Pazar Nisan 28, 2024

Tarih çarpıtıcılığı ve yalan üzerine teori inşaa etmek

Güney Kürdistan’daki bağımsızlık referandumu, sağından “sol”una bütün siyasal kesimlerin tavır almasını gündeme getirdi.

Kürdistan’ı sömürgeleştiren ve işgal eden egemen ulus egemen sınıflarının bu referanduma karşı çıkışlarını, tehditleri ezelden beri bilinen olmasına karşın, kendini sol’da görenlerin bir çoğunun -Marx’ın deyimiyle-; “egemen ulus burjuvazisinin önyargılarına yankı olmalarına” ne demeli?

Burada, Güney Kürdistan’da yapılan “Bağımsızlık Referandumu”na, egemen ulus egemenleri ile aynı ağızı kullanan sosyal şovenistlerin hepsini eleştirmenin pek bir anlamı yok. Bunlar Marksis-Leninist-Maoistler tarafından bilinen küçük burjuva anlayışlar. Uluslararası sosyal şovenizmin Türkiye versiyonu.

Özellikle Kürt Ulusal Sorunu konusunda, ülkemizde İbrahim Kaypakkaya’nın Aralık 1971’de yazdığı, “Türkiye’de Ulusal Sorun”1 eseri, hala güncelliğini koruyor. Bu eser, TDH’ne çok şey öğretmesine karşın, bazıları, egemen ulus burjuvazisinin “yankıları olmakta” hala diretiyorlar. Bu eser sosyal şovenizmin panzehiri olarak yerini korumaya devam ediyor.

28.09.2017 günü itiabren Özgür Üniversite ve BirGün gazetesinin internet sitesinde, Fikret Başkaya (FB)’nın, “ ‘Ulusların Kendi Kaderini Tayin Etmesi’ meselesine dair kısa not”2 başlıklı bir makalesi yayınlandı ve sosyal medyada da dolaşıma sokuldu.

FB, bu yazısında, “Oysa sorunun asıl tartışılması gereken yönü savsaklandı” diyerek, şöyle devam ediyor:

“Ulusların kendi kaderini tayin etmesi meselesi ilk defa ABD başkanı W. Wilson tarafından Birinci emperyalist savaşın son günlerinde (8 Ocak 1918) ortaya atıldı. ‘Wilson prensipleri’ olarak biliniyor.”

FB, bu alıntının devamında, “halklar hep ezildi” gibi sözler söylese de, o burada, bilmediğinden değil, bilerek bir şeyi çarpıtıyor. Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı (UKKTH) ilk defa Wilson tarafından gündeme getilmedi. İlk defa ulusal sorunlar Marksist tarzda Marx ve Engesl tarafından dile getirilmiş ve I. Enternasyonal’de tartışılmıştır. Daha sonra ise II. Enternasyonal tarafından 1896 yılında Londra’da yapılan “İşçi Partileri ve Sendikalar Sosyalist Enternasyonal Kongresinde karar altına almıştır.

Karar aynen şöyle:

“Kongre, bütün ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını tam olarak desteklediğini beyan eder.”3

FB, bilerek yalan söylüyor ve komünistlerin bu kararını görmezden gelip, Wilson’un 1918’de söylediklerini kale alıyor. Ve UKKTH Wilson’a mal etmeye çalışıyor.

Evet “Wilson Prensipleri”4 olarak adlandırılan 14 madde var. Ancak, bununla Komünistlerin savunduğu UKKTH hem aynı şeyler değil ve hem de ilk defa Wilson tarafından gündeme getirilmiş değil. Enternasyonal’in 1896 londra Kongre’sinden sonra, Bolşevikler 1913 yılında, yani Wilson prensiplerinden 5 yıl önce kendi parti programlarına bunu koyuyorlar. Ayrıca RSDİP içinde daha 1903 yılında UKKTH tartışılır ve Plehanov, 1902 yılında, UKKTH savunmanın “zorunlu” olduğunu yazmıştır. UKKTH sorununu götürüp Wilson’a bağlayanlar, tarihi troçkizm usulü çarpıtabilme yolunu deniyor.

FB5, neden UKKTH’na “Wilson prensipleri” olarak lanse ediyor. Neden buna gerek duyuyor ve onu buna iten ideolojik neden ne?

