Cumartesi Kasım 30, 2024

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

FB ve GZ, devrim üzerine konuşmalarında bir çok tezler ortaya koyuyorlar. Bir kısmını "yeni” gibi göstermeye çalışırken, Marks ve Lenin’in ortaya koyduğu bazı görüşlerinde artık yanlış olduğunu vurguluyorlar. Bu onların görüşü ve görüşlerini ortaya koymaları kadar doğal olan bir şey yok. Bizde görüşlerimizi ortaya koyacağız.

Aslında, FB ve GZ’nin ortak buluştukları nokta, Marksizmi çürütme çambasıdır. Biri troçkist biri anarşist bu iki bayın ortak noktaları;  "devrimcilik” adı altında Marksizme saldırmaktır. Günlük bir gazete Marksizmin "eskidiği” ayan beyan tartışmaya açılarak, anarşist ve troçkist görüşler Marksizme karşı poh pohlanınca, buna karşı duyarsız kalmak pek de olası değildir.

Sosyalist ülkelerin  geriye dönüşünden  sonra, sıkça,  devrim üzerine yeni tezlerde ortaya çıktı. Ve özellikle bir çok kesim de, devrime önderlik eden KP’si ve onların liderlerine, daha doğrusu teorik önderlerine karşı da bazan belden aşağıya bazan ise revizyonistçe saldırılar arttı. Tabi, bütün bunlar "sosyalizm”  ve "devrimcilik” adına yapıldı ve hala yapılmaya devam ediyor. Genelde, saldırılan noktaların başında; sosyalist devlet, proletarya partisi, yani proletaryanın örgütlü gücü, proletaryanın devrime önderlik niteliği, sınıflararası mücadele ve bu mücadelenin yöntemleri, ve sosyalizmde proletaryanın rolü vb. noktalar gelmektedir.

Devrimci işçi sınıfı hareketinin zayıfladığı dönemlerde, devrime, sosyalizme ve onların teorik ustalarına karşı eleştirilerin artması doğal karşılanabilir. Çünkü kafa karışıklığın, ideolojik yalpalamaların en yoğun olduğu bir dönem, böylesi dönemlerdir. Marksist teori ve onun yaratıcılarına karşı, küçük burjuva kesimlerden ideolojik saldırıların gelmesinin, Marksistler açısından pek yadırganacak bir yanı yoktur. Bu tür eleştiriler, Marks’ın zamanında da eksik olmadı ve günümüzde de devam ediyor ve edecektir. Marks ve Engels’in zamanında, nasıl ki, Bakunin, Marks ve Engels’in teorilerine karşı saldırı yürüttüyse, bugün de onun izinden gidenler "yeni”ymiş gibi eski revizyonist ve anarşist pespaye teorileri, büyük düşünürler edesıyla piyasaya sürüyorlar ve sürmeye devam edeceklerdir. Özellikle, genç kuşağı devrimden ve sosyalizmden soğutmak için, "devrim teorileri”  adı altında küçük burjuva kinlerini  işçi sınıfı önderliğindeki devrimlere karşı kusmaya devam edeceklerdir. Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’yu "aştık” adı altında paslanmış, Marksistler tarafından çoktan mahkum edilmiş, bütün burjuva yönleri açığa çıkarılmış "teorileri” yeniymiş gibisine ortalığa dökmekten kaçınmayacaklardır.

Yukarıda adı geçen tartışmacılardan biri olan GZ, günümüz’ün Bakunincilerinden biri, hatta onun en çirkef temsilcilerinden birisidir dersek pek de aşırıya kaçmış olmayız.. O, anarşist ve özellikle de anti-sosyalist görüşlerini "devrimci” görüş olarak kitlelere sunmaya çalışıyor. Marksa karşı Bakunin’i yeniden ayağa dikmeye çalışırken, Stalin ve SSCB şahsında da sosyalizme saldırıyor.  

 Ve şöyle buyuruyor bay GZ:

"... anarşistler "devrim” sözcüğünü tek başına kullanmak yerine, "toplumsal devrim” kavramını kullanmayı yeğlerler. Bunun nedeni de geçmişte Marksistlerle yaptıkları politik devrim-toplumsal devrim tartışmasıdır. Marks, toplumsal devrim için bir politik devrim aşaması öngörmüş, anarşistler ise politik devrimi reddetmiş, doğrudan toplumsal devrimi savunmuşlardı. Bana da politik devrim aşaması yanlış geliyor. .. toplumsal devrim için politik iktidarı ele geçirmek, yani yeni bir devlet kurmak oldukça sorunlu. Çünkü devlet kurulur kurulmaz devrimi bitirir. Bütün deneyler bunu gösterdi” (agy)

Bay GZ, bu alıntıda da görüldüğü gibi, çapına bakmadan Marks ve Engels’i haksız çıkarmaya çalışıyor. Oysa, Marks ve Engels, anarşistlerin babalarının –Stirner, Prodhon, Bakunin- görüşlerini, 1870’lerin başlarında tarihin çöplüğüne attılar ve onların bütün işçi düşmanı, devrim düşmanı içeriğini açığa çıkararak, burjuvazinin hizmetinde küçük burjuva görüşler olduğunu ispatladılar. Daha sonra ise Lenin, anarşizmin gerçek yüzünü ortaya koymaya devam etti. Çünkü Rusya’da da bunların etkileri vardı. Anarşizmin babası sayılan Bakunin Rus’tu.

