Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci
Diyarbakır Zindanı’nda işkenceye direnen teslimiyeti kabul etmeyen devrimcilerden Garabet Demirci, Yeni Özgür Politika'dan İsmet Kayhan'a Mazlum Doğan ile tanışmalarını, Diyarbakır Zindanı'nı ve Mazlum'un eylemini anlatıyor.
İsmet Kayhan: Maraş’tan, Malatya’dan ve Adıyaman’dan 60’lı yılların sonunda Kürt Alevilerin göç ettiği bir kentti Antep. O yıllar Malatya’da haşhaş, Antep’te fıstık mitingleri yapılırdı. Kurdistan’ın yoksul gençleri de Antep’e gelip hamallık yapardı. Emek sömürüsünün, sınıf çelişkisinin yoğun yaşandığı bir kentti. Bu yüzden neredeyse tüm devrimci önderlerin yolu Antep’ten geçmiştir. Antep’teki yoksul işçilerin mitinglerini, günler süren grevleri organize eden devrimciler daha sonra gruplar halinde Filistin’e savaşmaya gittiler. Filistin’e ilk devrimciler Antep’ten gitti.
İbrahim Kaypakkaya, Haki Karer, Kemal Pir, Cemil Bayık, Mustafa Karasu, Rıza Altun ve Duran Kalkan hepsinin yolu Antep’ten geçti. Antep, giderek Apocuların en önemli çalışma alanı oldu; çünkü Maraş, Adıyaman, Urfa ve kısmen Malatya’ya yönelik devrimci çalışmalar da buradan yürütülüyordu. Kent, Apocular için bir üslenme alanı gibiydi. Haki Karer’in, Kemal Pir’in özellikle Antep ve Urfa’da devrimci mücadelenin gelişmesinde çok büyük katkıları oldu. PKK’nin ilk şehidi Haki Karer de uzun süre Antep’te işçiler arasında örgütlenme çalışması yaptı. Ve orada katledildi. PKK’nin temellerinin atıldığı bu kentte Mazlum Doğan’ın yolu da geçer.
Mazlum nasıl Apocu oldu?
Mazlum, PKK’nin merkezi ideolojik-teorik çalışmalarından sorumluydu. Bu sürede “PDA-Proleter Devrimci Aydınlık” çalışmasını tamamlamıştı. Broşürün tek orijinal nüshasını da basılmak üzere yanında götürmüştü. Kendisiyle birlikte bu broşür de polisin eline geçti. Yine o dönem PKK adına birçok bildiri de Mazlum’un kaleminden çıktı. Mazlum’un Apocu olmasında Haki Karer’in emeği büyüktür. Şöyle anlatıyor Mazlum: “Haki arkadaş dört saat grubun görüşlerini anlattı, bitirince ‘hepsine katılıyorum’ dedim ve Apocu oldum.”
17 gün işkence
Mazlum Doğan’ın hepimizin bildiği bu fotoğrafını 1979 Eylül’ün sonunda Antep’te çekmişti. Yeni bir kimliğe ihtiyacı vardı. Kimlikte farklı bir görünüm için kesmişti bıyıklarını. Oysa Mazlum hep bıyıklıydı. O zamanlar Mazlum, Nuri Pazarbaşı semtindeki “Umut Apartmanı”nın giriş katındaki bir dairede kalıyordu. Komşulara kendini “Mimar” olarak tanıtmıştı. Proje üzerinde çalışıyordu, henüz büro açamadığından evde çalışıyordu. Komşulara anlattıkları hikaye böyleydi. Daha sonraki günler Antep’in Karşıyaka semtinde bir evde kaldı. Ali Haydar Kaytan’ın kaldığı evdi burası. “PKK Bülteni”nin ilk sayısı da bu evde hazırlandı. Mazlum, basım işlerinden de sorumluydu. Birkaç günlüğüne ayrıldı. Urfa’dan Viranşehir’e giderken 10 Ekim 1979’te bir arabada yakalandı. 17 gün akıl almaz işkenceler gördü.
