Perşembe Nisan 17, 2025

Faşizmden demokrasi dersleri ve aşılamayan korku! ÖZGÜR GELECEK

Devletin ve onun direksiyonundaki AKP’nin Kürt hareketiyle “barış ve müzakere” politikası “yeni evreye” girerken, buna paralel olarak zihniyet ve anlayışı bir türlü yeni evreye girememektedir.

Devlet bir yandan Abdullah Öcalan’ın hazırladığı müzakere taslağının olgunlaştırılmasına olanak sunup bunun üzerinden sürecin başlatılabileceği imajı yaratırken, diğer yandan ise Kürt hareketini atıllaştıracak ve mümkünse çürütmeye çalışacak ideolojik ve psikolojik saldırılar gerçekleştirmektedir.

Müzakere ve barışın gerçekleştirilmesi eksenindeki tartışmalara bir şey daha eşlik ediyor. O da; yaygın şekilde Kürtlerin tutuklanması ve bir şekilde sokaklara çıkılmasının engellenmesi. Bu saldırılar için kullanılan anahtar kelime ise “kamu düzeni”. TC, müzakerenin selameti için PKK’nin hareketsiz kalmasını elzem ve zorunlu görüyor. Hatta HDP heyetinin son İmralı görüşmesinde bu eksende bir açıklama yapacağını da öncesinden propaganda ettiler. Ancak yapılan açıklamada daha önceki barış gruplarının ve geri çekilmenin güvence olmaksızın pratikleşmesine dair özeleştiri çıktı. Devletin psikolojik aygıtlarının ürettiği yalanlar böylece bir anda söndü. Medya ayağında bu açıklamaya dair bir hayal kırıklığı vurgusu olsa da, sürece mecbur olmanın getirdiği bir sahiplenme durumu da yansıdı. Bu durum özellikle Kobane Serhildanı ve Kobane’nin düşmemesinin Kürt hareketi lehine yeni koşulları oluşturduğunun en açık sonuçlarından biridir. Devletin kamu düzeni vurgusunun temel nedenlerinden birisi de budur. Sokaklara taşan ve militan biçime bürünen her mücadele, TC’nin masada elinin zayıflamasına yol açmaktadır.

 

Herkesin bildiği devletin kullanmaktan bıkmadığı yollar!

Sürecin başından bugüne kadar oyalama, zaman kazanma, mücadeleyi çürütme politikası TC için ana eksen olmuştur. Ancak genel gelişmeler ve eğilim TC’nin bu politikasını esasında işlevsizleştirmiş, her yeni gelen günde daha dezavantajlı koşullarla Kürtlerle barış politikasını sürdürmek ve sahiplenmek zorunda kalmıştır.

Ancak devlet hiçbir şekilde boş durmamaktadır. Bir yandan mahkum ve mecbur olduğu süreci sürdürürken, diğer yandan Kürtler üzerindeki baskıyı artırmakta hatta Kürt hareketini dizayn ederek kelle almaya çalışmaktadır. Özellikle Kobane Serhildanı sonrası oluşan iklim onun kaldıracı olmaktadır. Bu kalkışmanın ürettiği sonuçların bir daha başına gelmemesi için adeta dişle tırnakla mücadele etmektedir. Bu kalkışma sonrası yarattığı psikolojik savaş iklimini büyük bir çabayla diri tutmaya çalışmaktadır.

Özellikle Kürt hareketinin içindeki çatlaklara oynayan bir yönelimi söz konusudur. Kobane serhildanı sonrası bu kalkışmanın özellikle Kürt hareketi tarafından sahiplenilmesinde gösterilen zayıf duruşun ve kafa karışıklığının içerdeki çizgi ayrımlarından kaynaklandığı açıktır. Kürt hareketi içinde masa başı diplomasisini ve meclisi öncelik gören, devletin psikolojik tehditlerinin fazlasıyla etkisinde kalıp sokak eylemlerine sürece zarar verme gerekçesiyle mesafeli duran bir damar söz konusudur. Onlarca yurtseverin katledilmesine rağmen ve devamında Selahattin Demirtaş’a yönelik devletin yoğun ve sistemli suçlamaları ve baskıları yeterli düzeyde karşılanamaması bu damarın yarattığı kafa karışıklığından kaynaklanmaktadır. Bu durumu bizzat Selahattin Demirtaş’ta açık bir sitemle ifade etmiştir. Devletin bu çatlağın muhtevasına hakim olduğu ve buradan yüklenmeye devam ettiği görülmektedir.

