Devrimin Emektarı Dursun Çaktı Anısına!

Kimimiz 45, kimimiz 40, kimimiz 30 senedir seninle bilfiil mücadele içerisinden geliyoruz.
Sen ise yaklaşık yarım asırdır bıkmadan, usanmadan, emek vererek sabırla mücadelenin her noktasında bulundun. Sen aldığın en küçük görevi bile, büyük görevler yapıyormuş gibi, büyük görevleri küçük iş yapıyormuş bilinciyle yerine getirirdin. Hep güleç ve neşeliydin. Dostluk, arkadaşlık, yoldaşlık ilişkilerin candan ve doğaldı. Hiçbir dönem dostlarını ve yoldaşlarını rencide etmedin. Kitle ilişkilerin çok sıcak, kazanıcı ve etkileyiciydi. Kitlelerin önce öğrencisi, sonra öğretmeni oldun. En basit eleştiriyi bile ciddiye alır, usanmadan dinler, daha sonra kendine has bir üslupla, gülerek karşındakini ikna etme ustalığı sana aitti.
Tam bir kitle adamı, dost, yoldaştın! Birçok yoldaşı kaybettik; hepsine çok üzüldük ama seni kaybetmenin acısı bambaşka oldu, çok ağır geldi! Biz mücadele yoldaşların olarak seni dilimizin döndüğünce anlatmaya çalışacağız. Biliyoruz ki; seni ne kadar anlatırsak anlatalım, hep bir yanını eksik bırakacağız. Ama sen hoş görüyü seven bir yoldaştın. Peşinen bizi bağışla!
2015 senesi ağır geçiyordu. Emperyalist haydutlar proletaryanın öncü gücüne amansız saldırıyordu. Ve onun üzerinde yoldaşımızı zindanlara atmışlardı. Yoğunduk! Neredeyse zamanımızın hepsini bu yoldaşları sahiplenmek için harcıyorduk. Cezaevleri önünde mitingler, stantlar, bildiri dağıtımları, yürüyüşler, toplantılar, paneller vs.vs. tam bir seferberlik hali. Hiçbirimizin ne yıllık izini kalmıştı ne de vakti. Kimimiz işten bile kovulmuştuk.
Seninle beraber çok uğraştık ayrılık olmasın diye. Hatta son ana kadar bile bölünmeyelim diye sesimizi yükselttik.
Haftanın önemli günlerini ya mitingde ya da Münih’teki yoldaşlarımızı sahiplenmek için mahkeme salonunda, mahkeme önünde eylemlilikler içinde geçiriyorduk. Bununla beraber bir de dışımızdaki gelişmelere tavır alıyorduk. Bayağı yıpratıcı bir durumdu. Çünkü hiçbirimiz Münih’te oturmuyoruz, farklı farklı alanlardan her gün yüzlerce kilometrelik yol yapıyorduk.
Hem maddi olarak ciddi sıkıntılara girmiştik hem de fiziki olarak çok yorgun düşüyorduk. Ama bütün bunlara rağmen geri adım atmak, yılmak, korkmak bize yakışmadı. Biz seninle ne zor günler atlatmıştık! Olsun sınıf mücadelesinin kuralı buydu zaten bunu biliyorduk. Tam da bu kadar yoğunluğun yaşandığı bir süreçte, Yunanistan’da Türkiye’ye iade edilmek için yoldaş tutuklanmıştı.
Mahkemeler sonuçlanmış iade edilmek için gün sayılıyordu. Yoldaş içeride Açlık Grevine başlamıştı. ATİK de iadenin durdurulması için kampanya başlatmıştı….
Atina’da dur durak bilmeyen eylemci
Sene 2018 aylardan Ağustos ayıydı. Bütün imkânlarımızla tutuklanan yoldaşlarımıza sahip çıkıyoruz. Avrupa’nın her tarafından onlarca yoldaş Atina’ya gitmişti. Onlarca arkadaş bir değil, birkaç kez gitmek zorunda kalmıştı. Almanya Güney bölgesinden de bir grubun daha gitmesi gerektiğini öğrenince; bir ekip yoldaş daha organize edildi. Hiç durmadan 2500 km. yolda kah politik sohbetler, kah heyecanlı anı anlatımlarla, Atina’ya nasıl vardığımızı bile anlamadan yolculuk bitti.
Dursun yoldaş ile politik meseleler üzerine çok güzel sohbetler ettik. Politik ustalığı, polemikçi yanı, eleştirilerde samimi, ikna edici yönü ve her şeyden önemlisi; yüzündeki gülme tebessümü, yoldaşça duruşu, MLM politikada ve siyasetteki yetkinliği, konulara hakim oluşu göz dolduruyordu…..
Atina’ya, Sintagma Meydanına vardığımızda öğlen vakti gibiydi. Arkadaşları bulup biraz sohbetten sonra, genç kadın yoldaşlar, kampanya hakkında bize bilgi verdiler.
Bir iki gün sonra ihtiyarlar kendilerine genç erkek ve kadın yoldaşlar öncülüğünde eylem gruplarını oluşturmuşlardı. O genç yoldaşların hepsinin alnından öpüyoruz şimdi. Hepsi arı gibi çalışıyorlar. Biz ihtiyarları incitmemek için büyük çaba harcıyorlardı. Tabi bizler de genç yoldaşlarımızın inisiyatiflerini kırmıyorduk. Ne söylerlerse uyguluyorduk. Hiçbirimizin Yunancası yoktu, dolayısı ile iletişim dilimiz İngilizce idi. Genç kadın ve erkek yoldaşlarda doğal olarak propaganda yapan, ne istediğimizi Atina halkına anlatan arkadaşlardı. Bizim de doğal önderlerimizdi…