Öcalan “Çağdaş Kawa” dedi
1982 Mart’ının ikinci haftası görüşe giden anne ve babasına, “Üzülmeyin. Çok güzel şeyler olacak” der. Bu görüşmeden bir hafta sonra, 20 Mart’ı 21 Mart’a bağlayan gece, hücresinde üç kibrit çöpü yakarak Newroz’u kutlar. “Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür” diyerek tarihi eylemini gerçekleştirir. Öcalan, Mazlum’un eylemini haber aldığında Şam’daydı. Bir gün boyu çalışma odasında kaldı. Akşam, “Mazlum Yoldaş’ın Anısına” yazısını hazırladı. Öcalan, bu değerlendirmesinde Mazlum’u 1982 Newroz’unda “Çağdaş Kawa” diye andı, böyle selamladı. O tarihten beri, bütün Kurdistan halkı Mazlum Doğan’ı böyle andı. Öcalan o gün “Daha yoğun bir tempo ile gerillayı hazırlayacağız” talimatını da verir.
Ermeni devrimciyle kesişen yol
Garabet Demirci, Diyarbakır Zindanı’nda işkenceye direnen teslimiyeti kabul etmeyen devrimcilerden biridir. Bir mevsim işkencede kaldı. İşkencenin her türlüsüne maruz kaldı. Çoğu zaman da sadece zevk için “Bir Ermeni’yi askıda görme zevki” için işkencelere maruz kaldı. Mehdi Zana, Mazlum Doğan ve Garabet Demirci’nin “işkencede öldü” iddialarını araştırmak için Uluslararası Af Örgütü’nden bir heyet gelir. Mazlum, Garabet ve Mehdi Zana’nın yaşadığını ispatlamak için heyetin karşısında çıkarırlar. Garabet Demirci ile Mazlum Doğan’ı konuştuk.
Mazlum Doğan nerede ve ne zaman tanıştınız?
Garabet Demirci: Mazlum Doğan arkadaşla ilk tutsak düştüğü süreçte tanıştım. Kısa bir sohbetimiz oldu. Oldukça birikimli ve inançlı bir arkadaş olduğu her cümlesinden anlaşılıyordu. Kurdistan’ın bağımsızlığına ve sosyalizme olan inancı çok güçlüydü. Etrafına ışık saçan bir arkadaştı. Daha sonra kendisini dış görüşmelere kapattı. Görüşemedik. Örgütsel eğitim çalışmalarından ya da toplantılarından dolayı dışarıyla ilişkilerini sınırlandırdığını düşünüyorduk. Mazlum arkadaşın başarılı olamayan firar eyleminden sonra neden kimseyle görüşmek istemediğini anladık. Meğer kimseyle görüşmediği süreçte firar eylemi örgütlüyormuş.
Mazlum Doğan’ın eyleminden önce Diyarbakır Zindanı’nı anlatabilir misiniz? Nedir bu zindanı diğer zindanlardan farklı kılan?
Garabet Demirci: Mazlum arkadaşın eylemi diyebilirim ki karanlığı parçalayan bir işaret fişeği oldu. Mazlum arkadaştan önce ve sonra diye iki farklı tarihten ve zamandan bahsedebiliriz. Mazlum arkadaş öncesi zifiri koyu karanlıkta derin bir zulüm çukuruna düşmüş her gün işkencecilere karşı içimizde büyük bir öfke düşmana karşı tanımsız bir kin büyütüyorduk. Bu dayanılması zor işkenceleri yaşamaktansa ölümü arıyorduk. Bu durumdan nasıl çıkacağımızı düşünüyor, fakat bir çıkış yolu bulamıyorduk. Yaşananları kimse kabul etmiyor içine düştüğümüz durumu kimse içine sindiremiyordu. Mazlum arkadaşın eylemi karanlığı parçalayan bir ışık oldu. Derin zulüm çukurundan nasıl çıkmamız gerektiğinin yolunu açtı.
