıkıyönetim mahkemelerinde dik duruşlarıyla, faşizmi yargılayışlarıyla tanıdık. Partili ideolojik, siyasal, savunusunu faşizmi yargılarken izledik. Faşizmi kendi kalelerinde yargılarlarken ülkemizde Partizan hareketinin tanınmasında, kavranmasında önemli etkileri oldu. Zeki yoldaş ve diğer yoldaşları şahsen tanımazdık belki ama onların çabaları, örnek tavırları bizleri Kaypakkaya çizgisinde buluşturmuştu.

 

İşaretlesiniz de Fişleseniz de Biz Aleviyiz!

İktidarın asimilasyon politikaları her yeni günde, bir  önceki günü aratır şekilde ve değişik yöntemlerle, değişik rollere soyundurulmuş Hızır Paşalar ve piyonlarla devam ediyor..

Ben İstanbul Surlarinin Dibinde Şehit Düsecegim

           Türkiye Devrimci Hareketi 1980'li yıllarda tartıştığı konuların başında Kürt Sorunu ile SSCB'nin  halen sosyalist mi ?, emperyalist mi ? diye üzerinde şiddetli tartışmaların  yürütüldüğü bir süreçten  geçerek bugünlere geldi.

Sayfalar