Faşizmden demokrasi dersleri ve aşılamayan korku! ÖZGÜR GELECEK

Devletin ve onun direksiyonundaki AKP’nin Kürt hareketiyle “barış ve müzakere” politikası “yeni evreye” girerken, buna paralel olarak zihniyet ve anlayışı bir türlü yeni evreye girememektedir.
Devlet bir yandan Abdullah Öcalan’ın hazırladığı müzakere taslağının olgunlaştırılmasına olanak sunup bunun üzerinden sürecin başlatılabileceği imajı yaratırken, diğer yandan ise Kürt hareketini atıllaştıracak ve mümkünse çürütmeye çalışacak ideolojik ve psikolojik saldırılar gerçekleştirmektedir.
Müzakere ve barışın gerçekleştirilmesi eksenindeki tartışmalara bir şey daha eşlik ediyor. O da; yaygın şekilde Kürtlerin tutuklanması ve bir şekilde sokaklara çıkılmasının engellenmesi. Bu saldırılar için kullanılan anahtar kelime ise “kamu düzeni”. TC, müzakerenin selameti için PKK’nin hareketsiz kalmasını elzem ve zorunlu görüyor. Hatta HDP heyetinin son İmralı görüşmesinde bu eksende bir açıklama yapacağını da öncesinden propaganda ettiler. Ancak yapılan açıklamada daha önceki barış gruplarının ve geri çekilmenin güvence olmaksızın pratikleşmesine dair özeleştiri çıktı. Devletin psikolojik aygıtlarının ürettiği yalanlar böylece bir anda söndü. Medya ayağında bu açıklamaya dair bir hayal kırıklığı vurgusu olsa da, sürece mecbur olmanın getirdiği bir sahiplenme durumu da yansıdı. Bu durum özellikle Kobane Serhildanı ve Kobane’nin düşmemesinin Kürt hareketi lehine yeni koşulları oluşturduğunun en açık sonuçlarından biridir. Devletin kamu düzeni vurgusunun temel nedenlerinden birisi de budur. Sokaklara taşan ve militan biçime bürünen her mücadele, TC’nin masada elinin zayıflamasına yol açmaktadır.
Herkesin bildiği devletin kullanmaktan bıkmadığı yollar!
Sürecin başından bugüne kadar oyalama, zaman kazanma, mücadeleyi çürütme politikası TC için ana eksen olmuştur. Ancak genel gelişmeler ve eğilim TC’nin bu politikasını esasında işlevsizleştirmiş, her yeni gelen günde daha dezavantajlı koşullarla Kürtlerle barış politikasını sürdürmek ve sahiplenmek zorunda kalmıştır.
Ancak devlet hiçbir şekilde boş durmamaktadır. Bir yandan mahkum ve mecbur olduğu süreci sürdürürken, diğer yandan Kürtler üzerindeki baskıyı artırmakta hatta Kürt hareketini dizayn ederek kelle almaya çalışmaktadır. Özellikle Kobane Serhildanı sonrası oluşan iklim onun kaldıracı olmaktadır. Bu kalkışmanın ürettiği sonuçların bir daha başına gelmemesi için adeta dişle tırnakla mücadele etmektedir. Bu kalkışma sonrası yarattığı psikolojik savaş iklimini büyük bir çabayla diri tutmaya çalışmaktadır.
Özellikle Kürt hareketinin içindeki çatlaklara oynayan bir yönelimi söz konusudur. Kobane serhildanı sonrası bu kalkışmanın özellikle Kürt hareketi tarafından sahiplenilmesinde gösterilen zayıf duruşun ve kafa karışıklığının içerdeki çizgi ayrımlarından kaynaklandığı açıktır. Kürt hareketi içinde masa başı diplomasisini ve meclisi öncelik gören, devletin psikolojik tehditlerinin fazlasıyla etkisinde kalıp sokak eylemlerine sürece zarar verme gerekçesiyle mesafeli duran bir damar söz konusudur. Onlarca yurtseverin katledilmesine rağmen ve devamında Selahattin Demirtaş’a yönelik devletin yoğun ve sistemli suçlamaları ve baskıları yeterli düzeyde karşılanamaması bu damarın yarattığı kafa karışıklığından kaynaklanmaktadır. Bu durumu bizzat Selahattin Demirtaş’ta açık bir sitemle ifade etmiştir. Devletin bu çatlağın muhtevasına hakim olduğu ve buradan yüklenmeye devam ettiği görülmektedir.