 

Demokrasi retoriğiyle faşizmi yeniden üretmek!

Son olarak kamu güvenliğini sağlama amaçlı iç güvenlik yasa taslağı ile polisin ve mahkemelerin yetkilerini genişleten yasal düzenlemelere dair tartışmalar bu durumun açık göstergesidir. Selahattin Demirtaş Bugün gazetesine verdiği röportajda, “bu düzenlemenin anti demokratik olduğunu, meclisten geçmemesi için kıyameti koparacaklarını çıkması halinde ise mitinglerle, demokratik eylemlerle sokaklara çıkarak yasayı engelleyip değiştireceklerini” ifade etmiştir. Bu açıklama üzerine R. T. Erdoğan’dan, Ahmet Davutoğlu’na, ilgili bakanlardan Cemil Çiçek’e kadar devletin en üst kademelerinde ve medyada yoğun bir saldırı kampanyası başlatılmıştır.

Bu cenah “sokak, eylem” kelimelerini Kobane Serhildanı benzeri çağrı diye kodlayarak “dökülecek tek damla kanın sorumlusu Demirtaş’tır”, “Bu yaklaşım demokratik siyasetten uzaklaşmaktır”, “Müzakere sürecinin ruhuna aykırıdır”, “meclis yerine şiddete çağrıdır”, “paralel yapıyla işbirliği içinde süreci sabote etme gayreti söz konusu” gibi tam faşist zihniyetin korku ve endişelerine uygun bir tavır sergilenmiştir. Bu eksende özellikle Demirtaş’a ve Kobane serhildanına yönelik bir saldırı dalgası başlatılmıştır. Bu saldırının birçok nedeni vardır.

Birincisi, devletin ve AKP’nin demokrasi algısıyla ilgilidir. Onların demokrasi algısı sadece sandıktır. Halk dört yılda bir sandığa gidecek temsilcilerini seçecek ve meclis çalışmalarından çıkacak sonuç ne olursa olsun kaderine boyun eğecektir. Demokrasi meselesini algılayışları bu şekildedir. Onun ötesinde örgütlenerek, sokağa çıkarak yürütülecek hak ve özgürlük mücadelesi devletin bekaasına tehdittir. Hele de bunun militan ve devletin zor aygıtını işlevsiz kılacak biçimlere bürünmesi katletme, yok etme gerekçesidir. Demirtaş’ın barışçıl, legal çerçeve içinde tanımladığı mücadele eksenine saldırmalarının bir nedeni, bu ideolojik şekilleniş ve tutumdur.

İkincisi, Kobane Serhildanı’nın yarattığı korku ve endişedir. Devlet hala 6-8 Ekim kabusunun etkilerini üzerinden atabilmiş değildir. Kürt hareketinin kitle, sokak, eylem, vs. kelimelerini dillendirmeleri onlara Kobane Serhildanı’nı anımsatmakta ve endişelerini artırmaktadır. Demirtaş’ın açıklamalarına karşı güçlü ve gerici kampanyalarının nedeni bu eksende ön almaktır.

Üçüncüsü, Kürtlere ve tüm demokratik kamuoyuna açıktan ve en üst düzeyden tehdittir. Bu çağrıyı, “ölüm ve akacak kandan sorumlu” tutmak aslında olursa böyle eylemler “öldürürüz, kan akıtırız” tehdididir.

Dördüncüsü, Kürtlerin gerçekten sonuç alan mücadele biçimlerinden birisinden uzaklaştırma amaçlıdır. Kürtleri masa başı ve meclis ekseninde bürokratik ve sınırlı bir mücadele alanına hapsetmek, kitlelerin sürece dahil olmasını engellemek ve denklemin dışına çıkmasını sağlamaktır.

Beşincisi ise Kürt hareketi içinde var olan çelişkileri bu şekilde bir saldırı ile kamuoyu oluşturup büyütmek ve mümkünse Kobane Serhildanı’nda sorumluluğunu simgesel olarak yükledikleri kişilerin etkinliğini kırmaktır. Selahattin Demirtaş’ın bu gerici ve faşist kampanyanın hedefine konmasının nedeni budur. Selahattin Demirtaş nezdinde Kobane Serhildanı ve bunun bir daha tekrar edilmemesi üzerine kurulu bir zayıflatma ve güçten düşürme esas hedeftir. Demirtaş’ın sürece zarar verdiği, onun varlığının işlerin hızlı ilerlemesini engelleyeceğine dair bir operasyon söz konusudur. Bu şekilde içerdeki çelişkileri büyütmek ve bu şekilde bir kelle almak istemektedirler.