Elbette Bakunin’den bu yana anarşizm ölmedi. Her ne kadar işçi sınıfı içinde dişe dokunur her hangi bir etkinlikleri olmasa da, genelde küçük burjuva kesimleri şu veya bu oranda etkiledi ve yer bulduğu oranda da işçi sınıfının devrimci mücadelesine zarar verdi. Bugün, Yunanistan’da ki işçi hareketini sobata etmeye çalışanların başında bunlar geliyor.

Anarşizm, nasıl ki, 1860’lardan sonra işçi sınıfının devrimci mücadelesine zarar vermiş ve bir çok devrimci mücadeleye ağır darbeler vurulmasına neden olmuşsa, bugün’de "devrimcilik” kisvesi altında ve en keskin sloganlar arkasına gizlenerek, devrimci işçi sınıfı hareketine zarar vermeye devam ediyor.

Anarşizm, hiç bir zaman başarıya ulaşmadığı gibi, başarıya ulaşacak devrim hareketlerini hep baltalamaya çalımış ve de gücü oranında baltalamıştır. Anarşistler, 1870 İspanya devriminin kaybedilmesinde oynadıkları karşı-devrimci rolü 1936’da da aynı şekilde oynamışlardır. Daha doğrusu, İspanya devriminin, başta  Hitler Almanya’sı ve Mussolini İtalya’sı olmak üzere, tüm gericiliğin desteklediği Franko faşizmi tarafından boğulmasına yardımcı olmuşlardır.

Anarşzim, adı üstünde olduğu gibi, eylem her şey, iktidar hiç bir şey mantığından hareket eder ve bireyciliğin teorisidir. Onun "politik devrime hayır”, "toplumsal devrime evet” demesi, toplumsal bir devrim yapmak istediklerinden değil, Marksizme karşı çıkmalarından kaynaklanıyor. Küçük burjuva bireyci bir teori olan anarşizm, işçi sınıfının burjuvaziden siyasal iktidarı almasına karşıdır. Görünüşte Proletarya diktatörlüğüne karşı gibi gözükür, özünde ise bir avuç çetenin diktatörlüğünden yanadır.

Burjuvazi, işçi sınıfı hareketine karşı anarşizmi hep desteklemiş ve onu kullanmıştır. İşçi sınıfnın devrimci disiplinine karşı çıkan anarşizm, varolduğu günden beri burjuvazinin kolayca kullanımına açık hale gelmiştir. Kulağa hoş gelen "devletsiz devrim”den yanaymış gibi gözükmeleri, işçi sınıfı önderliğinde devrime karşı çıkmalarından ve burjuva sistemin yıkılmasından yan olmadıklarındandır. Burjuvaziye karşıymış gibi durşları ise gerçek duruş değildir. Tarihsel pratikleri, burjuvaziye güç veren bir gelişim örnekleri ile doludur. Bu duruşları, onların sahip oldukları teorilerinin bir sonucudur.

Anarşizm, işçi sınıfının devrimci özünü ve devrimde oynayacağı önderlik rolünü reddeder. Ve işçi sınıfının en yüksek örgütü olan KP’lerine, daha doğrusu işçi sınıfının ve emekçilerin devrimci bir parti içinde örgütlenmesine karşı çıkarak, onları örgütsüzlüğe ve siyasal öndersizliğe mahkum ederek, böylece, burjuvazinin işini iyice kolaylaştırırlar.

Buraya, anarşizm ile Marksizmin tarihi hesaplaşmasından bazı alıntılar alarak sorunu açmaya çalışalım.

Marks ve Engels Bakunin için şunları yazıyor:

"Her ne kadar, anarşizm, işçi hareketinin bu karükatürü çoktan beri artık en yüksek noktasını aşmışsa da, Avrupa ve Amerika hükümetleri onun varlığını sürdürmesiyle o kadar ilgili görünüyorlar ve onu desteklemek için o kadar para harcıyorlar ki, anarşistlerin marifetlerini görmezlikten gelemeyiz.” (Marks, Engels, Lenin, Anarşizm ve Anarko Sendikalizm, sf 152, Sol yay. Birinci Baskı)

"Onların –bakuninciler. YK-  her yerde başlıca kuralları, işçi sınıfı yönünden siyasal her eyleme ilke olarak karşı çıkmaktı; o kadar ki, onların gözünde, bir seçimde oy vermek proletaryanın çıkaralarına ihanet etmekti.” (age, sf. 196)

Engels, İtalya’daki olayları değerlendirirken şunları yazıyor:

"anarşi ve özerklik propagandasının arkasında tüm işçi hareketi üzerinde diktatörce bir komutanlık uygulamak isteyen bir kaç entrikacının hırlı iddiaları olduğunu biliyorlardı.” (Engels, age, sf. 193)

Engels, devamla, Bakunincilerin çocukca görüşleriyle dalga geçiyor;

"İlk günah, siyasal eylemi kabul etme sapkınlığı, çünkü siyasal eylem devletin tanınması sayılır, devlet otoriterliğin, eğemenliğin cisimleşmesidir, şu halde her kim ki işçi sınıfının siyasal eyleminden yana çalışır, inatla, siyasal iktidarı kendisi için ele geçirmeye çalışacaktır; demek ki, işçi sınıfının düşmanıdır, taşa tutun onu!” (engels, age, sf. 192)

