Çarşamba Mayıs 22, 2024

Sedat Peker ve Cavit Özkaya: Yakın tarihin bir resmi: Hakkı Özdal

Malum işlerle iştigal eden Sedat Peker isimli şahıs, bayramın birinci günü İstanbul Karacaahmet Mezarlığı’nda eski arkadaşlarının mezarlarını ziyaret ettikten sonra, kendi tabiriyle ‘tam mezarlıktan çıkacak iken’, mezar taşında ‘Öldüler ama yenilmediler’ yazan bir devrimcinin kabri önünde de duruyor ve dua ediyor. Sonra bu sansasyonel anı, fotoğraflar ve bir notla kendi internet sitesinden duyuruyor.

Şöyle diyor: “(…) düşman dahi olsak ‘Öldüler ama yenilmediler’ sözünü mezar taşlarına yazdıran, gerçek anlamda bir duruşları olan 30 sene önceki DHKP-C’lilerin de mezarlarını ziyaret edip dua ettim.”

Peker’in yayınladığı fotoğraftan, önünde durarak dua ettiği mezarın Cavit Özkaya’ya ait olduğunu anlıyoruz. Etrafta başka devrimcilerin de mezarları var. Ama Peker, Özkaya’nın kabri önünde ellerini iki yana açmış olarak görünüyor.

Vaktiyle, Barış Akademisyenleri için “Oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız” sözleri ya da 31 Mart seçimlerinden önce (üstelik muhalefetin YSK’ye yönelik itirazlarına ilişkin bir bağlamla) “İmkanı olanlar mutlaka ruhsatlı silahlar, av tüfekleri alsınlar, mutlaka hazırlıklı olsunlar” demesiyle gündeme gelen Peker; bu sansasyonel ziyaret ve “duruşu olan devrimciler” gibi iddialı sözlerle ne yapmak istemektedir, hangi manasız beklentinin içindedir bilinmez; ama Cavit Özkaya’nın devlet tarafından öldürülmesi ve onun katlini de içeren dönemin olaylar silsilesi, bize ülkemizin geçmişi hakkında olduğu kadar bugünü hakkında da çok şey söyleyebilecek nitelikte. O halde Sedat Peker’i bir kenara bırakalım ve Cavit Özkaya’nın o mezara nasıl girdiğine bakalım önce.

10 KİŞİ DEVRİMCİ SOL’A ÜYE OLDUKLARI GEREKÇESİYLE ÖLDÜRÜLDÜ

12 Temmuz 1991 Cuma günü… Akşam saatlerinde polis telsizlerinden İstanbul’un Avrupa yakasındaki dört semt için teyakkuz anonsları yapılıyor: Balmumcu, Dikilitaş, Nişantaşı ve Levent sokaklarına polis panzerleri ve çok sayıda çevik kuvvet sevk ediliyor. Fiili bir sokağa çıkma yasağı uygulanan bu semtlerde, akşam 19.30’da başlayıp gece yarısına kadar süren operasyonlarla, dört evde bulunan 10 kişi Devrimci Sol örgütüne üye oldukları gerekçesiyle öldürülüyor. Nişantaşı’nda İbrahim İlçi ve Bilal Karakaya; Balmumcu’da Yücel Şimşek ve İbrahim Erdoğan; Levent’te Ömer Coşkunırmak; Dikilitaş’ta Niyazi Aydın, Nazmi Türkcan, Zeynep Eda Berk, Hasan Eliuygun ve (Sedat Peker’in mezarı başında dua ettiği) Cavit Özkaya…

Devlet yetkilileri, söz konusu 10 kişinin tamamının silahlı olduğunu ve polisle çatışmaya girdiklerini öne sürer. Ancak ölen ya da yaralanan tek bir polis yoktur. Ölenlere ilişkin otopsi raporları, sadece ateşli silahların değil, el bombası ve başka patlayıcıların da kullanıldığını göstermektedir. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Mehmet Ağar operasyona katılan polisleri tebrik eder. Yerel mahkemeler, yaşam hakkı ihlali gerekçesiyle dava açan aileleri yıllarca oyalayarak tüm polisleri aklar. Ve nihayet dosya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınır.

