Salı Nisan 30, 2024

Şimdi De “Değerli Yalnızlık” Mı?

Bir dönemin gözde sloganıydı “değerli yalnızlık”(!) Tayyip Erdoğan henüz Başbakanken iç politikada Gezi İsyanı'yla sarsılan iktidarının ve çizilen karizmasının; dış politikada ise önce Mısır ve ardından da Suriye başta olmak üzere Ortadoğu politikasında TC'nin içine düştüğü içler acısı hali, Başbakan danışmanı bir zat tarafından afili bir şekilde dile getirilmişti. AKP kadroları tarafından, -artık çok iyi biliyoruz ki-, adeta sinekten yağ çıkarma politikası yürütülerek, en küçük gelişmenin bile kazanca dönüştürülmesinin bir ürünüydü bu söylem. Kulağa hoş gelen, kuyruğu dik tutan ama gerçekler karşında hiçbir hükmü olmayan, popülist bir söylemin gayet başarılı bir örneğiydi. AKP'ye ve günümüzde TC'ye yön veren kadrolar başından itibaren birer tüccar olarak davranmışlar, Beyaz Saray'larda adeta “at pazarlığı yapar gibi” politika yapmışlardır. Bakmayın siz bugün “ne güzel entelektüel bir başbakanımız var” tadında yılışık açıklamalara!

Denildiği üzere “müflis tüccar eski defterleri karıştırırmış”! Tıpkı şu an TC devleti kadrolarının yapmış oldukları gibi. “23 Nisan Başbakanı” Ahmet Davutoğlu'nun, T. Erdoğan tarafından “Bakanlar Kurulu Başkanlığına” atanmasının ardından, bir dönem kullanılmış olan “yeni Türkiye” kavramı yeniden piyasaya sürüldü ve o kadar sık kullanıldı ki, bu abartılı “yeni Türkiye” şahlanışı karşısında kendi içlerinden bile itiraz yükseldi. Şimdi ise “değerli yalnızlık” kavramının yeniden tedavüle sunulmasını bekliyoruz. Bu kavram TC'nin Ortadoğu politikasında içine düştüğü durumun şu anki durumuna daha çok karşılık gelen bir kavram olarak, tıpkı “yeni Türkiye” gibi yeniden güncellenmeyi bekliyor.

Kuşkusuz ki dün olduğu gibi bugün de TC devleti yalnız değil. Öyle sandıkları kadar değerli hiç değil! TC devleti emperyalizmin yarı sömürgesi bir ülke olarak, “saflarını seçmek” zorunda bırakılmış, NATO üyeliği gibi son derece “onur”lu bir üyelikle, bulunduğu coğrafyada emperyalizmin jandarmalığını yapan bir ülke kadar değerlidir! Tıpkı efendisinin uşaklığını yapan (uşak olarak çalışan emekçileri tenzih ederek) birisi kadar değerlidir! Yeri geldiğinde, çıkarlar gerektiğinde belki işten çıkartılmaz, personel revizyonuna gidilerek, daha uygun araçlar devreye sokulur. Emperyalizm açısından maşalık rolü değişmez ama maşalar değişir. Şimdilerde buna taşeronluk diyorlar!

TC devleti AKP'nin iktidarıyla birlikte, adeta Türkiye'nin emperyalizmle kurulduğu günden itibaren var olan sosyo ekonomik yapısını yeniden güncelledi. Kimi çevrelerce kompradorlaşma olarak tanımlanan bu durum, gerçekte TC'nin emperyalizmin “neo-liberal” politikalarına göre yeniden düzenlenmesinden ibaretti. Kuşkusuz işçi sınıfı ve köylülük başta olmak üzere Türkiye halkı için çok önemli sonuçlar doğurdu! Her şey bir yana günümüzde artık kitlesel boyutta süren iş cinayetlerinin arkasında yatan neden, bir yarı-sömürge ülke olarak TC devletinin; emperyalizmle ilişkilerinin, dış borçlanmanın muazzam artışıyla daha da sıkılaştığı, tarımsal alanda yoksul ve orta köylülüğün topraktan koparıldığı ve birer yarı proleter olarak, ucuz, güvencesi, taşeron çalışma koşulları içinde, başta madenler olmak üzere, inşaatlarda ve diğer iş kollarında sömürüye tabi tutulmasıdır.

