Çarşamba Nisan 23, 2025

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Annem yetmişli yılların baslarında devrimci hareketin önderlerinden Mahir Çayan’ın yaralı, Hüseyin Cevahir’in ise katledildiğinde “talebeleri öldürdüler, onlar çok akıllı insanlar' der hayıflanıp dururdu. Deniz Gezmiş’ler yakalandığında da aynı yakınmaları, sızlanmalar gösteriyordu. Mahirlerin Kızıldere de katlinde, Denizlerin idamında Erzincan lisesinde faşistlerle kavgamızı öğrendiğinde hiç paniklememiş, yalnızca  “dikkatli olmamızı” söylemişti. Çalıştırdığımız lise kantinin elimizden yönetimce alınmasına üzülmüştü, ama bizi desteklemişti. Her zaman devrimcilerin yanında olmuştu. Ben İstanbul’a gittiğimde her Anne-Babanın söylediklerini söylediler. 1974 sonlarına doğru Erzincan’a Ailemi görmeye geldiğimde; Erzincan’da Devletin, Emniyet müdürünün ve Kontur-gerillanın önceden planladığı, organize ettiği olaylar başlamıştı. Ortam alabildiğine gergindi. "Komünistlerin, Alevilerin Camileri yakacağı, olay çıkaracakları" yaygın halde propaganda ediliyordu. Kirli provokasyon kokusu yayılıyordu. Devrimcilerde yayılan kirli kokunun hayra alamet olmadığının farkındaydı. Devrimci örgütlerde ona uygun önlem alıyordu. Bende Erzincan’da faaliyet yürüten devrimcilere ve alınan önlemlere ve çalışmalara yardımcı oluyordum. Sümerler Ortaokulunda, karşı-devrimci faşistler organize saldırı planının ilk ayağını başlatarak; devrimci, demokrat ve Alevi gençlere karşı saldırı düzenledi. Olaylara bizde karıştık, tutuklandık.

 Gözaltına alındığımızı duyan Annem, Babam ve devrimciler bize destek amaçlı bir araya gelerek bir gösteri, protesto yaparlar. Annem hızını alamaz küfürleri yanında, Emniyeti taşlar, zar zor sakinleştirilir. Devrimci dayanışma ve sahiplenme bizim serbest bırakılmamızı sağladı. Annem koruma duygusuyla bir taraftan bağırıp-çağırıp küfürler ediyor, beri taraftan bize bir şey olup olmadığını yokluyordu. İlk defa Annemi bu kadar hırslı ve öfkeli görüyordum. Evlatlarını ne olursa olsun savundu. Koruyup kollamak istedi. Annemin duruşu beni o kadar çok etkiledi ki; duruşumu, direncimi, devrimci mücadeleye inancımı daha da perçinlemişti. Annemin duruşuyla gurur duyuyordum. Bütün arkadaşlarım ve devrimcilerde Anneme gıpta ediyordu. Annem artık benim değil, bütün devrimcilerin annesi olmuştu.

 Erzincan'da gerginlik hat safhaya çıkmıştı. Bütün devrimciler önlemler alıyor, gelebilecek faşist saldırılara karşı direnişi konuşuyordu. Ben İstanbul’a geri dönmeyi bir süre erteledim. 1975 Ocak başlarıydı. Bir Pazar günü Mit ve Kontranın organize ettiği plan, MHP'li sivil faşistlerle birlikte uygulamaya kondu. Toplu katliam saldırısı başlatıldı. Devlet Hastanesi ve Erenler Taksi durağı önünde başlatılan Irkçı faşist saldırı binleri buluyordu. Karşılarında hazırlıksız yakalanmış Abim, iki arkadaşı ve Erenler taksi çalışanları vardı.  Erzincan'da ok yaydan çıkmıştı. Olaylar planladığı şekilde başlatılmıştı! Faşizm resmi, sivil tüm güçlerini harekete geçirerek saldırdı, katliam yapmak istiyorlardı. Saatler suren karşı direnişimize, geri püskürtmelerimize karşın, yeniden Polis-Ordu destekli saldırılar yapılıyordu.