Engels, 26 mart 1894’de;

"... Anarşistlere gelince, onlar belki de intihar noktasına geliyorlar. Sonu sonuna polis tarafından kışkırtılan ve ücreti doğrudan polis tarafından ödenen bu şiddet ateşi bu süikastlar sağnağı, ancak bu çılgın ajan-provokatörler tarafından yürütülen propagandanın niteliğini burjuvaların bile gözüne sokmaktan başka bir işe yaramaz. Burjuvazi bile, zamanla, onlara para veren aynı burjuvaları havaya uçursunlar diye polise ve polis eliyle de anarşistlere para ödemenin saçma olacağını anlayacaktır. Ve, şimdi burjuva gericiliği altında biz de acı çekmek tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyorsak da, zamanla biz kazanacağız, çünkü bu kez bizim ile anarşistler arasında koskoca bir uçurum olduğunu herkese kabul ettirmeyi başaracağız...” (age, sf. 224-225)

Marks ise, Bakunin için "karacahillik” , "eşeklik”, "siyasal ipe sapa gelmez densizliktir! dedikten sonra şunları söylüyor:

"O –bakunin. YK.-, toplumsal devrimden hiç bir şey anlamaz, toplumsal devrime ilişkin siyasal lafazanlıkları bilir ancak. Ona göre devrimin ekonomik koşulları yoktur.” (age, sf. 181)

Bakunincilerin en önemli özelliği, hiç kuşkusuz, keskin sol laflar altında proletaryanın devrimci eylemlerinin karşısında durmalarıdır. Bakunin, kişisel yaşamını da kendi teorisine uygun yaşamıştır. O, Marks ve Engels’in önderliğindeki komünist enternasyonalden "yıkıcı-bölücülüğü”nden dolayı atılmasından sonraki süreçte, Rus Çarı’na sığınmış ve af dilemiştir. Mektupları, 17 Ekim Devrimi’inden sonra Çar’ın arşivleri arasından çıkmıştır.

Bakunin ve onu takip edenlerin durumunu biraz daha iyi anlamak için 1870’deki İspanya’daki ayaklanmalarının raporunu Engels’ten aktaralım:

"Bakuninciler, gerçekten devrimci bir durumla karşı karşıya kalınca tüm daha önceki programlarını kaldırıp atmak zorunda kaldılar. ..

"... daha önce ileri sürülüp övülen ilkelerin yadsınması, en alçakça, en hileci bir biçimde ve suçluluk bilincinin baskısı altında ifade edildi, ...

"Bakunincilerin aşırı-devrimci haykırışları, demek ki, sıra iş görmeye gelince, gerek bir kaçamakla işin içinden sıyrılmak, gerek önceden yenilgiye mahkum olan ayaklanmalar ya da en yüz karası bir biçimde siyasal bakımdan emekçileri sömüren, bir de, üstelik onlara tekmeyle muamele eden bir burjuva partisiyle birleşmek biçiminde ifadesini buldu. ..

"Tek sözcükle, bakuninciler, İspanya’da bize, devrimin nasıl yapılmaması gerektiğinin aşılmaz bir örneğini verdiler.” (age, sf. 176,177,178, Eylül-Ekim 1873)

Lenin ise, anarşizmi şöyle açıklıyor:

"Anarşizm, ... bir burjuva bireyciliğidir. Bireycilik anarşizmin felsefi temelidir. ..

a-      Sömürünün nedenlerinin kavranmaması,

b-      Toplumun, sosyalizme götüren gelişmesinin kavranmaması;

c-      Sosyalizmin gerçekleşmesinin yaratıcı gücü olarak sınıf savaşımın kavranmamasıdır.

d-      Her türlü politikayı reddetme görünümüyle, işçi sınıfının burjuva isyasetine boyun eğmesi.” (age, sf.229-230)

 

Buraya kadar, Marks, Engels ve Lenin’den uzun alıntılar alarak Bakunin ve anarşizmin iç yüzünü açıklamak istememin nedeni, esas muhattablarının o süreçte, bu soruna nasıl baktıkları, Bakunin’in ve onun görüşlerinin işçi sınıfı devrimleriyle ne gibi bir ilişkisinin olduğunu anlattmaktı. Bu da anlaşıldığı kanısındayım.

Bay GZ, Marks, Engels ve Lenin’i açıktan eleştiremediği için dolambaçlı yollardan ve özelikle de Stalin üzerinden geliyor. Onun 17 Ekim Devrimi ve Stalin’le ilgili görüşlerine biraz sonra geleceğim. Şimdi teorik efendisi Bakunin’den ödünç aldığı "devlet” meselesine gelelim. Bunu da yine Proletaryanın ustalarından alıntılarla ortaya koymaya çalışacağım. Böyle olmasının genç okuyucular için daha yararlı olacağı inancındayım.