TC devleti ve onun sahibi Türk hakim sınıfları, içte emperyalizmin tam bir taşeronu olarak, üretimi yeniden örgütlemiş, bunun içinde hatırlanırsa ilk önce hapishaneleri denetim altına alma hamleleri yapmıştı. Bunun nedeni bilindiği üzere hakim sınıfların işçi sınıfına ve halka yönelik saldırı politikalarının başarıyla sürdürülebilmesinde devrimci komünist muhalefetin yok edilmesi ya da geriletilmesi hedeflenmişti. F tipi infaz rejimi bu “stratejik aklın” ürünüydü!

Dolayısıyla TC devleti emperyalizmin bir yarı-sömürgesi olarak, hem içte hem de dışta öyle yalnız falan değildir. Kendi başına bağımsız bir politika yürütemez. Yapabileceği en fazla bölgesel konumunu kullanmak, efendilerinden daha fazla saldırgan olmak, emperyalistler arasındaki çelişkilerden yararlanmaya çalışmak ve böylece fiyatını arttırmaktır. Nitekim TC'nin son dönem Ortadoğu’ya yönelik politikası bu içerikte olmuştur. Emperyalist devletlerin bölgedeki çıkar dalaşına bodoslama dalmış ve özellikle Suriye politikasında, kendine biçilen rolü birazda sınırları zorlayarak layıkıyla yerine getirmiştir.

Neydi bu rol? Suriye'ye yönelik saldırganlıkta rol almak ve bunun için “ılımlı muhalifler” denilen, kendilerini İslamcı olarak adlandıran hırsızlar ve yağmacılar (bu haliyle AKP kadrolarından pek de farkı olmayan) güruhlarını her açıdan desteklemek! (Eski ABD Büyükelçisi Ricardone'nin bu konudaki açıklamaları manidardır.) Bu politikanın TC açısından artı getirisi ise S. Kürdistanı'nda ortaya çıkan oluşuma müdahale etmek oldu. Ancak ne var ki IŞİD emperyalistlerin çıkarlarına zarar verecek duruma geldi, Ortadoğu sahasında roller değişti. Bu kez TC'nin önüne IŞİD'le mücadele görevi kondu! TC IŞİD'e yönelik operasyonlarda yer alacaktır. Bakmayın siz rehinemiz var yalanlarına, insani yardım masallarına. TC tıpkı geçmişte olduğu gibi efendileri tarafından kendisine verilen rolü ama üstü kapalı ama çarpıtarak da olsa mutlaka yerine getirecektir. Nitekim Genelkurmay Harekat Dairesi Başkanlığı'nın “tampon bölge” oluşturmak için bir işgal planı hazırladığı haberleri basında yer almaya başladı bile.

TC açısından belirleyici mesele kendi sınırları içindeki Kürt sorunudur. Bu konuyu bir bekaa sorunu olarak görmektedir. Bu konuda attığı ve atacağı adımlar kendi iktidarı açısından belirleyicidir. O nedenle sembolik de olsa anadilde eğitim verilecek okullara saldırılması ve faşist kafaların her zaman olduğu gibi gülünç duruma düşmesi pahasına bu saçmalıkları savunmaya çalışması sebepsiz değildir. Bu durum aynı zamanda TC'nin çözüm sürecini ele alışına da uygundur. Ortak bir çözüme değil benim verdiğim çözüme ikna olacaksın! Ne diyordu “büyük Türk büyüğü”, Erdoğan; “herkes haddini bilecek”(!)

Yeni GEZİler Birikirken!

Ortadoğu'da yaşanan son gelişmeler, IŞİD'e yönelik operasyonlar ve bunun olası cevapları, “çözüm süreci” denilen ama bir türlü atılmayan adımlar, (ölüm sınırındaki hasta tutsaklar bile bırakılmıyor hala), Suriyeli misafirler, (mülteci statüsü verilmiyor), artan iş cinayetleri, kadın katliamları ve artan ekonomik kriz açıklamaları vb. vb. Kısacası Türkiye toplumu yeni Geziler biriktiriyor! Nitekim geçtiğimiz yıl içerikleri, yönelimleri itibariyle birçok eksikliği bünyesinde barındırsa da, son 20 yılın en yaygın grevlerin gerçekleştiği yıl oldu. 2013 ve 2014, 1989’dan bu yana en yaygın işyeri komitelerinin/taban örgütlenmelerinin kurulduğu yıllar olarak ön plana çıkıyor. Özellikle taşerona karşı etkili direnişlerin, eylem ve yürüyüşlerin yapıldığı görülüyor.

Tam da bu bilindiği içindir ki taraftar gruplarına “darbe” davaları açılıyor, en küçük hak talepli demokratik gösteriler dahi faşist bir saldırganlıkla yanıtlanıyor. Faşizm devrimci kurumlara ve devrimcilerin etkinliklerine resmi ve sivil kolluk güçleriyle, sivil faşist çeteleriyle saldırılar gerçekleştiriyor!

