Cuma Mart 14, 2025

Hangi Sınıfın Cumhuriyeti Yaşasın?

Feodal aristorkrasiye karşı burjuvazinin iktidara gelmesi ve feodalizmi yıkması tarihsel olarak ilericiydi. O dönemde “ kahrolsun feodalite, yaşasın cumhuriyet” sloganı ileri bir hedefi gösteriyordu. Bu tarihsel dönüşüm Fransız burjuvazisinin 1789 burjuva devrimiyle başarıldı. Bu, toplumlar tarihinin geri döndürülemez diyalektik gelişimiydi. Feodal aristokrasi, ne kadar çaba harcarsa harcasın, gelişen üretici güçlerin önünde daha fazla direnemezdi ve kendinden önceki toplumların başına gelen kendisinin de başına gelmişti: Toplumlar tarihinin çöplüğündeki yerini aldı. Kendiliğinden “tıpış tıpış” çöplüğe gitmedi. Büyük altüst oluşlardan sonra, kendini deviren sınıf tarafından atıldı.

“Yaşasın kral” devri bitmişti, “yaşasın sermaye” devri başlamıştı. Burjuvazinin egemenliği ele geçirdiği bir süreçte, hala “yaşasın kral”  diyenler vardı. Ama bunlar, yeni gelen sermaye sınıfı burjuvaziye göre oldukça gericiyidi. “Yaşasın feodal aristokrasi” diyenler, toplumların değişim diyalektiğinin karşısındaydı. Bu da doğaldır. Her sınıf kendi iktidarını yıkmak isteyenlere karşı savaşır. Bu sınıf savaşıdır.

2023 yılı TC cumhuriyeti'nin yüzüncü kuruluş yıldönümü. Burjuvazi bunu daha şimdiden kutlamaya başladı. Özellikle de burjuva liberaller, “sol” liberaller, yüzüncü yılında Türk burjuva cumhuriyetin “ilerici”liğinden, olmazsa olmazlığından ve her şeyden öncede AKP dinci yönetimine karşı kaçınılmaz “alternatif” olduğundan söz edeceklerdir. Hata sermayenin TÜSİAD kanadı da “cumhuriyetin ululuğun”dan söz edip duracaklardır.

Sermaye kesimlerinin, yani Türk egemen sınıfların “cumhuriyeti sonsuza kadar yaşatacaklarını” söylemeleri, savunmaları anlaşılır. Çünkü bu cumhuriyet, kuruluşundan beri sermaye sınıfının, burjuvazi ve tüm gericiliğin hizmetinde olan ve yüzyıldır da onlara hizmet eden bir TC devletidir.

Son yıllarda AKP faşist gericiliğine karşı burjuva cumhuriyeti öne çıkranlar artmaya başladı. Kendine “sol” ve hatta “komünist” diyen partiler ve siyasi akımlarda var. AKP-MHP faşist iktidarının alternatifi olarak TC devletinin gösterilmesi ve hatta “kemalist cumhuriyet”in öne çıkarılması, kitleleri manipüle etme çabaları olarak değerlendirilmelidir.

Sermaye cumhuriyetinin “yaşamasını” isteyenlerin başında ise Kemal Okuyan başkanlığını yaptığı TKP gelmektedir. Bunların sloganı “Yaşasın Cumhuriyet Yaşasın Sosyalizm”. Esasında, birincisini, yani burjuva cumhuriyetini savunuyorlar. “Sosyalizmi” eklemelerinin nedeni ise gerçek niteliklerinin ortaya çıkmasını önlemek için olsa gerek.

Burjuva cumhuriyeti ile sosyalizm yanyana ve içiçe varolamaz. Birbirinin düşmanıdır. Biri sermaye sınıfını temsil eder, sosyalizm ise işçi sınıfını temsil eder. Bu iki sınıfın uzlaşması sözkonusu olamaz. Aralarındaki çelişme antagonistir. Ayrıca, tek başına “cumhuriyet” hiç bir şey ifade etmez. Hangi sınıfın cumhuriyeti olduğu önemlidir. Sosyalist cumhuriyet ile burjuva cumhuriyeti nitelik olarak birbirinden farklıdır. İki ayrı sınıf ve iki ayrı cumhuriyet. Komününistlerin savunduğu sosyalit cumhuriyettir.

