Bir TİKKO savaşçısı:“Devrimci mücadeleye katılma tercihimin bir geçmişi var!”

Avrupa metropolünden gelen bir devrimci olarak, kapitalizmin “vahşetinin kalbinde” yaşarız. Hepimizin hayatı, değerlendirme mantığına göre yapılandırılıyor. İster klasik sömürü ilişkileri ve işgücünün yabancılaştırılması olsun, ister ayrıştırma ve izolasyona dönük eğilimler ya da sosyal yaşamda kendi kendimize olan yabancılaşma olsun; sürekli akan bir damlanın taşı oyduğu gibi insan, kapitalist merkezlerde sürekli kapitalist ideolojinin ekonomik, sosyal ve teknolojik saldırılarına maruz kalıyor. Sadece bu saldırılara karşı mücadele etmek ve devrimci bilinç geliştirmek ve keskinleştirmek, başlı başına bir görevdir. Ancak bunda da kesinlikle başarısızlığa düşülebilmektedir. Böylece birçok ülkede, tek tek militanların ve hatta devrimci hareketlerin, esasta baskılama saldırıları ile değil; kapitalist düşünce ve eylem tarzlarından kaynaklı felce uğramaları ya da paramparça olmaları bir gerçekliktir. Zorluk sadece tek tek militanlar için belirgin değildir. Sonuç olarak toplumdaki sınıf bilinci zayıflar ve sömürenler ile sömürülenlerin cepheleri, burjuva vaatleri, tüketici odaklı yaşam ve bölünmeler yoluyla ırkçılık, cinsiyetçilik vb. biçiminde perdelenir.
Komünistler için hayatlarımıza yönelik tüm saldırılara karşı cevap nettir; mevcut ilişkilere yönelik olan öfkenin direnişe ve direnişin örgütlülüğe dönüşmesi gerekir.
Zira sadece örgütlü ve kolektif olarak üstten gelen saldırıları karşılayabilir, devrimci mücadeleyi geliştirebilir ve devrimci perspektifi gösterebiliriz. Tek tek militanlar için örgütlülük -ister kitle örgütünde ya da komünist partide olsun- kolektif ilişkilere, politik eğitimlere ve gelişen devrimci bilince yönelik ilk adımdır. Her bir militanın süregelen mücadelesi ve ilerlemesi, bir sonraki zorluğa da yol açtığı ölçüde bir zorunluluktur. Sübjektif durum, devrimci bilinç, mücadelelerin dinamiklerinden tamamen kopuk ve hareketin gücünden -ya da zayıflığından- bağımsız olarak geliştirilemez. Bahsi geçen dinamiklere aşırı bir adaptasyon, durmaya neden olabilir.
Aynı zamanda, ortaya çıkan eş zamanlı olmama durumunda, ileriye doğru atılan adımları daha da zorlaştırıyor. “İlerleme kaydetmeme” hissi, bir “siyasi hüsran” yaratıyor ya da en azından benim durumumda yarattığı gibi.
Öznel varlık ve nesnel durumun bu diyalektiğinde, daha da gelişmiş mücadelelerde tek tek militanların ilerleme, örgütlenmedeki rollerini eleştirel bir şekilde ele alma ve oradaki yoldaşların deneyimlerinden çok şey öğrenme şansını görüyoruz.
Avrupa şehirlerinin -yaşamının- gerçeğini bilen herkes, militanlar için bu tür adımların çoğu zaman yaptıkları rahat yuvalarından çıkmak anlamına geldiğini bilir.
Kapitalizm tarafından şekillenen düşünce ve eylemlerimizden kopma veya onlarla aramıza mesafe koymak suretiyle; birlikte faal olma ve uluslararası devrimci güçlerin bir parçası olmamız, deneyim zenginliğini daha da geliştirerek, “kendi” ülkemizde mücadeleyi güçlendirmeyi mümkün kılar.
Örgütüm, kendisini sınıfsız bir toplum için verilen komünist mücadeleler geleneğinin içinde ve onun bir parçası olarak anlamlandırmaktadır. Hedefimiz, devrim sürecini ilerletmek ve bir kitle örgütü olarak sınıfın bilinçli güçleri örgütlemek, devrimci hareket içinde yönelimi ve işçi sınıfı içinde sınıf bilincini geliştirmektir. Bu noktada proletarya enternasyonalizmi devrimci politikamızın zeminlerinden birisini oluşturur. Emperyalizm zamanının öncesi olan, bugün daha etkili bir şekilde geçerlidir; sınıfın kurtuluşu, komünist devrim salt ulusal karakter taşıyamaz, bilakis tüm proleterlerin ortak talepleri olarak anlaşılması gerekir. Bundan kaynaklı olarak Rojava projesi ve Türkiye’de mücadele eden halklar ile olan bağımız bu şekilde tanımlanmaktadır. Zira, proletarya enternasyonalizminin bizim için anlamı, proleterlerin sermayeye karşı kararlı mücadelelerini desteklemek ve kendi tarafımızdakini (“kendi” ülkemizdekini) güçlendirmektir. Bundan kaynaklı olarak savunduğumuz pozisyon, her bir militanın kendi ülkelerinde örgütlenmesi ve emperyalizme, faşizme ve ataerkiye karşı mücadele etmesi gerektiğidir. Buna rağmen, ne devrimci projeleri aktif olarak tanıma ihtiyacını ne de bunlara -dönemsel- katılım sağlanarak öğrenmeyi ve bu nedenle hem kendi politik bilincimizi hem de örgütümüzü güçlendirmeyi yadsımamaktayız.