Birincisi marksizm karşıtı olması, ikincisi ise sosyal şovenizmdir. Ezilen ulusların kendi kaderine tayin hakkına karşı çıkmasıdır. Bu hakkın, ayrı bir devlet kurmakta dahil kendi kaderini özgürce belirlemesi olduğunu inkar etmektir. FB’nin “kurnazlığı”, UKKTH’nı emperyalist ABD başkanına bağlayarak, ezilen ulusların kendi kaderine tayin etmesine karşı çıkma gerekçesinin “yaratmış” oluyor. Yani, bu ilkeyi emperyalist burjuvazi savunuyormuş gibi göstermeye çalışarak, MLM’lerin bu doğru düşüncesine saldırıyor. Oysa, I. Paylaşım savaşı sırasında ABD emperyalizmi hakim bir güç değildi. İngiltere’nin gerilemesini ve kendisinin öne çıkarak pazarlara egemen olmak istiyordu. Bu nedenle, UKKTH savunuyormuş pozisyonuna girdi.

ABD emperyalizmin niyeti ne olursa olsun, UKKTH hiç bir şekilde, savunulması ona bağlanamaz. Bu sorun, ezilen bir ulus sorunu ve proletaryanın ezilen ulus soruna yaklaşımı ve daha ötesi, buradan hareketle uluslararası işçi sınıfının birliğinin savunulmasıdır.

Sınıf bilinçli proletarya, ezilen ulus burjuvazisinin ulusal demokratik haklarını savunur, onun ezen ulus egemenleri tarafından baskı altında tutlmasına karşı çıkar, ama aynı zamanda ezilen ulus burjuvazisinin kendisinin bütün halkın temsilcisi göstermesine ve ezilen ulus milliyetçiliğini sınıf mücadelenin önüne koymasına karşı çıkar ve eleştirir.

Troçki’nin hedefinde hep Markist-Leninistler vardı. İşçi sınıfı hareketinin tarihini çarpıtmaya ve kendini öne çıkarmayı severdi. FB’de troçkinin izinden giderek, yalan söylemekte bir beis görmüyor.

Ayrıca, O devam ediyor:

“Ulusların kendi kaderini tayin etmesi ilkesinin bir destekçisi de Lenin ve III. Enternasyonaldi...” ve o azındaki troçkist baklayı çıkarıyor:

“Fakat Komünist Enternasyonal ve Sovyetler Birliği hızla enternasyonalist ilkelerden ve sosyalist perspektiften uzaklaştı. III. Enternasyonal Sovyet Devletinin çıkarlarını korumanın, Sovyetler Birliği Diplomasisinin bir aracı haline getirldi.”

Birinci inkarcılığın ve yok saymacılığın bir diğeri de Sovyetler Birliği ve III. Enternasyonal’in duruşudur. Troçkist ve burjuva çizginin, “sol” culuk adı altında piyasaya sürülmesidir.

Marx ve Engels’in takipçisi Lenin, UKKTH’nı, “ezilen ulus burjuvazisinin özgürleşecek” diye savunmamazlık etmiyor, evet, burjuvazi özgürleşecektir. Bir ulusun bir başka ulus tarafından ezilmesi, baskı altına alınması ve ulusal haklarının gasp edilmesi karşı çıkılması gereken bir durumdur ve bu proletaryanın sınıf çıkarlarına uygundur. İşçilerin birliğinin güçlendirilmesine hizmet eder.

UKKTH’ına karşı çıkan birisi de Rosa Lüxemburg idi. Ve UKKTH’nın komünist partisinin programında olmasını eleştirir ve Lenin ise, Lüxemburg’un bu tavrını; “despotizm yararına oportünist bir tavır” olarak değerlendirir.

Lenin, UKKTH neden desteklenmesi gerektiğini şöyle açıklar:

“... birincisi, bütün ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını tanımak, çünkü burjuva demokratik devrim gerçekleşmemiştir. Çünkü işçi sınıfı demokrasisi tutarlı olarak, ciddiyetle ve içtenlikle (...) ulusların eşit hakları için savaşır, ve ikincisi, belirli bir devlet içinde, tarihinin geçirdiği bütün değişimler boyunca, burjuvazinin birey olarak devletlerin sınırlarında meydana getirdiği değişiklikler ne olursa olsun, bütün ulusların proleterlerinin sınıf savaşımında en sıkı ve bölünmez bir ittifakı gerçekleştirmek için savaşım verir.”6

Komünistler, kapitalizme, uluslara ve ulusal devletlere karşı. Bu sayılanlara karşı olmak, sorunu çözmüyor. Neyi ne zaman ortadan kaldırılması gerektiğini bilmek gerekiyor.

