Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
“Emperyalizm Üzerine Notalar-4”de “yarı-sömürgecilik”, “bağımlı ülke” ve “yeni sömürgecilik” kavramları ile ilgili kısa açıklamalar yapılmıştı. Şimdi bu bölümde, Türkiye'yi “yarı-sömürge” olarak değerlendiren ve işçi sınıfının önüne, sosyalizm yerine “bağımsız demokratik Türkiye” koyan bazı anlayışları ele alıp değerlendireceğim.
Önce, “Emek Partisi -EMEP-” çevresinin çıkardığı “Teori ve Eylem” dergisinde çıkan “Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığı ve anti emperyalist mücadele” ve “Kuruluşunun İkinci Yüzyılında Türkiye’nin Bağımlı Kapitalizmi“ başlıklı, bir yıl arayla birbirinin devamı olan iki ayrı yazıdaki anlayış değerlendirmek istiyorum. Yusuf Akdağ imzalı bu iki yazıdaki anlayış, Türkiye'yi “bağımlı- yarı sömürge” ülke olarak değerlendiren diğer siyasetlerin ya da siyasi görüşlerinde yaklaşımlarıyla örtüşmektedir. Argümanlar genelde aynı: “Emperyalizme bağımlı”, “ekonomiye ve siyasete emperyalistler yön veriyor” vb. vb.
Ve bu iki yazıdaki anlayış, içinde sosyalizm kelimesi geçmeyen, Türkiyeli komünist ve devrimcilerin önüne “anti-emperyalist mücadeleyi” birincil görev olarak ortaya konuyor ve şöyle formüle ediliyor: “Bağımsız Demokratik Bir ülke İçin Anti Emperyalist Mücadele”[1]
Akdağ'dan bir alıntı:
“Türkiye, İsrail, Brezilya gibi devletlerin kendi hesaplarına da politikalar izlemeleri ya da izlemeye çalışmaları, bu ülkelerin emperyalist konumuna delalet etmez.”
ve bir cümle hemen arkasından:
“Emperyalist ülkelerle bağımlı ülkeler arasında ekonomik, mali, askeri gelişmişlik açısından büyük fark vardır.” [2]
Hemen buraya bir not düşelim. Emperyalist ülkeler ile bağımlı ülkeler arasında, „askeri, ekonomik, mali“ gelişmişlik açısından büyük bir fark varsa, İsveç ile ABD arasındaki farklara ne diyeceğiz? İkisi de emperyalist. Biri dünyanın bir süper emperyalist gücü. Ve diğeri ise küçük bir emperyalist ülke. Ya da Lüxemburg ile Almanya arasındaki farklara ne diyeceğiz?
Yazarın anlayışına göre, emperyalistler arasında öyle büyük bir „fark“ yok. Hepsi üç aşağı beş yukarı „aynı“ demek istiyor. Elbette yanılıyor. Emperyalizm eşitsizlik demektir. Aynı emperyalist Lüxemburg ile emperyalist İngiltere arasındaki eşitsizliğin büyük olması gibi. Ya da emperyalist Danimarka ile emperyalist Japonya arasında varolan büyük farklar gibi.
Emperyalist ülkeler ile bağımlı ülkeler arasında fark olduğu gibi aynı şekilde emperyalist ülkeler arasında da büyük farklılıklar vardır. Emperyalizm, ülkeler arasındaki farkılılıkların büyüklüğüne ya da küçüklüğüne göre ortaya çıkmaz, kapitalizmin bir üst aşaması olan tekelleşmeyle ortaya çıkar. Bu tür anlayışlar, emperyalizmin tekelcilik olduğu ekonomik özünü görümezden gelmektedir. Emperyalist ülkelerin ortak yanı tekelleşme ve sermaye ihracıdır. Emperyalist ülkeler arasında, matematikteki ikinin ikiye (2=2) eşit olması gibi aralarında bir eşitlik olası değildir. Emperyalizm eşitsizlik demektir.
“Uluslararası ve yerli büyük sermaye ekonomide köşe başlarını tutmakta; artı değerin büyük bir kesimini kâr-faiz ve rant getirisi şeklinde ele geçirmektedir.”
