Barbarlığın Son Halkası Ve Samuel Paty…

Dağlık Karabağ’da (Artsakh-Արցախ) yürütülen Onur Direnişi 35. gününde kuşatma, ağır savaş ihlalleri, yağma, talan ve işgal hareketleri ile devam ediyor.
Diğer tarafta Rojava’da aynı bela ile karşı karşıya kalmış ama direniş sayesinde bugün varlığını sürdüren Kürt Halkı’nın haklı gururunu yaşadığı ve dünya halklarına armağan edilen “Dünya Kobane Günü” 2 Kasım her tarafta sevgi gösterileri ile kutlandı.
Dünya Kobane Günü Kutlu olsun! (1ê Mijdarê Roja Kobanê ya Cîhanê pîroz be!)
Dünya halklarının başına bela olan, sponsorluğunu ABD emperyalizmi ile Erdoğan rejiminin üstlendiği, bir karış toprak parçası Kobane’nin ele geçirilmesi savaşında, bir anda bütün dünyanın dikkatleri bu ufak yerleşimde yoğunlaştı.
2014 yılında IŞİD çeteleri Türk devletinin sağladığı imkan-olanaklar ve en gelişmiş silahları ile Kobane’ye saldırdı. Kürt halkının kendi geleceğini, özgürlüğünü ve varlığını tehdit eden bu saldırı tam 133 gün süren savaştan sonra, IŞİD’in yenilgisiyle sonuçlandı. Kobane’yi ele geçirme girişimi başarısızlıkla sonuçlandı.
“Kobane düştü, düşecek” diyenlerin hevesleri “maalesef” kursaklarında kaldı. Başaramadılar. Kürt halkı varlık ile yokluk arasında savaşırken, birçok şehirlerde serhildanlar, dünyanın birçok şehrinde kitle gösterileri, enternasyonal devrimcilerin Kobane savaşına katılarak, faşizme karşı mücadeleleri sayesinde IŞİD çeteleri hezimete uğradı.
Bugün ise bütün sorunlu bölgelerde, kaldırdığınız her taşın altından çıkan Erdoğan’ı görürsünüz. Son Karabağ’ı ele geçirme hamlesinde yine Erdoğan’ı görebilirsiniz. Aynı Kobane gibi ufak bir kara parçası, ama üzerinde koparılan fırtınanın ne kadar büyük olduğunu görebilirsiniz. Artsakh’ın bugün dünyada bu kadar öne çıkmasının sebebi, Osmanlı hayallerine boyun eğmeyen bir halkın direnişi ve teslim olmayışından ileri gelmektedir.
89/94 yıllarında Karabağ’ın özgürlüğü ile sonuçlanan savaşa Türk-Azeri gericiliğine destek veren Afgan ile bugünkü yönetimde bulunan MHP’nin çeteleri destek vermişti. Aradan geçen ve 26 yıl boyunca hazırlığı yapılan ve ele geçirilmek istenen bu işgal daha kapsamlı ve uzun düşünülerek hazırlanılmıştır. Güçlerin dengesizliği, Azeri güçlerinin 6 kat daha fazla askeri donanıma sahip olması Azeri’leri askeri-siyasi yenilgiden kurtaramamıştır.
Türkiye’den getirilen, PKK’ye karşı savaşta tecrübeli 1200 kişiden oluşan Özel Harekatçılar, Afganlılar, Suriye’den-Libya’dan getirilen IŞİD artığı çeteler olmasına rağmen haklı direnişi kıramamışlardır.
Azerbaycan’da Barbarlık!
Henüz uluslaşma sürecini tamamlayamamış, geri kalmış ülkelerde görülen toprak, eğitim, kadın, sanayileşememe gibi ana sorunların yanı sıra dinin ağırlığı da üst yapıda önemli bir faktör olarak ön plana çıkmaktadır.
Bu ülkelerde laiklik-gericilik tartışmaları önemli bir yer kaplamaktadır. Din toplumun şekillenmesinde kendini gösterirken, yönetim birimlerinde “baba-dan oğula”, “halifelik” gibi gerici anlayışlar demokrasi ve hukuk düzeninin yerini almıştır. Bütün İslam rejimlerinde, tek kişinin sözü geçerli olurken, bunun karşısında “kral çıplak” diyen muhalefetin en katı, en acımasız, en barbar uygulamalarına bugün tanıklık ediyoruz.
Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda Suudi rejimine “muhalif” Cemal A. Kaşıkçı tuzağa düşürülerek öldürülmüş, bugüne kadar cesedi dahi ortaya çıkarılmamıştı. Bu barbarlığı yapanlar serbestçe dolaşmaktadır. Aynı şekilde Azerbaycan’da da bugün yönetim biçimi olarak gerici-faşist bir idare varken, demokrasi-hukuk kuralları rafa kaldırılmıştır.
Bugün Türkiye’de olduğu gibi tek kişinin hakimiyeti ile ülke idare edilmektedir. Bu yüzden İlham Aliyev rejimi ilkel-barbar ve çağ dışıdır. Bugünkü savaş uygulamaları, suç dosyaları ile Lahey’de Erdoğan ile sanık sandalyesinde yargılanacaklar arasındadır.