Bunun nedeni Türkiye koşullarında asıl olanın her dönem istikrarsızlık, tali olanın ise istikrar olmasıdır. Türkiye'de istikrarsızlık esas istikrar ise geçicidir. Aslında “bir istikrar dönemi” olarak adlandırılan on küsur yıllık AKP iktidarı bunun iyi bir örneğini oluşturur. Hakim sınıfların istikrardan ne kast ettiklerini daha iyi anlaşılır. 28 Şubat süreci, AKP'nin kapatılması davası, Ergenekon, Balyoz davaları, Gezi İsyanı, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları vb. vb. hep bu var olduğu söylenen istikrarın sonucudur!

Hakim sınıfların istikrardan anladıkları kendi içlerindeki dalaş değildir. Onlar ekonomik istikrar derken işçi sınıfı ve halka saldırıyı kast etmektedirler! Sömürü ve yağma düzeninin istikrarlı biçimde sürmesi. Yoksa kendi içlerinde bu yağmadan ve sömürüden pay alma dalaşını yapabilmelerinin koşulu kalmaz. “İstikrar sürsün Türkiye büyüsün” derken; sömürü, iş cinayetleri, yağma sürsün, bizde bu pastadan hakkımızı almak için birbirimizi yiyelim demektedirler. Ancak ne zamanki kendilerine karşı bir yönelim olsa, bunlar dış mihrakların, teröristlerin ve çapulcuların işi olur ve istikrar bozulur!

Türkiye'de istikrarsızlığın olması demek, hakim sınıfların yönetememe hali demektir. Devrimci durum demektir. Ve devrimci durum hali, hakim sınıfların istikrarlı biçimde, işçi sınıfına, halka, ilericilere devrimcilere saldırısı demektir. Bunu bazen son torba yasada olduğu gibi yeni yasalarla yapar ya da Sarıgazi Festivali’nde olduğu gibi halkın üstüne silahla ateş açarak! Biçim değişse de içerik değişmez!

Bu saldırılar karşısında enseyi karartmamak gerekir! Bir dönemin gözde kavramıydı “enseyi karartmamak.” Bir gazetecinin sık kullanımı bu kavramı revaçta yapmıştı. Oysa işin aslı enseyi karartmaktan ziyade başların yukarıya kaldırılmasından geçiyordu. Üstelik bu bizim “soy”umuz açısından yeni de değildi. Paris Komünü'nden başlayan, 1917 Ekim, 1949 Çin ve ardından da Büyük Proleter Kültür Devrimleri'yle süren bir geleneğin ürünüydü!

Son dönemde Türkiye devrimci ilerici kamuoyunun bir kısmında gerek dünyada ve Ortadoğu’da ve gerekse de Türkiye'de, AKP'nin seçim başarıları ve hemen her alanda yaşanan saldırılar ve ortaya çıkan gelişmeler, faşizm tehlikesi vb. tartışılmaya başlandı. Kimileri bu süreçten çıkış yolu olarak yeniden “Solda Birlik” tartışmalarına başladı. Kimileri hala “sol”un “direnmeyip çürüdüğü” masallarını anlatmada, hala siyaset yasakçılığını savunmada ve sosyal şovenizmde ısrara devam ediyor. İşçi sınıfı ise bir yandan katledilirken diğer yandan (en örgütsüz olanı ve hatta yarı proleter karakterli 3000 inşaat işçisinin yaptığı gibi), bir öfke patlamasıyla yol kesiyor ve bize yürünecek yolu gösteriyor.


82063

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Vurun Abalıya - Çaresizsen Güneşe Bak... Cızz....

Proletaryalarda öğren proletaryalara öğret.

Nolurrr.... nolurrr.... bir kez de kabahati....

Fakirlik güzel şey... fakirlik güzel şey..

Hele de birde seni deniz kampına götüren, yanacam diye de çakma (yoğurt) yağlarıyla, insanın midesini bulandıracak bir şekilde,  orasını burasını yakan o... fakir...  insanları bırakıpta deniz manzaralı villalarda sabah kahvaltısı yapabilecek dostlarınız varsa... gerçekten fakirlik güzel şey.... gerçekten fakirlik güzel şey...

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! -2-

Burjuva-feodal politika yapmanın bazı “incelikleri”!

II. ABDÜLHAMİD MEVZUU[*]

 

“Gerçeği bilmeniz gerekiyor,

gerçeği aramanız gerekiyor.