Kapitalist bir ülkede köşe başlarını elbette (ulusal-uluslararası) tekeller tutacaktır. Sorun bunlara karşı mücadele ve kapitalist sistemin sosyalist devrimle ortadan kaldırılmasıdır. Ancak, Türkiye’de uluslararası emperyalist tekellerin işçi sınıfının artı-değerini gasp ettiği bir çok köşe başını tuttuğu doğru, ne var ki, ülke içinde esas köşe başlarını tutanlar yerli tekellerdir. Bugün ülke ekonomisine hakim olan, devlete egemen olan Türk tekelleridir. Yabancı tekeller bunlardan sonra gelir. „Ülkemiz yabancı emperyalist tekellere peşkeş çekiliyor“ tek yanlı küçük burjuva ulusalcı çığırtkanlığı, tam gerçeği açıklamadığı gibi, gerçeğin esas yanını gizlemektedir. Çünkü ülke esas olarak yerli tekellerin eğemenliği altında ve artı-değerin çok büyük bölümünü bunlar gasp etmektedir. Basit bir toplma çıkarma matematik hesabıyla da bu rahatlıkla görülebilir.[3]
Ülke içinde, sadece “beşli çete” denen uluslar arası Türk tekellerine verilen krediler, alınmayan vergiler, yaptırılan köprü ve hava alanlarında belli bir “yolcu-araba geçiş kotaları”nın karşılığında ödenen avantalar dikkate alındığında bile sorun rahatlıkla görülebilir. Ülke “yerli” büyük Türk tekellerine öyle bir peşkeş çekliyor ki, Evrensel gazetesi şöyle bir başlık atarak aradaki çelişkinin büyüklüğünü okurlarına duyurmuştur: “İhalede bol sıfır, vergide tek sıfır: Saray'ın müteahhitleri vergi vermedi”[4] ve Evrensel'den de bir başlık daha: “Maskesiz beşler: İşçiler, Antep'in en büyük 5 tekstil şirketinden %824 fazla vergi ödedi.”[5]
Bianetten bir başka haber:
“Türkiye'nin vergi vermeyen şirketleri
„Türkiye'nin en büyükleri arasında yer alan Yapı Merkezi, Taşyapı, Limak, IC IÇTAŞ, TürkTelekom, Turkcell, Ülker, Getir, Zorlu Enerji, THY, Rönesans İnşaat, GDZ elektrik, EnerjiSA, Cargill, Anadolu Efes Biracılık, Hürriyet ve CNN TÜRK 2023'te kurumlar vergisi ödemeyenler arasında.“[6]
Kısacası, bütün büyük tekeller işin içinde. İşçi sınıfı ve emekçilerin derin bir yoksulluğa mahkum edenlerin kimlikleri de, sınıfları da net.
AKP 22 yıllık iktidarı döneminde kendi burjuvazisini de yatarmıştır. Erdoğan'ın burjuvazisini salt küçük KOBİ'ler olarak görmek yanlıştır. Arkasında uluslararsı emperyalist niteliğe sahip bir burjuvazi vardır. Sadece bu olgu bile, özellikle son 22 yıldır, işçi sınıfı ve emekçilerin daha çok hangi tekellere peşkeş çekildiğini açıklamaya yeter. Ve Türkiye Varlık Fonu (TVF) içindeki tekellerin kimlere peşkeş çekildiğini görmekte yeterli olabilir. Bu da yeterli gelmezse, özellikle son 15 yıl içinde Türk silah tekellerinin en az dört tanesinin uluslararsı en büyük 100 silah tekeli içinde yer aldığı görülebilir. Bir başka örnek, Türkiye'deki özelleştirmelerin %78'i Türk tekellerine peşkeş çekilmiştir.[7] TÜBRAŞ gibi en karlı büyük bir tekel, Koç Holding'e adeta hediye (4 milyar dolar) edilmiştir.
“İsviçre bankası UBS'nin "2024 Küresel Servet Raporu"na göre Türkiye, kişisel servet artışında TL cinsinden görülen yüzde 157,78'lik büyümenin yanı sıra ABD doları cinsinden yüzde 63,2'lik büyüme oranlarıyla birinci sırada yer aldı.”[8] Her halde bu %157,78'in içinde, her geçen gün alım gücü düşen işçi, emekçi, emekli, küçük üretici köylü ve hatta küçük esnaf yoktur. Belli bir kesim muazzam ölçüde palazlanmıştır. Ülkenin esas olarak kimlere peşkeş çekildiği, bu verilerden de anlaşılabilir.