Azerbaycan ordusu içerisinde IŞİD tipi yapılanmalar I. Karabağ savaşı esnasında da görülmüş ama yenilgiden kurtulamamışlardı. Aynı uygulama Macaristan’da 2004 yılında bir NATO toplantısında Ermeni subayı Gurgen Markarya’nın uyku sırasında 16 balta darbesiyle Ramil Seferov tarafından öldürülmesiyle de göstermiştir. Ömür boyu hapis cezasına çarptırılan R. Seferov 8 yıl yattıktan sonra Türkiye’nin araya girmesiyle hapishaneden çıkarıldı. Ülkesine iade edildi.
Ekonomik olarak sıkıntı içerisinde bulunan Macaristan’ın Bakü’ye 3 milyar dolarlık devlet bonosu satması yani rüşvet alması R. Seferov’un serbest kalmasını sağlamıştır. Bunlar yetmiyormuş gibi R. Seferov Bakü’de bir kahraman gibi karşılanmış, hapishanede yattığı sekiz yılın maaşı verilmiş, rütbesi binbaşılığa yükseltilmiştir.
“Her Ermeni kafasına 100 dolar prim”
Yine 2016 yılında Azerbaycan-Karabağ savaşında, Azerbaycan ordusu tarafından esir alınan Ezidi asker Kyaram Sloyan’ın IŞİD yöntemi ile kafası kesilerek vahşice öldürülme olayı olmuştur. Bugün 40 bin civarında Ezidi halkının yaşadığı Ermenistan’da dün önderleri Hammo Şero-Cihangir Ağa gibi Ermeni halkı ile omuz omuza Osmanlıya karşı savaşırken bugün de yeni nesiller bu geleneğin devamcısı olmuşlardır. Barbarlık bu sefer yine esir alınan Ezidi askerin kafasını keserek köy meydanında dolaştırarak, köylüler üzerinden olmuştur. Bu caniliği yapan asker İ. Aliyev tarafından üstün başarı ile ödüllendirilmiştir.
Artık bugün “tekke düşmüş, kel görünmüştür.” Dağlık Karabağ’ın sabırla ama inatla dünya kamuoyuna anlatmak istediği Azeri-Türk diktatörlüklerinin ortaklaşa yürüttüğü savaş ihlalleri, fosfor bombalarının kullanmaları, sivil yerleşim alanları, hastahaneler ile kutsal mekanların bombalanmasından sonra IŞİD artığı çetelerin son günlerde ardı ardına yakalanmaları, yalanlarını ortaya çıkarmıştır.
Bu IŞİD artığı çeteler insanın kanını donduran itiraflarda şöyle demektedirler:
Yusuf Alaabet al Haci, İdlib’in Ziyadiye köyünden,1988 doğumlu evli ve 5 çocuk babası, “Gavur”lara karşı savaşmak için aylık 2000 dolar karşılığı anlaştık. Kestiğim her bir “gavur”un kafası için de ek olarak 100 dolar prim alçağım” diyor.
Mıhreb Muhammed Alshkher ise evli 3 çocuk sahibi. “19 Ekim’de, 250 kişi ile Azerbeycan-Karabağ sınır hattına getirildik. Ayda 2000 dolar maaş karşılığı anlaştık ama vermediler. Yaralandım. Ama arkadaşlarım beni yalnız bıraktılar. Yardım etmediler. Cephenin ilk hattına önce bizleri sürdüler. İkinci ve üçüncü hattına ise Azerileri sürdüler. TSK personeli tarafından Suriye kamplarında eğitim gördük” diye anlatıyor.
Fransa Samuel Paty için ağlıyor, tüm dünya ağlıyor…
Türkiye’de tek adam diktatörlüğü yaşanırken R. T. Erdoğan’ın sağlıktan tutun ekonomiye, sanayiye, eğitimden, savunmaya kadar bütün kurumlar adına kendisini yetkili görerek, açıklama gereği duymadığı bir gün bulunmamaktadır.
Kendisini ilgilendirmeyen bir basit konu dahi Erdoğan’ın onayı alınmadan gerçekleştirilmemektedir. Bütün devlet görevlileri sözlerine “şahsının izniyle” başlamaktadır. Rejimi “Şahsım Cumhuriyeti”ne dönüştürülmüştür. R.T. Erdoğan hemen her konuda rejimin sahibi olarak söz söylemektedir.
En son Fransa ile “İslamiyet” üzerine girişilen söz düellosunda, kendisini “tüm İslam aleminin halifesi” olarak görmüş, arayıp da bulamadığı bu ortamı fırsata çevirerek, ülke içerisinde muhafazakar-milliyetçi kesimlerin sempatisini kazanmak için E. Macron’a diplomasi sınırlarını aşarak, Kasımpaşalı ağzıyla efelenmiştir.
Artık Erdoğan’ın her konuşmasının Avrupa Birliği’nde yaşayan IŞİD, Türk, Azeri çetelerinin eylem mesajı olarak algılandığı, dün olduğu gibi bugün de ortaya çıkmış durumdadır.
Artık Erdoğan rejiminin, siyasal İslam’ın ve IŞİD’in Türkiye temsilcisi olduğu, AB, Ortadoğu ve Kafkaslar için tehlikeli hale geldiği ve önünün alınması gerektiği herkes tarafından ileri sürülmektedir.