Sunu söylemeliyim ki; Erzincan da Alevi halkı direnişimize destek ve güç vermedi. İyi bir sınav göstermedi. Korkak, umursamaz, bana ne tavrına girdi. Üç günlük direnişimiz sonucu katliam önlenmiş, faşizmin derin planları suya duşmuş, bozulmuştu. İlk gün büyük tahribat alan Alevilerin bir kısmı, bizlerle birlikte direnişe katilmiş onurluca direniş göstermişti. Bu direnişte Babamın, Annemin taş atışları bizimle olmaları anlamlıydı. Olayların dördüncü günü Anneme gitmem gerektiğini açıkladım. Aynen şu cevabı verdi bana; "Sütüm helal olsun sana oğul, bildiğin doğru yolda git. Hazreti Ali yardımcın olsun" dedi. Ve tandıra ekmek atmaya durmaksızın devam etti. Dönüp yüzüme bakmıyordu, ağladığını görmeyeyim diye! Annemi sıkıca tutup boynuna sarıldım elini öptüm, kendisiyle vedalaştım.

 Annem gözyaşlarını yağmur gibi dökerken; ben gözükmeyen gözyaşlarımı gizli gizli yüreğimin derinliklerine akıttım. Babam sesiz, durgun öylece beni süzdü; "Git oğlum git, seni buralara yar etmezler" dedi; sarılıp öpüştük vedalaştık. "Yolunuz açık olsun, kendine dikkat et" dedi.

 Aradan gecen yıllar bizlerde hızlı değişim dönüşüm yaratıyordu. Biz 1976’nın Ocak ayında yakalanmış ağır işkenceler görmüştük. Annem bir kere daha Kadın ve Annelik yüreğini ortaya koymuştu. Bizleri sahiplenmiş destek vermişti.

 Erzincan da devrimcilerin yaptığı bir protesto mitinginde konuşmacı olur. Bizlere yapılan işkenceleri anlatır. Aynı zamanda Devletin polisine, emniyetine veryansın eder. Söver sayar. Gururlanır yaptıklarıyla. Yoldaşlarına ayrılık sonrası sahip çıkar, destek verir.

 Her şeyi göze alarak fedakârlıklar yapar. Yoldaşlarının yakalanmaması için, Kadın elbisesi giydirerek operasyon dışına at arabasıyla çıkmalarına yardım eder. Musa Uçar’la, Hasan Cançotek'le, Sekterle, Ali Mete’yle, Veysel Uyar'la, Ali Uçar’la, Sarı Silo'yla, Göçmen'le, Aliyavuz Çengeloğlu'yla daha sayamadığım arkadaşlarımla yoldaş olur, sırdaş olur. Onların faaliyetlerine destek verir. Yakınıp sızlanmaz. Seve seve evini, yüreğini yoldaşlarına sonsuzca acar. Parti bizi zindan da kaçırmıştı. Uzun yıllar dağda gerilla örgütlenmesi, Parti çalışmaları yürütülüyordu. Erzincan'dan Dersime dönen Ali Uçar Ailemin benimle görüşmek istediğini bana iletti. Önceleri görüşmeyi ret etmiştim. Israra dayanamadım görüşmeyi kabul ettim. Munzur dağlarının öte yakasına uzun bir yolculuk sonrası vardık. Uzun yıllar Erzincan'a gitmemiştim. Munzur dağlarının doruklarında birçok kere çıkıp doğduğum, büyüdüğüm, taşına toprağına hasret kaldığım güzel Erzincan’a doya doya bakmıştım. Ama ilk defa Caferli üzerinden Erzincan topraklarına ayak basıyordum. Annem,  Babam ve kardeşlerimle Gamarik köyünde buluştuk. Aradan gecen zamanın hasretini, özlemini, acılarını, sevinçlerini bir saate sığdırarak doya doya görüştük Annemin, Babamın, kardeşlerimin gözyaşlarını, hüzünlerini yüreğimin derinliklerine gömerek onlardan ayrıldık.

Biz Munzur dağlarına; Annem Babam, kardeşlerim Erzincan ovasına yola çıktık. Munzur’un doruklarında Dersim'e varmak üzere Askeri jetler, helikopterler hareketli halde etrafı kolaçan ediyorlardı. 12 Eylül 1980 akşamüstü Radyo'yu açtığımızda Askeri faşist darbenin yapıldığını duymuş olduk. Gerekli tedbirimizi almış yolumuza devam ediyorduk.

O gün iyi ki Annemle, Ailemle görüştüm dedim. Devrimciler biraz taş yürekli bilinirdi. Ama gerçek hiçte öyle değildi. Ailemizi kardeşlerimizi, ezilen halkımızı her şeyden çok seviyorduk, değer veriyorduk, onlar için her türlü fedakârlığı yapıyorduk, canımızı onların kurtuluşu ve özgürlüğü için seve seve feda etmeye hazırdık ve de veriyorduk. Her şeye rağmen yaşamayı, yaşatmayı esas alıyorduk.

