Cumartesi Mart 1, 2025

Bir Değersizlik Sistemi Olarak Kapitalizm Ve Kriz-1

Giriş:

Bu günlerde uluslar arası emperyalist sermaye çevrelerinde, borsaların düşüşünde, faiz indirimlerinden, ekonomik durgunluk (resesyon) ve krizlerden sıkça söz ediliyor. Türkiye bir yılı aşkındır ekonomik kriz içinde. Kapitalizmin krizi şimdi uluslar arası boyut almak üzere. Bu nedenle de burjuvazi önlemler almaya başlıyor.

Kriz sermaye çevrelerini ürkütmesine karşın, krizin esas ağır faturasını elbette işçi sınıfı ve emekçiler ödeyecektir. Ama bilinmelidir ki, bu krizi işçiler çıkarmıyor, burjuva ekonomisinin üretim biçimi çıkarıyor.

Kapitalist ekonominin savunucuları, kriz olduğu zaman “aynı gemideyiz” diyerek krizin ağır faturalarının işçi sınıfına yüklenmesinin gerkeçlerini ortaya koymaya çalışırlar. Evet, toplumsal olarak kapitalist toplumda yaşadığımız için “aynı gemide yaşıyoruz” denebilir. Ama geminin dümeni (yönetim) burjuvazinin elinde, geminin yürütülmesi için tüm işleri ise işçiler yapıyor olmasına karşın, geminin dümeninden işçiler uzak tutulur. Hatta dümene doğru yürüyenler katledilir. Bir de “demokrasi-seçim” oyunu ortaya çıkarmışlardır. Ama işçiler bu seçim oyunları ile asla gemi dümenine gelmeyi başaramaz. Çünkü seçim sistemi yine burjuvaziyi dümende kalması şeklinde düzenlenmiştir.

Bu bağlamda, ekonomik krizin sorumlusu çalışanlar değil, yönetenlerdedir. Yani, burjuvazidir ve krizin faturası da bütünüyle bunlara kesilmelidir. İşçi sınıfının burjuvaziye radikal şekilde  keseceği tek bir fatura vardır; o da burjuvaziyi geminin dümeninden indirecek sosyalist devrimdir. Sosyalist devrimin dışındaki “ara yol”lar, yine burjuvazinin dümende kalmasını sağlamaya yönelik olacaktır.

Bilimsel sosyalizmin savunucuları Marksistler, kapitalizmin krizinin kaçınılmaz olduğunu, içinde taşıdığı çelişme onu ağır ekonomik krizlere sürükleyeceğini bilimsel olarak açıklamışlardır. Ancak, kapitalizmin ekonomik kriz içine girmesi, salt burjuvaziyi ilgilendirmiyor, bütün toplumu ve özellikle de krizin en ağır yükünü çeken işçi ve emekçileri daha çok ilgilendiriyor. Bu nedenle de, başta işçi sınıfı olmak üzere insanlığın kurtuluşu kapitalizmin yıkılması ve yerine sosyalizmin kurulmasında yatmaktadır. Bugün sıkça iklim-çevre konusunun acil bir şekilde gündeme oturması ve doğayı (tüm canlıları) kurtarmanın  yegane yolu bujuvazinin kapitalist sistemini yıkmaktan geçiyor. Bu net ve bir o kadarda acildir. Bunun dışındaki “çözüm” çabaları hem boş hem de oyalama ve burjuva sistemini yaşatmanın gerici tatktikleridir.

Bu bağlamda kapitalizmin krizini bu yazı dizisi içinde ele almaya çalışacağım.

 

 Burjuva Ekonomik Krizin Kaçınılmazlığı

Semayedarlar çevrelerinde “Boom” ve “kriz” kavramları sık kullanılır. Burjuvazinin ekonomideki “Boom”u yükselmeyi, kriz ise ekonominin dibe vurmasını anlatır. İkiside ekonomik kavramlar olmasına karşın, bunun siyasi ve askeri sonuçlarının olması da kaçınılmazdır. Genelde sermaye kesimi, “Boom”un peşinden krizin geleceğini bilir. “Boom” kapitalist ekonomi için sürdürülebilir bir olgu değildir. Ekonomik gelişmenin en yükseğe çıktığı anda hızlı bir düşüşü de peşinden gelir. “Yükseliş” ve “düşüş” kapitalist ekonominin diyalektiğidir.

Burjuvazi “Boom”da güler, krizde ağlar. Kapitalist ekonomik sistemde “boom” ve kriz özdeştir. Biri olmadan diğeri olmaz. Ne sürekli “boom” ne de sürekli kriz vardır..

