Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci
Diyarbakır Zindanı’nda işkenceye direnen teslimiyeti kabul etmeyen devrimcilerden Garabet Demirci, Yeni Özgür Politika'dan İsmet Kayhan'a Mazlum Doğan ile tanışmalarını, Diyarbakır Zindanı'nı ve Mazlum'un eylemini anlatıyor.
İsmet Kayhan: Maraş’tan, Malatya’dan ve Adıyaman’dan 60’lı yılların sonunda Kürt Alevilerin göç ettiği bir kentti Antep. O yıllar Malatya’da haşhaş, Antep’te fıstık mitingleri yapılırdı. Kurdistan’ın yoksul gençleri de Antep’e gelip hamallık yapardı. Emek sömürüsünün, sınıf çelişkisinin yoğun yaşandığı bir kentti. Bu yüzden neredeyse tüm devrimci önderlerin yolu Antep’ten geçmiştir. Antep’teki yoksul işçilerin mitinglerini, günler süren grevleri organize eden devrimciler daha sonra gruplar halinde Filistin’e savaşmaya gittiler. Filistin’e ilk devrimciler Antep’ten gitti.
İbrahim Kaypakkaya, Haki Karer, Kemal Pir, Cemil Bayık, Mustafa Karasu, Rıza Altun ve Duran Kalkan hepsinin yolu Antep’ten geçti. Antep, giderek Apocuların en önemli çalışma alanı oldu; çünkü Maraş, Adıyaman, Urfa ve kısmen Malatya’ya yönelik devrimci çalışmalar da buradan yürütülüyordu. Kent, Apocular için bir üslenme alanı gibiydi. Haki Karer’in, Kemal Pir’in özellikle Antep ve Urfa’da devrimci mücadelenin gelişmesinde çok büyük katkıları oldu. PKK’nin ilk şehidi Haki Karer de uzun süre Antep’te işçiler arasında örgütlenme çalışması yaptı. Ve orada katledildi. PKK’nin temellerinin atıldığı bu kentte Mazlum Doğan’ın yolu da geçer.
Mazlum nasıl Apocu oldu?
Mazlum, PKK’nin merkezi ideolojik-teorik çalışmalarından sorumluydu. Bu sürede “PDA-Proleter Devrimci Aydınlık” çalışmasını tamamlamıştı. Broşürün tek orijinal nüshasını da basılmak üzere yanında götürmüştü. Kendisiyle birlikte bu broşür de polisin eline geçti. Yine o dönem PKK adına birçok bildiri de Mazlum’un kaleminden çıktı. Mazlum’un Apocu olmasında Haki Karer’in emeği büyüktür. Şöyle anlatıyor Mazlum: “Haki arkadaş dört saat grubun görüşlerini anlattı, bitirince ‘hepsine katılıyorum’ dedim ve Apocu oldum.”
17 gün işkence
Mazlum Doğan’ın hepimizin bildiği bu fotoğrafını 1979 Eylül’ün sonunda Antep’te çekmişti. Yeni bir kimliğe ihtiyacı vardı. Kimlikte farklı bir görünüm için kesmişti bıyıklarını. Oysa Mazlum hep bıyıklıydı. O zamanlar Mazlum, Nuri Pazarbaşı semtindeki “Umut Apartmanı”nın giriş katındaki bir dairede kalıyordu. Komşulara kendini “Mimar” olarak tanıtmıştı. Proje üzerinde çalışıyordu, henüz büro açamadığından evde çalışıyordu. Komşulara anlattıkları hikaye böyleydi. Daha sonraki günler Antep’in Karşıyaka semtinde bir evde kaldı. Ali Haydar Kaytan’ın kaldığı evdi burası. “PKK Bülteni”nin ilk sayısı da bu evde hazırlandı. Mazlum, basım işlerinden de sorumluydu. Birkaç günlüğüne ayrıldı. Urfa’dan Viranşehir’e giderken 10 Ekim 1979’te bir arabada yakalandı. 17 gün akıl almaz işkenceler gördü.
