AKP’nin Gitmesi Çözüm Mü?
TC devletinin ’90lı yıllarda içinden çıkmakta zorlandığı ekonomik ve siyasi bir dizi kriz sonrasında, temelleri bir grup Refah Partilinin 1998 yılında ABD ziyaretiyle atılan AKP iktidara getirilmişti.
Geride kalan yaklaşık 20 yıllık süreçte Türkiye hakim sınıfları AKP’den maksimum fayda elde ederlerken; işçi sınıfı ve emekçiler ise bugünlerde daha görünür şekilde ortaya çıkan sefalet ve işsizlik koşullarında yaşamaya mecbur edildiler.
Hemen her seçim döneminde AKP için “bu sefer gidiciler” söylemi yine bu seçim döneminde de daha yüksek sesle söylenme başlandı. Bu yazı ile bunun olup olamayacağı; olduğu koşulda ise sermayeye hizmet adına bayrağı devralacak yeni hükümet üyelerinin AKP’den farklı ne yapabilecekleri tartışılacaktır.
AKP’nin iktidara getirilmesi Türkiye egemen sınıflarının yaşadığı bir takım ekonomik ve siyasi sorunun zorlamasıyla gerçekleşmişti. Emperyalizmin Türkiye tarımını bitirmeye yönelik hamleleri, Türkiye’de uluslararası sermayenin hiçbir zorluk yaşamadan sıkıntısız dolaşımı için tahkim uygulamasına rıza gösterilmesi AKP’den hemen önceki döneme denk düşmekteydi. Kısmi olarak sermaye açısından bir rahatlama yaratan ama aynı oranda Türkiye işçi ve emekçilerinin ekonomik ve sosyal olarak daha fazla emperyalizme bağlanması anlamına gelen bu uygulamalar aracılığıyla elde edilenden daha fazlasına ihtiyaç duyan sermaye, neo-liberal politikaları uygulamaya dönük programı ve üzerinde yükseldiği geçmiş ilişkileri ile bunu teyit eden-uygulama sözü veren AKP’ye hükümet kurma rolü vermişti.
Geçen süre içerisinde sadece neo-liberal politikaları uygulamakla sınırlı kalmayıp ABD-İngiliz emperyalist güçlerinin Ortadoğu, İran, Kazakistan ve Rusya’ya yönelik Büyük Ortadoğu Projesi’nin de bir unsuru haline gelen AKP, temsil ettiği siyasal İslamcı gelenekten gelen ilişkileri kullanarak, bu özellikleriyle de hem Türkiye egemenlerine hem de emperyalist güçlere uzunca süre istediklerini sağlayan bir aktör görevi gördü.
Libya’dan Azerbaycan’a, Suriye’den Ukrayna’ya “askeri-ticari-siyasi faaliyetler” tanımı ardına gizlenen gerçek, AKP’nin bütün bu sayılan bölgelerde Türkiye sermayesi ve uluslararası emperyalist güçler adına cihatçı terörizmi organize etmesi ve yönetiyor olmasıydı. Bu sayede Suriye petrolleri, IŞİD aracılığıyla Türkiye’ye kaçırılmaktaydı. (BBC, 2 Aralık 2015)
AKP bir yandan da Türkiye’de bina ve yol inşaatına yönelerek, hem temsil ettiği sermaye grupları için bir zenginlik kaynağı yaratmakta hem de Osmanlı İmparatorluğu’nda toprağa bağımlılık üzerinden tanımlanan devlet-vatandaş (o dönemde bir vatandaş olarak değil reaya ya da tebaa olarak adlandırılan topluluktan herhangi bir emekçi) arasındaki ilişkinin imparatorluğun dağılmasından sonra bir anlamda yeniden kurulmasını sağlayan kredi-TOKİ-konut-araba sarmalına emekçileri çekerek ekonomik olduğu kadar sosyal etki de yaratmış oluyordu.
AB’ye üyelik amacıyla yapıldığı söylenen ama aslında açıklanan uyum raporlarıyla aslında yüklü miktarda fonu AB’den almayı başaran AKP’nin sözüm ona demokratlığının altında yatan neden özetle buydu.
Türkiye işçi ve emekçilerinin artan oranda borçlandırılmasına dayanan ekonomik büyüme modeli Kamu İktisadi Teşekkülü olarak bilinen devlete ait kimi üretim araçlarının özelleştirilmesi ile desteklendi ve gerek kredi ile borçlandırma gerekse KİT’lerin satışından gelen nakit sermaye akışı ile her şeyin iyi yönetilmekte olduğu algısı yerleştirildi.