Örneğin burjuvazi 2008 krizinden önce 2005’lerde “Boom”u yaşıyordu. Ama kapitalist ekonomi doğası gereği, yavaş yavaş aşağıya doğru indi ve 2008’de “Boom” patlayarak ağır bir ekonomik krize dönüştü ve bugünkü kriz dünün devamıdır denebilir.

Bugün de bütün emperyalist  ülkelerin ekonomilerinde durgunluk kendini göstermeye başladı. ABD ve Alman sermaye çevreleri durgunluktan ve durgunluğun krize dönüşmesinden korkuyla söz eder oldular. Alman başbakanı; “Zor bir aşamaya giriyoruz” demek zorunda kalıyor. Elbette sözü edilen bu durgunluk yeni başlamadı. Tahvil ve bono eğrileri 2015’ten itibaren aşağılara doğru inmeye başladı. Yine uluslar arası doğrudan dış yatırım (UDY) 2015’ten beri trend eğrisi yukarılardan aşağıya yön çevirmişti. Kapitalist ekonomi 2008 krizini atlatamadan bir sonrasının zeminini hazırladı.

2008 krizinden sonra 2013-15’lerde  “Boom”u yaşayan burjuva ekonomisi, yükselmesinin son sınırına gelmişti ve o tarihten sonra krize doğru bir eğilim çizerek bugünkü durgunluk (resesyon) düzeyine indi ve bunun sonrası ise büyük olasılıkla kriz. Bugünkü ekonomik durgunluğun krize dönüşmesini önleme olasılıkları oldukça zayıf. Bütün göstergeler 2008 krizini aşan yeni bir krizin habercisi gibi ve bunu tersine çevirmeye uluslararası emperyalist sermayenin gücü yetmez. Çünkü bu kriz yapısaldır. Kapitalist ekonomik sistem sömürü üzerine kurludur, yani, “toplumsal üretim ile kapitalist temellük arasındaki çelişmenin varlığından kaynaklanır.” (Engels)

 

Sermaye Birikimi Proletaryanın Artışıdır

Burada sözünü ettiğimiz sermaye, elbette sıradan bir para değil, daha yalın anlatımla, işçinin artı-değerinin zorla gasp edilmesiyle oluşan bir değerden başkası değildir. Sermaye işçinin burjuvaziye çalışması sonucu oluşur, ama ona işçi değil burjuvazi sahip olur. Ve sermaye burjuvazinin elinde sermayeye dönüştükten sonra toplumsal bir sisteme (yani kapitalizme) karşılık düşer.

Sermaye ve üretimdeki aşırı bolluk, kitlelerin gereksinmlerinin tersine, sermayenin büyümesinin ve birikimini esas alan üretim anlayışı ve bu üretimdeki anarşi, toplumun önemli bir kesiminde (çalışanlarda) muazzam yoksunluğun ve yoksulluğun birkiminin de kaynağı olur. Aynı şekilde sermaye birikimine koşut olarak yedek sanayi ordusunun (işsizler) da genel bir eğilim olarak büyüme yaratır ve yedek sanayi ordusu kapitalist birikimin olmazsa olmaz yasasıdır. Ama aynı şekilde -“elveda proleteryacı” liberallerin iddialarının tersine-, sermaye birikimi proletaryanın da artışıdır. (Marx) Bugün bu basit istatistik yoluylada görülebilir. Evet, sermaye birikimindeki yoğunluk kadar olmsada işçi sınıfının kütlesinde bir artış olmuştur ve bu artış, kapitalist ekonominin gelişmesiyle mutlak bir artış sağlar.

Bir tarafta muazzam bir servet birikimi yaratan kapitalizm, öbür yanda aynı şekilde muazzam bir yoksullaşma yaratır. Bolluğu yaratan emek, bolluk karşısında yoksulluğun altında ezilir. İşçinin yarattığı bolluğa el koyan bir avuç sermaye sahibi burjuvazi ise, bolluğu devamlı kılmak için işçi sınıfı ve diğer ezielenler üzerinde diktatörlüklerini devam ettirirler.

Kapitalist üretim biçimi, bolluğu ve yoksulluğu yaratırken, aynı zamanda burjuvazinin çıkarlarını koruyan kapitalist sistemi toplumsal olarak sürdürmenin üst yapı kurumlarını ve araçlarını da yaratır ve bunları devamlı üretir.  Sermayenin büyüklüğüne bağlı olarak çalışanlar üzerindeki baskı araçları ve bunların gücü artar. İşçi sınıfı üzerindeki zor aygıtı, sömürünün katlanmasındaki gibi katlanarak büyür.