Mazlum Doğan’ın eylemini nasıl duydunuz?
Garabet Demirci: 5 Nolu zindanında 29’uncu koğuştaydım. İnsani ve doğal olan her şeyin yasaklanıp tutsak edildiği zamanları yaşıyorduk. Hava, su, zaman, sevgi, merhaba, mektup, mendil yani her şey tutsak edilmişti. Bırakalım başka koğuş ve hücrelerde neler olup bittiğini anlamaya çalışmak kaldığımız koğuşta bile tutsaklarla konuşmak, dertleşmek, iletişim kurmak, neler olduğunu öğrenmek yasaktı. Cezaevi idaresi tarafından çağrılıp bir daha kendisinden haber alamadığımız arkadaşlarımız, ya da geri geldiğinde bile yanına yaklaşıp durumunu öğrenemediğimiz herkesin, herkesten ve her şeyden korktuğu ürktüğü zamanları yaşıyorduk. En küçük insani bir tepki için bile bedel ödemek gerekiyordu. İşkence sonucu yere yıkılan, kalkamayan acı içinde kıvranan can çekişen yoldaşına, dostuna elini uzatamıyordun. Uzatmak için mutlaka işkenceyi, ağır bedel ödemeyi göze alman gerekiyordu.
60 kişilik koğuşta 20 kişi ya ihbarcı ya da itirafçı olmuştu. Ancak bir birini iyi tanıyan, güvenen insanlar kendi aralarından sınırlı şekilde iletişim kurabiliyordu. Bu zulüm zamanları içinde güvendiğimiz arkadaşlar mahkeme dönüşünde gelip bize Mazlum arkadaşın eylemi gerçekleştirerek şehit düştüğünü söyleyince onu kaybettiğimizi öğrendik.
O an ne hissettiniz?
Garabet Demirci: Adı konmamış bir suskunluk ve derin bir hüzün tüm koğuşu kaplamıştı. Herkes bir anda susmuş, ürkütücü bir sessizlik koğuşta hakim olmuştu. Kimse konuşmaya cesaret edemiyordu. Sözler anlamsızlaşmıştı sanki konuşsak Mazlum arkadaşa saygısızlık yapacağız duygusunu yaşıyorduk. Eylemiyle konuşan sadece Mazlum arkadaştı. Hepimiz sessizce içimizdeki Mazlum’la vicdanımızla konuşuyorduk. Kendimizle hesaplaşıyorduk. ‘İlk’ olamamanın derin sorumluluğunu yaşıyorduk. Aynı zamanda Mazlum arkadaşın eyleminin ne anlama geldiğini, bizden neler yapmamız gerektiğini içimizde tartışıyorduk. Sanki hem içimizdeki hem dışımızdaki karanlık parçalanmış yanıp sönen bir ışığın parıltısıyla nerede nasıl yaşadığımızı neler yapmamız gerektiğini sorguluyorduk. Eğer ayağa kalkıp onurluca direnmezsek tarih, devrim, sosyalizm idealleri bizden ödeyemeyeceğimiz ağır hesap soracaktı. Mazlum arkadaşın eylemi hem elleri kırbaçlı, kalaslı, silahlı işkenceci zulüm ordularına karşı tek başına bir meydan okumaydı. Aynı zamanda biz geride kalanları gerekçesiz sorgulatan bir uyarı nitelik taşıyordu. Bir uyanış eylemiydi. Her birimizin kendi iç sorgulaması daha derinleşmişti. “Neden ilk biz olmadık. Neden halen zulmü kabul etmeye devam ediyoruz. Neden geç kalıyoruz? Daha nelerin olmasını bekliyoruz?” Sorularına yanıt olmanın artık korkmanın anlamsızlığını öğrenmeye başladığımız zamanları yaşamaya başladık.
Sizinle daha önceki bir sohbetimizde “5 Nolu’da kalan herkes Mazlum Doğan arkadaşa borçludur” demiştiniz.
