“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I
Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır. Bu ön kabulle, burada öncelikle şu iki yönün sorgulanması gerekir; Öncelikli olarak, değişim dönüşümlerin nicelik ve niteliklerinin isabetlice belirlenebilmesiyken; ikinci olarak da neyi nasıl tanımlayıp tartıştığımız ve ne tür sonuçlara vardırdığımızdır.
Herkesin bilip kabul ettiği gibi, tarihsel CHP, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş ideolojisi olan ve o konjonktürde “Altı Ok” da ifadesini bulan Kemalizm’in, icracısı bir parti olarak kurulmuştur. Ve uzun yıllar da T.C. Devleti’nin her türlü icrasının baş sorumlusu olmuştur.
Kemalizm’in o süreçteki uygulamaları, elbette kaskatı faşist bir diktatörlük şeklinde iken; bir devlet partisi olarak, bu fiillerin baş uygulayıcısı konumunda bulunan CHP’nin demokrat, liberal demokrat veya sosyal demokrat olması, eşyanın tabiatı gereği, zaten pek mümkün de olamazdı.
İkinci Dünya Savaşı sonrası sürecin değişen iç ve dış denkleminin de basıncıyla CHP, sembolik Altı Ok’una dokunmaksızın (burada, kısaca da olsa şunu belirtmek gerekiyor: Elbette ki Altı Ok’u oluşturan “Cumhuriyetçilik, halkçılık, milliyetçilik, laiklik, devletçilik ve devrimcilik” gibi kavramlar değildir Kemalizm’in faşist karakterini oluşturan kıstaslar; bunlar, tamamen ‘masumane’ dolgu unsurları olarak kullanılmıştır. Tıpkı, “Nasyonal Sosyalist” kavramının Alman Nazilerince kullanılması gibi. Yukarıda, “o konjonktürde Altı Ok’ta ifadesini bulan” özel vurgusu, tamamen buna dikkat çekme maksadıylaydı.), kendisini önce “ortanın solu” olarak, daha sonra da Avrupa sosyal demokrat partilerinin çatı kurumu olan Sosyalist Enternasyonal’ e katılarak, sosyal demokrat bir parti olarak tanımladı. Ve bu süreçle birlikte de CHP yine yek pare ve homojen bir kadro partisi olmadı: Klasik sağcı- faşist ulusalcı/Türkçü Kemalistlerden tutun da burjuva liberal, laik ve kendini yelpazenin ağırlıkla sol cenahında tanımlayan ‘demokratik sol’ kanata kadar birçok klik ve kanadın bir arada olduğu kozmopolit, Türküye-K. Kürdistan realitesine uyarlı ‘gece kondu’ vari bir sosyal demokrat partiye evrilmiş oldu.
Neden ‘gece kondu’ misali diyorum? Çünkü özellikle de toplumsal ve siyasal şeyler, ilk başta gündemine geldikleri toplumların sosyal-ekonomik ve kültürel gelişmişlik düzeyine koşut olarak şekillenir ve bunun üzerinden karakterize olurlar. Mesela nasıl ki ağırlıklı olarak geri kapitalist ve ama esasen de köylü bir toplumsal formasyonda gündeme gelen sosyalizm deneyimlerinin, olması gerekenin çok çok gerisinde bir gerçekliği söz konusu olduysa; gelişmiş kapitalist ve burjuva demokrasisi koşullarıyla kıyaslandığında, Türkiye ve K.Kürdistan özgülünde ortaya çıkacak bir sosyal demokrasinin de apartman ve gök delenlerin yanında, bir gecede derme çatma inşa edilen gecekondudan pek de bir farklı olmayacaktı. Dolayısıyla da her ne kadar da “sosyal demokrat parti” genel payesiyle anılıyor olsalar da ancak ne var ki kaçınılmaz olarak bunların her biri hem ortaya çıktıkları genel verili sürecin ve hem de içinde yeşerdikleri toplumun sosyal- ekonomik ve kültürel gerçekliğince karakterize olarak, önemli oranda kendine özgü yönleriyle, yani artı ve eksilerden oluşan farklılıklarıyla ortaya çıkacaklardır.
Bu anlamıyla nasıl ki örneğin Almanya Sosyal Demokrat Partisi, örneğin İsveç Sosyal Demokrat Partisinden veya İngiltere İşçi Partisinden, İngiltere İşçi Partisi İspanya Sosyalist Partisinden farklılıklar arz ediyorsa; bunlarla kıyasla çok daha farklı toplumsal koşullar zemininde kendisini sosyal demokrat parti olarak dönüştüren CHP’in sosyal demokratlığı da önemli oranda onlardan çok daha geri ve haliyle de farklı olacaktır. Dolayısıyla da değerlendirmelerde bulunurken, bu olgusal kriterler muhakkak ki göz önünde bulundurulmak durumundadır. Aksi halde, değerlendirmelerde sübjektivizme düşülür.