Karşı olmak yetmiyor. Çünkü ortada toplumsal-tarihsel bir gerçek var. Kapitalizmin yarattığı uluslar var, ulusal devletler var ve çok uluslu devletler var. Çok uluslu develtler içinde egemen ulusular, sömürge ve azınlık uluslar üzerinde egemenlik kurarak, onların devlet kurma hakları da dahil kendi özgürlüklerini özgürce tayin etmeleri üzerinde baskı oluşturmaları gereçeği var. Ve bu çelişmeden kaynaklı ezilen ulusların egemen ulus egemenlerine karşı ulusal özgürlüğük savaşları var. FB’nin makale içinde bir çok doğruları tekrarlaması, onun, egemen ulus despotizmini gizlediği gerçeğini değiştirmeye yetmiyor.

Devlete karşı olmakla devletler ortadan kalkmıyor. Uluslara karşı olmakla uluslar ortadan kalkmıyor. Ve günümüzde Kürt ulusu gibi bir çok ulus baskı altında tutulmaktadır ve bunlar eizlen ulsulardır. Bunlar, toplumsal tarihin belli süreçlerinde ortaya çıkmış ve yine belli süreci içinde de ortadan kalkacaklardır.

Bütün bur gerçekler ortadayken, “biz devletlere karşıyız” demek, ezen ulus egemen sınıflarıyla, ezilen uluslar karşısında aynı bulvarda yer almak demektir. FB vb. sosyal şovenizmi kendilerine bayrak edinmiş olanlar, Kürtlerin bağımsızlık referandumuna karşı çıkmalarının arkasındaki gerçek, ezen ulus egemenlerine tanıdıkları hakkı, ezilen ulus burjuvazisine tanımamalarıdır.

“Uluslal toplulukların, devletlerin çoktan zamanı geçti”tartışmaları yeni değil, 1866 yılında da I. Enternasyonal’de bu tür görüş getirenler ve baskı altında tutulan ulusların bağımsızlığına karşı çıkanlar vardı. Marx, bu tür sosyal şoven anlayışları o zaman eleştirmiştir.

“Devletlere, ulusal toplulukların ayrılmasına”, yani UKKTH karşı çıkarken, gerekçe olarak “işçi enternasyonalizmini” koyanlar, içinde bulunulan durumu kavrayamadıkları gibi, tarihsel olguları da reddetme durumuna düşüyorlar. UKKTH kayıtsız şartsız savunmak, işçi sınıfının enternasyonal birliğini güçlendiren ve geliştiren bir olgudur. Tersi, ise, işçilerin enternasyonal birliğine zarar verir.

Marx ve Engels’in İrlanda ve Polonya sorunlarına nasıl baktıkları bilinen bir gerçek. Burada tekrar etmeye gerek yok. Ancak, Marx ve Engels’in tavrı, FB için bir şey ifade etmeye bilir, ama Marksist-Leninist-Maoistler için çok şey ifade ediyor. Evet, Marksizm orada donup kalmadı, ancak, emperyalizm ve proleter devrimler çağında da hala ulus-devlet ve buna bağlı olarak ezilen ulus sorunu varlığını korumaktadır ve sınıf bilinçli proletarya, bu soruna karşı egemen ulus cephesinden değil, ezilen ulusun haksızlığa uğramasına ve devlet kurma hakkına sahip çıkmak ve savunmak durumundadır. Proleter enternasyonalizm bunu gerektirir.

FB, çözümü sunuyor:

“1. Devletten kurtulmak; 2. paradan kurtulmak; 3. herkese ait yaşam araçlarına (üretim araçlarına) birileri tarafından el konulmasına son vermek...”

Bunlara katılmamak el değil. Komünistler du bu görüşleri savunuyor. Ancak, komünistler ile FB’yi ayıran sorun,içinde yaşanılan somut koşullar. O, içinde yaşadığımız toplumsal koşulları yok sayıyor. Anarşist bir mantıkla, hepsinden kurtulalım diyor. Ama nasıl kurtulunacağını ise es geçiyor.

Bunlar yeni düşünceler değil. Yaklaşık iki yüz yıldır anarşist ve bir yüzyıldır da troçkist görüşler var. Ancak, somut gerçeklikten kopuk soyut teoriler, gerçeklerin değiştirilmesine yetmiyor.