Bütün sınıflı-sınıfsız toplumlarda toplumsal ürünün üretimi temeldir. Ancak, ürün fazlasının ve de artı-değerin üretimi yalnızca sınıflı toplumlara özgüdür. Kapitalist toplumda da artı-değer üretimi ve gaspı üzerine kurulu bir toplum olduğundan, ücretli işçilerin üzerindeki baskı, sermaye birikiminin birikimine bağlı olarak artan ölçüde artar.

Bunu Marx şöyle açıklar:

“... bir kutupta servet birikimi, diğer kutupta, yani kendi emeğinin ürünü sermaye şeklinde üreten sınıfın tarafında, sefaletin, yorgunluk ve bezginliğin, köleliğin, cahilliğin, zalimliğin, akli yozlaşmanın birkimi ile aynı olur.”[1]

Marx’ın bu söylediklerinin günlük olarak yaşıyoruz. Bilimsel gelişmelerin ve teknolojinin ilerlemesine karşın, toplumda muazzam bir gericileşmenin yaratılabildiğine tanık olabiliyoruz.  Çünkü kapitalizm, sermaye birikimine koşut olarak siyasal ve kültürel gericiliği de birlikte üretir. Bunu bir başka şekilde de söyleyebiliriz: E=MC²‘nin de sınıfı vardır. Burjuvazi bilimi, insanlığın lehine değil, sermaye birikiminin lehine kullanır. Ve genel bir eğilim olarak bilimsel gelişmelerin önünü tıkar.

Genel olarak söylenirse, evet, kapitalizm bir tarafta üretim bolluğu yaratırken, bir tarafta da yoksullaşmanın bolluğunu yaratır. Yoksullaşmanın esiri altında olan kesim ile bolluğun içinde yüzen kesim iki zıt kutubu, iki zıt uzlaşmaz sınıf oluşturur. Yoksullar, yani işçiler, kendi üretikleri bolluğun baskısı altında açlığı ve aşağılanmayı yaşarlar.

Sermayenin büyümesi ile pazar büyümesi aynı oranda olmaz. Yine aynı şekilde pazarların genişlemesiyle üretimin genişlemesi aynı oranda olmaz.

Ve Engels devamında şunları söyler:

“... Çarpışma kaçınılmaz olur, ve bu çarpışma kapitalist üretim biçiminin kendisinin parçalamadığı sürece bir çözüm yaratamayacağı için, devirli duruma gelir. Kapitalist üretim, yeni bir “kısır döngü” doğrur.”[2]

Burada kriz teorilerini tartışmamakla birlikte, kapitalist ekonominin krizine neden kar oranındaki düşme eğilimi yasasına kısaca da olsa değinmek gerekiyor.

Marx Ricardo’nun kar oranı teroilerini eleştirirken şöyle diyor:

Artı-değer oranı aynı kaldığı ya da arttığı halde, değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranı, emek üretkenliğindeki gelişmeyle birlikte azaldığı için, kar oranı düşer. Kar oranının böyle düşüşü, emek daha az üretken hale geldiği için değil, daha çok üretken hale geldiği içindir. İşçi daha az sömürüldüğü için değil, ama daha çok sömürüldüğü içindir; ister mutlak artı-değer zamanı artsın, ister devlet bunu engellediği için göreli artı-değer zamanı büyüsün, kapitalist üretim, emeğin düşen göreli değerinden ayrılmaz.[3] (Aç YK)

 

Kapitalizm,  iş gücünün dolaysıyla işçiyi ve onun emeğini değersizleştirdiği gibi ürünleri de değersizleştirir. Kapitalizm değersizler sistemi dense yeridir. Bolluk içindeki bu değersizlik; siyasal, sosyal ve daha genel anlamda kültürel değersizler yığını ve kıtlık olarak toplumun üzerine bir kabus gibi çöküyor. Muazzam ürün bolluğu ürünü ne kadar değersizleştiriyorsa, işçi sınıfının iş gücünü de aynı oranda değersizleştiriyor ve toplumda, sermayeden başka değerli bir şey yok gibi gözüküyor, ama aynı şekilde sermayede değersizleşiyor. Kriz dönemlerinde önemli bir sermaye miktarı “telef” oluyor. Trilyon dolarlık sermaye “sıfır” değere iniyor. Kriz dönemlerinde bir sermayelerin değeri %30’lardan yüzde yüzlere inen bir değer kaybediyor. Marx’ın; “kapitalist üretim, emeğin düşen göreli değerinden ayrılmaz” belirlemesi, sıradan bir belirleme değil, kapitalist sistemin bütünlüklü bir soyutlamasıdır. Krizden bir gün önce halkın elinde “değerli” olan, bir gün sonra değersizleşir. Bir değersizler bolluğu yaratılır. Ve özellikle çalışan emekçiler buna bir anlam veremez. Elindeki yüz liranın nasıl aniden elli liraya düştüğüne...