Artık; ferman faşizmin, Askeri faşist diktatörlüğün, dağlar ise bizimdi! Zulüm Türkiye ve Kürdistan’da artık kol geziyor, katliamlar düzenliyor, on binleri işkencede geçiriyor, zindanlara tıkıyordu. Milyonlarca kadın, erkek genç yaşlı fişlendi, korkutuldu, sindirildi.

Partinin, bizim tek bir görevimiz vardı. Onurluca faşizme karşı direnmek, Devrimi geliştirmek, güçlendirmek örgütlemekti.

 Gelenek için sunu başı dikçe söyleyebilirim; Türkiye’de ve Kürdüstan’da onurluca savaşan, direnen ayakları titremeyen duruş gösterdi. Seksen, seksen bir, seksen ikide faşizmin yüz binleri bulan ordularına meydan okudu. Kayıplar verdirdi. Faaliyetlerini aksatma bir yana daha da derli toplu hale getirdi.

 Türkiye devrimci hareketi ve de Kürt hareketleri kısa zamanda yenilgi aldı, merkezi işlerliklerini yitirdiler. Kaypakkaya geleneği faşizme meydan okuyarak; Parti ikinci Konferansını zaferle taçlandırdı. Merkezi yapısını yeniledi, pekiştirdi. Ülke çapında faaliyetlerini kayıp ve debelenmelere karşın, korudu ve yürüttü.

 Bu dönem ben dağda faşizme karşı en meşru savunmamız olan gerillaydım. Gerilla örgütlenmesi içerisindeydim. Annem ise Askeri faşist diktatörlük tarafından gözaltına alinmiş bin bir eziyet, aşağılama, korku verme dâhil, zulüm görmüştü. Tutuklanarak Askeri faşist diktatörlüğünün zindanlarına tıkıldı. Devrimcilerle, yoldaşlarıyla yüzleştirildi. 4 Ay’ı aşkın faşizmin zindanlarında esir tutuldu. Ali Mete’ye, Binali'ye Aliyavuz’a mahpusluk arkadaşı oldu.

 1987’de Annemle Avrupa'da buluştuğumda beni tanıyamadı. Bizde korkudan bir süre söyleyemedik. Sürekli beni bana sordu durdu. Ömrümün belki de en dramatik, acı ve hüznünü yaşıyordum. Gizlediğim gözyaşlarım içimden yüreğime kan olarak akıyordu. Hepimiz bedeller ödemiştik tüm halkımız bedeller ödemişti. Amma bazılarımıza ağır mı ağır bedeller ödetilmişti. Bunu kelimelerle ifade etmem çok zor.

Ben, Hasan olduğumu söylediğimde; sok yaşıyordu Annem. Ne yapacağını bilmiyordu. Bir taraftan ağlıyor, gözyaşları döküyor beri taraftan ellerimi sıkıca tutuyordu. Ellerimi bırakıp, yüzümü, gözümü, saçlarımı okşuyordu. Yani saatlerce ne yapacağını bilmiyordu. Bende şaşkınlaşmış ne yapacağımı bilmiyordum. Bu şaşkınlığımız, acılarımız yerini; görüşme, buluşma sevinç gözyaşlarına bırakmıştı.

Ayrılığımız kadar buluşmamızda bizi derinden sevinç hüznüne boğmuştu. Bizim için sevinçte hüzünde birlikte yaşanıyordu İkisine de yüreklerimiz bağışıklık kazanmıştı. Hangisi sevinçti, hangisi hüzündü bizim için fark etmiyordu.

 

Ben artık yıllar sürecek sürgündüm. Faşizm beni doğduğum topraklarımdan, Vatanımdan uzak düşürmüştü. Ülkemin bağımsızlığa, özgürlüğe ve demokrasiye kavuşması; Özgür vatan olması için her şeye katlanacaktık. "Acıyı Bal Eyleyecektik." Annemi her zaman; Kadın durusuyla, Anne yüreğiyle, devrimciliğiyle, 12 Eylül zindanında acili yüreğini bize ortak edişiyle, Ayrıca; "Hâkim beg ne bilek, BİZ TİKKO'cuyuk, SOSYALİSTİK. BİZE ÇOÇUGLAR BÖYLE BEGLETTİLER, BİZ BÖGLE BELLEDİK" deyişinle her. 18 Mayıs’ta, yoldaşın Kaypakkaya'yla birlikte anacağım. Sen benim gururum, onurumsun…. Oğlun Hasan Aksu.

108525

Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?

Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.

Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)

Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)

Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.

Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)

Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.

Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)

Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)

Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.

Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)

Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.

Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi

İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.

Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç

Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi   yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.

Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:

Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...

Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor. 

Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:

Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)

Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)

Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.

Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.

Sayfalar