Lenin, ulusal ayrıcalıklara karşı proletaryanın tavrını şöyle açıklıyor:

“Her türlü feodal boyunduruğu kırmak, uluslara karşı her türlü baskıya, uluslardan biri ya da dillerden biri için her türlü ayrıcalığa karşı çıkmak, demokratik bir güç olarak proletaryanın mutlak görevidir, ulusal kavgalarla karartılan ve geciktirilen proleter sınıf savaşımının mutlak çıkarınadır. Ama kesin olarak sınırlandırılmış olan ve sınırları belli tarihsel bir alana yerleştirilmiş bulunan çevrenin ötesinde burjuva milliyetçiliğine yardım etmek, proletaryaya ihanet ve burjuvazinin saflarına geçmek olur.”7

Ayrıca, UKKTH konusunda bilinçli olarak çarpıtılan bir sorun ise, ulusların kendi kaderinin tayin hakkı yerine “halkların kendi kaderini tayin hakkı” konmaya çalışılıyor. Bunu FB’de adı geçen makalesinde yapıyor. Bu her ikisi aynı şeyler değildir. Bu konuda R. Lüxemburg’da yanılgı içindeydi. Ezilen ulus sorun ile halkların kaderini tayin aynı şeyler değildir. Halkların kendi kaderini tayin etmesi, burjuva iktidarını yıkarak, proletarya önderliğinde kendi siyasal iktidarını kurmasıdır. 1917 Sovyet Devrimi, Çin Devrimi ve diğer devrimler böyledir.

Komünistler hiç bir zaman ve hiç bir yerde, UKKTH proletarya önderliğindeki demokratik devrimleri ve sosyalist devrimleri karşı karşıya koymamışlardır. Biri burjuva hakkıdır, ikinicisi ise proletarya ve emekçilerin (ezilen halkların) sosyal kurtuluş mücadelesi içindedir.

Ulusal sorunun gerçek çözümü proletarya önderliğindeki devrimlerle olacaktır. 1917 Ekim Devrimi bunu kanıtlamıştır. Buna karşın, yukarıda söylediklerimiz hala geçerliğini koruyan birer toplumsal olgulardır. Bunlar ne reddedilebilir ne de görmezden gelinebilir.

Yazıyı, Kaypakkaya’nın Leninden aldığı bir alıntıyla alıntıyla noktalayalım:

“Bütün uluslar için tam hak eşitliği: ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı; bütün ülkelerin işçilerinin (ve ezilen halkların) birleşmesi.”8

1 İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Umut Yayımcılık, 1992

2 http://ozguruniversite.org/2017/09/27/uluslarin-kendi-kaderini-tayin-etmesi-meselesine-dair-kisa-not-fikret-baskaya/

3 Lenin, UKKTH, sf. 95, Altıncı baskı, Sol Yayınları

4 Bkz. Wikipedia.org.

5 FB, Kemalizm ile ilgili yazdığı kitaplarda, Kaypakkaya’dan hiç söz etmez. Sanki ilk defa kendisi bu tür bir düşünce getiriyormuş izlemini vermeye çalışır. Anarşizmin tarihsel oluguları yoksayan top yeküncülüğü, troçkizmin teorik oynaklılığı ve bulanıklığı aynı

yerde buluşmuş.

6 Lenin, UKKTH, sf. 99

7 Lenin, UKKTH, sf. 33)

8 İ. Kaypakkaya, Seçma Yazılar, sf. 264

42193

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Şiirin Şairleri, Şairlerin Şiiri -

“Biz bu kitapları ne zaman okuduk ve niçin her satırını çizip notlar düştük kıyılarına”[1]

“Herkes gider, şiir kalır,” der İbrahim Tenekeci.Doğrudur; öyledir…

Şiirin tarihi şaire doğru akarken; “Şiir kelime kaynar. Bir kazandır, dumanlar tüter içinden,” der Ahmet İnam…

İnsan ruhunun ve yaşamın derinliklerine nüfuz eden şiir ölmez, öldürülemez; çünkü ölümsüzdür…

Hayır; ‘Buz’[2] başlıklı yapıtı ile ‘2011 Turgut Uyar Şiir Ödülü’ne değer görülen Osman Özçakar’ın, “Şiir biraz da sözcüklerle manipülasyon yapma işidir,” tespitine katılmak mümkün değil.

