Cuma Eylül 20, 2024

Biz ‘katil devlet’ derken...

KAYPAKKAYA-PARTIZAN
Biz “Katil devlet” derken de “İşbirlikçi AKP” diye feryat ederken de boşa bağırmıyoruz. Katilleri koruyan, mağdurları cezalandıran bir ‘devlet aklı’ kendini cani ruha teslim etmiştir. O ruhla dolaşanlar dün Ermeni kırımının failleri olmuştu; bugün Hrant’ı öldürenler, Ali İsmail’i linç edenlerin, Berkin’i komaya sokanların kör vicdanına dönüştüler

 

Her 19 Ocak sabahında gözlerime binbir beyaz güvercin doluşur, boğazım düğümlenir, sanki bir yutkunsam, bir dolu dolu öksürsem feraha erecekmişim gibi hissederim ama nafile. Bir parçam tıpkı sizlerin olduğu gibi Agos önündeki kaldırımda boylu boyunca yatıyordur. Hani sıcaklığı, nefesi ve o ılıman sesi kanat kanat göklerde dolaşırken yere düşmüş bedene inanmak istemeyen kalp atışlarımızı içine alan kocaman bir yürek. Acımız kadar isyanımız da öfkemiz de taptazedir; gürül gürül akar sessizliğimizden; yıkar geçer kör vicdanları. Bir anda 2007’ye döner tedirgin ve üzgün bakışlarımız, kulaklarımızda o korkunç haberi aldığımız ilk anlar. Uğultular, haykırışlar, soluksuz kalmalar, sözcük haznemizde bir damla yaş… Beynimizin kafatasımıza, kalbimizin göğüs kafesimize sığmadığı zamanlar. Hiçbirimizin doğrulanmasını istemediği zifiri karanlık bir haber… Gözyaşlarımız, Anadolu’nun 1915 kıyımında akan Ermeni kanlarını temizleyemeyen ırmaklarını bastırırcasına akan isyan dalgamız. Orada burada dost meclislerinde yapılan siyasi analizlerin hepsinin bir anda berhava olması. Konuşmamak, konuşamamak, konuşulanı duyamamak… Sonra kimimizin kardeşi, kimimizin ağabeyi, kimimizin de evladı olarak gördüğü Hrant’ı uğurlamak için evlerimizden çıktığımız tarih. Ben Kadıköy vapurundayım o sabah, göz göze temas ettiğimiz tanıdık tanımadık tüm simalarda hüzne bulanmış bir öfke, ayazı yırtan bir kahır rüzgârı… Sessiz ama yeri göğü inletecek kadar isyankâr ruhumuzla deldik geçtik Marmara’nın sularını ve başladık Beşiktaş’tan Agos’a yolculuğa. Belki de hiçbirimiz bu kadar büyük bir kalabalığın yollara döküldüğünü tahmin etmiyorduk. O gün, yüreğimiz büklüm büklüm iken, Hrant’ımızı yolculamaya gelmişken bu ülkenin tarihinde muazzam bir kırılma yaşandığını nereden bilebilirdik. Bu ülke son on yılda iki kere adalet, demokrasi ve özgürlük talebi ile sarsıldı. İlki Hrant’ın cenazesi, ikincisi ise Haziran direnişleriydi… İsyanımızda anonimleştiğimiz, bizleşerek özneleştiğimiz tarihin nadir anlarıydı ve bize geleceğe dair muhteşem bir miras bıraktı.

Hrant’ı katleden kurşunlar içimizi delip geçmişti. Türklerle Ermenilerin barış içinde yaşamasını arzulayan, Türkiye’deki demokratikleşmenin ülkenin kendi iç dinamikleriyle ve mücadeleyle gerçekleşebileceğine inanan, Ermeni diasporası ile Türkiye arasında diyalog kurma gücüne sahip bir vicdana saldırılmıştı. Hrant Dink 1915 kıyımının 90. yılında “Türk toplumunun önündeki temel seçim şu aşamada ne inkar ne de ikrar; aslolan idrak. Bu idrakın gerçekleşmesi için ise Türk halkının bilgilenme hakkını kullanması gerekir” diyebilecek kadar sağduyu sahibiydi. İnkârın ve yok saymanın bir devlet stratejisi olduğu ve milliyetçi aktörlerce desteklendiği bir ülkede Hrant Dink dev bir vicdan ile sarsıyordu körlenmiş bellekleri… 1915’e sağır olanların, sadece kavga etmek isteyenlerin, karşılarında saldırgan bir Ermeni görmeyi hayal edenlerin panzehiri idi Hrant’ın asaleti.

Hrant’ın katledilişi ile barışın ve samimiyetin diline, demokrasi ve özgürlük mücadelemize, gelecek umutlarımıza kast eden bir zihniyetle yeniden karşı karşıya kaldık. Politik mücadelenin içerisinde olan bizlerin hem bireysel hem de kolektif belleğinde faili meçhuller, gladio katliamları, devlet zulmü çok tanıdık çok yakındı. Bir şekilde -doğrudan ya da dolaylı- Türkiye’de devlet aklının muhalifler için ne anlama geldiğini biliyorduk. Ancak bu başkaydı; bu sefer tabiri caizse canevimizden vurulmuştuk. Belki de bu nedenle o gün Agos’tan Yenikapı’ya uzayan yollarda sadece örgütlü siyasetin içindekiler değil eyleyerek orada politikleşen özneler böylesine kocaman bir yürekti. Çoğumuz ilk defa Ermeni dostlarla beraber arşınladı sokakları, gözlerimizde aynı yaş vardı. Uzunca müddet acıları heybelerinde küçük mahallerinde yaşama tutunan ve nüfusları günden güne azalan dostlarla burada mı buluşacaktık! Ah bizim şu bitmez tükenmez rutinlerimiz; Türkiye Cumhuriyeti’nin gayrimüslim yurttaşlarına reva gördüğü muameleleri yazmakla yetinen cesaretimiz! Sokaklarda yan yana geçtiğimiz, kimi zaman dostluklar kurduğumuz ama acıları paylaşmak konusunda ekseriyetle sınıfta kaldığımız halimiz. Hâlbuki Hrant Dink BirGün’de ne güzel yazmıştı 6-7 Eylül’ün 50. yılında, ah ne güzel demişti:

