"İnsanlık ölmüş " diyenlere güzel bir haber

Bin yıl geçti sanki cezaeviyle ilk tanışıklığımın üzerinden. Çok gençtim; çocukluğumda jandarma, falaka ve cezaevi korkusuyla büyütülmüştüm. Konulduğum cezaevinin demir kapıları, beton duvarları ve göğün bağrına birer mızrak gibi saplanan nöbetçi kulelerinden ürkmüştüm.
Dışarıda akıp giden zaman o boğucu dört duvar arasında donup kalmıştı sanki. Girdiğim o mezardan çıkmak bana imkânsızmış gibi görünüyordu. Şimdi o günleri tebessüm ederek hatırlıyorum. Alıştım çünkü; başka bir kentteki evime gider gibi gidiyorum artık hapishaneye.
Kısa bir aradan sonra şimdi bir defa daha voltadayım dikenli teller altında. Bir kelebek zarafetiyle maltaya süzülen güz güneşinin altın sarısı saçlarından yayılan mest edici bir koku geliyor burnuma. Gökkuşağı renklerinin kaynaştığı serin bir yel ürperiyor yanaklarımda .
Üzeri dikenli tellerle çevrilen beton duvarın ardında, uzak bir yerden bir horozun coşkulu haykırışı yankılanıyor göklerde. Kulağımda horozun çığlıkları, bizim genç horoz geliyor gözümün önüne. Turkuaz yeşili, siyah ve kızıl renklerin ışıldadığı paltosuyla çevresinde gıdaklayan tavuklar arasında, “buranın kralı benim " dercesine kan kırmızısı ibikli başını kibirle arkaya atarak, bahçeyi uzun bacaklarıyla adımlayışını görür gibi oluyorum. Dışarıya gidiyor bir an düşüncelerim. Sevdiklerim güleç yüzleriyle gelip etrafımı sarıyorlar. Kalbimin kanatlanıp onları kucakladığını hissediyorum.
KADER DEĞİL GURBET MAHKUMLARI…
Koğuştan kopup gelen kahkaha sesleriyle uyanıyorum düşüncelerimden. Koğuş arkadaşlarım neşeyle sohbet ediyorlar. Benim kendilerine katılmamı istiyorlar. Düşüncelerimi avluda bırakıp, onların yanına dönüyorum. Bol kahkahalı sohbete devam ediyoruz. Koğuşta on beş kişiyiz. Koğuş arkadaşlarım başka illerden getirilmişler buraya. Birkaçı daha çocuk… Bu koğuştakilere “gurbet mahkumları ”deniyor. Adli mahkumlara “kader mahkumları” dendiğini biliyordum; ancak gurbet mahkumları sözünü ilk defa burada duydum. Böylece cezaevi kültürüm bu koğuşla biraz daha zenginleşmiş oldu.
Bu gurbet mahkumları İstanbul, Kocaeli, Diyarbakır, Osmaniye, Gaziantep,Urfa , Ağrı ve Iğdır gibi uzak illerden gönderilmişler buraya. Burası dünyanın öteki ucu kadar uzak bir yer onlara. Hepsi yoksul aile çocukları. Zaten zengin çocuklarının burada ne işi var ki?
BURADAKİLER MEHMET AĞAR DEĞİL Kİ…
Aileleri bu uzak diyara nasıl gelip giderler, geldiklerinde nerede barınırlar, devletin umurunda değil. Bunlar Mehmet Ağar değil ki, devlet kendileri için villa tahsis eder gibi özel bir hapishane tahsis etsin! Tufan adında bir genç var ,Osmaniyeli ; Malatya’dan gönderilmiş buraya. Evli ve iki yaşında bir kızı var. 17 aydır cezaevinde. Bu zaman boyunca ne genç eşini ne de bebeğini görebilmiş. Yol uzak ve otobüse verecek paraları yok. Tufan’ın gök mavisi gözleri dalıp dalıp gidiyor uzaklara, eşi Nejla’yı ve kızı Suna’yı düşünüyor olmalı. Başka bir mahpus, “dört yıldır görüşçüm gelmedi” dedi. Neredeyse hepsi aynı durumda.
Bu insanlık dışı uygulamayı , “Yaratılanı Yaratandan ötürü seviyoruz” , diyenlere ithaf ediyorum. E…ne de olsa yalan söylemek parayla değil !!!
DEVLET SUÇ NEDENLERİNİ ORTADAN KALDIRMAK MECBURİYETİNDEDİR…
Devlet, ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik tedbirler alarak, suçların nedenlerini ortadan kaldırıp cezaevlerinin kapısına kilit vuracakken, kendi kusurunun bedelini bu insanlara ödettiriyor.
Bir itirafta bulunmak istiyorum: Tarihe ve insanlığa beslediğim güçlü ümitler bu gurbetçi mahkumlar arasında daha da pekişti.
DÖRT DUVAR ARASINDAKİ MEDENİYET, ANKARA SİYASET MECLİSLERİNDE YOK…
"İnsanlık ölmüş " diyenlere güzel bir haber vereyim: Dört duvar arasında da olsa insanlık burada zifiri karanlıkta ışıldayan bir yıldız gibi parıldamaya devam ediyor. Tek mesele ortak bir ruhun yaratılmasında… Gerisi kolay, insanlık yatağını bulan su gibi bulur kendi ışıklı yolunu…