'Yaşasın Cumhuriyet”, yani daha açıkçası “Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti” sloganını sahiplenip savunanlar, sosyalizmi savunamazlar. Burjuva cumhuriyeti yaşıyorsa, onun yaşaması için mücadele ediliyorsa, sosyalizm için mücadele edilemez. TKP, bu konuda tam da burjuva cumhuriyet yanlısıdır.  Sosyalizm ise ağzında gevelediği, ama tercih etmediği bir sistemdir. TKP sınıf uzlaşmacı bir çizgi izlemektedir. Ancak, yaşatmak ya da kurmak istediği işçi sınıfının sosyalist cumjhuriyeti değil, Türk sermaye kesiminin burjuva cumhuriyetidir.

Burjuva cumhuriyeti, tarihsel olarak gerici ve karşı devrimci bir konuma gelmiştir. Özellikle kapitalizmin emperyalist aşamaya gelmesi ve sosyalist devrimlerin ortaya çıkmasıyla, burjuva cumhuriyetlerinin tarihsel ilericiliği çoktan sona ermiştir. Çünkü onun karşısında yeni bir toplumu temsil eden işçi sınıfı ve onun sosyalist devrimleri tarihsel olarak ortaya çıkmıştır.

Burjuva cumhuriyeti faşizme ya da dinci gericiliğin karşısında bir alternatif olarak göstermek ya da koymak, burjuva devletin niteliğini de bulandırmaktır. Burjuva devletinin bir yüzünde burjuva demokrasisi varsa öbür yüzünde de faşizm vardır. Bugün Türkiye'de, İran ve Körfez kırallıklarında olduğu gibi. Dincilik burjuvazinin kitleleri baskı altında tutma aracıdır ve kapitalizm karşıtı değildir. İran ve Körfez ülkeleri, kendilerini dinle maskelemeleri, o ülkelerin kapitalist sistemin birer parçaları olduğunu dıştalamaz. Bu ülkelerde emperyalist zincirin kopmaz birer parçalarıdır. İran''ın ABD ve Batı ile aralarının açık olması, emperyalist egemenlik ile doğrudan ilişkilidir. Aynı İran emperyalist Çin ve Rusya ile daha sıkı ilişkileri olduğu gibi, ekonomik sistemi kapitalisttir. Ya da İsrail, fanatik dinci -siyonist- bir devlettir. Ama, ekonomik sistemi ve üst yapı kurumları bütünüyle kapitalist sistemin ürünleridir. Adlarının  değişik olması biçimseldir.

Burjuva demokrasi ile faşizm arasında bir tercih yapmak gerekirse, elbette burjuva demokrasisi tercih edilir. Ama, komünistler bilir ki, bu her iki rejimde aynı madalyonun değişik yüzleridir. Yani burjuva devletinin koşulara göre uyguladığı yönetim biçimidir. Komünistler faşizme karşı mücadele ederken, faşzimin yerini burjuva demokrasisinin alması için değil, esas olarak faşizmin yıkılıp sosyalizmin kurulması için mücadele ederler ve etmelidirler. “Yaşasın cumhuriyet” adı altında  burjuva devletinin daha da sağlamlaşması için değil.

Demokratik hak ve özgürlüklerin gelişmesi ve kazanılması için verilen mücadele ile burjuva cumhuriyetin savunlması aynı şeyler değildir. Ayrıca, burjuva cumhuriyeti, faşizmden ayrı ya da günümüz Türkiye'sinin yönetiminden farklı olarak göstermek, tam bir burjuva sahtekarlığıdır. TC devleti içinde kurulduğu günden itibaren gerçek anlamda bir burjuva demokrasisi uygulanmamıştır. İşçi sınıfını ve tüm emekçileri ezen baskı altında tutan bir devlet olmuştur. Burjuva demokrasisin bazı kırıntıları bazı dönemlerde gerçekleşmiştir. Ama, hep baskıcı yönü, despoitk yönü ağır basmıştır. TC tarihi; “örfi idareler-sıkıyönetim-OHAL” tarihidir demek yerindedir.