Demokrasinin artık kırıntılarından dahi söz edilemeyeceği Türkiye gerçekliğinde hapishanelerde yaşananlar ortaya net bir tablo koymaktadır. Hapishanelerde bulunan tutuklu sayısı, insan hakları savunucuları, gazetecilerin yazarların tutukluluğu bunlara ek olarak 39 hapishanenin daha inşa edilmesi, ağır insan hakları ihlalleri, ifade ve düşünce özgürlüğünün kırıntısının dahi olmadığı, “twit attı” diye insanların “Cumhurbaşkanına hakaretten” tutuklandığı bir durumda; Erdoğan’ın E. Macron’a yönelik çıkışı, açıktır ki kendi tabanını birleştirme, milliyetçi-ırkçı ve şovenist kitlelerin gerici yanlarını okşama amaçlıdır.
Arap Birliği başta olmak üzere neredeyse bütün İslam ülkeleri tarafından da istenmeyen adam ilan edilen Erdoğan’ın kışkırtıcı, provakatif ve hedef gösteren açıklamaları ile çetelerin harekete geçtikleri ortaya çıkmıştır. IŞİD-Türk ve Azeri çetelerinin harekete geçmesiyle önce tarih hocası Samuel Paty kafası kesilerek öldürüldü. Arkasından 3 Fransız vatandaşı kafaları kesilerek ve bıçak darbeleri ile öldürüldü. Erdoğan’ın mesajını alan çeteler gösteri yapan Diaspora Ermeni’lerine saldırarak yaraladılar. Mahallelerine saldırarak linç girişiminde bulundular. Avusturya’da da harekete geçen çeteler masum insanların canına kıydılar.
Ardı arkasına tek bir merkezden idare edildiği belli olan IŞİD ve Türk çetelerinin saldırılarından sorumlu Erdoğan’ın kendisidir. Aynı şekilde 2016 yılında Erdoğan’ın “bombaların patlamaması için hiçbir sebep yoktur” demesiyle IŞİD çeteleri Brüxel’de harekete geçerek 34 kişiyi öldürmüşler yüzlerce insanı yaralamışlardı.
Bugün de Erdoğan E. Macron’a “senin benimle daha çok sıkıntın olacak” tehdidinden sonra Avrupa’da birbiri ardına IŞİD çete artıklarının saldırıları yaşanmaya başlandı. Bunun doğrudan doğruya IŞİD’leşen TC. rejimiyle, “halife”lik iddiasını güden Erdoğan’la ilişkisi bulunmaktadır.
İzmir Depremi ve timsah gözyaşları…!
Kendinden olmayana, kendisi gibi düşünmeyene, “makbul” bulmadığı yaşam tarzına müdahale ederek zorla dönüştürmeye, Cemevlerine “çümbüşevi” deyip, işemekte beis görmeyenler, binlerce yıllık kiliseleri camiye çevirirken, yolsuzluk ve dolandırıcılık soruşturması için basılan cami nedeniyle Almanya’yı dini değerleri aşağılamaktan bahsetmektedirler.
Türkiye hiç bu kadar sahtekarını, yalancısını ve düzenbazını görmemişti. Bu şahsiyetler Aziz Nesin’in “Zübük” karakterini de fersah fersah geride bırakmış durumdadırlar. Aynı riyakarlık ve ikiyüzlülük kendisini son yaşanan İzmir depreminde de göstermiş durumdadır.
Bu faşist barbarlık, İslamcılık sosuyla, İzmir’de 100’den fazla kişinin ölümüne binlerce insanın yaralanmasına, evsiz kalmasına sebep olan deprem için İzmir halkına hakaretler ve suçlamalarda bulunarak “hak ettiklerini”, “Allah’ın bunları cezalandırdığını” savunacak kadar alçalmıştır. Her dönem bütün seçimlerde İzmir’de alınan yenilgi ve hezimet nedeniyle halkı yalnız ve kendi kaderi ile baş başa bırakarak adeta intikam almaktadırlar. Bu halk düşmanı faşist barbarlık karşısında halkın dayanışmadan başka çaresi kalmamıştır.
Rejim medyası timsah gözyaşları ile siyasi şov yaparken Erdoğan yine “fıtrat” açıklamasında bulunarak sorumluluğu üzerinden atmış, deprem vergisi adı altında toplanan paraların “harcanması gereken yere harcanmıştır” diyerek hesabını vermemiştir.
Din değiştirmeye zorlamak, ismini kimliğini inançlara saygısızlık, tarihi dokunun tahrip edilmesi, kendinden olmayanların maddi ve manevi zenginliklerine Müslümanlık adına el konulması, farklı inanç ve düşüncede olan insanların, kadınların pazarlarda köle olarak alınıp satılması, Müslümanlık adına “kutsal Cuma” gününde insanların kafalarının-kollarının kesilmesi, kırbaç cezasına çarptırılmaları şeriat kanunları ile dayatılan, halifelik sisteminin bugünkü 21. yüzyılda adı barbarlıktır. Barbarlık yenilecek, direniş mutlaka kazanacaktır!
Son Haberler
Sayfalar