Öcalan “Çağdaş Kawa” dedi
1982 Mart’ının ikinci haftası görüşe giden anne ve babasına, “Üzülmeyin. Çok güzel şeyler olacak” der. Bu görüşmeden bir hafta sonra, 20 Mart’ı 21 Mart’a bağlayan gece, hücresinde üç kibrit çöpü yakarak Newroz’u kutlar. “Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür” diyerek tarihi eylemini gerçekleştirir. Öcalan, Mazlum’un eylemini haber aldığında Şam’daydı. Bir gün boyu çalışma odasında kaldı. Akşam, “Mazlum Yoldaş’ın Anısına” yazısını hazırladı. Öcalan, bu değerlendirmesinde Mazlum’u 1982 Newroz’unda “Çağdaş Kawa” diye andı, böyle selamladı. O tarihten beri, bütün Kurdistan halkı Mazlum Doğan’ı böyle andı. Öcalan o gün “Daha yoğun bir tempo ile gerillayı hazırlayacağız” talimatını da verir.
Ermeni devrimciyle kesişen yol
Garabet Demirci, Diyarbakır Zindanı’nda işkenceye direnen teslimiyeti kabul etmeyen devrimcilerden biridir. Bir mevsim işkencede kaldı. İşkencenin her türlüsüne maruz kaldı. Çoğu zaman da sadece zevk için “Bir Ermeni’yi askıda görme zevki” için işkencelere maruz kaldı. Mehdi Zana, Mazlum Doğan ve Garabet Demirci’nin “işkencede öldü” iddialarını araştırmak için Uluslararası Af Örgütü’nden bir heyet gelir. Mazlum, Garabet ve Mehdi Zana’nın yaşadığını ispatlamak için heyetin karşısında çıkarırlar. Garabet Demirci ile Mazlum Doğan’ı konuştuk.
Mazlum Doğan nerede ve ne zaman tanıştınız?
Garabet Demirci: Mazlum Doğan arkadaşla ilk tutsak düştüğü süreçte tanıştım. Kısa bir sohbetimiz oldu. Oldukça birikimli ve inançlı bir arkadaş olduğu her cümlesinden anlaşılıyordu. Kurdistan’ın bağımsızlığına ve sosyalizme olan inancı çok güçlüydü. Etrafına ışık saçan bir arkadaştı. Daha sonra kendisini dış görüşmelere kapattı. Görüşemedik. Örgütsel eğitim çalışmalarından ya da toplantılarından dolayı dışarıyla ilişkilerini sınırlandırdığını düşünüyorduk. Mazlum arkadaşın başarılı olamayan firar eyleminden sonra neden kimseyle görüşmek istemediğini anladık. Meğer kimseyle görüşmediği süreçte firar eylemi örgütlüyormuş.
Mazlum Doğan’ın eyleminden önce Diyarbakır Zindanı’nı anlatabilir misiniz? Nedir bu zindanı diğer zindanlardan farklı kılan?
Garabet Demirci: Mazlum arkadaşın eylemi diyebilirim ki karanlığı parçalayan bir işaret fişeği oldu. Mazlum arkadaştan önce ve sonra diye iki farklı tarihten ve zamandan bahsedebiliriz. Mazlum arkadaş öncesi zifiri koyu karanlıkta derin bir zulüm çukuruna düşmüş her gün işkencecilere karşı içimizde büyük bir öfke düşmana karşı tanımsız bir kin büyütüyorduk. Bu dayanılması zor işkenceleri yaşamaktansa ölümü arıyorduk. Bu durumdan nasıl çıkacağımızı düşünüyor, fakat bir çıkış yolu bulamıyorduk. Yaşananları kimse kabul etmiyor içine düştüğümüz durumu kimse içine sindiremiyordu. Mazlum arkadaşın eylemi karanlığı parçalayan bir ışık oldu. Derin zulüm çukurundan nasıl çıkmamız gerektiğinin yolunu açtı.
Mazlum Doğan’ın eylemini nasıl duydunuz?