Bazıları belki inanmayacak ve sözlerimi abartılı bulacaklar ama ben bu dört duvar arasında bulduğum medeniyeti ve insanlığı ülkeyi yöneten o Ankara’daki o siyasetçi meclislerinde görmedim. Onlar gibi torba dolusu laflar etmezler ama burada kurdukları örnek hayatla insanlık dersi veriyorlar.
Koğuşun demir kapısından içeri adımımı ilk attığımda nasıl bir manzarayla karşılaşacağımı bilmiyordum. İçeridekiler gaspçı, eroinci veya katil olabilirlerdi. Onlarla bir arada yaşamak bir mayın tarlasında yürümek kadar zor geliyordu bana.
KOĞUŞTA İLK ANLAR…
Hapishanede kalanlar bilirler, koğuş kapısı her açıldığında bütün başlar ümit ve merakla o yöne çevrilir. Dış dünyaya, özgürlüğe açılan tek kapı budur çünkü.
İçeri girince “ Merhaba, iyi akşamlar” dedim, üstüme çevrilen gözlerle sıcak bir göz teması kurmaya çalışarak. İçeridekiler, yanan kömür sobasını çembere almışlardı. Beni tanıyanlar oldu, adımla selamladılar beni. Koğuş kapısı ardımdan şangırdayarak kapanırken, hepsi oturdukları plastik sandalyelerden gürültüyle ayağa kalkarak etrafımı sardılar ve candan bir ilgiyle, “Hoş geldin” dediler. Tanıdıklar benimle öpüştüler, diğerleri ise elimi sıcak bir karşılamayla sıktılar. Üç dört genç sakıngan gözlerini üstümde tutarak arkada kaldılar. Onlara ayrıca merhaba diyerek adlarını ve memleketlerini sordum. Gözlerinde çocuksu bir masumiyetle isimlerini ve memleketlerini söylediler. Ayakta süren hoşbeşten sonra oturmam için bir sandalye verdiler, sonra misafir olan benim için sobaya bir çay koydular.
Koğuşta sigara içildiğini görünce –çünkü sigara içilebilecek başka bir yer yok- "Eyvah"! dedim kendi kendime. Kandıra F tipindeki rutubetten hasara uğrayan akciğerlerim bu ortamda bir gün bile dayanamazdı. Az sonra çayla süren sohbetimizi kafamın içinde matkap gibi uğuldayan bu endişeyle sürdürdüm. Bir an cesaretimi toplayıp yanımdaki mahpusun kulağına sigaradan rahatsız olduğumu fısıldadım. Bu harika insanlar, adeta bakışlarıyla konuşuyorlardı. Nasıl oldu, kaş göz hareketleriyle nasıl anlaştılar, anlayamadım: sigara tutan eller gizli bir komut almış gibi kül tablalarına uzandı ve sigaralar hemen söndürüldü..
Şimdi akşamları koğuş kapısı kapanınca, sigara için tuvaletin önünde kuyruğa giriyorlar. Böyle olunca da günlük içtikleri sigara sayısı yarıya indi. Hem sağlıklarından hem de paralarından tasarruf ettikleri için şimdi gözlerinin içi gülüyor.
CEZAEVİ TERBİYE Mİ EDER?
Sanılmasın ki, cezaevi hayatı bu insanları hizaya sokmuş. Bana göre bu düşünce gerçeği yansıtmaz. Bu insanlar burada sabrın öğretmenliğinde hoş görünün, olgunluğun, zarafetin, empati kurmanın ve barış içinde kardeşçe yaşamanın sırrını keşfetmişler.
KOĞUŞTA HAYAT…
Koğuşun günlük işlerinde harika bir paylaşım var. Büyük küçük ayrımı gözetmeden herkes, her işe koşuyor. Gece saat 11’den sabah 8’e kadar koğuş nefesler tutulmuşçasına kıpırtısız bir sessizliğe bürünüyor. Uyku sorunu olan benim için huzurlu ve melankolik bir sessizlik bu. Sabah erken kalkanlar, uyuyan arkadaşlarını rahatsız etmemek için parmak uçlarında gidip bir sandalyeye ilişir, sadece görüntüsüyle yetindikleri televizyonu izlerler. Sabah sayımından sonra birlikte kahvaltıya oturulur. Üstümdeki ranzada yatan genç arkadaşım geceleri yatakta dönerken beni rahatsız etmekten dertli. Oysa rahatsız olduğum yok. Ben de onun beni düşünüp gerilmesinden dertliyim. İki dertli birbirimizi bulmuşuz!
DİYOJEN GİBİ İNSAN ARAYANLARDANSANIZ İÇİNİZ RAHAT ETSİN…
Hani Diyojen gündüz ortası sokakta fenerle dolaşırken, “ İnsan arıyorum”, demiş ya… Siz de Diyojen gibi insan arayanlardansanız, içiniz rahat olsun; insanlık için hala ümit var. Gurbetçiler koğuşu, dört duvar arasında ümidi yeşertiyor, kötülere insanlık dersi veriyor. Size dünyalar dolusu selam ve sevgilerini gönderiyorlar.
Mahmut ALINAK - Susuz Kapalı Cezaevi