Demokrasi retoriğiyle faşizmi yeniden üretmek!
Son olarak kamu güvenliğini sağlama amaçlı iç güvenlik yasa taslağı ile polisin ve mahkemelerin yetkilerini genişleten yasal düzenlemelere dair tartışmalar bu durumun açık göstergesidir. Selahattin Demirtaş Bugün gazetesine verdiği röportajda, “bu düzenlemenin anti demokratik olduğunu, meclisten geçmemesi için kıyameti koparacaklarını çıkması halinde ise mitinglerle, demokratik eylemlerle sokaklara çıkarak yasayı engelleyip değiştireceklerini” ifade etmiştir. Bu açıklama üzerine R. T. Erdoğan’dan, Ahmet Davutoğlu’na, ilgili bakanlardan Cemil Çiçek’e kadar devletin en üst kademelerinde ve medyada yoğun bir saldırı kampanyası başlatılmıştır.
Bu cenah “sokak, eylem” kelimelerini Kobane Serhildanı benzeri çağrı diye kodlayarak “dökülecek tek damla kanın sorumlusu Demirtaş’tır”, “Bu yaklaşım demokratik siyasetten uzaklaşmaktır”, “Müzakere sürecinin ruhuna aykırıdır”, “meclis yerine şiddete çağrıdır”, “paralel yapıyla işbirliği içinde süreci sabote etme gayreti söz konusu” gibi tam faşist zihniyetin korku ve endişelerine uygun bir tavır sergilenmiştir. Bu eksende özellikle Demirtaş’a ve Kobane serhildanına yönelik bir saldırı dalgası başlatılmıştır. Bu saldırının birçok nedeni vardır.
Birincisi, devletin ve AKP’nin demokrasi algısıyla ilgilidir. Onların demokrasi algısı sadece sandıktır. Halk dört yılda bir sandığa gidecek temsilcilerini seçecek ve meclis çalışmalarından çıkacak sonuç ne olursa olsun kaderine boyun eğecektir. Demokrasi meselesini algılayışları bu şekildedir. Onun ötesinde örgütlenerek, sokağa çıkarak yürütülecek hak ve özgürlük mücadelesi devletin bekaasına tehdittir. Hele de bunun militan ve devletin zor aygıtını işlevsiz kılacak biçimlere bürünmesi katletme, yok etme gerekçesidir. Demirtaş’ın barışçıl, legal çerçeve içinde tanımladığı mücadele eksenine saldırmalarının bir nedeni, bu ideolojik şekilleniş ve tutumdur.
İkincisi, Kobane Serhildanı’nın yarattığı korku ve endişedir. Devlet hala 6-8 Ekim kabusunun etkilerini üzerinden atabilmiş değildir. Kürt hareketinin kitle, sokak, eylem, vs. kelimelerini dillendirmeleri onlara Kobane Serhildanı’nı anımsatmakta ve endişelerini artırmaktadır. Demirtaş’ın açıklamalarına karşı güçlü ve gerici kampanyalarının nedeni bu eksende ön almaktır.
Üçüncüsü, Kürtlere ve tüm demokratik kamuoyuna açıktan ve en üst düzeyden tehdittir. Bu çağrıyı, “ölüm ve akacak kandan sorumlu” tutmak aslında olursa böyle eylemler “öldürürüz, kan akıtırız” tehdididir.
Dördüncüsü, Kürtlerin gerçekten sonuç alan mücadele biçimlerinden birisinden uzaklaştırma amaçlıdır. Kürtleri masa başı ve meclis ekseninde bürokratik ve sınırlı bir mücadele alanına hapsetmek, kitlelerin sürece dahil olmasını engellemek ve denklemin dışına çıkmasını sağlamaktır.
Beşincisi ise Kürt hareketi içinde var olan çelişkileri bu şekilde bir saldırı ile kamuoyu oluşturup büyütmek ve mümkünse Kobane Serhildanı’nda sorumluluğunu simgesel olarak yükledikleri kişilerin etkinliğini kırmaktır. Selahattin Demirtaş’ın bu gerici ve faşist kampanyanın hedefine konmasının nedeni budur. Selahattin Demirtaş nezdinde Kobane Serhildanı ve bunun bir daha tekrar edilmemesi üzerine kurulu bir zayıflatma ve güçten düşürme esas hedeftir. Demirtaş’ın sürece zarar verdiği, onun varlığının işlerin hızlı ilerlemesini engelleyeceğine dair bir operasyon söz konusudur. Bu şekilde içerdeki çelişkileri büyütmek ve bu şekilde bir kelle almak istemektedirler.