AİHM’nin görevlendirdiği adli tıp patalogu Prof. Derrick Pounder, ölenlerin adli tıp raporlarını ve olay yerlerini inceleyerek yeni bir rapor hazırlar. Örneğin, Cavit Özkaya’nın ölümüne neden olan altı mermiden beşinin vücudun arka kısmından girdiğini, ön kısımdan giren tek merminin de Özkaya’ya isabet eden son mermi olduğunu, üstelik bu esnada maktulün bedeninin ‘düz bir zeminde’ bulunduğunu tespit eder.

öZAİHM’deki davanın dosyasına da giren bu bulguların anlamı açıktır: Cavit Özkaya arkasından beş el ateş edilerek vurulmuş, ağır yaralı olarak yerde yattığı sırada atılan altıncı ve son kurşunla da infaz edilmiştir. (Bu tespitlerin ayrıntılı olarak yer aldığı AİHM kararı şurada.)

AİHM’deki dava, 2006 yılında devlet aleyhine sonuçlanmış ve ölenlerin yakınlarına toplam 177 bin Euro tazminat ödenmesine hükmedilmiştir. Ancak Türkiye, ‘AK Parti öncülüğünde bir demokratikleşme reformu yürüttüğü’ varsayılan bu yıllarda da AİHM kararının gereğini yerine getirmez. Konu 2017 yılının aralık ayında, ‘kolluk kuvvetlerinin orantısız güç kullanımına ilişkin benzer içerikteki dosyalarla birleştirilerek’ Avrupa Konseyi gündemine gelir ve Türkiye’ye yükümlülükleri hatırlatılır.

MEHMET AĞAR’IN HIZLI YÜKSELİŞİ

1991’de el bombaları ve uzun namlulu silahlarla 10 kişinin öldürülmesinin ardından bu operasyona katılan mangaları coşkuyla tebrik eden Mehmet Ağar’ın hızlı yükselişi de o tarihlerde başlamıştır. 1992’de Erzurum Valisi, 1993’te Emniyet Genel Müdürü, 24 Aralık 1995 seçimlerinde DYP’den Elazığ milletvekili olur. 1996’daki ANAP-DYP hükümetinde Adalet, aynı yıl kurulan Refah-Yol hükümetinde ise İçişleri Bakanlığı görevine getirilir. 3 Kasım 1996’daki Susurluk Kazası ile ortaya çıkan ilişkiler ağındaki güçlü yeri o kadar açıktır ki beş gün sonra bir bahaneyle istifa etmek zorunda kalır.

Türkiye’nin 12 Temmuz 1991 ile 3 Kasım 1996 arasında yaşadığı tüm karanlık olaylar arasında bir illiyet bağı vardır. Evveliyatı İkinci Dünya Savaşı sonrası NATO’nun gayrinizami harp talimnamelerine, komando kamplarına, Çorum ve Maraş katliamlarına, 12 Eylül darbesine uzanan ‘kontrgerilla’ faaliyetlerinin, devletin anayasal düzeninin yerini alma yönünde kat ettiği mesafenin şaşaalı bir gösterisidir 12 Temmuz 1991… Aktörleri hızla yükselmiş ve güvenlik bürokrasisinden siyasete, sokak mafyacılığından devletin güvenlik aygıtlarına terfi etmişlerdir. 12 Eylül 1980’de, Türkiye egemen sınıflarının iktisadi ve siyasi ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılanmasına başlanan Türkiye devletinin anlık ve dehşet verici bir görüntüsüdür.

‘Silahlı militanlara’ karşı yapıldığı savunmasıyla meşrulaştırılan kanlı baskınlar, bir yeni politik ortamın kurucu momenti olmuştur. Sonra yeni ev baskınları; afiş yazan üniversite öğrencilerinin, sendika yöneticilerinin, gazetecilerin göz kırpmadan işkence ve infazlarla öldürüldüğü bir ‘terörle mücadele’ düzeni; aydınların bir toplu ayin havasıyla yakıldığı Sivas katliamı; “Kahrolsun insan hakları” diye yürüyen polislerin nümayişleri; yakılan Kürt köyleri ve topluca infaz edilen köylüler; “Devlet için kurşunu atan da yiyen de şereflidir” diyen başbakanlar; cezaevlerindeki insanların topluca katledildiği ‘Hayata Dönüş’ler gelmiştir.