Gerçek sizi özgür kılacak.”[1]

 

“ÖZELEŞTİRİ”NİN ELEŞTİRİSİ[*]

 

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum, 

fakat aslâ ümitsizliği değil.”[1]

 

Anlama/ ve kavramanın dünyayı değiştirmek için mücadele edenler için eleştirel bir “olmazsa olmaz” olması yanında; “Netlik [de] insanın en büyük gücüdür.”[2] Bu bir.

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! (1ci bölüm)

Açıklama: Bu yazı, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığına getirildiği dönemde, 2010 tarihli Partizan’ın 72. Sayısında yayımlanmıştır. Yazı eski olsa da, yazılanlar eski sayılmaz. Zira Mayıs 2023 seçimlerinde “halkın umudu” olarak önümüze konan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’sinin burjuva-feodal sistemde oynadığı rol, özellikle de seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ve ortaya çıkan bu gerçeklikler, Partizan makalesinde dikkat çekilen ve tespitleri yapılan gerçekliklerle uyumludur.

Beylere ve devlete karşı olmak (Nubar Ozanyan)

Artsahk (Karabağ) sekiz aydır kuşatma ve abluka altında. Elektrik, gaz, akaryakıttan yoksun; açlığa ve dermansızlığa mahkum edilmiş bir şekilde teslim olması bekleniyor. Soykırımın günümüzde almış olduğu en utanç verici ve acımasız hali yaşatılmaktadır halka.

Ne uluslararası Adalet Divanı’nın kararı ne sekiz aydır çalınan diplomatik kapılar, Karabağ’da yaşayan Ermeni halkının yaşamsal sorunlarına çare, derdine derman oldu. Yapılan sayısız görüşme, müracaat ve iletişimden hiçbir sonuç çıkmadı.

“Bir Tek Mücadele Kaybedilir; O Da Terk Edilen Mücadeledir.” (Kadınların birliği)

Cumartesi Annelerinin eylemi, bu ülkenin en uzun soluklu mücadelesidir… Birçok kez engellendi, saldırıya uğradı, sürekli hale gelen polis saldırısı nedeniyle 1999’dan 2009’a kadar ara verildi, pandemi döneminde online olarak yapıldı ama ne olursa olsun Cumartesiler, 1995 yılından bu yana yani 28 yıldır “kaybolan” çocuklarını, eşlerini, babalarını, annelerini, arkadaşlarını, yakınlarını arayan insanların ama en çok da annelerin eylem günü oldu.

Yeni Emperyalistler Eski Emperyalistlere Karşı

Kapitalizmin; gelişmesi, genişleyerek yoğunlaşması ve üretimin her geçen gün artmasıyla ortaya çıkan tekelleşme ve uluslararası yönünün esas hale gelmesi, onu daha saldırgan bir aşama olan emperyalist bir aşamaya ulaştırdı. Bu gelişme, sınıfların netleştiği ve sınıflar arası mücadelenin keskinleştiği kapitalist ekonomik sisteminin diyalektik gelişiminin bir karakteristiğidir. Kapitalizm derinlemesine ve enlemesine geliştikçe yeni emperyalist ülkeler ortaya çıkacak ve bu da  emperyalistler arası çelişmeyi artan ölçüde derinleşecektir.

BRICS'in Johannesburg'da zirve toplantısı

Çin yeni emperyalist konumunu genişletiyor

Bugün Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde Vladimir Putin'in yalnızca sanal olarak katıldığı yeni emperyalist BRICS ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) zirve toplantısı sona eriyor.

Altı ülke eklendi

Tartışmaların merkezinde 14 yıl önce kurulan BRICS grubunun "BRICS Plus" olarak genişletilmesi yer alıyordu.

“ECDAT” HİKÂYELERİ[*]

 

“Geçmiş içinde yaşanacak bir şey değildir.

Eyleme geçerken içinden bir şeyler çekip

çıkarttığımız bir sonuçlar kuyusudur.”[1]

 

KADINLARIN BİRLİĞİ | Halk Okulu Devrimcilik Adı Altında LGBTİ+ Düşmanlığı Yapmaya Devam Ediyor!

Bir süredir Halk Okulu’nda LGBTİ+lar ve LGBTİ+ mücadelesi üzerinden genelde ilerici, devrimci harekete özelde proletarya partisine yönelik “değerlendirme”lerde bulunulmaktadır.

Bu “değerlendirmelerin” temel anlayışına ve üslubuna, devrimci kamuoyu da bizler de aşinayız.

Sayfalar