Garabet Demirci: 5 Nolu zindanında 29’uncu koğuştaydım. İnsani ve doğal olan her şeyin yasaklanıp tutsak edildiği zamanları yaşıyorduk. Hava, su, zaman, sevgi, merhaba, mektup, mendil yani her şey tutsak edilmişti. Bırakalım başka koğuş ve hücrelerde neler olup bittiğini anlamaya çalışmak kaldığımız koğuşta bile tutsaklarla konuşmak, dertleşmek, iletişim kurmak, neler olduğunu öğrenmek yasaktı. Cezaevi idaresi tarafından çağrılıp bir daha kendisinden haber alamadığımız arkadaşlarımız, ya da geri geldiğinde bile yanına yaklaşıp durumunu öğrenemediğimiz herkesin, herkesten ve her şeyden korktuğu ürktüğü zamanları yaşıyorduk. En küçük insani bir tepki için bile bedel ödemek gerekiyordu. İşkence sonucu yere yıkılan, kalkamayan acı içinde kıvranan can çekişen yoldaşına, dostuna elini uzatamıyordun. Uzatmak için mutlaka işkenceyi, ağır bedel ödemeyi göze alman gerekiyordu.
60 kişilik koğuşta 20 kişi ya ihbarcı ya da itirafçı olmuştu. Ancak bir birini iyi tanıyan, güvenen insanlar kendi aralarından sınırlı şekilde iletişim kurabiliyordu. Bu zulüm zamanları içinde güvendiğimiz arkadaşlar mahkeme dönüşünde gelip bize Mazlum arkadaşın eylemi gerçekleştirerek şehit düştüğünü söyleyince onu kaybettiğimizi öğrendik.
O an ne hissettiniz?
Garabet Demirci: Adı konmamış bir suskunluk ve derin bir hüzün tüm koğuşu kaplamıştı. Herkes bir anda susmuş, ürkütücü bir sessizlik koğuşta hakim olmuştu. Kimse konuşmaya cesaret edemiyordu. Sözler anlamsızlaşmıştı sanki konuşsak Mazlum arkadaşa saygısızlık yapacağız duygusunu yaşıyorduk. Eylemiyle konuşan sadece Mazlum arkadaştı. Hepimiz sessizce içimizdeki Mazlum’la vicdanımızla konuşuyorduk. Kendimizle hesaplaşıyorduk. ‘İlk’ olamamanın derin sorumluluğunu yaşıyorduk. Aynı zamanda Mazlum arkadaşın eyleminin ne anlama geldiğini, bizden neler yapmamız gerektiğini içimizde tartışıyorduk. Sanki hem içimizdeki hem dışımızdaki karanlık parçalanmış yanıp sönen bir ışığın parıltısıyla nerede nasıl yaşadığımızı neler yapmamız gerektiğini sorguluyorduk. Eğer ayağa kalkıp onurluca direnmezsek tarih, devrim, sosyalizm idealleri bizden ödeyemeyeceğimiz ağır hesap soracaktı. Mazlum arkadaşın eylemi hem elleri kırbaçlı, kalaslı, silahlı işkenceci zulüm ordularına karşı tek başına bir meydan okumaydı. Aynı zamanda biz geride kalanları gerekçesiz sorgulatan bir uyarı nitelik taşıyordu. Bir uyanış eylemiydi. Her birimizin kendi iç sorgulaması daha derinleşmişti. “Neden ilk biz olmadık. Neden halen zulmü kabul etmeye devam ediyoruz. Neden geç kalıyoruz? Daha nelerin olmasını bekliyoruz?” Sorularına yanıt olmanın artık korkmanın anlamsızlığını öğrenmeye başladığımız zamanları yaşamaya başladık.
Sizinle daha önceki bir sohbetimizde “5 Nolu’da kalan herkes Mazlum Doğan arkadaşa borçludur” demiştiniz.
