Cumartesi Nisan 19, 2025

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

Açlık sınırının 10 bin, yoksulluk sınırının 33 bin liraya dayandığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Diğer bir anlatımla, her geçen gün hayat pahalılığının ve işsizliğin arttığı, gelir dağılımında adaletsizliğin zirve yaptığı gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Dahası depremle birlikte ekonomik krizin yaratmış olduğu yoksulluk tablosuna, yeni acılar da eklendi. Yitirilen insanlar, sağlıksız koşullarda sürdürülen yaşamlar…

Bu tablonun yaratıcısı faşist AKP-MHP iktidarıdır. Dolayısıyla bu iktidara karşı yani açlığa, zulme, hukuksuzluğa maruz kalanların, sistem içinde de olsa daha güçlü bir şekilde itirazlarını yükseltmeleri beklentisi hakim kılındı. Bırakalım muhalefetteki burjuva kliği, ilerici güçlerin de beklentileri esas olarak bu yöndeydi. Ama gelişmeler tersi yönde oldu.

Hiç kuşkusuz, bu süreçte burjuva muhalefeti, AKP-MHP iktidarına karşı biriken öfkeyi önemli oranda arkasına aldı. Ama cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde gereken başarıyı elde edemedi.

Bu sonuç, değişimi sistem içinde arayan ve bazı sorunlarda görece daha duyarlı olan kitlelerde bir moral bozukluğuna yol açtı. Değişime olan inançlarını sarstı. Tüm bunlar sonuçlardan hareketle de olsa ortaya çıkan gerçeklerdir. Aynı zamanda bu tablo, kendi içinde bir değişkenliği de içerir.

Bu değişimi yaratmanın ilk adımı da, gericiliğin, ırkçılığın-faşizmin etkisi altında olan, kendisi gibi düşünmeyen herkesi düşman olarak gören ve toplum içindeki konumlanışını da, din, milliyet kodlarıyla belirleyen bu kitlelere ulaşmanın yollarını bulmakla olur. İşçi ve emekçilerin sınıfsal temelde konumlanışını sağlayacak sınıf bilincinin taşınmasıyla olur.

Sorunun daha iyi anlaşılması için DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikasının 2017 yılında üyeleri arasında yapmış olduğu bir anketin sonuçlarına bakalım: “Kendinizi hangi kimlikle tanımlıyorsunuz?” sorusuna işçilerin yüzde 47’si dini, yüzde 19’u milliyet, yüzde 15’i bölge, yüzde 14’ü sosyal sınıf ve geride kalan yüzde 5’i de diğer kimlikle tanımlamalarını ifade etmiştir.

Özellikle AKP-MHP faşist koalisyonunun seçim sürecinde din, hakim ulus milliyetçiliği temelinde propaganda yürütmesi rastlantı değildi. Çünkü sınıfsal ve siyasal duruştan, bilinçten yoksun olan kitleler bu propagandanın etkisi altına kolaylıkla girerler.

Bu faşist odaklar, seçim sürecinde her fırsatta Kürt düşmanlığı yaptılar. “İç ve dış düşman” tehlikesinde söz edip durdular. Oysa içerde Kürt halkına, devrimci ve devrimci-sosyalist güçlere, kadınlara, LGBTİ+lara saldıran faşist devletin kendisiydi. Dahası TC devleti bir bütün olarak bölge halklarına karşı ciddi bir tehdit oluşturmaktaydı.

Birçok ülkenin sınırları içinde konumlanan militarist güçleri, operasyonlara imza atmaktaydı. Ve ne yazık ki, geniş kitleler bu saldırgan, ırkçı, cinsiyetçi propagandanın etkisi altında. Seçim propagandaları sürecinde Hulusi Akar’ın “Vur de vuralım, öl de ölelim” diyen bir gruba yanıtı şu olmuştur; “Bekleyin, o da gelecek!” Dolayısıyla gelinen aşamada vurma, öldürme, faklı düşünenleri susturma üzerine kurulu olan bu sistemle hesaplaşmaktan başka bir yol yoktur. Anti- faşist, anti-emperyalist güçlere özgüveni kazandıracak olan da bu direnişçi ve savaşçı çizgidir.

Bu faşist koalisyon iktidarı, denetimindeki burjuva medya aracılığıyla her türlü yalana başvuruyor. Devlet teröründe sınır tanımayan faşist sistem aynı zamanda “terörizme” karşı mücadeleden söz ediyor. Sistemin “terörizm” dediği, enternasyonal proletaryanın, ezilen halklar ve ulusların haklı ve meşru mücadelesidir. Sistemin “terörizm” dediği tüm saldırılara, cinayetlere rağmen “susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” diyen kadınların ve LGBTİ+ların haklı mücadelesidir.

Proleter hareket, genel olarak seçimler ve parlamentonun sınıf mücadelesi açısından ne anlam ifade ettiğine dair düşüncelerini berrak bir şekilde ortaya koymuştur. Gelinen aşamada işçi sınıfı ve ezilenlerin güncel ve genel talepleri doğrultusunda birleşik mücadele perspektifiyle devrimci çalışmalarımızı yoğunlaştırmalıyız. Faşist diktatörlüğün seçim yoluyla değil, örgütlü yığınların devrimci eylemiyle yıkılacağının propagandasını yapmalıyız.

4965

Pusula

Pusula

Son Haberler

Sayfalar

Pusula

Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-

Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.

Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.

Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)

İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.

Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…

Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor. 

Fakir (Nubar Ozanyan)

Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.

Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı

Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin  belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.

Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!

Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.

Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama

Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.

6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.

İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”

Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR. 

Türkiye „Yarı-Sömürge“ Bir Ülke Mi? Emperyalizm Üzerine Notlar-4

Sömürge-Yarı-SömürgecilikÜzerine

Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!

Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”

KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-

Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.

Sayfalar