“Mesela diyorum kitle örgütleri, sendikalar, öğrenci dernekleri ve sivil örgütlenmeler 6-7 Eylül’de el ele verseler de İstiklal Caddesi’nde bir yürüyüş yapsalar ve 50 yıl önceki kuşakların aksine o caddedeki tüm işyerlerine bu kez çiçekler atsalar.”

“Hepimiz Ermeni’yiz”

Ermeni dostlarımızın esmer gözyaşlarında bir buruk ferahlık vardı belki biz “Hepimiz Hrant’ız Hepimiz Ermeni’yiz” diye haykırdığımızda. 1915’i, zorunlu isim değiştirmeleri, “vatandaş Türkçe konuş” kampanyalarını, Varlık Vergisi’ni, harabeye dönüşen kiliselerini, 6-7 Eylül’ü içinde taşıyan bir kolektif bellek kim bilir başka hangi acıları gömmüştü derinlere. ASALA eylemleri devam ederken kendini tehdit altında hissetme hallerini mi yoksa ‘Türk gibi’ davranmak zorunda kalmaları mı? “Hepimiz Ermeni’yiz” sloganı, özeleştirimizi de içinde barındıran müthiş bir başkaldırıştı. “Ermeni dölü” diye bir küfürün olduğu, Agos’ta çıkan Sabiha Gökçen’in yetimhaneden alınmış bir Ermeni olduğu haberine karşı Genelkurmay’ın bunu ‘milli bütünlüğe tehdit’ görüp açıklama yaptığı bu topraklarda faşizan, zenofobik ve ikiyüzlü siyasete ve onun kültürel yaşamdaki izdüşümlerine bir meydan okumaydı. Bu yüzden de ‘beyaz Türk’ snobizminden Türk-İslam faşizmi ve mukaddesatçı tetikçiliğe kadar birçok cenahtan saldırı geldi. Saldırıyı gerçekleştiren özneler sloganın ne denli doğru bir yere isabet ettiğini adeta kanıtlıyordu.

“Katil Devlet”

Her 19 Ocak’ta “Hepimiz Ermeni’yiz” haykırışı kadar yüksek sesle bağırdığımız bir başka slogan ise “Katil devlet hesap verecek.” Öylesine söylenmiş bir talep manzumesi ya da birilerinin iddia ettiği gibi klasik ‘solcu refleksi’ değil bu slogan. Arkasında Osmanlı’dan Cumhuriyet’e aydınlatılmamış bir dolu haksızlığı, katliamı ve cinayeti işaret eden bir geçmişe isyan ve duygulanım saklı. 1915 kırımından Dersim’e; Maraş’tan Diyarbakır Cezaevi’ne, Gazi Mahallesi’nden ‘Hayata Dönüş’ operasyonlarına, Madımak’tan 90’lardaki ‘faili meçhul’ katliamlara dek uzanan kanlı bir tarih. Her defasında ‘devlet aklı’, suçu planlayan ya da suça iştirak eden kendi bürokratlarının kanlı ve pis ellerini aklamayı bildi. Tüm bu korkunç tarihin içinde Ergenekon ve Balyoz davalarına bakıp AKP iktidarında bu olup bitenlerin hesabının sorulacağı yanılsamasına kendini kaptıranlar herhalde bugün, tarih 19 Ocak 2014’ü gösterirken gaflet uykularından uyanmıştır. Burada tekrarlamaya yerimiz yok ancak AKP’nin sadece Hrant’ın davasında izlediği siyaset ve strateji tek başına dahi onun ne denli ‘devlet’ reflekslerini sergilediğini kanıtlar nitelikteydi. Biz ne vilayette Hrant’ı tehdit edenleri unuttuk ne de katillerine methiye düzenleri… Ancak AKP orada da kalmadı; demokrasi ufku ‘totaliter demokrasi’ ile sınırlı olan iktidar, devletin zor araçlarını insan hak ve hürriyetleri hilafına kullanmaya devam etti. Roboski’de katledilen yaşamların hesabını ‘kan parası’ ödeyerek kapatmaya çalıştı. Bir özrü bile esirgedi. Hatta Bülent Arınç daha yakınlarda barış süreci devam etmezse bu tip vakalar yeniden yaşanabilir diyerek aba altından sopa gösterdi.

Biz “Katil devlet” derken de “İşbirlikçi AKP” diye feryat ederken de boşa bağırmıyoruz. Katilleri koruyan, mağdurları cezalandıran bir ‘devlet aklı’ kendini cani ruha teslim etmiştir. O ruhla dolaşanlar dün Ermeni kırımının failleri olmuştu; bugün Hrant’ı öldürenler, Ali İsmail’i linç edenlerin, Berkin’i komaya sokanların kör vicdanına dönüştüler. Hrant için adalet istemek, bu ülkede devlet zırhına bürünüp katliam yapanların, durumdan vazife çıkaran ‘hassas vatandaşların’ yaktıkları tüm canlar, aldıkları tüm hayatlar için adalet talep etmek demektir. Bugün bir kez daha haykıralım: “Hrant için Adalet için!”

Güven Gürkan Öztan

1649