Atina Sintagma Meydanındaki standın yanındaki çimenlere oturarak, her sabah bir önceki günün olumlu, olumsuz yanlarını değerlendirerek, günün ihtiyacına göre, ne yapacağımızı kolektif olarak kararlaştırıp, stantda yeterli sayıda yoldaşları bırakarak, eylem gruplarına bölünüyorduk. Kimimiz televizyon işgaline, kimimiz sendikalara, parlamentoya, mülteciler bakanlığına, Adalet Bakanlığına vs.vs. dağılıyorduk.
Öyle günler oluyordu ki bazen üç beş eylem yapmak zorunda kalıyorduk. Sabah sekizde stantta toplanıyorduk, akşam 21.00’e kadar. Akşam 21.00’den sonrada tespit edebildiğimiz Yunanlı demokrat, devrimci kurumların etkinliklerine giderek bildiri, afiş gibi eylemler yaparak destek arayışlarımızı sürdürüyorduk. Yani günümüz yoğun bir pratik içerisinde geçiyor, yatacağımız eve zor dönüyorduk.
İhtiyar heyeti olarak birbirimize takılmayı hiç ihmal etmiyorduk. Öyle ki; yoldaş başına güneş geçer, yoldaş sen gelme dayanamazsın, şu banklarda otur gibi şakalar yapıyorduk. Hem de yoldaşlarımızı koruma içgüdüsü ile hareket ediyorduk. Hava çok sıcak, güneş tam tepemize vuruyor. Dursun yoldaş, bir yoldaşa “bana bir şapka alsana” dedi. Yoldaş, gitti, birazdan bir şapkayla geldi.
Aradan epey bir zaman geçti, bir yoldaş, Dursun’a bakarak kahkahayı bastı. Dursun yoldaş kendi tarzıyla gülerek, “hele bak ha bu ne gülüyor bu yoldaş?”
Bütün ihtiyarlar gülmeye başladı hep bir ağızdan. Bir hayli zaman sonra farkına varıyoruz ki, şapkada GREKCE (Yunanca , “Yunanistan”) yazıyor. Bu fırsat kaçar mı! “Ya yoldaş sen ne zamandan beri bizim yoldaşımızı tutuklayan Yunanistan’ın şapkasını takarak, bize karşı savunmaya geçtin.”
Dursun yoldaş gülerek kafasındaki şapkayı fırlatıp attı. “Ya yoldaş yine beni oyuna getirdin” dediğinde, yoldaşı tarafından fotoğralanmıştı bile. Evet Dursun yoldaş, o fotoğrafların anısı şimdi bizde çok derin iz bıraktı. Bakıp hüzünleniyoruz. O fotoğrafın biz yoldaşlar arasında özeldi.
Eylemler yavaş yavaş radikalleşiyor. Bir grup parlementoya zincirleme eylemine, bir grup, sendikalarla ve basınla görüşmeye, içerisinde Dursun yoldaşın da olduğu diğer grupta şu anda adını hatırlayamadığımız, dünyanın her tarafından her gün onbinlerce kişinin ziyaret ettiği, giriş ücreti bir hayli yüksek turistik bir alana gidiyor.
Alanda güvenlik önlemi var. Turistik mekanda pankartlarımızı açtık, konuşmalar yapmaya başladığımızda, polisin ihtarı ile karşılaştık, burayı terk etmemiz gerektiğini, terk etmezsek gözaltı yapacaklarını, genç kadın arkadaşımız bize iletti. Genç kadın yoldaş ne diyorsunuz? diye görüşümüzü sorduğunda, Dursun yoldaş; “İnisiyatif senin! Yoldaşım, sen ne dersen öyle yapalım.” Genç kadın arkadaşımız da; “Direniyoruz o zaman!” dedi. Müdahale gecikmedi, ben, Dursun abi ve genç kadın yoldaşımızı gözaltı yaparak karakola götürdüler.
Ekonomik krizle cebelleşen Yunanistan’ın her yerinden fakirlik, yoksulluk fişkırmaktaydı. Karakolda olduğumuz saatler içerisinde, karakolu en çok ziyaret edenlerin seyyar satıcılar olduğuna tanıklık ettik. Yaklaşık 4,5 saat gibi bir süre sonra kimlik kontrollerinden ardından serbest kaldık. Karakola kadar yansıyan fakirlik görüntülerinin Dursun yoldaş ile epey sohbetini yaptık. Zincirleme eylemine giden yoldaşlar da eylemi başarıyla gerçekleştirmişlerdi. Üç saate yakın bir zaman zincirli kalıyorlar, bu süre de yoldaşlara yetiyor. Milletvekilleri parlamento binasından dışarı çıkarak eylem alanına geliyor.
Basının gelmesi fazla zaman almıyor. Genç yoldaş İngilizce, Almanca, megafonla propaganda yapıyor. Eylem amacına ulaşıyor. Sıra zincirin kesilmesine geliyor. Zincir o esnada boşa çıkıp yere düşüyor. Yoldaşlarımız kenetlenerek direniyor, slogan atıyorlar. Zor kullanılarak gözaltına alınıyorlar. 4-5 saat sonra yoldaşın bileğindeki zincirle, zincir kesilmeden karakoldan serbest bırakıyorlar.