Elbette bu algının diğer tarafında da AKP’nin olmaması halinde bireysel olarak borçlandırılmış emekçilerin borçlarını ödemekte zorlanacakları ekonomik koşullara sürüklenecekleri ile tehdit edilmeleri vardı ve AKP’nin Türkiye egemen sınıfları açısından uzun vadeli bir aktör olarak kullanılmasına temel olan nedenlerin arasında, belki de başında bunun olduğunu söylemek gerekir.
Kapitalizmin kendi yasalarına göre, meta üreten ve satan ve giderek daha fazla üretim ve daha fazla meta ve sermaye ihraç etme yahut satma eğiliminde olan sistemin kendisi kaçınılmaz olarak bu çevrimin her arzın talebin üzerine çıktığı aşamasında devrevi krizler yaşıyorken, elbette mevcut kaynakları satan ve inşaat-kredi-borç denklemi ile yürüyen bir sistemin ilkinden daha başarılı ya da istikrarlı olması beklenemezdi.
Bu anlamıyla Türkiye’de AKP eliyle yürütülen ekonomik programın zaten en başından iflas ettiği belliydi, sadece bunun ilan edilmesi yukarda sayılan kimi ulusal ve uluslararası etkenin etkisi ile gecikti. Şimdi Türk Lirası ile temsil olunan Türkiye ekonomisinin hemen her geçen gün/dakika yabancı sermaye karşısında gerilemekte olduğunu ya da daha doğrusu Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin nasıl her geçen dakika daha yoksul, emperyalizme daha bağımlı olduklarını görüyoruz.
AKP ile yürütülen programın iflas etmiş olması, emperyalistler arasında giderek sertleşen dalaşta ABD-İngiliz emperyalizminin karşısında zaman zaman Rusya ve Çin ile birlikte hareket eden tutumu nedeniyle gözden çıkarılmış olması, Türkiye egemen sınıfları açısından AKP yerine yeni bir aktörün oyuna dahil edilmesi gerektiği anlamına geliyor. İşte bu noktada bir süredir “bu sefer gidiciler” söylemi daha çok dillendirilmeye başlandı ve geçisin sermaye açısından sorunsuz olmasını teminat altına alacak aktörler oyuna dahil edildi.
Yeni hükümet işçi sınıfı ve emekçiler için ne tür bir değişim yaratır?
Seçim adı verilen süreçler aslında, sermaye sahiplerinin, döneme uygun olan adayı belirleyip; bunu kitlelere onaylattıkları ve böylelikle de kitlelerin kendileri dışında bir irade tarafından başa getirilen bir hükümet değil de sanki kendilerinin başa getirdikleri bir hükümetin var olduğu yanılsaması yaşamalarını sağladıkları ve o hükümet eliyle kendileri aleyhine ama sermaye lehine uygulanacak sefalet ve yıkım politikaları için peşinen onaylarının alındığı bir tür politik mekanizma anlamına gelir.
Her iktidar adayı siyasi organizasyonun sahip olduğu ilişkilerle bağlandığı sermaye grubu ya da grupları vardır. Dolayısıyla genel olarak işçi sınıfı karşısında burjuvazinin menfaatini gözetecek olan burjuva partilerinin, diğer sermaye grupları karşısında da kendi dayandıkları sermaye grubunun menfaatini koruma amaçları vardır.
Bu olgu, sermayeye hizmet eden burjuva partilerinin arasında dalaşlar yaşanmasına neden olur. Çünkü sermaye dizginsiz gelişme eğilimindedir ve bu yolda karşısına çıkacak ulusal ya da uluslararası bütün sermaye güçlerini de gücü yettiğince ezmek, onların sermayesini de kendininkine eklemek ister. Sermaye arasındaki bu çelişki burjuva parlamentarizmi sınırlarında varlık gösteren sermayenin partileri arasındaki çekişme ve kıyasıya mücadelede kendini gösterir.
AKP’nin yukarıda sayılan 20 yıllık pratiğine karşı “muhalefet eden” CHP’nin ve ona şimdi dahil olan İYİ Parti’nin AKP karşısındaki durumları yukardaki paragrafta anlatıldığı gibidir ve bu burjuva organizasyonlarının işçi sınıfı ve emekçiler için herhangi bir olumlu faaliyet yürütmesi olası dahi değildir. Tam da bu bağlamda, önceleri CHP lideri K. Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği sonra da HDP eski Eş Başkanı S. Demirtaş’ın desteklediği “helalleşme” çağrısı, özünde devlette devamlılığın esasına vurgu yapılmasından, devlet adına işçi sınıfı ve emekçi halklara karşı suç işlemiş kişi ve kurumların korunacağı taahhüdü altına alınmasına vurgu yapmaktadır.
