Cumartesi Haziran 1, 2024

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Bilimin, sanatın her rengine dokunabilmek, kaybettikleri ana dillerini öğrenmek arzusudur fırtınalı serüvenin kollarına sürükleyen onları. Yolculuk serüveni karşılarına İbrahim Kaypakkaya yoldaşın görüşlerini çıkarır. Köklerine tutunur gibi tutkuyla sarılırlar önderlerinin görüşlerine. Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanıştıklarında aradıkları hakikatin bu olduğuna coşkuyla inanırlar. Sevdayla, özlemle köklerine sarılırcasına sarılırlar düşüncelerine. Ve son nefeslerini verinceye dek sadık kalırlar önder yoldaşın görüş ve ideallerine.

Her iki Nubar’ın hikayesi Anadolu’nun sayısız noktalarına kar taneleri gibi savrulup dağılmış yetim Ermeni çocuklarının hikayesidir. Bir Ermeni yatılı okulunda kesişen tesadüfi çocuk karşılaşmaları, onları ilerde zorlu bir mücadelenin gözükara yoldaşlarına dönüştürecektir.

Her iki Nubar’ın sayısız ortak yanı ve benzer hikayesi vardır. Aynı okulda, aynı sınıfta başlayan mücadele yolculukları sonrasında her birini coğrafyanın farklı yerlerine götürse de ideal ve inançlarına olan bağlılık ve yoldaşlık hep baki kalır. Her iki Nubar, Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle farklı tarihlerde tanışırlar. Son nefeslerine kadar onun çizdiği devrim ve sosyalizm yolunda mücadele etmekten bir an olsun geri durmazlar. Sadakatle yürüdükleri yolda sayısız engel, zor tehlikelerle karşılaşıp sayısız bedel öderler. Ancak hiçbir güçlük onları durduramaz. Ölüm, teslimiyet diz çöker, güçlükler yalvarır önlerinde.

Sayısız Ermeni devrimciye konaklık yapan Ermeni yetimhaneler ve yatılı okullarda okuyan çocukların kaderlerini birleştiren nedenlerin başında Hay olmaları gelir. Yoksul ve sahipsiz olmaları, okuma-eğitim alma Ermenice öğrenme arzusu gelir. Devrimci olmanın özü için gerekli olanlar da zaten bunlar değil midir? Bu devrimci özü biçime dönüştürecek büyük sıçrama yaratacak olan İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleri oldu.

Onları devrimci görüşlerle ilk tanıştıran ve bilinçlerinde ilk kıvılcımı çakan Armenak Bakır yoldaş olur. O mütevazi, mağrur bakışlı ve bir o kadar cesur ve kararlı, çekim ve etki gücü büyük olan öncü yoldaşın varlığı okuldaki neredeyse tüm çocukları etkiler.

Soykırıma, zulmün her türlü rengine maruz kalmış; dili, kimliği, hayalleri kılıç ve bıçak darbeleriyle parçalanmış çocukların düşün ve hayal dünyalarındaki arayışlarına en net, en anlaşılır yanıt komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın gürüşleri olur. Güçlü tarihsel ve sınıfsal nedenlere ancak Kaypakkaya gibi bir önderin görüşleri yanıt olabilirdi. Çünkü Kaypakkaya ezilenlerin de ezileni olanların yoldaşıdır. Soykırıma ve katliamlara uğrayanların yoldaşıdır. Kimsesizlerin, sahipsizlerin, hamalların yoldaşıdır. Özgürlük ve kurtuluş arayan her milliyetten, dilden, inançtan, cinsten emekçilerin sağlam güvenilir yoldaşıdır.

Ateşi Elleriyle Tutan Armenak

Ateşi çıplak ellerinde tutan Armenak Bakır yoldaş ilk devrimci kıvılcımı çakarak Ermeni gençlerin bilinç ve duygu dünyalarını yangına çevirmeyi başarır. Hrant Dink, Manuel Demir, Hayrabet Honca, Nubar Yalım, Nubar Ozanyan ve sayısız devrimci gencin ilk öğretmeni ilk ustası Armenak Bakır yoldaş oldu. Öncü yoldaş, ismini bir Ermeni fedaiden almıştı.