Devlet ve Devrim

Lenin, Marks ve Engels’in bakunincilere karşı mücadelesinin maddeler şeklinde özetlerken, şunları belirtir:

"Her "ciddi devrim durumu”, ayaklanmanın bilinçli bir biçimde yönetilmesi, devrimin örgütlendirilmesi, tüm devrimci güçlerin birleştirilip merkezileştirilmesi, gözüpek askeri saldırı, devrimci iktidarın en enerjik bir şekilde kullanılması görevlerini zorunlu bir biçimde proletarya partisinin önüne koyar.” (Anarşizm ve Anarko Sendikalizm, sf. 243)

Örgütlü bir güce karşı, daha örgütlü bir güç onu alaşağıya edebilir. Burjuvazi örgütlü ve her yönüyle silahlanmıştır. Burjuvazi bir avuç azınlık olmasına karşın, ordusu, polisi, mahkemeleri ve bürokrasisi ile, yani burjuva devleti ile kitleleri baskı altında tutar ve iktidarını bu güç sayesinde yürütür. Bu güce karşı, işçi ve emekçiler örgütlü bir güç olmadığı sürece burjuvaziden asla iktidarı alamaz ve burjuvazi de kendiliğinden iktidarı işçi sınıfına teslim etmez.

İşçi sınıfının devrimci görüşleriyle teorik olarak donanmış, örgütlü, disiplinli, başta işçi sınıfı olamak üzere tüm ezilen yığınlarla geniş bağları olamayan bir parti devrim yapamaz ve böyle bir parti olamadan da devrim asla gerçekleşemez. Tarih bunun ispatlamıştır.

Bugün, "Arap Baharı” olarak adlandırılan ayaklanma ve direnişlerde, kitlelere devrimci önderlik yapılmadığı için ciddi başarılar elde edilemedi. Marksist partilerin olmadığı bir yerde kitleleri başka kesimler, yani yine burjuvazi yönlendirir. Nitekim Kuzey Afrika ülkelerindeki son ayaklanmaların kaderide böyle olmuştur. Devrimci önderlikten yoksun kitlelerin bu devasa hareketini, emperyalist burjvazi, kolayca yönlendirebilmiş, kitlelerin devrimci çıkışını süreç içinde bastırabilmiş, emperyalizmle işbirliği içindeki Müslüman Kardeşleri öne çıkararak, kitlelerin daha ileri kazanımlar elde etmelerinin önüne geçmeye çalışmaktadır.

Bu ülkelerdeki ayaklanmalardan çıkarılması gereken ders, GZ ve FB’nin dediğinin tersine, devrimci bir önderliğin şart olduğudur. Anarşzimin ve Troçkizmin puslu hayal dünyalarında dolaşanların, işçi sınfının devrimdeki devrimci rolünü anlamalarını beklemek saflıktır. Onlar, Marksizmden uzak olduklarından, işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki keskin sınıf mücadelesini kavrayamazlar. Görünüşte kitlelere çok önem veriyormuş gibi yaparlar ama, kendilerini de "en iyi teorisyen” yapmaktan kaçınmazlar. Kitelelere, "bizim dediklerimizi yapın” diyerek, aslında kitlelerin burjuvaziden iktidarı almasına karşı çıkarlar ve sonrada "biz dememiş miydik” diyerek kendilerini haklı çıkarmanın peşine düşerler. Özünde ise, onlar kitlelere hiç bir şey söylemiyorlar. Kitlelerin kendiliğindenci hareketine övgü düzmeleri ise, yine kendi iç dünyalarındaki küçük burjuva bireyciliklerini öne çıkarmaktan kaynaklanıyor.

Bay GZ, "devlet”i gereksiz bulurken, "devrimin üretici güçler ile üretim ilişkilerinin çelişkisinden doğduğu” Marksist görüşe de karşı çıkıyor. Bakuninci bay GZ  gibi, bütün anarşistler, Marksizme ve diyalektik tarihsel materyalizme karşıdırlar. Onlar, her şeyin yıkılmasından yana gibi gözükürler, ama yapıcı hiç bir yanları olmadığı gibi, hiç bir şeyi de yıkamazlar. Sadece ve sadece işçi sınıfı hareketine zarar verici yönleri her zaman ön plandadır.

Buraya, üretici güçler ile ilgili Marks’ın o meşhur sözünü aktaralım:

"Gelişmelerin belirli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerinin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üst yapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder. ... Burjuva üretim ilişkileri, toplumsal üretim sürecinin en son uzlaşmaz kaşıtlıktaki biçimidir. –bireysel bir karşıtlık anlamında değil, bireylerin toplumsal varlık koşullarından doğan bir karşıtlık anlamında; bununla birlikte, burjuva toplumun bağrında gelişen üretici güçler, aynı zamanda, bu karşıtlığı çözüme bağlayacak olan maddi koşulları yaratırlar.” (Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, sf. 32, sol yayınları, dördüncü baskı)

Tarih, Marks’ın bu dahice görüşünü doğrulamıştır ve doğrulamaya devam etmektedir. Marks’ı çürütmek GZ gibi anarşizm artıklarının gücü yetmedi ve yetmez. Marksizmi burjuvazinin dışında küçük burjuva tüm anti-Marksist görüşlerde onu çürütmek için büyük çabalar harcadılar ve harcamaya devam ediyorlar. Ancak, Marksizm yaşıyor ve bilimselliğini koruyor. Çünkü o işçi sınıfının bilimsel dünya görüşüdür.