Kürt ulusuna yönelik saldırılar sürecektir!
Kılıçdaroğlu’nun başında bulunduğu burjuva partisinin hem tarihi hem sınıfsal ilişkileri ortadadır ve Kılıçdaroğlu’nun bu yönde bir çağrı yapması da kaçınılmazdır. Ancak Demirtaş’ın Kürt halkına karşı işlenen suçların hiçbirisine ilişkin hesaplaşma (burjuvazinin faşist hukuk sınırlarında dahi) yaşanmamışken böylesi bir çağrıya destek vermesi doğru değildir.
AKP bugün Kürt halkına karşı toptan bir saldırı sürdürmektedir çünkü Türkiye egemen sınıfları temelleri 1. ve 2. Balkan Savaşlarına kadar dayanan toprak kaybetme-bölünme korkusuna kapılmışlardır. Özellikle Suriye’de Kürt ulusunun Arap, Süryani-Asuri ve Ermeni milliyetleriyle birlikte somut kazanımlar elde etmeye başlamasıyla, Türkiye egemenleri Türkiye Kürdistanı’nda da aynı gelişmelerin yaşanacağı korkusuyla Rojava ve Türkiye Kürdistanı’ndaki Kürt ulusal özgürlük güçlerine amansız bir saldırı, katliam ve baskı uygulamaktadır.
Ne var ki, AKP gidecek olsa da bu politika, Türkiye egemenlerinin Kürtlerin statü kazanması korkuları nedeniyle sürdürülmeye devam edecektir. Kılıçdaroğlu’nun “Kandil’i yerle bir edeceğiz” söylemi bunun ifade edilmesidir.
Keza İYİ Parti’nin Kürt ulusuna dair politik söylemlerinde iktidardaki AKP-MHP kliğinden farklı tek bir noktası dahi yoktur. O halde “AKP gitsin de ne olursa olsun” söyleminin de “AKP gitsin diye bağrımıza taş basıp diğerlerine oy vereceğiz” tutumunun da fazlasıyla gerçeklikten uzak olduğu bilinmelidir.
Güçlendirilmiş parlamenter sistem çözüm değildir!
Diğer önemli bir konu başkanlık sistemi ve parlamento sistemi arasındaki tartışmalara dayanıyor. Mevcut başkanlık sistemi ile parlamento, aslında fiilen işlevsiz hale gelmiş durumda. Muhalefetteki kimi parlamenterlerin, etkisi son derece sınırlı ve kendilerini tatmin etmek dışında bir sonuç vermeyen kürsü konuşmaları dışında parlamentoda muhalefet adına bir hareket yok. Bu da aslında bu koşullarda parlamentonun işlevsiz kılındığının apaçık göstergesi.
Ancak ne var ki, AKP döneminde ihale alamadıkları için rahatsız olan sermaye sahiplerinin muhalefetini yapan CHP ve İYİ Parti ittifakının yarattığı algı ile sanki seçimler bir sonuç verebilir ya da halk adına olumlu bir şeyler gelişebilir düşüncesi propaganda ediliyor. Faşizmin Başkanlık sisteminden tekrar Parlamenter sisteme dönmesi, işçi ve emekçiler açısından bir şey ifade etmemektedir.
Her iki sistem de burjuvazinin çıkarınadır. Dolayısıyla Başkanlık sisteminden “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ya da “iyileştirilmiş parlamenter sistem”e geçmek, işçi sınıfı ve emekçi halkın çıkarları açısından olumlu bir değişikliğe işaret etmeyecektir.
Türkiye egemenleri açısından sistemin bu denli tıkandığı, ekonomik krizin giderek derinleşerek kitlelerde sisteme karşı bu kadar yoğun tepki ortaya çıkarmaya başladığı bir süreçte sistemle hesaplaşmak yerine “helalleşme” çağrıları yapmanın anlamı devletin bizatihi kendisine bu krizden çıkış için kitlelerin iradesini payanda etmekten başka anlama gelmez.
Türkiye’de işçi sınıfına, devrimci komünistlere ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketine karşı sistematik saldırılar ne AKP ile başladı ne AKP gidince de bitecektir.
Son Haberler
Sayfalar
Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-
Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.
Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.
Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)
İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.
Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…
Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor.
Fakir (Nubar Ozanyan)
Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.
Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı
Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.
Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!
Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.
Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama
Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.
6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.
İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”
Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR.
Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!
Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”
KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-
Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.