Garabet Demirci: Evet, hepimiz borçluyuz. Halen borcumuzu layıkıyla ödemiş değiliz. Çünkü feda eylemi yapan her öncü geride kalanlara ağır görevler büyük sorumluluklar ve tamamlanmamış sözler bırakır. Eğer Mazlum arkadaş ilk özgürlük kıvılcımını çakmasaydı sonrasının ne olacağını bilemediğimiz zamanları fazlasıyla yaşıyor olacaktık. Hep dile getiriyorum. Eğer Mazlum, Kemal, Hayri, Dörtlerin eylemi olmasaydı, ardı sıra gelen büyük uyanış eylemleri ve direnişleri olmasaydı biz ya birer canlı ölü olurduk. Ya da şans eseri zindandan çıktığımızda iradesi kırılmış şekilde devrimcilik yapamazdık. Çünkü tanımı zor zulüm her tutsağın içinde korku, ürkme, sinme, kendine güvensizliği ekmişti. Direnişle birlikte cesaret kararlılık kazanmaya başladık ve zulme meydan okunması gerektiğini tekrar öğrendik. Nerede hangi koşullarda olursak olalım mutlak direnmenin, düştüğümüz yerden tekrar ayağa kalkmak gerektiğini öğrendik. Direnmenin, amaca büyük bağlılık ve dönüşü olmayan feda eylemi yapmamız gerektiğini öğrendik. Ve sözümüze sadık kalmaya ancak borcumuzun halen devam ettiğini öğrendik. Hem devrimci tutsaklar hem de onurlu Kürtler olarak herkes fazlasıyla Mazlum, Kemal, Hayri arkadaşlara ve Dörtlere borçludur. Ben bir devrimci tutsak olarak zindanda direniş yolunu tutmasaydım ne devrimcilik yapma iradem ne de yaşama hakkım olmazdı.
Mazlum’un eyleminden sonra Amed’de ne değişti? Bu eylem neyi tetikledi?
Garabet Demirci: Mazlum arkadaşın eylemi bizlere ‘Ya bir yol bulacağız ya da bir yol açacağızı’ bir kez daha öğretti. Ne yapılması ve ne yapmamız gerektiği sürecini başlattı. Mazlum arkadaş bize, canından çok sevdiği değerler uğruna gerektiğinde kendini feda etmeliyizi öğretti. Takip etme sürdürme sırası artık geride kalanlarda yani bizlerdeydi. İçimizdeki korkuyu tam olarak yenemediysek de artık buz kırılmış düşünmek, uyanmak ve mutlaka bir şeyler yapmak gerektiğini düşünmeye başlamış ve eyleme geçmeye hazır olmamız gerektiğini öğrenmiştik.
Siz zindanda neler yaşadınız? Uluslararası AF örgütünden bir heyet Diyarbakır Zindanı’na neden geldi?