Engels’ten aktarımlara devam edelim;

 "Kapitalist üretim tarzı, nüfusun büyük çoğunluğunu gittikçe daha çok proleterleştiriken, yok olma tehdidi altında, bu altüst oluşu gerçekleştirmek zorunda olan gücü yaratır. Toplumsallaşmış büyük üretim araçlarının devlet mülkiyeti haline dönüşmesini gitikçe daha çok zorlarken, bu altüst oluşu gerçekleştirmek için izlenmesi gereken yolu gene kendisi gösterir. Proletarya devlet iktidarını eline geçirir ve üretim araçlarını ilk önce devlet mülkiyetine dönüştürür. Ama bunu yapmakla proletarya olarak kendisini de ortadan kaldırır, bütün sınıf ayrılıklarını ve sınıf karşıtlıklarını ve aynı şekilde devlet olarak devleti de ortadan kaldırır.” (Engels, Anarşizm ve Anarko Sendikalizm, sf. 205)

Devamla;

"Toplumsal üretimdeki anarşi ortadan kaybolduğu ölçüde devletin siyasal otoritesi yokolur (uykuya yatar). Sonunda kendi toplumsal örgütlenişlerinin efendileri olan insanlar, aynı zamanda doğanında efendisi, kendi kendilerinin efendileri ve özgür olurlar.” (age, sf. 207)

"Bu, dünyayı kurtarma işini yerine getirmek, gerçekleştirmek modern proletaryanın tarihsel görevidir. Bu görevin tarihsel koşullarının derinliğine inmek ve böylelikle niteliğini anlamak  ve bu görev kendisine düşen bugünün ezilen sınıfına kendi eyleminin koşullarının ve niteliğinin bilincini vermek, işte bu da, proletarya hareketinin teorik ifadesi olan bilimsel sosyalizmin işidir.”(age, sf. 207)

Buraya kadar Engels’ten aktardıklarımız, Marksistlerin devlete nasıl baktıklarını ve devletin nasıl söneceğini ve ayrıca proletaryanın siyasal iktidarı ele geçirince devleti hemen yok edemeyeceğini, ama süreç içinde sınıfları ve devleti de ortadan kaldıracağını bilimsel olarak ortaya koyuyor. Devlet kalksın deyince ya da devlet istemiyoruz deyince, devlet hemen iradi olarak ortadan kaldırılamaz. Proletarya siyasal iktidarı burjuvaziden zorla alınca, devlete daha bir süre gereksinmesi olacaktır. Bakunici anarşistlerin anlayamadığı nokta burasıdır.

Lenin ise Marksistler ile anarşistler arasındaki ayrım noktalarını şöyle sıralıyor:

"1-Birinciler –Marksistler. YK- devleti tamamıyla ortadan kaldırmayı hedef alırken, bunun ancak sosyalist devrimle sınıfların ortadan kaldırılmasından sonra, devletin ortadan yok olmasına götüren sosyalizmin kuruluşunun sonucu olarak gerçekleşebileceğine inanırlar; ikinciler, devletin tamamıyla ortadan kaldırılmasını hemen bugünden yarına, bunu olanklı kılan koşuları anlamadan isterler.

2-Birinciler, proletarya için, siyasal iktidarı ele geçirdikten sonra eski devlet makinesinin tümüyle yıkılmasının ve yerine silahlı işçilerin Komün modeline uygun olarak örgütlenmesinden ibaret olan yeni bir makinenin konmasının zorunlu olduğunu bildirirler; ikincilerin, devlet makinesinin yıkılmasını savunmakla birlikte, proletaryanın bu makinenin yerini neyle dolduracağı ve devrimci iktidarı nasıl kullanacağı konusundaki tasarıları çok bulanık, çok karışıktır; anarşistler devrimci proletaryanın devlet iktidarından yararlanmasını reddetmeye kadar giderler.

3- Birinciler, proletaryanın modern devletten yararlanarak devrime hazırlanmasını isterler; anarşistler buna karşıdırlar” (Lenin, Anarşizm ve Anarko Sendikalizm, sf. 350)

Lenin’den aktardığımız bu uzun alıntıda da, Marksizm ile anarşizm arasındak ayrım noktaları net olarak ortaya konmaktadır. Proletaryanın sınıfları ortadan kaldırması için devlete, yani proletarya diktatörlüğüne geçici olarak gereksinmesi vardır. Proletarya, iktidardan alaşağı ettiği, burjuva sistemini parçaladığı yerde kendi siyasal iktidarını kurmak ve sosyalizmden komünizme –yani sınıfsız topluma- varmak için devleti kullanmak zorundadır. Ama bu devlet, burjuva devleti değil, proletaryanın denetimndeki bir devlettir. Sınıfların sönmesine hizmet edecek olan bir devlettir. Proletarya iktidarı ele geçirdiğinde, hemen devletsiz iktidarı yürütebileceğini söylemek, en iyimser bir yorumla çocukca bir tutumdur.

Burjuvaziyle Elele Sovyetlere Saldırmak

Bay FB ve bay GZ’nin söz konusu "devrim konuşmaları”nda eleştirilecek daha bir çok yönler var. Örneğin işçi sınıfının öncü örgütüne karşı oluşları. Yani KP’ne karşı oluşları gerçeği. Yine, işçi sınıfına dışardan bilinç götürme anlayışan karşı çıkışları. Ama öbür yandan;

".. gerçek entellektüellerden yoksun hiç bir toplumsal hareketin başarı şansı yoktur” (FB) demekten de kendilerini alamıyorlar. Her halde, kastetikleri entellektüellerde kendileri olsa gerek.

GZ, daha da ileri giderek, artık her olumsuzluğun altında Stalin’i aramaktan ve Stalin’e karşı-devrimci bir yöntemle saldırmaktan kendini kurtaramıyor.

