Cumartesi Nisan 19, 2025

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Annem yetmişli yılların baslarında devrimci hareketin önderlerinden Mahir Çayan’ın yaralı, Hüseyin Cevahir’in ise katledildiğinde “talebeleri öldürdüler, onlar çok akıllı insanlar' der hayıflanıp dururdu. Deniz Gezmiş’ler yakalandığında da aynı yakınmaları, sızlanmalar gösteriyordu. Mahirlerin Kızıldere de katlinde, Denizlerin idamında Erzincan lisesinde faşistlerle kavgamızı öğrendiğinde hiç paniklememiş, yalnızca  “dikkatli olmamızı” söylemişti. Çalıştırdığımız lise kantinin elimizden yönetimce alınmasına üzülmüştü, ama bizi desteklemişti. Her zaman devrimcilerin yanında olmuştu. Ben İstanbul’a gittiğimde her Anne-Babanın söylediklerini söylediler. 1974 sonlarına doğru Erzincan’a Ailemi görmeye geldiğimde; Erzincan’da Devletin, Emniyet müdürünün ve Kontur-gerillanın önceden planladığı, organize ettiği olaylar başlamıştı. Ortam alabildiğine gergindi. "Komünistlerin, Alevilerin Camileri yakacağı, olay çıkaracakları" yaygın halde propaganda ediliyordu. Kirli provokasyon kokusu yayılıyordu. Devrimcilerde yayılan kirli kokunun hayra alamet olmadığının farkındaydı. Devrimci örgütlerde ona uygun önlem alıyordu. Bende Erzincan’da faaliyet yürüten devrimcilere ve alınan önlemlere ve çalışmalara yardımcı oluyordum. Sümerler Ortaokulunda, karşı-devrimci faşistler organize saldırı planının ilk ayağını başlatarak; devrimci, demokrat ve Alevi gençlere karşı saldırı düzenledi. Olaylara bizde karıştık, tutuklandık.

 Gözaltına alındığımızı duyan Annem, Babam ve devrimciler bize destek amaçlı bir araya gelerek bir gösteri, protesto yaparlar. Annem hızını alamaz küfürleri yanında, Emniyeti taşlar, zar zor sakinleştirilir. Devrimci dayanışma ve sahiplenme bizim serbest bırakılmamızı sağladı. Annem koruma duygusuyla bir taraftan bağırıp-çağırıp küfürler ediyor, beri taraftan bize bir şey olup olmadığını yokluyordu. İlk defa Annemi bu kadar hırslı ve öfkeli görüyordum. Evlatlarını ne olursa olsun savundu. Koruyup kollamak istedi. Annemin duruşu beni o kadar çok etkiledi ki; duruşumu, direncimi, devrimci mücadeleye inancımı daha da perçinlemişti. Annemin duruşuyla gurur duyuyordum. Bütün arkadaşlarım ve devrimcilerde Anneme gıpta ediyordu. Annem artık benim değil, bütün devrimcilerin annesi olmuştu.

 Erzincan'da gerginlik hat safhaya çıkmıştı. Bütün devrimciler önlemler alıyor, gelebilecek faşist saldırılara karşı direnişi konuşuyordu. Ben İstanbul’a geri dönmeyi bir süre erteledim. 1975 Ocak başlarıydı. Bir Pazar günü Mit ve Kontranın organize ettiği plan, MHP'li sivil faşistlerle birlikte uygulamaya kondu. Toplu katliam saldırısı başlatıldı. Devlet Hastanesi ve Erenler Taksi durağı önünde başlatılan Irkçı faşist saldırı binleri buluyordu. Karşılarında hazırlıksız yakalanmış Abim, iki arkadaşı ve Erenler taksi çalışanları vardı.  Erzincan'da ok yaydan çıkmıştı. Olaylar planladığı şekilde başlatılmıştı! Faşizm resmi, sivil tüm güçlerini harekete geçirerek saldırdı, katliam yapmak istiyorlardı. Saatler suren karşı direnişimize, geri püskürtmelerimize karşın, yeniden Polis-Ordu destekli saldırılar yapılıyordu.

Sunu söylemeliyim ki; Erzincan da Alevi halkı direnişimize destek ve güç vermedi. İyi bir sınav göstermedi. Korkak, umursamaz, bana ne tavrına girdi. Üç günlük direnişimiz sonucu katliam önlenmiş, faşizmin derin planları suya duşmuş, bozulmuştu. İlk gün büyük tahribat alan Alevilerin bir kısmı, bizlerle birlikte direnişe katilmiş onurluca direniş göstermişti. Bu direnişte Babamın, Annemin taş atışları bizimle olmaları anlamlıydı. Olayların dördüncü günü Anneme gitmem gerektiğini açıkladım. Aynen şu cevabı verdi bana; "Sütüm helal olsun sana oğul, bildiğin doğru yolda git. Hazreti Ali yardımcın olsun" dedi. Ve tandıra ekmek atmaya durmaksızın devam etti. Dönüp yüzüme bakmıyordu, ağladığını görmeyeyim diye! Annemi sıkıca tutup boynuna sarıldım elini öptüm, kendisiyle vedalaştım.