Garabet Demirci: Evet, hepimiz borçluyuz. Halen borcumuzu layıkıyla ödemiş değiliz. Çünkü feda eylemi yapan her öncü geride kalanlara ağır görevler büyük sorumluluklar ve tamamlanmamış sözler bırakır. Eğer Mazlum arkadaş ilk özgürlük kıvılcımını çakmasaydı sonrasının ne olacağını bilemediğimiz zamanları fazlasıyla yaşıyor olacaktık. Hep dile getiriyorum. Eğer Mazlum, Kemal, Hayri, Dörtlerin eylemi olmasaydı, ardı sıra gelen büyük uyanış eylemleri ve direnişleri olmasaydı biz ya birer canlı ölü olurduk. Ya da şans eseri zindandan çıktığımızda iradesi kırılmış şekilde devrimcilik yapamazdık. Çünkü tanımı zor zulüm her tutsağın içinde korku, ürkme, sinme, kendine güvensizliği ekmişti. Direnişle birlikte cesaret kararlılık kazanmaya başladık ve zulme meydan okunması gerektiğini tekrar öğrendik. Nerede hangi koşullarda olursak olalım mutlak direnmenin, düştüğümüz yerden tekrar ayağa kalkmak gerektiğini öğrendik. Direnmenin, amaca büyük bağlılık ve dönüşü olmayan feda eylemi yapmamız gerektiğini öğrendik. Ve sözümüze sadık kalmaya ancak borcumuzun halen devam ettiğini öğrendik. Hem devrimci tutsaklar hem de onurlu Kürtler olarak herkes fazlasıyla Mazlum, Kemal, Hayri arkadaşlara ve Dörtlere borçludur. Ben bir devrimci tutsak olarak zindanda direniş yolunu tutmasaydım ne devrimcilik yapma iradem ne de yaşama hakkım olmazdı.
Mazlum’un eyleminden sonra Amed’de ne değişti? Bu eylem neyi tetikledi?
Garabet Demirci: Mazlum arkadaşın eylemi bizlere ‘Ya bir yol bulacağız ya da bir yol açacağızı’ bir kez daha öğretti. Ne yapılması ve ne yapmamız gerektiği sürecini başlattı. Mazlum arkadaş bize, canından çok sevdiği değerler uğruna gerektiğinde kendini feda etmeliyizi öğretti. Takip etme sürdürme sırası artık geride kalanlarda yani bizlerdeydi. İçimizdeki korkuyu tam olarak yenemediysek de artık buz kırılmış düşünmek, uyanmak ve mutlaka bir şeyler yapmak gerektiğini düşünmeye başlamış ve eyleme geçmeye hazır olmamız gerektiğini öğrenmiştik.
Siz zindanda neler yaşadınız? Uluslararası AF örgütünden bir heyet Diyarbakır Zindanı’na neden geldi?
Garabet Demirci: Siverek-Urfa-Diyarbakır işkencehanelerinde çok ağır işkenceler yaşadım. Sağ kurtulacağımı düşünemiyordum. Hem devrimci hem de Ermeni kimliğimden dolayı devlet nezdinde çift sakıncalıydım. İki ağır suçu boynumda taşıyordum. Bunun sorumluluğunu taşımanın fazlasıyla ağır olduğunu biliyordum. Esat Oktay Yıldıran’ın özel ilgisine takılmıştım. İsmimi değiştirerek hem Türk hem de Müslüman olmamı istiyorlardı. Hem ağır fiziki hem de ağır psikolojik baskılara maruz kaldım. Siverek, Urfa, Diyarbakır işkencehanelerinde tanık olan, beni gören ve ismimi duyan herkeste mutlaka öldürüleceğime dair ciddi kaygılar vardı. Üstüme herkesten fazla gelip yükleniyorlardı. Uzun süre işkencede kalmam beni ‘tanınır, meşhur’ yapmıştı. Kolordudan özel subaylar beni görmeye geliyordu. Bana bir “canavar” gibi yaklaşıyorlardı. Hayatlarında ilk kez bir Ermeni, yani bir “canavar” görmüş gibi hayrete düşüyorlardı. Her defasında aşağılama, küfür ve hakarete maruz kalıyordum. Sünnet olup olmadığımı kontrol etme bahanesiyle defalarca çıplak aramaya ve çıplak bekletilmeye maruz kaldım. Üzerime işeyen, yüzüme tükürenlerin, sırtıma binmek isteyenlerin haddi hesabı yoktu. Düşünün, insan olmayan, acayip bir canlı yakalamış gibi alay ediyorlardı benimle. Zulmün üstü ne kadar kapatılıp, ölümlerin duyulmaması için çalışılsa da bir ışık bulup dışarı sızıyor. Beni, Mazlum arkadaşı ve Mehdi Zana arkadaş hakkında öldü iddialarını soruşturmak öğrenmek için Uluslararası Af Örgütü’nden bir heyet 5 Nolu zindanına gelmişti. Bizlerle görüştüler. Mazlum arkadaşın da isminin geçtiğini öğrendim. Koridorda askerler “Mazlum’u da getirin” diye bağırıyorlardı. Sırasıyla bizi bir odaya alıp heyetin huzuruna çıkarıyorlardı.