Sonuç olarak bilincindeyiz ki, kapitalist egemenliğin zayıflatılması için emperyalist iktidarlara karşı olan mücadeleye aktif katılımın dünya çapındaki sınıf mücadelesine etkilerinin olmaması düşünülemez. Burada ya da orada mücadele etmek, bilindiği üzere sadece siyah veya beyaz olmadığı gibi, sadece birisinin ya da diğerinin kesin doğru olmadığını söylüyoruz. Daha ziyade, tarzımızın kolektif tartışılmasının, geliştirilmesinin ve çeşitli örgütlülük önerileri ve pozisyonlarının uyarlanması gerektiğinin önemli olduğunu düşünüyoruz.
Marksist Leninist bir gelenekten geldiğimden kaynaklı olarak subjektif ihtiyaçlardan ve kolektif gereklilikler sebebiyle, buradaki Rojava devrimine katılmaya karar verdim. Benim Kürdistan’a geçme ve buradaki devrimci mücadeleye katılma tercihimin bir geçmişi var. Ve bu tesadüfi bir ruhsal durumdan kaynaklı oluşmadı. Rojava’da ortaya çıkan devrim ve gerillanın, teknolojik üstünlüğü ve bir NATO ordusu olan Türk devletinin ordusuna karşı yürüttüğü mücadele, Avrupa’da gelişen ve savunmacı pozisyonda kalan devrimci sol için muazzam derecede anlam ve güç taşımaktadır. Rojava ve dağlarda sürdürülen savaş mevcut düzen ilişkilerine karşı bir alternatif anlam kazanıyor. Elbette Rojava dört dörtlük bir cennet değildir. Devrimci süreç uzun ve farklı süreçlerden oluşur ve ilerletilmesi gerekir. Ancak dış emperyalist çıkarlara, Türk devlet faşizmine, içteki devrim karşıtı ve burjuva güçlere karşı savunulması gerekir. Tam da bu sebepten dolayı burjuvazinin “tarihin sonu” propagandası bir kez daha gerçekliği olmayan propagandist kelime yığınları olarak dağılmaktadır. Bu nedenle, Türkiyeli komünist güçlere katılımım bilinçli bir karardır.
Bir yandan bir komünist olarak her daim diğer komünist örgüt ve partilerin sınıf mücadelesindeki tarihleri ve rolleri, taktikleri ve stratejilerine ilgim vardır ve bunlardan öğrenmek isterim. Diğer yandan bana göre Rojava’yı Türkiye’deki politik durum ve mücadelelerden yalıtmak sadece yanlış olmaz aynı zamanda vahamet olur. Zira Türkiye’deki anti faşist ve sınıf mücadelesinin Rojava Devrimi’nin ilerletilmesine direk etkileri vardır. Aynı zamanda Rojava’daki herhangi bir gelişmenin de her daim Türkiye’deki mücadeleye etkisi olmaktadır. Bununda ötesinde Türk devlet faşizmine karşı ve Türkiye devrimi için mücadele sadece AKP-MHP Rejimi’ne karşı mücadele anlamına gelmez. Bu aynı zamanda NATO’ya, emperyalist devletlere ve onların işbirlikçilerine, sermayeye karşı ve dünya çapındaki ezilen sınıfın kurtuluşu için mücadeledir.
Ve eğer tek tek militanlar sayısız tecrübelerle daha zenginleşerek geri döndüklerinde ve öğrendiklerini ve yaşadıklarını kolektifleştirdiklerinde ve Parti/Örgüt çalışmalarına kanalize edebildiklerinde, emin olabilirim ki militanlarını belli bir dönem diğer mücadele alanlarına göndermek, her devrimci yapılanmanın çıkarına olur… (Bir TİKKO savaşçısı)
Son Haberler
Sayfalar

Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-
Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.
Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.

Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)
İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.

Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…
Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor.

Fakir (Nubar Ozanyan)
Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.

Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı
Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.

Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!
Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.

Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama
Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.
6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.

İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”
Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR.

Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!
Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”

KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-
Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.