Yazar Akdağ, Evrensel'deki bu haberleri okuyor elbette, ama, o dogmatik düşünme tarzını ilke edindiği için olsa gerek, varolan gerçekleri analiz etme yerine sübjektif dünyasını gerçek gibi kağıda dökmeyi teorik eylem bellemiş gibi “analizler” yapıyor.
Demek ki, ülke, daha çok yerli tekellere peşkeş çekiliyormuş. Kendi burjuvazisinin küçümseme sosyalşovenist bu anlayış nedeniyle de „anti-emperyalist bağımsızlık mücadelesi esas“ gibi, işçi sınıfı ve emekçilerin önüne yanlış hedef konmaktadır ve sosyalist devrim reddedilmektedir.
....ve yukarıdaki alıntının devamında;
“ işbirlikçi tekelci devlet yönetimi, ülkeyi emperyalist devletlerle uluslararası tekellerin üretim üssü haline getirmeyi, kalkınmanın ve rekabetin koşulu olarak göstermektedir.”[9]
Emperyalist Türkiye adlı kitabımda, “sermaye sermayeyi çeker” ara başlıklı bölümde, uluslararası emperyalist sermayenin en büyük yatırım alanları yine emperyalist ülkelerin kendileri olduğu, istatistiki verilerle doğrulanmaktadır. ABD, Çin, Hindistan, Almanya, Japonya ve diğer emperyalist ülkeler, en fazla dış yatırımı çeken ülkelerin başında gelmektedir. Özellikle ABD ve Çin, uluslararası sermayenin en fazla yatırım yaptığı ülkelerdir. Her iki ekonomi de büyük olduğu için, uluslararsı sermayeyi kendilerine çekiyorlar. ABD emperyalist devletinin “kızmasına” karşın, ABD'li büyük tekellerin Çin'e yatırm yapmasının önüne geçemiyor.
ABD'ye gelen dış sermaye toplamı 2000 yılında 2,8 trilyon ABD doları iken, 2021 yılında 13 trilyon kadar oluyor. ABD'nin dış ülkelerdeki sermaye yatırım toplamı ise, 2000 yılında 2,6 trilyon dolar kadar iken, 2022 yılında 8 trilyon dolara çıkıyor. Yani, ABD'e dışardan gelen sermaye daha fazla. ABD net sermaye ithalatçısı bir ülkedir.
Çin'de de durum aynı. 2000 yılında dışardan gelen sermaye stoku 193,4 milyar ABD doları iken, 2022'de 3,8 trilyon dolara yükseliyor. Çin'den dış ülkelere yatırım amaçlı giden sermayenin toplamı ise, 2000 yılında 27,7 milyar ABD doları iken, 2022'de 3 trilyon dolar civarında oluyor. Çin'e ait rakamların içinde Hong Kong'daki sermaye giriş çıkışları yoktur.[10]
Bütün emperyalist ülkeler dış sermayeyi çekmek için birbiriyle yarışıyorlar. ABD ve AB emperyalist bloğu Çin'in büyümesinin önüne geçmeye çalışmalarına karşın, kendi ülkelerindeki tekellerin Çin'e sermaye yatırımının önüne geçemiyorlar. Örneğin, ABD ve AB'nin baskılarına rağmen, dünyanın en büyük Alman kimya tekeli BASF, 2019 yılında Çin'de 10 milyar Avro'luk büyük bir sermaye yatırım yapmayı daha karlı buldu.[11] Çin tekelci burjuvazisi, yabancı tekelleri çekmek için, ülkeyi uluslararsı tekeller için ucuz işgücü cennetine çevirmiştir. Bu nedenle Türk tekelci devletinin ülkeyi uluslararsı sermayeye peşkeş çekmesi ya da çekmek istemesi, salt Türk burjuvazisine özgü bir olgu olmadığı, kapitalist devletlerin (elbette kapitalizmin) genel eğilimi olduğu görülmelidir.