Mazlum Doğan’ın ablasıyla sonraki yıllarda tanıştınız. Ne hissetiniz?
Garabet Demirci: TİKKO komutanı Armenak Bakırcıyan yoldaşın ablasını İstanbul’da görmeye gidince yüzünü bana dönüp yanında oturan siyah saçlı kadın arkadaşı göstererek, “Bu arkadaşı tanıyor musun?” diye sordu. Nasıl tanıyor olabilirdim ki, “Hayır tanımıyorum. İlk kez görüyorum” dedim. “Arkadaş Mazlum Doğan’ın ablası” deyince sevincimi tutamadım. Başladık derin acılı ve onur taşıyan sohbete. Her iki şehit yoldaşın ablalarının nasıl bir birini bulduklarını anlatmak zor olsa gerek. Mazlum Doğan arkadaş Karakoçanlıdır. Armenak Bakırcıyan arkadaş da Karakoçan’da Mazlum arkadaşların evinin önünde şehit düşmüştür. Karakoçan’ın bu iki büyük devrimcisinin ve öncüsünün bu kadar tesadüf dolu benzerlikte yollarının kesişmesini nasıl açıklayacağımı bilemiyorum. İki ablanın da yollarının kesişmesinin görünürde bir tesadüftük olsa da başka güçlü nedenlerin onları buluşturduklarına inanıyorum. Mazlum arkadaş Armenak Bakır’ın kendi doğduğu topraklarda şehit düştüğünü öğrenmişti. Zindanda onunla ilgili anma yapılmasını en fazla isteyen Mazlum arkadaş olmuştu. Mazlum arkadaşa Armenak Bakır’la anma yapacağımızı söylediğimde içtenlikle katılacaklarını söylemişti. Bugün yürüyen gelişerek büyüyen Kürt özgürlük mücadelesinde Mazlum Doğan arkadaşın büyük bir emeği asla unutulmayacak değerdedir. Katkıları fazlasıyladır. Mazlum arkadaşa bakılmadan onu anlamadan yürüyerek amaca varılamaz. Her Kürt her devrimci tutsak her özgürlük arayan mazlum mutlaka Mazlum Doğan arkadaşa bakmalıdır. Onun sadece Kürtlerin Mazlumu olmadığını en fazla özgürlük arayan Ermeni ve tüm ezilenlerin Mazlum’u olduğuna inanıyorum. Bizim Mazlum’u bizim Keko’yu saygı ve sonsuz minnet duygularımla anıyorum.
Son Haberler
Sayfalar
Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:
Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.
Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)
Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.
Emperyalizm Üzerine Notlar-3
Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme
Soru 3:
Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır
Cevap:
Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.
Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?
Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine
Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.
“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2
Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.
İdeolojik Netlik ve Örgütlülük
Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.
AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.
Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.
Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.
Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)
Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.
ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...
"Sol Kal Sol Yaşa"
Sol tatile gitmişken...
Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır saldırılara maruz kalıyorken...
seçimlerle siyaset yapmak istiyen devrimcilerde proletaryaların her geçen gün ağırlaşarak hissettiği solcusuzluğa karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...
fırsatta buyken... fırsatta buyken...
yazın gitsin kız... yazın gitsin...
abrüst... falan filan...
sanat da diyin gitsin.
Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)
Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.