Bay GZ, Türkiye ’sol’unu şöyle eleştiriyor:

"Stalinist dönemin, entellektüelleri horlayan ve baskı altına alan geleneğini devam ettirmeleri söz konusu. Ama diğer yandan, örgütlerin dışındaki popüler entellektüellere, yani şu senin sözünü ettiğin, "konunun uzmanları”na karşı da tiksindirici ölçüde bir hayranlıkları, hatta onların karşısında bir aşağılık duyguları söz konusu. Bu tür sistem içi entellektüellerin sempatisini kazanmak için binbir takla atıyorlar. Aslında Stalin döneminde de böyleydi.” (agy, BirGün)

Bir taraftan "entellektüellere önem verilmeli” diyorlar, ama bir taraftan da onlar karşısında "takla atıyor” diyorlar. Her halde sadece kendilerine önem verilmesini ve her yerde kendi yazılarının yayınlanmasını istiyorlar. Bu konuda hiçte "sol” dan şikayetçi olmamaları gerekir. Hemen hemen çoğu sol hareket bunların anti-Marksit yazılarına yer veriyorlar. İçeriğine bile bakmadan!

Stalin’i hem aydınlara baskı yapmaktan hem de aydınlar karşısında "şakşakçılıktan” eleştiren bay GZ, Stalin düşmanlığı o kadar ileri bir boyuta çıkmış ki, iyice saçmalamaya başlamış..

Bay GZ’nin Stalin düşmanlığı, aslında onu Hitler hayranlığına kadar götürmektedir. O, MLM bilime o kadar yabancı ki, dünyanın ilk sosyalist devleti olan SSCB’ne saldırmaktan kendini alamıyor. Sözde Stalin’e karşıymış gibi yapması, onun devrim düşmanı yüzünü gizlemeye yetmiyor.

GZ, kendi Web sitesin’de yayınlanan "İki Tür Nasyonal Sosyalizm” (25.11.2011) adlı karşı devrimci yazısında, Hitlerin nasyonal soyalizmi ile SSCB’ni aynı kefeye koymaktadır. Bu konuda aslında emperyalist tekelci burjuvaziden bolca "aferin” alıyordur, kuşkusuz. Bu yazıyı okuyunca, Alman tekelci burjuvazisinin TV kanallarında sıkca yayınlanan "dikatatör Stalin”  "belgeselleri”nden birinin pespaye kopisi gibi bir his uyandırıyor insanda.

GZ’nin 17 Ekim Sovyet Devrimi düşmanlığından bir örnek:

"XX. yüzyılın başlarında Sovyetler Birliği devletinin iddiası sosyalizmi kurmaktı. Bu devlet, 1920’li yıllarda bütün devletler gibi nasyonalist bir yol tutup 1930’lu yıllarda, Stalin’in yönetimi altında nasyonal sosyalist bir devlete dönüştü. Nasyonal sosyalist bir devletti, çünkü dünya devrimine kapılarını kapatmış ve özellikle "tek ülkede sosyalizm” teorisiyle nasyonalizmi baş köşeye koymuştu. Artık Sovyet devleti büyük Rus şovenistiydi. Sovyetler Birliği topraklarında yaşayan diğer halk ve uluslara Rus egemenliği dayatılıyor, Rus dili ve kültürü hakim kültür ilan ediliyor, Ukrayna, Baltık ve Kafkas halkları Rus kolonyalizminin baskısı altına alınıyor, bu bölgelere, Çarlık döneminde olduğu gibi kolonyalist Rus nüfusu yerleştiriliyordu. Sovyet devleti, dünya çapında da Rus devlet çıkarlarını kolluyor, Komintern’i bu devletin ulusal çıkarlarının aleti haline getiriyor, dünya devletleriyle Rus-Sovyet devletinin çıkarları doğrultusunda ittifaklara, pazarlıklara veya çatışmalara giriyordu. Kısacası, bu devleti yönlendiren, doğal olarak Rus ulusal çıkarlarından başka bir şey değildi.”

Sovyet düşmanlığında hızını alamayan küçük burjuva anarşist bozması GZ, devam ediyor:

"Bu bakımdan, Hitler’in nasyonal sosyalizmi ile Stalin’in nasyonal sosyalizmi büyük benzerlikler gösterir.”

"Keza Alman Nazi hukuk sistemiyle Sovyet nasyonal hukuk sistemi karşılaştırıldığında, Sovyet hukuk sisteminin daha insafsız olduğunu görebiliyoruz”

"Sanırım, insanlık en karanlık günlerini, bu iki nasyonal sosyalist rejimin ittifak kurup II. Dünya savaşını başlattığı yıllarda yaşamıştır.”

En sonunda, ağzındaki baklayı çıkarıyor ve bay, emperyalist burjuvazinin bile SSCB ve Stalin için söyleyemediği şeyi, savaşı Sovyet ve Hitler Almanya’sının ittifak içinde çıkardığını rahatlıkla söyleye bilmesidir. Bu açıkaç yalan ve karşı-devrimcilerin argümanlarıyla sosyalist devlete saldırmaktır.  Oysa, II. Dünya savaşının nasıl başladığı, kimin başlattığı ve esas amacın da SSCB’ni yıkmak olduğunu; bu nedenle başta İngiltere olmak üzere, Fransa ve ABD emperyalistlerinin Hitler’in Sovyetlere yönelik saldırılarını destediklerini dünya alem bilmesine karşın, bu beyni karşık devrim ve sovyet düşmanı kişiliğin bilmemesi düşünülemez. Sovyet düşmanlığında emperyalist burjuvaziye bile parmak ıstıran bu Bakuninci mürid, Alman neonazilerinden de alkış alıyordur. Bu alkış onu, mutlu ediyor olmalı ki, iki kelimesinden biri Stalin diğeri de Sovyet ve sosyalizm düşmanlığıdır.