Sermayenin değersizleşmesi, aynı zamanda kapitalizmin kendini yenilemesi olarak devreye girer. Krizler, kapitalizmin sürdürülmesinin yeni koşullarını da üretir. Bazı sermaye kesimleri yok olurken bazıları yeniden palazlanır ve büyürler. Ve pazarda yeni bir canlanma başlar. Sermaye yeniden “değer” kazanmış olarak piyasaya çıkar. Sermayenin akacağı piysa genişler ve yeniden bir sermaye bolluğu (boom) başlar ve ardından pazarlar uluslararası sermayeye dar gelir yeni bir –boom içi hava dolu balon gibi patlayarak- kriz gelir. Kapitalizmin krizden kaçış yolu yoktur.

Değersizleşen ne? Kapitalizm kendini yeniden ve yeniden üretebilmesi için aşırı üretime baş vurur. Bu onun karakteristik üretim biçimi, sermayenin büyüme biçimi ve birbirine karşı rekabet etme biçimidir. Toplumda karşılığı olmayan aşırı üretim, değersizleşir. Bütün emekler boşa gider. Doğa ve ürünleri üretenler yıpranır. Doğa günden güne tükenir ve çalışan işçi de tükenir.

Üründeki değersizleşme, emeğin ve çalışan işçinin değersizleşmesinin toplamıdır. Bu kültürel yozlaşmayı, alçalmayı, aşağılanmayı ve siyasal olarak muazzam bir geircileşmeyi ve toplumda bunun karşılık bulmasını da beraberinde getirir.

Bundan hareketle, burjuva sınıfının siyasal temsilcileri olarak sahneye sürülen Trump’ların, Erdoğanların ya da daha önceki Hitler vb. gibi tüm kalburüstü değersizler topluluğunun nasıl “değerli” hale geldiği ve toplum içinde karşılık bulduğu daha iyi anlaşılabilir. Şu rahatlıkla söylenebilir: Burjuvazinin bütün siyasal temsilcileri, burjuva sınıfının tüm siyasal ve kültürel değersizliklerinin temsilcileridir.

Marx, meta fetişizmini anlattığı bölümde şunları söyler:

Maddi üretim sürecine dayanan toplumun yaşam süreci, kendisinin saran mistik tülü, üretimin serbestçe bir araya gelen insanlar tarafından ve saptanmış bir plana ugun olarak bilinçli bir biçimde düzenlenmesi sağlanmadıkça, soyulup atılamaz.[4]

Ancak, ne denli değersizleşirse değersizleşsin kapitalizm kendiliğinden yıkılmaz. Toplumu  ve doğayı çürütene kadar devam eder. Onu yıkacak bir toplumsal sınıf gerekiyor. Çünkü kapitalizm burjuva sınıfının toplumsal biçimidir. Yani bir sınıfın yönetimi altındadır. İşçi sınıfı devrimci atılımıyla devreye girip kapitalizmi yıkana kadar kapitalizm doğal yollardan tasfiye olamaz.

Burjuva sınıfı değersiz bir sınıftır. Toplumsal üretimde yeri yoktur. Kurduğu iktidar(zor) sayesinde toplumsal üretime zorla el koyar. O bir asalaktır!  Toplumsal üretimi yaratan, üreten, yaşatan ve devam ettiren işçi sınıfıdır. Bu nedenle bütün değerler işçi sınıfında bütünleşmiştir. Bundan dolayı ilerici ve devrimcidir. İşçi sınıfı, burjuvazinin kendini değersizleştirmesini üzerinden attığında, toplamsal üretim ve toplumsal yaşam daha değerli bir hal alacaktır. Ve insanlığın toplumsal yaşamı doğa ile birlikte, karşılıklı bir birini üreten bir biçime bürünecektir. 25.08.2019

Devam edecek...


[1] Marx, Kapital, C1, sf. 683, Sol Yayınları. Birinci Baskı

[2] Engels, Anti_Dühring, sf. 436, Sol Yayınları, İkinci Baskı.

[3] Marx, Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap, sf. 419, Sol yayınları.

[4] Marx, Kapital C.1, sf. 101

 

5649

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler

Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.

Diktatör 'Reis' çıkış arıyor ..

Malum olduğu üzere T.C.

NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!

Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.

Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)

Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?

Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet

İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.

Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.

Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?

Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?

Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?

Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?

DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.

Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.

ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?

Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.

BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.

Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun! 

Oy Zemano (Nubar Ozanyan)

Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.

CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.

İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.

Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir

Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.

Sayfalar