Yeni Süreçte Bize Düşen Görevler/ Hasan Aksu

 

Dine Savas Acmak Dini Guclendirir; Ama Dinle Uzlasmak Da Dini Guclendirir

 
 
Dine Savas Acmak Dini Guclendirir; Ama Dinle Uzlasmak Da Dini Guclendirir; Din Sinif Mucadelesindeki Rolune Gore Ele Alinir!
Herseyleri yalan, demogoji, carpitma, sahtekarlik...

Alevi Açılımı mı, İzzettin'in Hançeri mi ?

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın okyanus ötesinde ikamet eden Fethullah Gülen hocayla ve Alevi toplumunun her dönem sisteme yedeklenmesi, demokrasi, temel hak ve özgürlüklerle kimlik mücadelesinden uzaklaştırılması için gönüllü olarak çalışan İzzettin Doğan’ın son asimilasyon projesi çalışması netleşmeye başladı.

 

İtiraz ahlaki[*]

 

“İnsanlarda eksik olan

güç değil iradedir.”[1]

 

Zor, ancak zor olduğu kadar da güzel ve umutlu günlerden geçiyoruz.

İnsan olma hâli(miz), bir kere daha sınanıyor.

Devletin Sokak Çeteleri Mafyanın Ortak Organizasyonuna Karşı Devrimci Tavır Ne Olmalıdır! HASAN AKSU.

Bu gerçeklik bugüne has bir karşı devrimci bir organizasyon değil. Devletin başında olanların derin organizasyonudur ve de süreklilik göstermektedir.

Bu Dünya Komünizmi de Yaşayacaktır!

 

Ekim Devrimi’nin 96. Yılını Kutlarken!...

Sınıf bilinçli bir devrimcinin,
her zaman devrim beklemesi,
onun düşünce ve eylem
diyalektiğinin bir gereğidir

ÇIRILÇIPLAĞIM SOKAK ORTASINDA UTANIYORUM!

Yoksullar için bir cehenneme dönüşen dünyanın şu utançlı haline bir bakın! İçinde çocuk ve kadınların da olduğu yüzlerce kaçak göçmen bindikleri tekne alabora olunca, İtalya'nın Lampedusa Adası açıklarında denizin zifiri karanlığında kaybolup gittiler.

         Dünyayı aralarında ülke ülke parselleyen kudretlilerin para havuzları dolarlarla dolup dolup taşarken, yoksulluk mengenesindeki bu insanlar bir lokma ekmek için bin bir umutla yollara düşmüş, bilmeden ölüme koşmuşlardı.

Aşk ve Sanatın hayatı yani Gezi, Kızılay, Gündoğdu, vd’leri 1

“İyi ki hatırlattın

Başkaldırı diye bir şey var

İsa’dan beri insanı güzelleştiren

Şimdi daha güzel her şey

Daha insan herkes.”[2]

 

BEN BEHZAT FİRİK! Hasan Aksu

GÖZLERİMİ DAĞLADILAR WAYE, ATEŞLERDE YAKILDIM ANNEY!
 Ben BEHZAT FİRİK:  Tabi beni çoğunuz tanımazsınız, çok azınız beni tanır. 12 Eylül 1981’in 10 Ekim’inde,  karanlığın dağılmaya yüz tuttuğu bir fecir vakti, Dersim’de Ovacık’ın Dere Karedesi’nde yani köyümde ağabeyimle birlikte Kayseri komando tugayınca yaka paça gözaltına alındık.    Operasyon timinin başında “Kulaksız Yüzbaşı” lakaplı Aytekin İçmez vardı. Biliyorum hala beni tanımadınız, ne demek istediğimi hala anlayamadınız, tanıyamadınız beni.

Akp'nin yeni oyunu‘’Demokratikleşme Paketi’’

Kamuoyunun uzun bir süredir beklediği  ‘’Demokratikleşme Paketi’’ nihayet 30 Eylül 2013 tarihinde yeni Başbakanlık binasında, bizzat hükümetin başı Erdoğan tarafından açıklandı.  Hiçbir muhalif gazete ve televizyon kuruluşunun yer almadığı basın toplantısında,  Bakanlar Kurulu üyeleri ve yandaş basının Ankara temsilcilerinin yer aldığı basın toplantısında, Erdoğan tek kişilik bir tiyatro oyunuyla ‘Demokratikleşme Paketi’’ni açıklayarak salondan ayrıldı.

Sayfalar