Türk tekelleri de son üç yıldır Mısır'da daha fazla yatırım yapmayı tercih ettiler. Mısır, özellikle, Türk tekstil tekelleri için adeta bir yatırım cenneti oldu. Bu nedenle de Evrensel gazetesi; “Tekstil patronu Mısır'a, işçi kapıya“ başlığını atmıştır.[12] Tekstil tekellerin bir çoğu Mısır'da fabrika açmışlardır. Çünkü Türk tekelleri için Mısır'ın avantajları daha fazla. Her şeyden önce işçi ücretleri Türkiye'den daha düşük. ABD'e Mısır'dan kotasız ve vergisiz ihracat olanakları var. Bu durum da, Mısır burjuvazisi de Türk tekellerine ülkeyi peşkeş çekmektedir. Türkiye'de yatırım yapan diğer Uluslararası emperyalist tekeller gibi, Türk tekelleri de emperyalist amaçlarla Mısır'da yatırım yapıyorlar. Türkiye'de sömürü amaçlı yatırım yapan uluslararası emepryalist tekellere karşı çıkarken ve bunların emperyalist yüzleri net olarak görülürken, Türk tekellerinin de başka ülkelerde sermaye yatırımlarının emperyalist niteliği aynı netlikle görülmelidir. Birincisine karşı çıkıp, ikincisini görmezden gelmek sosyal şovenizmdir! 01.10.2024
Devam edecek....
[1] https://teoriveeylem.net/tr/2023/03/27/turkiyenin-emperyalizme-bagimliligi-ve-anti-emperyalist-mucadele/
[2] https://teoriveeylem.net/tr/2024/03/04/kurulusunun-ikinci-yuzyilinda-turkiyenin-bagimli-kapitalizmi/
[3] Evrensel: “Vergi cenneti Türkiye: Sanayi odaları başkanları vergi ödemiyor“ 18 Temmuz 2024 https://www.evrensel.net/haber/523482/vergi-cenneti-turkiye-sanayi-odalari-baskanlari-vergi-odemiyor
[4] https://www.evrensel.net/haber/524222/ihalede-bol-sifir-vergide-tek-sifir-sarayin-muteahhitleri-vergi-vermedi 27 Temmuz 2024
[5] https://www.evrensel.net/haber/525519/maskesiz-besler-isciler-antepin-en-buyuk-5-tekstil-sirketinden-824-fazla-vergi-odedi 14 Ağustos 2024
[6] https://bianet.org/haber/turkiye-nin-vergi-vermeyen-sirketleri-298117#lg=1&slide=0 9 Ağustos 2024
[7] Bkz. Yusuf Köse, Emperyalist Türkiye, sf. 108-113, El Yayınları 2022
[8] https://tr.euronews.com/2024/07/11/ubs-raporu-turkiye-tl-cinsinden-kisisel-servet-artisinda-yuzde-157lik-buyume-ile-ilk-sirad
[9] https://teoriveeylem.net/tr/2023/03/27/turkiyenin-emperyalizme-bagimliligi-ve-anti-emperyalist-mucadele/
[10] ABD ve Çin ile ilgili sermaye giriş çıkışlarına ait kaynak :UNCTAD 2023 Raporu
[11] https://www.tagesschau.de/wirtschaft/unternehmen/basf-stellenabbau-chemieindustrie-investitionen-101.htm 24.02.2023
[12] https://www.evrensel.net/haber/528001/tekstil-patronu-misira-isci-kapiya 12 Eylül 2024
Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar
Güzel insanların ardından kurulan her cümle yetersizdir…(İsmail Cem Özkan)
Şimdi anıları olanlar hemen anılarını paylaşmayacak, zamanı gelince yazarlar ya da anı kitabı yapılacaksa oraya bir kaç kelime bırakacaklardır ama popüler olanı yapacaklar yani varsa birlikte çektikleri/ çekildikleri fotoğraflarını paylaşacaklar...
Turan Eser benim geçmişi (artık geçmiş oldu, zamanda üzerine eklenince) uzun bir sancılı dönemin dostluğuna dayanıyor...
Emperyalizm Üzerine Notlar-6
13-15 Eylül 2024 ICOR Uluslararası “Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” Semineri 1. Gün
Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.
Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.
Erdoğan ve cumhur ittifakı’nın hazırlıkları iç savaş odaklıdır!
İçinden geçilmekte olan sürecin bu ayırt edici özelliği, rejimin ne kadar da kırılgan bir durumda olduğunun, çıplak bir ifadesi olarak da okunabilir elbet.
Serdareme, Caneme, Hevaleme…
Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.
Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?
Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?
Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir
Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.
Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?
Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.
Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)
Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.
Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.
Vitrin olma kız... vitrin olma...
Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...
Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...
ne kadar güzel olurdu...
mecliste, belediye başkanlıklarında bir...
Öyleyse.... öyleye...
Hayeller.... söylemler...
Kitleler...
yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...
Gerçekler ise....
Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..
Hemi... hemi...
hayat bu... gerçeklik bu ise...
Şeriat ve kadın
Tüm kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve keza “9.
Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi
Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.