Güzel insanların ardından kurulan her cümle yetersizdir…(İsmail Cem Özkan)
Şimdi anıları olanlar hemen anılarını paylaşmayacak, zamanı gelince yazarlar ya da anı kitabı yapılacaksa oraya bir kaç kelime bırakacaklardır ama popüler olanı yapacaklar yani varsa birlikte çektikleri/ çekildikleri fotoğraflarını paylaşacaklar...
Turan Eser benim geçmişi (artık geçmiş oldu, zamanda üzerine eklenince) uzun bir sancılı dönemin dostluğuna dayanıyor...

Emperyalizm Üzerine Notlar-6
13-15 Eylül 2024 ICOR Uluslararası “Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” Semineri 1. Gün
Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.
Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.

Erdoğan ve cumhur ittifakı’nın hazırlıkları iç savaş odaklıdır!
İçinden geçilmekte olan sürecin bu ayırt edici özelliği, rejimin ne kadar da kırılgan bir durumda olduğunun, çıplak bir ifadesi olarak da okunabilir elbet.

Serdareme, Caneme, Hevaleme…
Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.

Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?
Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?

Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir
Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?
Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.

Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)
Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.
Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.

Vitrin olma kız... vitrin olma...
Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...
Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...
ne kadar güzel olurdu...
mecliste, belediye başkanlıklarında bir...
Öyleyse.... öyleye...
Hayeller.... söylemler...
Kitleler...
yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...
Gerçekler ise....
Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..
Hemi... hemi...
hayat bu... gerçeklik bu ise...

Şeriat ve kadın
Tüm kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve keza “9.

Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi
Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.