Altıncısı ve daha tali olan ise Demirtaş’ın özellikle R. T. Erdoğan’ın 17-25 Aralık operasyonunda açığa çıkan kirli çamaşırlarının üzerine gitmesi ve bunu görmezden gelme tavrına girmemesidir. Bunun özellikle Erdoğan ve çevresi tarafından öfkeyle karşılandığı ve rahatsızlık uyandırdığından şüphe duymamak gerekir. Özel ve öfkeli yönelimin bir nedeni de budur.

 

Olamaz olmaz deme, “ya tutarsa”!

Ancak bu saldırı kampanyasının istenen sonucu üretmeyeceği açıktır. Demirtaş Kürt hareketi tarafından sahiplenilmiştir. Bu sahiplenme kuşkusuz Demirtaş nezdinde değildir, ortaya çıkan yeni ve güçlü zemini oluşturan koşulları neyin sağladığına dair bir kavrayışın oluşmasıdır. Kobane Serhildanı sonrası ortaya çıkan mahkum ve mahcup yaklaşımın ağırlığının atılmaya başlandığının göstergesidir. Bu durum kuşkusuz devleti biraz daha hırçın kılmaktadır. “Cömert” bir biçimde müzakere ve barış görüşmeleri yapılırken hala sokak ve eylem söylemleri karşısında öfkelidir. Devlet Kürtlerin lehine oluşan yeni zemini zehirlemek, onların başının üzerinden faşizmin kılıcını istediği gibi sallandırmak istemektedir. Bu eksende güvenlik eksenli yeni düzenlemelere müzakere ve barış görüşmeleri karşılığında boyun eğmelerini istemektedir.

Müzakere yürütülürken Kürtlerin zindanlara tıkılması, öldürülmesi, sokakları unutması istenmektedir. Bu koşullar onun kendini daha güvende hissetmesine süreci istediği gibi yönetmesine en uygun zemini sağlayacak. Devletin bu süreçte kirli hesapları ve Kürtleri zayıf düşürme operasyonları çeşitli biçim ve kılıflarda, en küçük boşluk ve çatlaklardan sızarak devam edeceğe benziyor. Kürt sorununun gerçekliği ve özü karşısında meseleyi yüzeyselleştirecek ve esastan koparacak yapay gündemler ve bu eksende saldırılar da sürekli olacaktır. Kuşkusuz bunları yaparken kendi öz değerlerini, temel anlayış ve tutumunu da sürekli diri tutup hatırlatacaktır. Son saldırı kampanyasında meseleyi köpürterek bir yanıyla yapaylaştırması faşist tutumuna yönelik can suyu takviyesi de olmuştur.

80300

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Partizan'dan

Güzel insanların ardından kurulan her cümle yetersizdir…(İsmail Cem Özkan)

Şimdi anıları olanlar hemen anılarını paylaşmayacak, zamanı gelince yazarlar ya da anı kitabı yapılacaksa oraya bir kaç kelime bırakacaklardır ama popüler olanı yapacaklar yani varsa birlikte çektikleri/ çekildikleri fotoğraflarını paylaşacaklar...

Turan Eser benim geçmişi (artık geçmiş oldu, zamanda üzerine eklenince) uzun bir sancılı dönemin dostluğuna dayanıyor...

Emperyalizm Üzerine Notlar-6

 

13-15 Eylül 2024   ICOR Uluslararası “Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” Semineri 1.  Gün

Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.

Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.

Erdoğan ve cumhur ittifakı’nın hazırlıkları iç savaş odaklıdır!

İçinden geçilmekte olan sürecin bu ayırt edici özelliği, rejimin ne kadar da kırılgan bir durumda olduğunun, çıplak bir ifadesi olarak da okunabilir elbet.

Serdareme, Caneme, Hevaleme…

Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.

Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?

Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?

Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir

Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?

Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.

Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)

Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.

Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.

Vitrin olma kız... vitrin olma...

Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...

Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...

ne kadar güzel olurdu...

mecliste, belediye başkanlıklarında bir...

Öyleyse.... öyleye...

Hayeller.... söylemler...

Kitleler...

yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...

Gerçekler ise....

Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..

Hemi... hemi...

hayat bu... gerçeklik bu ise...

Şeriat ve kadın

Tüm  kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale  geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve  keza “9.

Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi

Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.

Sayfalar