 Annem gözyaşlarını yağmur gibi dökerken; ben gözükmeyen gözyaşlarımı gizli gizli yüreğimin derinliklerine akıttım. Babam sesiz, durgun öylece beni süzdü; "Git oğlum git, seni buralara yar etmezler" dedi; sarılıp öpüştük vedalaştık. "Yolunuz açık olsun, kendine dikkat et" dedi.

 Aradan gecen yıllar bizlerde hızlı değişim dönüşüm yaratıyordu. Biz 1976’nın Ocak ayında yakalanmış ağır işkenceler görmüştük. Annem bir kere daha Kadın ve Annelik yüreğini ortaya koymuştu. Bizleri sahiplenmiş destek vermişti.

 Erzincan da devrimcilerin yaptığı bir protesto mitinginde konuşmacı olur. Bizlere yapılan işkenceleri anlatır. Aynı zamanda Devletin polisine, emniyetine veryansın eder. Söver sayar. Gururlanır yaptıklarıyla. Yoldaşlarına ayrılık sonrası sahip çıkar, destek verir.

 Her şeyi göze alarak fedakârlıklar yapar. Yoldaşlarının yakalanmaması için, Kadın elbisesi giydirerek operasyon dışına at arabasıyla çıkmalarına yardım eder. Musa Uçar’la, Hasan Cançotek'le, Sekterle, Ali Mete’yle, Veysel Uyar'la, Ali Uçar’la, Sarı Silo'yla, Göçmen'le, Aliyavuz Çengeloğlu'yla daha sayamadığım arkadaşlarımla yoldaş olur, sırdaş olur. Onların faaliyetlerine destek verir. Yakınıp sızlanmaz. Seve seve evini, yüreğini yoldaşlarına sonsuzca acar. Parti bizi zindan da kaçırmıştı. Uzun yıllar dağda gerilla örgütlenmesi, Parti çalışmaları yürütülüyordu. Erzincan'dan Dersime dönen Ali Uçar Ailemin benimle görüşmek istediğini bana iletti. Önceleri görüşmeyi ret etmiştim. Israra dayanamadım görüşmeyi kabul ettim. Munzur dağlarının öte yakasına uzun bir yolculuk sonrası vardık. Uzun yıllar Erzincan'a gitmemiştim. Munzur dağlarının doruklarında birçok kere çıkıp doğduğum, büyüdüğüm, taşına toprağına hasret kaldığım güzel Erzincan’a doya doya bakmıştım. Ama ilk defa Caferli üzerinden Erzincan topraklarına ayak basıyordum. Annem,  Babam ve kardeşlerimle Gamarik köyünde buluştuk. Aradan gecen zamanın hasretini, özlemini, acılarını, sevinçlerini bir saate sığdırarak doya doya görüştük Annemin, Babamın, kardeşlerimin gözyaşlarını, hüzünlerini yüreğimin derinliklerine gömerek onlardan ayrıldık.

Biz Munzur dağlarına; Annem Babam, kardeşlerim Erzincan ovasına yola çıktık. Munzur’un doruklarında Dersim'e varmak üzere Askeri jetler, helikopterler hareketli halde etrafı kolaçan ediyorlardı. 12 Eylül 1980 akşamüstü Radyo'yu açtığımızda Askeri faşist darbenin yapıldığını duymuş olduk. Gerekli tedbirimizi almış yolumuza devam ediyorduk.

O gün iyi ki Annemle, Ailemle görüştüm dedim. Devrimciler biraz taş yürekli bilinirdi. Ama gerçek hiçte öyle değildi. Ailemizi kardeşlerimizi, ezilen halkımızı her şeyden çok seviyorduk, değer veriyorduk, onlar için her türlü fedakârlığı yapıyorduk, canımızı onların kurtuluşu ve özgürlüğü için seve seve feda etmeye hazırdık ve de veriyorduk. Her şeye rağmen yaşamayı, yaşatmayı esas alıyorduk.

Artık; ferman faşizmin, Askeri faşist diktatörlüğün, dağlar ise bizimdi! Zulüm Türkiye ve Kürdistan’da artık kol geziyor, katliamlar düzenliyor, on binleri işkencede geçiriyor, zindanlara tıkıyordu. Milyonlarca kadın, erkek genç yaşlı fişlendi, korkutuldu, sindirildi.

Partinin, bizim tek bir görevimiz vardı. Onurluca faşizme karşı direnmek, Devrimi geliştirmek, güçlendirmek örgütlemekti.

 Gelenek için sunu başı dikçe söyleyebilirim; Türkiye’de ve Kürdüstan’da onurluca savaşan, direnen ayakları titremeyen duruş gösterdi. Seksen, seksen bir, seksen ikide faşizmin yüz binleri bulan ordularına meydan okudu. Kayıplar verdirdi. Faaliyetlerini aksatma bir yana daha da derli toplu hale getirdi.

