Pazartesi Mayıs 6, 2024

Rahat uyu ey ihtilalin oğlu, halkların kardeşliğinin komünist yoldaşı!

2005 yılında Ermeni Soykırımı’nın 90. yılında Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu (ATİK) heyeti olarak Nubar yoldaşın Ermenistan’daki evinde yaklaşık 2 hafta konaklama şansına sahip oldum. Her ne kadar Ermenistan devlet bakanları bizleri Ararat Hoteli’nde ağırlamak için bu oteli tahsis etmek etseler de, bizler heyet olarak Nubar yoldaşın evinde kalmaktan yana tercihimizi kullandık. Kaldığımız bu iki hafta içinde kendisiyle birçok konuda kapsamlı sohbet etme şansına sahip olduk ve orada yürüteceğimiz faaliyetler noktasında birlikte plan yapma imkanı bulduk. Bizde çok derin bir etki bıraktı, olaylara bakış açısı, çalışkanlığı, öz disiplini ve mütevazılığı örnek alınması gereken yönlerdendi.  Mesela büyük yürüyüş için ATİK konseyimizin hazırladığı kitapçığın Ermenice çevirisini birkaç gün içinde yaptı ve basımında yardımcı oldu. Orada bulunduğumuz o dönem Nubar yoldaş, Transkafkasların Lenin'i olarak bilinen Stepan Sahumyan yoldaşın hayatını anlatan kitabın Türkçe'ye çevirisini yapmaktaydı. 

Kendisinin günlük yaşantısından hatıralarıma kazınmış ve beni etkilemiş olan en önemli nokta ise 10 kilometrelik günlük  koşusunu bitirdikten sonra 1 veya 2 soğan soyup ekmeksiz yiyor olmasıydı. Bu durum çok dikkatimi çekmişti. Bir gün bunu kendisine sordum ‘neden her gün soğan yiyorsun’ diye? Ve bunun yaşadığı yoksulluktan kaynaklı olduğunu anlamam çok zor olmadı. Bilen yoldaşlar bilirler Ermenistan verimli topraklar sahip değil ve o topraklarda en fazla soğan ve patates yetişir. Aynı zamanda diğer meyve sebze türleri Avrupa'dan bile daha pahalıdır. Çünkü büyük bir kısmı dışarıdan ithal ediliyordu. Yine o dönemi yasayanlar ve heyet olarak bizimle giden yoldaşlar bilirler Ermenistan'ın bağımsızlığına 1990 yılında kavuştuğunu ve bu yeni devletin halkının yüzde 85'ine yakınının işsiz, geri kalan yüzde 15 olan çalışan oranının ise aylarca maaş alamadığını. Dolaysıyla yaşanan onca acının üstüne  bir de yoksulluk eklenince bu ağır yaşamın tarifini yapmaya sözcükler yetmiyordu. Bu yüzden Ermenistan'da yaşayan halkın neredeyse tamamı diasporada yaşayan Ermeni gurbetçilere ekonomik olarak bel bağlamıştı. Ben pratik olarak tanık olduğum 2005 yılından bahsediyorum, tabi şimdi durum nasıl çok da fazla bilemiyorum. Bu yoldaşımın ve yoldaşlarımızın yaşadığı süreçler o kadar acı verici ki bazen onları tarif etmekte bile zorlanıyorum.  Hatta hatırlarken bile gözyaşlarımın akmasın diye kendimi zor tutarım. 

24 Nisan 2005'te ATİK olarak katıldığımız bu büyük yürüyüşte Nubar yoldaşın Ermenice çevirisini yaptığı kitapçıktan yürüyüşte dağıtmak için 20 bin adet basmıştık. Ben ve içinde bulunduğum heyet için o gün çok ama çok etkileyici bir şey oldu o gün. 20 bin bastırdığımız kitapçık birkaç dakikada tükendi hem de kimseye sunmadan. Hatta bu kitapçığı alanlardan geri gelip ellerimizi sıktılar, hatta sarılanlar bile oldu. Aynı gün olan başka büyüleyici bir şey ise, yaklaşık Ermenistan nüfusunun yarısının katıldığı yürüyüş -ki tahminen 1.5 milyon insan  Ermenistan özgürlük anıtına yürüdü- boyunca 1.5 milyon insandan duyduğum tek ses ayak ve kalp atış sesleri idi. Bu nasıl bir acıydı ki, doksan yıl sonra dipdiri taptaze tarifsiz idi.  Sanki 1915, 24 Nisanındaymışız ve soykırım için dağlara sürülen Ermeni halkının çektiği acıları bir kez daha Nubar yoldaşımızla yaşadık. Artık sözün bittiği, yürek acılarının tarif edilemediği bir an… 

Saraylar saltanatlar çöker 

kan susar bir gün 

zulüm biter. 

Menekşeler de açılır üstümüzde 

Leylaklar da güler. 

bugünlerden geriye, 

bir yarına gidenler kalır 

bir de yarınlar için direnenler... 

Şiirler doğacak kıvamda yine 

duygular yeniden yağacak kıvamda. 

ve yürek, 

imgelerin en ulaşılmaz doruğunda. 

ey her şey bitti diyenler 

korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler. 

ne kırlarda direnen çiçekler 

ne kentlerde devleşen öfkeler 

henüz elveda demediler. 

bitmedi daha sürüyor o kavga 

ve sürecek 

yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek…

Rahat uyu ey ihtilalin oğlu! Bıraktığın bayrak şimdi daha da yükseklerde dalgalanacak! Rojava'da başlattığın "savaşı yayma" tutkunu daha da geliştirecek halkların kardeşliğine yoldaş olanlar. Ve bize öğrettiğin 40 yıllık devrimci yaşamın rehber olacak kalanlara! 

Komutan Nubar Ozanyan ölümsüzdür!

(Londra’dan bir Partizan)

40317

Alman Bernsteincılığın, Rus Struveciliğin Günümüz Versiyonları 'Özgürlükçü Sosyalizm' Ve HDP-HDK



Ekonomistler , Legal Marksistler ve Menşeviklerin bir bölümünün Rus Devrimi süreci içinde toparlandığı Kadetlerin(Anayasal Demokrat Parti) iç savaş sürecinde karşı-devrimci Beyaz Muhafizlara dönüşmeleri size ilham vermelidir...

Geri dönüp baktığımda

Kürt hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa  “hassas süreci” baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor. 

Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

 

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

Sayfalar