Başta Kürtler olmak üzere diğer azınlık uluslar üzerinde kıyım, asimile ve katliamların olağan olduğu ve olağan karşılandığı bir burjuva cumhuriyetdir, TC cumhuriyeti. Ulusalcı TKP ve diğer “sol” liberaller ise, TC devletinin bu yanını unutturmak istiyorlar. Ya da ezilen ulusların haklarının gasp edilmesini ve zorla baskı altında tutulmasını normal görüyorlar. Yaşatmak istedikleri, kurulduğu günden beri Kürt ulsunu ezen ve zorla asimile etmeye çalışan  Türk egeme sınıflarının burjuva cumhuriyeti.

TC devleti, işçi sınıfı düşmanı olmasının yanında onun dünya görüşü olan komünizminde azılı düşmanı olagelmiştir. TC'nin tarihi aynı zamanda anti-komünizm tarihidir.

TC'nin 1925-1945 yıllları arasında burjuva demokrasisinin en küçük bir kırıntısına dahi izin verilmemiştir. “Tek şef”, “tek parti”, “tek vatan”, “tek bayrak”, “tek din”, “tek millet” savunusu dışına çıkılmamış, bunlardan birini eleştirenler anında hapishanelere atılmıştır. “Yaşasın cumhuriyet” sloganı atanların, özellikle ve ısrarla, bu faşist dönemi savunuyor olmaları, nasıl bir “demokrasi” ve hangi sınıf için “demokrasi” istediklerini gösteren ibret verici bir durum olsa gerek. Cumhuriyetin, dünden pek farklı olmayan, hatta komünist partilerin legal olarak kurulmasına izin verilen günümüz faşist diktatörlüğüne karşı çıkmaları ise tam bir ikiyüzlülüktür.

1925'ten 1992'ye kadar “komünizm propagandası” ve “komünist örgütlenmeler” yasaktı ve ağır cezalar veriliyordu. Sadece bu durum bile, bu cumhuriyetin, en hafif deyimle, gerici niteliğini ortaya koymaya yeter. Böyle bir cumhuriyet, işçi sınıfı komünistlerinin savunacağı değil, yıkıp yerine sosyalizmi kuracağı bir cumhuriyet olabilir. Gerici bir cumhuriyetin savunulması komünistlerin görevi olamaz olmamalıdır. Böyle bir cumhuriyetin savunulması, işçi sınıfının dünya görüşünün karşısında yer almak olduğu gibi, aynı zamanda antikomünizm saflarında yer almaktır.

Bayraklar, semboller sınıfsal bir nitelik taşır. Burjuvazinin “bütün ulusun bayrağı” dediği kendi sınıf bayrağı, işçi sınıfı ve emekçilerin bayrağı ve sembolü olamaz. İşçi sınıfının kendi bayrağı kızıl bayraktır ve başta işçi sınıfı olmak üzere bütün ezilen ve sömürülenler işçi sınıfı bayrağı altında burjuvaziye karşı toplanmalı ve birlik olmalıdır. İşçi sınıfı ve emekçileri burjuvazinin sınıf sembolü olan “ulusal bayrak” altında toplanmaya çağırmak ya da bu bayrağın savunulmasını istemek, işçi sınıfı ve sosyalizm düşmanlığıdır. TKP, burjuva cumhuriyet ve onun sembollerini savunmakla, işçi sınıfının özgürlük sembollerinin ve ideallerinin karşısında yer aldığını göremeyecek denli sosyalşovensit bir hatta kaymıştır.

Burjuvazinin bayrağında sermaye birikimi için özgürlük, işçi sınıfı ve emekçiler için ise sömürü ve baskı ve ücretli kölelik sisitemi vardır. İşçi sınıfının bayrağında ise; ücretlili kölelik olan sömürü sisteminin yıkıldığı, baskıların ortadan kaldırıldığı ve;  “herkesin yeteneğine ve katkısına göre”den “herkesten yeteneğine ve herkesin ihtiyacına göre” şiarının gerçekleştirmesi hedefi için mücadeleye devam yazılıdır.03.01.2023

Sosyalizm mücadelesini daha ileri götürmek dileğiyle, herkese iyi yıllar 

4811

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Sayfalar