12 Temmuz 1991 baskınları, kontrgerilla hukukunun, biçimsel bile olsa bir anayasal çerçeveyle de sınırlanamadığı yılların bugünden bakınca en net görülen işaret fişeğidir. Ve 12 Temmuz kurbanlarından Cavit Özkaya’nın kabriyle, o yılların dolaysız bir ürünü olan Sedat Peker’in dua gösterisinin sığdığı fotoğraf, aradan geçen 28 yıla ve olup biten onca şeye rağmen, egemen sınıfların devlet mimarisindeki sürekliliği çarpıcı şekilde resmetmektedir.

1996’daki Susurluk kazasının ardından kontrgerilla-devlet yozlaşmasının gizlenemez hale gelmesiyle 2002 arasındaki kararsız dönemde farklı sermaye ve bürokrasi klikleri arasındaki çekişmelerin yarattığı düzensizlik, bu kontra güçlerinin bazı küçük aktörlerini de ‘çözmüş’; örneğin tüm o ‘yargısız infaz’ operasyonlarına katılan Ayhan Çarkın isimli özel harekat polisi, “Devlet perdesi arkasında bir terör örgütü gibi çalıştık” diyerek sayısız itirafta bulunmuştur.

Fakat 2002’de sermaye çevreleri ve uluslararası düzenin yeni bir uzlaşması olarak tesis edilen yeni siyasal iktidar da tüm ‘geçmiştin kopuş’ cilalı söylemine rağmen bunu biçimsel ve geçici bir gösterinin konusu yapmaktan öteye gitmemiş; Türkiye’nin bu karanlık yıllarını bürokrasideki rakiplerini tasfiye etmek için araçsallaştırmış; nihayetinde bizzat o dönemin aktörleri ile hemhal olduğu bir noktaya varmıştır.

Mehmet Ağar’dan Süleyman Soylu’ya, Tansu Çiller’den Sedat Peker’e, ‘eski Türkiye’nin başlıca tüm aktörlerinin tepkimeye girdiği bu ‘yeni Türkiye’ bileşiği de sermaye sınıflarının dönemsel ihtiyaçları ve uluslararası bağlantıları açısından dönüştürücü etkisini kaybediyor belli ki… Ama geride bıraktığımız 28 yıl, 40 yıl, 100 yıl, devlet mimarisinde egemen ihtiyaçlarla yapılan dönüşümlerin kayda değer hiçbir ‘iyileşme’ sağlamadığını; geçmişle, ‘eski’yle hesaplaşmayan ‘yeni Türkiye’lerin, o eskilerin bir mutasyonu olmaktan öteye geçemediğini gösteriyor.

12631

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Vurun Abalıya - Çaresizsen Güneşe Bak... Cızz....

Proletaryalarda öğren proletaryalara öğret.

Nolurrr.... nolurrr.... bir kez de kabahati....

Fakirlik güzel şey... fakirlik güzel şey..

Hele de birde seni deniz kampına götüren, yanacam diye de çakma (yoğurt) yağlarıyla, insanın midesini bulandıracak bir şekilde,  orasını burasını yakan o... fakir...  insanları bırakıpta deniz manzaralı villalarda sabah kahvaltısı yapabilecek dostlarınız varsa... gerçekten fakirlik güzel şey.... gerçekten fakirlik güzel şey...

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! -2-

Burjuva-feodal politika yapmanın bazı “incelikleri”!

II. ABDÜLHAMİD MEVZUU[*]

 

“Gerçeği bilmeniz gerekiyor,

gerçeği aramanız gerekiyor.

Gerçek sizi özgür kılacak.”[1]

 

“ÖZELEŞTİRİ”NİN ELEŞTİRİSİ[*]

 

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum, 

fakat aslâ ümitsizliği değil.”[1]

 

Anlama/ ve kavramanın dünyayı değiştirmek için mücadele edenler için eleştirel bir “olmazsa olmaz” olması yanında; “Netlik [de] insanın en büyük gücüdür.”[2] Bu bir.

Sayfalar