Öncüleri Armenak gibi güven veren sağlam bir yoldaş olursa elbette Yalım Nubar, Demir Manuel, Honca Hayrabet, Dink Hrant, Ozanyan Nubar gibi feda ruhlu militanlar, komutanlarının ardında sırasıyla saf tutar. Temel mesele, öncünün dürüst-sağlam ve güvenilir olmasındadır. Öncü sağlam olursa Kaypakkaya yoldaşa tutunan mülksüz, parasız, adanmış devrimcilerin isimleri de sayısız olur. Ve bu uğurda kimisi delik ayakkabısıyla, kimisi kurşunla kimisi işkencecilerin barbar işkencesi altında boğazlanarak, kimisi mayınla, parçalanmış kanlı beden ve gömlekleriyle göçüp gider bu dünyadan.

Reşo’ya me

Nubar Yalım, doğduğunda Ezidi bir önder olan Reşo ismi ona verilir. İlk ismini Ezidi bir önderden alan Nubar, 5 Kasım 1982’de soğuk bir sonbahar akşamında Hollanda’nın Ultrecht kentinde kontr gerilla güçleri tarafından haince katledilir. Gazetelerde “Ermeni bir teröristin sonu” manşetleri atılır.

Nubar Yalım’ın kimliğinde ne şehir, ne kasaba ve ne de köy yazılıdır. Varto Ermeni aşireti olarak yazılı kimlik, Nubar yoldaş hakkında anlatılacakların niteliğini vermektedir. Çok insanın aklına “aşiret” denilince ilk başta Kürdistan ve Kürtler gelir. Oysa o, Kürdistan topraklarında bir Ermeni aşiret çocuğu olarak dünyaya gelir. Ve etrafındaki sayısız Kürt aşiret reislerine, beylerine kafa tutarak yaşama ve topraklarına sarılırlar. Dört bir yanı Kürt aşiretleri ve ağaları tarafından çevrili topraklarda her gün tehdit ve baskıya direnerek yaşama tutunan Varto Ermeni aşireti, Cudi’nin sert rüzgarıyla sabahları yüzlerini yıkarlar. Tıpkı Ezidiler gibi yüzlerini güneşe dönerler.

Aşiret, Van Gölü’nden Hakkari’ye kadar uzanan yaylalarda çadırlarda yaşayarak hayvancılıkla uğraşır. Her gittikleri yaylaya kendi yaşam tarzlarını, kültür ve dillerini taşırlar. Kıl çadırlarda yaşayan Varto Ermeni aşireti, doğaya ve tarihlerine tutunmaktan başka çareleri olmadan ayakta kalmaya çalışır.

1915 Soykırımı’nda Arap bir aşiretin yardımıyla Cudi Dağı’na sığınır ve kendileri gibi mazlum olan Ezidilerin korumasıyla soykırımdan kurtulurlar. Yöredeki Kürt ağa ve beylerinin baskı ve tehditleri üzerlerinde eksik olmaz.  Savaşçı bir halk olan Varto aşiretinden kadınlar, erkek elbisesi giyip silah kuşanarak ağaların saldırılarına karşı koyar. Giyim kuşamları Botan’a özgü “Şal u Şapık” olan aşiret, ağırlıklı olarak Kürtçe konuşur. Köylerini, evlerini, yaşamlarını çevrelerindeki diğer müslüman Kürt köylerinden ayıran yegane “nişan” evlerinin girişine astıkları demirden yapılı haçlarıdır.

Koçber olarak yaylaları dolaşan Varto Aşireti, sonunda yerleşik yaşama geçer. Bir yandan hayvancılık diğer yandan küçük çaplı tarımla uğraşan aşiret, Kürt ağa ve beylerin saldırı ve tehditlerinden dolayı gün yüzü görmez. Köyü korumakla görevli silahlı güçlerin başı sürekli belada olur. Devlet belasına, eklenen Kürt beylerinin belası onları zorunlu olarak batıya, İstanbul’a göçe zorlar.