 Türkiye devrimci hareketi ve de Kürt hareketleri kısa zamanda yenilgi aldı, merkezi işlerliklerini yitirdiler. Kaypakkaya geleneği faşizme meydan okuyarak; Parti ikinci Konferansını zaferle taçlandırdı. Merkezi yapısını yeniledi, pekiştirdi. Ülke çapında faaliyetlerini kayıp ve debelenmelere karşın, korudu ve yürüttü.

 Bu dönem ben dağda faşizme karşı en meşru savunmamız olan gerillaydım. Gerilla örgütlenmesi içerisindeydim. Annem ise Askeri faşist diktatörlük tarafından gözaltına alinmiş bin bir eziyet, aşağılama, korku verme dâhil, zulüm görmüştü. Tutuklanarak Askeri faşist diktatörlüğünün zindanlarına tıkıldı. Devrimcilerle, yoldaşlarıyla yüzleştirildi. 4 Ay’ı aşkın faşizmin zindanlarında esir tutuldu. Ali Mete’ye, Binali'ye Aliyavuz’a mahpusluk arkadaşı oldu.

 1987’de Annemle Avrupa'da buluştuğumda beni tanıyamadı. Bizde korkudan bir süre söyleyemedik. Sürekli beni bana sordu durdu. Ömrümün belki de en dramatik, acı ve hüznünü yaşıyordum. Gizlediğim gözyaşlarım içimden yüreğime kan olarak akıyordu. Hepimiz bedeller ödemiştik tüm halkımız bedeller ödemişti. Amma bazılarımıza ağır mı ağır bedeller ödetilmişti. Bunu kelimelerle ifade etmem çok zor.

Ben, Hasan olduğumu söylediğimde; sok yaşıyordu Annem. Ne yapacağını bilmiyordu. Bir taraftan ağlıyor, gözyaşları döküyor beri taraftan ellerimi sıkıca tutuyordu. Ellerimi bırakıp, yüzümü, gözümü, saçlarımı okşuyordu. Yani saatlerce ne yapacağını bilmiyordu. Bende şaşkınlaşmış ne yapacağımı bilmiyordum. Bu şaşkınlığımız, acılarımız yerini; görüşme, buluşma sevinç gözyaşlarına bırakmıştı.

Ayrılığımız kadar buluşmamızda bizi derinden sevinç hüznüne boğmuştu. Bizim için sevinçte hüzünde birlikte yaşanıyordu İkisine de yüreklerimiz bağışıklık kazanmıştı. Hangisi sevinçti, hangisi hüzündü bizim için fark etmiyordu.

 

Ben artık yıllar sürecek sürgündüm. Faşizm beni doğduğum topraklarımdan, Vatanımdan uzak düşürmüştü. Ülkemin bağımsızlığa, özgürlüğe ve demokrasiye kavuşması; Özgür vatan olması için her şeye katlanacaktık. "Acıyı Bal Eyleyecektik." Annemi her zaman; Kadın durusuyla, Anne yüreğiyle, devrimciliğiyle, 12 Eylül zindanında acili yüreğini bize ortak edişiyle, Ayrıca; "Hâkim beg ne bilek, BİZ TİKKO'cuyuk, SOSYALİSTİK. BİZE ÇOÇUGLAR BÖYLE BEGLETTİLER, BİZ BÖGLE BELLEDİK" deyişinle her. 18 Mayıs’ta, yoldaşın Kaypakkaya'yla birlikte anacağım. Sen benim gururum, onurumsun…. Oğlun Hasan Aksu.

108490

Son Haberler

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Güzel insanların ardından kurulan her cümle yetersizdir…(İsmail Cem Özkan)

Şimdi anıları olanlar hemen anılarını paylaşmayacak, zamanı gelince yazarlar ya da anı kitabı yapılacaksa oraya bir kaç kelime bırakacaklardır ama popüler olanı yapacaklar yani varsa birlikte çektikleri/ çekildikleri fotoğraflarını paylaşacaklar...

Turan Eser benim geçmişi (artık geçmiş oldu, zamanda üzerine eklenince) uzun bir sancılı dönemin dostluğuna dayanıyor...

Emperyalizm Üzerine Notlar-6

 

13-15 Eylül 2024   ICOR Uluslararası “Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” Semineri 1.  Gün

Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.

Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.

Erdoğan ve cumhur ittifakı’nın hazırlıkları iç savaş odaklıdır!

İçinden geçilmekte olan sürecin bu ayırt edici özelliği, rejimin ne kadar da kırılgan bir durumda olduğunun, çıplak bir ifadesi olarak da okunabilir elbet.

Serdareme, Caneme, Hevaleme…

Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.

Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?

Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?

Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir

Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?

Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.

Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)

Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.

Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.

Vitrin olma kız... vitrin olma...

Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...

Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...

ne kadar güzel olurdu...

mecliste, belediye başkanlıklarında bir...

Öyleyse.... öyleye...

Hayeller.... söylemler...

Kitleler...

yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...

Gerçekler ise....

Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..

Hemi... hemi...

hayat bu... gerçeklik bu ise...

Şeriat ve kadın

Tüm  kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale  geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve  keza “9.

Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi

Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.

Sayfalar