İhtiyarlar olarak gençlerin moral kaynağı olmuştuk. Bizi çok sevmişlerdi. Neşemiz yerindeydi. Bu durum onların da hoşuna gidiyordu. Gençler ne derse itiraz etmeden yapıyorduk. Onlar bizim doğal önderlerimiz olmuştu. O kadar imkansızlıklar içinde, genç ihtiyar demeden Atina sokaklarını karış karış etmiştik. Biraz domates, biber, kavun- karpuz çimlerin üzerine gazete sererek, geniş bir halka oluşturarak, onbinlerce insanın akın, akın geçtiği meydanda yemek yerken Atina halkının bizi izlemesi hala gözlerimizin önünde.
Tabi ki mıntıka temizliğine de önem veriyorduk…. Ama yoldaşımızı ellerinden almaya kararlıydık. Yanılmıyorsak açlık grevinin 55. günlerindeydik. Bizim ihtiyarlar heyetinin artık zamanları kalmadı Almanya’ya dönmesi gerekiyordu. Sayılı zaman çabuk geçiyor. Yoldaşlarla ayrılma zamanı gelmişti artık. Yoldaşımızı onların elinden alana kadar pes etmek, geri adım atmak yok! Kalan yoldaşlara başarılar dileyerek tekrar geleceğimizi de ekleyerek, bütün yoldaşlarla kucaklaşarak ayrıldık.
Yunanistan’da yol alıyoruz. Her taraf yıkık viran, yoksulluk diz boyu, acayip bir ülke. Tartışıyoruz, “eğer burası kapitalistse, Türkiye haydi, haydiye kapitalist bir ülke, buradan çok ileride” demesin mi Dursun yoldaş. Araştırmayı, okumayı seven bir yoldaştı. Burayı iyi bir araştıralım dedik….
İlerliyoruz dağlardan geçiyoruz, yolumuzu kaybediyoruz. Tam bir buçuk gün gecikmeyle Almanya’ya vardık. Bu gecikme yolu kaybetmemizden kaynaklı. Ne harita, ne de navigasyon var yanımızda. Sonuçta aramızda bir anlaşmaya vardık. Bu durum aramızda kalacak! Son olarak Münih Mahkemesinde karşılaştığımızda Dursun yoldaş çocuklarına ve bir yoldaşa çoktan anlatmıştı.
Dursun yoldaş amansız hastalık seni aramızdan aldı. Biliyoruz senin yokluğunu her zaman hissedeceğiz. Hiçbir zaman aramızdan ayrılmamış gibi hep yanımızda, yüreğimizde ve bilincimizde olacaksın. Senin yoldaşlığın unutulmaz! Gülen yüzün, yoldaşça yapıcı eleştiri ve önerilerini çok özleyeceğiz!
Yoldaş bu anı anlatımını becerebildik mi bilmiyoruz. Çünkü her birimiz farklı alanlardayız. Birbirimize görüş sorarken, yazarken hem gözlerimizden yaş geldi, hem de bazen kahkaha attık. Ama çok duygusal olduğumuzu sen aramızdan ayrılınca anladık…. Yoldaş ağır bir ameliyat geçirdiğinde o halinle yoldaşı aramıştın. Karşılıklı sohbetten sonra yoldaş; “yoldaş sen nasılsın” diye sorduğunda; “yoldaş kanser, kalp falan senle bana vız gelir, biz bunları da yeneceğiz!” diyerek tekrar Dursun yoldaş olma hassasiyetini göstermiştin….
Hoşçakal yoldaşım, hoşçakal! Dilimizin döndüğü kadar seni hep anlatacağız, kalemimizin yettiği kadar yazacağız.
Ama biliyoruz ki hep eksik kalacağız! Seni genç kuşaklara taşıyacağız… Mücadelen ve anın önünde saygıyla eğiliyoruz!
(Mücadele yoldaşların)
Son Haberler
Sayfalar

Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler
Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.

NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!
Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.

Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)
Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?

Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet
İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.
Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.
Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?
Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?
Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?
Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?

DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.
Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.

ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?
Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.

BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.
Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun!

Oy Zemano (Nubar Ozanyan)
Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.

CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.
İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.

Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir
Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.