Değerlendirmelerde asla es geçilmemesi gereken bir diğer çok, ama çok daha önemli kriter ise; Ekim Devrimiyle birlikte, başını Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin çektiği 2.Enternasyonal bileşeni hemen-hemen tüm Avrupa sosyal demokrat partilerinin emperyalist-kapitalist sisteme eklemlenerek, âlâsından, tekelci burjuva partileri olarak, sistemin en has idame ettiricileri, koruyucu ve kollayıcıları olarak nitelik değişikliğine uğramış olmalarıdır. Yani bunların pusulası, özel olarak kendi ülkelerinin tekelci burjuvazinin ve genel olarak da küresel bir sistem olarak emperyalist-kapitalist sistemin stratejik çıkarlarına ayarlıdır.
“Ayırt edici farklılıkları” olarak lanse edilen şu malum liberal-demokrat, insan hakları savunuculuğu, sosyal adalet, sosyal devlet ve benzeri şeyler ise tamamen konjonktürel değerlendirmeler konusu olup, bir paçavra gibi kolayca kaldırılıp bir kenara atılan şeyler olduğunu hayat binlerce örneğiyle göstermiştir, göstermeye de devam ediyor. Başka kanıtlar aramaya gerek bıraktırmayacak en ibretlik olanları ise bugün örneğin iktidardaki Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin gerek İsrail Devleti’nin Gazze’deki soykırımına karşı ve gerekse emperyalist devletler arası yeni bir dünya savaşının ön hazırlıkları ve güçlerin yeniden tahkim edilmek istendiği Ukrayna parantezinde süren savaşa takındıkları tavırlarla ve hem de göçmenler konusunda geliştirilen yeni tutumlarıyla göstermektedir de.
Buradan da anlaşılacağı üzere bugünün sosyal demokrat partileri, dünün sosyalizm veya halkçı yönetimler hedefli partileri değil; tamamen emperyalist- kapitalist sistemin ana unsurları olarak konumlanmış, bu konuda ki rüştlerini ispatlamış birer tekelci burjuva partilerdir. Ve iktidara gelen her sosyal demokrat parti de tekelci burjuvazinin ihtiyacını duyduğu yerel ve genel temel ekonomik-siyasi, eğitsel ve idari politikaları program edinip uyguluyor.
Aksi iddia edilemeyecek bir hakikat iken bu; o halde, örneğin şu türden yaklaşımları neyle, nasıl izah etmek gerekir acaba:
“…1960’ların sonundan itibaren kendi içinde programatik düzeyde sosyal demokrat bir dönüşüm geçirdiğini iddia etse de sosyal demokrasinin temel ilkeleri olan insan haklarına saygı, azınlık hakları, barış gibi konularda kayda değer politikalar üretememiş, dışlayıcı ve tek tipleştirici Türk milliyetçiliği ile bu ilkeler çeliştiğinde tercihini hep milliyetçilikten yana kullanmıştır.”
“1929 yılında dünya kapitalist sisteminin en yıkıcı krizlerinden olan Büyük Buhran’ın patlamasıyla zorunlu olarak ekonomide devletçi politikalara yöneldi, ama bu dönemde dahi burjuva sınıfının çıkarları gözetildi. (…)”
“…Mesela CHP hiçbir zaman Latin Amerika’daki kitlesel sol partilerin kendi dışlarındaki daha sol sosyalist yapılar ile kurduğu türden halk cepheleri kurmaya cesaret etmedi. (…) doğrudan mülkiyet ve bölüşüm ilişkilerini yeniden emekçi sınıflar lehine düzenleyen kalıcı politikalar geliştirmemiştir.”
“…SHP, DSP gibi partiler koalisyonlarla iktidara geldikleri dönemlerde neoliberal ekonomi politikaların uygulayıcısı oldular. Sağ partilerin özelleştirici politikalarına karşı durmadılar. (…)”
“…Erdoğan’ın göstermelik de olsa büyük sermayenin temsilcisi TÜSİAD’a söylemsel düzeyde kalan çıkışlarını dahi yapamadı. (…)”
“…Mehmet Şimşek’in uygulamaya koyduğu İMF’siz İMF programına dair yüksek perdeden itiraz geliştirilmiyor. Bu neoliberal politikalara karşı, CHP kanadından alternatif bir makro ekonomik program ortaya konduğunu henüz işitmedik.”
“…Özgür Özel’le yenilenen CHP yönetimi, kimi olumlu adımlar atmış olsa da (…) demokrasi mücadelesi açısından halen güven yaratan bir parti konumunda değil. (…) devletin bekasını önceleyen, bunun için de resmi devlet ideolojisinin Türk-İslam sentezini aşamayan bir merkez partisi olduğunu hatırlatıyor.” (Alıntılar için bk. “Siyasi Haber org” Toros Korkmaz.)
Devam edecek…
Halil Gündoğan
Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar
Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-
Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.
Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.
Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)
İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.
Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…
Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor.
Fakir (Nubar Ozanyan)
Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.
Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı
Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.
Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!
Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.
Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama
Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.
6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.
İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”
Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR.
Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!
Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”
KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-
Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.