Nubar’ın yaşamı

Nubar’ın kaderi tıpkı Ermeni ve yoksul Kürt köylülerinin kaderi gibidir. Kürtçe konuştukları için devletin, Ermeni oldukları için Kürt beylerinin baskı ve aşağılanmalarından yakalarını kurtaramazlar.

Nubar yoldaş, Ermeni dilini öğrenmek, eğitim almak için zorunlu olarak doğduğu toprakları terk ederek ailesiyle birlikte İstanbul’a göç eder. İlk gençlik yıllarında birçok arkadaşı gibi İbrahim Kaypakkaya’nın görüşleriyle tanışır. Son nefesine kadar komünist önderin çizdiği yolda korkusuzca yürür. 1977 yılının 1 Mayıs mitinginde birçok devrimci gibi yaralanır. Elinden düşürmediği Kaypakkaya yoldaşın kitabını düşman kurşunları altında yaralı haliyle bile yerde bırakmaz.

Avrupa’ ya ilk çıkan Ermeni devrimci gençlerden biri olur Nubar yoldaş. Büyük çalışma azmi, başarma tutkusu onu yaratıcı, üretken ve iyi bir örgütleyici kılar. 1979’da Hollanda’da aylık “Baykar-Mücadele” dergisini çıkarır. Ermeni Gençlik Birliği örgütlenmesinde görev alır. Ermeni ulusal meselesine ilgi duyar. Birçok konuya açıklık getirmek için çalışmalar yürütür. İstanbul’da başladığı Ermeni dili edebiyatıyla ilgili çalışmalarını Hollanda’da sürdürür. Ermenice gazetelere sayısız şiir ve makale yazar.

“Veretarzs Hayrenik”-Vatana Dönüş başlıklı şiir kitabı onun özlem dolu düşünce ve hayallerini yansıtır. Bilinç ve birikimiyle, öncü etkili kişiliğiyle, edebi ve devrimci çalışmalarıyla halkının kültür hazinesine sayısız değer bırakır.

Bütün Ermeni devrimciler gibi bir yandan sınıf mücadelesinin ön saflarında yer alırken tarihine-kültürüne-diline doyumsuz bir özlem ve ilgi duymaktan geri durmaz. Çünkü on binlerce Ermeni genci gibi o da tarihine, kültürüne, diline olan yabancılaşmaya, köklerinin kurutulmasına büyük bir öfke duyup kararlı bir duruş göstererek güçlü bir mücadele yürütmüştür.

Aramızdan, sıramızdan ayrılan, şehit düşen Ermeni devrimcilerin yaşamlarında ortak özellikler ve büyük benzerlikler görülür. Devrime ve sosyalizm bilimine tutkuyla bağlılık, önderlerine ve partilerine olan derin vefa duygusu görülür. Çıkarsız, hesapsız, yalın bir adanmışlık, temposu yüksek bir çalışma, üretkenlik ve yaratıcılık görülür. Gözükara militanlık görülür.

Devrim fırtınasına katlananları ancak gökyüzünün parlak renklerini anlatabilir.  Vazgeçmeyen, tutkuyla davasına sarılan, başarının sırrına kavuşabilir. Bugün sınıf bilinçli proleterlere, devrimin sıra neferlerine gerekli olan, güçlüklerden ve ölümden korkmadan, doruklarda dalgalanacak olan kızıl bayrağımızı yükseltmektir. Bu cüret ve cesarete, bilinç ve kararlılığa sahip olma yolunda Partizan saflarında şehit düşen ölümsüz Ermeni devrimcilere yoldaşça, hesapsız bakmak, onların yolunda yürümek boynumuzun borcu olsun!

Nubar’dan Nubar’a süren direniş bizimdir…

1439

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

Sayfalar