Sovyetlere yönelik bu tür iddiaları, hangi verilere ve hangi belgelere dayandırıyor diye sorulsa, bu tür zırvaları, kendi anarşist bulanık beyninden üretiyor olması zordur. Bunları emperyalist burjuvazinin "think-tank” kuruluşlarından ödünç alıyordur. İşte anarşizmin vardığı nokta. İnsanlığın önündeki en önemli devrimi faşizm ile aynı kefeye koyan bir zihniyetin iyi bir yanı aranamaz ya da iyi niyeti ve "entellektüel bir aydın” yaftası dahi yapıştırılamaz. Yukarıda da somut örneklerini verdiğim gibi, bunlar, tarihleri boyu hep burjuvazinin hizmetinde  olmuşlardır.

Bütün dünya halkları ve hatta burjuvazinin bir kısmı, 2. Emperyalist paylaşım savaşında Stalin ve SSCB’ni, dünyayı Hitler faşiziminden kurtardığı için överken, bu hastalıklı beyin ise üzülüyor. Çünkü o, özünde, SSCB ve Stalin’e karşı Hitler faşizminin yanında –hadi, nesnel olarak diyelim- saf tutmuştur. Sahip olduğu anarşist ideoloji, onu, burjuvazinin çöplüğünde otlatmaya kadar vardırmıştır.

 Stalin ya da SSCB’nin hatalarını eksiklerini eleştirmek başka, ama işçi sınıfının tarihi devrimini Hitler faşizmi ile kıyaslamak ve hatta ondan daha gerici olarak göstermek, olsa olsa emepraylist gözü dönmüş burjuvaziye has bir olgudur. Yukarı da anarşizm ile ilgili olarak Marks, Engels ve Lenin’den de aktardığım gibi, anarşizmin vardığı ve durduğu yer burjuvazi ile aynı saftır. Onun "abartılı ve keskin” sol laflarının arkasında saklı olan emperyalist burjuvaziye hizmettir.

Bu tür devrim düşmanı yazarların yazılarını eleştirmek gerçekten de insanı zorluyor. Çünkü bunlardan piyasa da dolu. Burjuvazinin çöplüğünde bolca mevcut. Burjuvazi, işçi sınıfının bilimsel görüşlerine ve çok ağır bedeller karşılığı onun yarattığı tarihi değerlere saldırmak için, elinin altında bu tür ayamazlardan bolca bulundurmaktadır. Bazan birini bazan ise diğerini ve genel de ise hepsini "sol” adı altında piyasaya sürmektedir. Böylece işçi sınıfı üzerinde fikir bulanıklığı yaratmaya çalışmaktadır. Özelikle de "sol” görünümlü olanları burjuvazi için daha bir makbuldür.

Bu devrim düşmanı bayın emperyalist burjuvaziden ödünç aldığı sosyalizm düşmanı yalanlarına tek tek yanıt vermenin hiç bir anlamı yoktur. Buna SSCB’nin kendisi yanıt vermiştir. Buna MLM biliminin varlığı bir yanıttır. Ve işçi sınıfının devrimci mücadelesi yanıt vermektedir. Devrime ve sosyalizme karşı ve onun tarihsel değerlerine karşı bu tür uluyanlar çoktur. Burjuvazinin yazılı ve görsel basınında bolca var. Buna karşın işçi ve emekçiler, o değerlere sahip çıkmakta ve onlardan desrler çıkararak yollarına devam etmektedir.

Marksizm düşmanları, "Marksizm doğru olsaydı sosyalist devletler yaşardı” diyorlar. Sosyalist devletlerin kurulması ve bir süre yaşaması Marksizmin doğruluğunun ve bilimselliğinin kanıtıdır. Ve o ülkelerin yıkılması da, yine, Marksizmin bilimselliği ve doğruluğunun kanıtıdır. Çünkü, Marksizm sınıflar mücadelesini savunur ve sınıflar var olduğu sürece sınıf mücadelesini sürdüğünü kabul eder. Ayrıca bu mücadelede, proletaryanın tarihsel olarak eninde sonunda zaferi alacağını bilimsel olarak ortaya koyar.

Ancak, Marksizm düşmanı anarşsit ve troçkist akımların, bugüne kadar her hangi bir iktidar almaları söz konusu olmadığı gibi, burjuvaziye karşı da kararlı ve kesintisiz bir savaşımları da söz konusu olmamıştır. Onlar, tarihleri boyu, burjuvazi ile proletarya arasındaki savaşımda, burjuvazinin stepneleri olarak kalmışlar ve daha ileri gidememişlerdir. Yaklaşık son iki yüz yıllık burjuvazi-proletarya arasındaki sınıf savaşımında, tarihin bir öğretisi de bu olmuştur.