Altıncısı ve daha tali olan ise Demirtaş’ın özellikle R. T. Erdoğan’ın 17-25 Aralık operasyonunda açığa çıkan kirli çamaşırlarının üzerine gitmesi ve bunu görmezden gelme tavrına girmemesidir. Bunun özellikle Erdoğan ve çevresi tarafından öfkeyle karşılandığı ve rahatsızlık uyandırdığından şüphe duymamak gerekir. Özel ve öfkeli yönelimin bir nedeni de budur.
Olamaz olmaz deme, “ya tutarsa”!
Ancak bu saldırı kampanyasının istenen sonucu üretmeyeceği açıktır. Demirtaş Kürt hareketi tarafından sahiplenilmiştir. Bu sahiplenme kuşkusuz Demirtaş nezdinde değildir, ortaya çıkan yeni ve güçlü zemini oluşturan koşulları neyin sağladığına dair bir kavrayışın oluşmasıdır. Kobane Serhildanı sonrası ortaya çıkan mahkum ve mahcup yaklaşımın ağırlığının atılmaya başlandığının göstergesidir. Bu durum kuşkusuz devleti biraz daha hırçın kılmaktadır. “Cömert” bir biçimde müzakere ve barış görüşmeleri yapılırken hala sokak ve eylem söylemleri karşısında öfkelidir. Devlet Kürtlerin lehine oluşan yeni zemini zehirlemek, onların başının üzerinden faşizmin kılıcını istediği gibi sallandırmak istemektedir. Bu eksende güvenlik eksenli yeni düzenlemelere müzakere ve barış görüşmeleri karşılığında boyun eğmelerini istemektedir.
Müzakere yürütülürken Kürtlerin zindanlara tıkılması, öldürülmesi, sokakları unutması istenmektedir. Bu koşullar onun kendini daha güvende hissetmesine süreci istediği gibi yönetmesine en uygun zemini sağlayacak. Devletin bu süreçte kirli hesapları ve Kürtleri zayıf düşürme operasyonları çeşitli biçim ve kılıflarda, en küçük boşluk ve çatlaklardan sızarak devam edeceğe benziyor. Kürt sorununun gerçekliği ve özü karşısında meseleyi yüzeyselleştirecek ve esastan koparacak yapay gündemler ve bu eksende saldırılar da sürekli olacaktır. Kuşkusuz bunları yaparken kendi öz değerlerini, temel anlayış ve tutumunu da sürekli diri tutup hatırlatacaktır. Son saldırı kampanyasında meseleyi köpürterek bir yanıyla yapaylaştırması faşist tutumuna yönelik can suyu takviyesi de olmuştur.
Son Haberler
Sayfalar

Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?
Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.
Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)
Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)
Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.

Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)
Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.

Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)
Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)
Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.

Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)
Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.

Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi
İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.

Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç
Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.
Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:

Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...
Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor.
Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:
“Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)

Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)
Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.
Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.