Garabet Demirci: Siverek-Urfa-Diyarbakır işkencehanelerinde çok ağır işkenceler yaşadım. Sağ kurtulacağımı düşünemiyordum. Hem devrimci hem de Ermeni kimliğimden dolayı devlet nezdinde çift sakıncalıydım. İki ağır suçu boynumda taşıyordum. Bunun sorumluluğunu taşımanın fazlasıyla ağır olduğunu biliyordum. Esat Oktay Yıldıran’ın özel ilgisine takılmıştım. İsmimi değiştirerek hem Türk hem de Müslüman olmamı istiyorlardı. Hem ağır fiziki hem de ağır psikolojik baskılara maruz kaldım. Siverek, Urfa, Diyarbakır işkencehanelerinde tanık olan, beni gören ve ismimi duyan herkeste mutlaka öldürüleceğime dair ciddi kaygılar vardı. Üstüme herkesten fazla gelip yükleniyorlardı. Uzun süre işkencede kalmam beni ‘tanınır, meşhur’ yapmıştı. Kolordudan özel subaylar beni görmeye geliyordu. Bana bir “canavar” gibi yaklaşıyorlardı. Hayatlarında ilk kez bir Ermeni, yani bir “canavar” görmüş gibi hayrete düşüyorlardı. Her defasında aşağılama, küfür ve hakarete maruz kalıyordum. Sünnet olup olmadığımı kontrol etme bahanesiyle defalarca çıplak aramaya ve çıplak bekletilmeye maruz kaldım. Üzerime işeyen, yüzüme tükürenlerin, sırtıma binmek isteyenlerin haddi hesabı yoktu. Düşünün, insan olmayan, acayip bir canlı yakalamış gibi alay ediyorlardı benimle. Zulmün üstü ne kadar kapatılıp, ölümlerin duyulmaması için çalışılsa da bir ışık bulup dışarı sızıyor. Beni, Mazlum arkadaşı ve Mehdi Zana arkadaş hakkında öldü iddialarını soruşturmak öğrenmek için Uluslararası Af Örgütü’nden bir heyet 5 Nolu zindanına gelmişti. Bizlerle görüştüler. Mazlum arkadaşın da isminin geçtiğini öğrendim. Koridorda askerler “Mazlum’u da getirin” diye bağırıyorlardı. Sırasıyla bizi bir odaya alıp heyetin huzuruna çıkarıyorlardı.
Mazlum Doğan’ın ablasıyla sonraki yıllarda tanıştınız. Ne hissetiniz?
Garabet Demirci: TİKKO komutanı Armenak Bakırcıyan yoldaşın ablasını İstanbul’da görmeye gidince yüzünü bana dönüp yanında oturan siyah saçlı kadın arkadaşı göstererek, “Bu arkadaşı tanıyor musun?” diye sordu. Nasıl tanıyor olabilirdim ki, “Hayır tanımıyorum. İlk kez görüyorum” dedim. “Arkadaş Mazlum Doğan’ın ablası” deyince sevincimi tutamadım. Başladık derin acılı ve onur taşıyan sohbete. Her iki şehit yoldaşın ablalarının nasıl bir birini bulduklarını anlatmak zor olsa gerek. Mazlum Doğan arkadaş Karakoçanlıdır. Armenak Bakırcıyan arkadaş da Karakoçan’da Mazlum arkadaşların evinin önünde şehit düşmüştür. Karakoçan’ın bu iki büyük devrimcisinin ve öncüsünün bu kadar tesadüf dolu benzerlikte yollarının kesişmesini nasıl açıklayacağımı bilemiyorum. İki ablanın da yollarının kesişmesinin görünürde bir tesadüftük olsa da başka güçlü nedenlerin onları buluşturduklarına inanıyorum. Mazlum arkadaş Armenak Bakır’ın kendi doğduğu topraklarda şehit düştüğünü öğrenmişti. Zindanda onunla ilgili anma yapılmasını en fazla isteyen Mazlum arkadaş olmuştu. Mazlum arkadaşa Armenak Bakır’la anma yapacağımızı söylediğimde içtenlikle katılacaklarını söylemişti. Bugün yürüyen gelişerek büyüyen Kürt özgürlük mücadelesinde Mazlum Doğan arkadaşın büyük bir emeği asla unutulmayacak değerdedir. Katkıları fazlasıyladır. Mazlum arkadaşa bakılmadan onu anlamadan yürüyerek amaca varılamaz. Her Kürt her devrimci tutsak her özgürlük arayan mazlum mutlaka Mazlum Doğan arkadaşa bakmalıdır. Onun sadece Kürtlerin Mazlumu olmadığını en fazla özgürlük arayan Ermeni ve tüm ezilenlerin Mazlum’u olduğuna inanıyorum. Bizim Mazlum’u bizim Keko’yu saygı ve sonsuz minnet duygularımla anıyorum.
Son Haberler
Sayfalar
Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-
Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.
Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.
Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)
İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.
Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…
Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor.
Fakir (Nubar Ozanyan)
Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.
Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı
Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.
Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!
Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.
Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama
Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.
6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.
İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”
Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR.
Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!
Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”
KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-
Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.