***

15.12.2011

108577

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Somut Duruma Dair Bazı Gerçekler

Gerek uluslararası planda ve gerekse yaşadığımız coğrafyada devrimci ve komünist hareket emperyalizm ve dünya gericiliğine karşı mücadelede geniş emekçi yığınların desteğine sahip değildir. Yine kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini örgütlemede ve uluslararası dayanışmayı geliştirip büyütmede de yetersizdir.

Diktatör 'Reis' çıkış arıyor ..

Malum olduğu üzere T.C.

NATO, SAVAŞ KIŞKIRTICISI BİR ODAKTIR; DERHAL DAĞITILMALIDIR!

Başını ABD’nin çektiği, emperyalist bir saldırganlık paktı olarak kurulan ve icraatlarıyla bunun gereğince davranan NATO’nun 75. Kuruluş yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen zirvede, ABD Başkanı Biden, NATO’nun: “Saldırganlığa ve saldırganlık korkusuna karşı bir kalkan yaratma umuduyla kurulduğunu” söylüyorsa da ama tarihsel gerçekler bunun külliyen kaba bir yalandan ve de arsızca bir manipüle edişten ibaret olduğunu kolayca gözler önüne serer.

Bozkurt’un anlamı (Nubar Ozanyan)

Yoksullar ve ötekiler için her yer ölüm kokan mayın tarlasına döndü. Türk olmayanların, -ötekilerin- Türkiye’de soluk alması ve yaşaması zulme dönüştü. Öteki olarak yaşamak, çalışmak, kendi ana dilinde Kürtçe, Arapça konuşmak, şarkı söylemek, yasak ve suç olan bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından bahsedilebilir mi?

Seçimler ve siyasi parti konusunda proletaryalarla sohbet

İstanbul'u kazanan türkiye'yi kazanır.

Nedir bu tayyip'in sözleriyle vücut bulan yaklaşım.

Bir hayel mi yoksa bir gerçeklik mi?

Veyahut da burjuvaların içerisinde bir insanın söyledikleri hala dört nala giden atlarıyla şehirlerin surlarını yıkabileceğini düşünen bizim insanların söylediklerinden daha gerçekçi sözler mi?

Gerçekten noelibarel politikaların en yoğun olarak hissedildiği şehirleri kazanmak türkiye'yi kazanmak mı demek?

Peki bunu böyle kabul etmek kolay mı?

DEVRİMCİ SİYASAL MÜCADELEYİ ANIN SOMUT GÜNCEL TOPLUMSAL SORUNLARI ÜZERİNDEN ÖRGÜTLEMEK.

Temel hedefleri, mevcut kurulu düzeni devrimci bir kitlesel kalkışmayla tasfiye edip, yerine sosyalist bir sistem kurmak olan devrimci sol-sosyalist ve komünist güç ve yapıların, devrimi gerçekleştirebilmeleri esasen, devrim öncesi süreci, devrimi örgütleyebilme hedefiyle ele almalarına ve bundaki performans ve başarılarına bağlıdır.

ADİL OLAMASINI BECEREMEYECEKSEK; BU SİSTEMİ YIKMAYA NE GEREK VAR Kİ?

Bugün, Devletin “üst aklı” denilen birimlerince organize edilip, şeriat özlemcisi dinci yobaz karanlık güçlerce gerçekleştirilen Sivas-Madımak vahşetinin 31. Yıl dönümü. Tam iki gün sonra da yine devletin aynı karanlık derin güçlerinin bir şekilde yönlendirdiği besbelli olan bir başka vahşetin, Erzincan-Başbağlar katliamının 31. Yıl dönümü.

BUGÜN ARTIK ÇOK DAHA AÇIK BİR HÂL ALAN ŞERİAT TEHDİDİNE KARŞI LAİKLİĞİ SAVUNMAK, SÜRECİN ÖNE ÇIKAN ACİL VE ÖNEMLİ GÖREVLERİNDENDİR.

Kendisini “Anayasal Hukuk Devleti” olarak tanımlayan bir devlet düşünün ki Anayasasında hâlâ; “Türkiye Cumhuriyeti, (…), demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” İlkesi yürürlükteyken; bu ülkede şeriat propagandası yapmak serbest olsun ve ama dayanağını mevcut Anayasa ve yasalardan alan, şeriata karşı çıkmak ve de laikliği savunmak suç olsun! 

Oy Zemano (Nubar Ozanyan)

Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.

CHP’NİN “Türkiye yüzyılı maarif modeli ”Ve kürtlerin iradesinin gaspı karşısında laisizm ve hukuk sınavı.

İslamo-faşist Erdoğan diktatörlüğünün, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile yapmaya çalıştığının, tam olarak,eğitim ve öğretim sistemininSunni İslamcı dini esasları üzerine oturtulması olduğu, daha önceki iki yazıda ve keza Kürtlerin iradesine karşı bir sömürge siyaseti olan kayyum uygulaması da bir başka yazıda özetlenmişti.

Kadro Olmak Aynı Zamanda Kendimize Karşı da Kadro Olmak Demektir

Bir kadronun ihtiyaç duyduğu nitelikler bugün sürekli ideolojik saldırı altındadır. Burjuvazi sadece protestoları, teoriyi, örgütleri değil aynı zamanda doğrudan tek tek kadroları da hedef almakta ve onları ideolojik etki yoluyla etkisizleştirmeye ya da kendi tarafına çekmeye çalışmaktadır.

Sayfalar