Mahmut Alınak
Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.
alinakmahmut@hotmail.com
Son Haberler
Sayfalar

Güzel insanların ardından kurulan her cümle yetersizdir…(İsmail Cem Özkan)
Şimdi anıları olanlar hemen anılarını paylaşmayacak, zamanı gelince yazarlar ya da anı kitabı yapılacaksa oraya bir kaç kelime bırakacaklardır ama popüler olanı yapacaklar yani varsa birlikte çektikleri/ çekildikleri fotoğraflarını paylaşacaklar...
Turan Eser benim geçmişi (artık geçmiş oldu, zamanda üzerine eklenince) uzun bir sancılı dönemin dostluğuna dayanıyor...

Emperyalizm Üzerine Notlar-6
13-15 Eylül 2024 ICOR Uluslararası “Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” Semineri 1. Gün
Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.
Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.

Erdoğan ve cumhur ittifakı’nın hazırlıkları iç savaş odaklıdır!
İçinden geçilmekte olan sürecin bu ayırt edici özelliği, rejimin ne kadar da kırılgan bir durumda olduğunun, çıplak bir ifadesi olarak da okunabilir elbet.

Serdareme, Caneme, Hevaleme…
Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.

Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?
Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?

Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir
Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?
Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.

Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)
Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.
Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.

Vitrin olma kız... vitrin olma...
Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...
Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...
ne kadar güzel olurdu...
mecliste, belediye başkanlıklarında bir...
Öyleyse.... öyleye...
Hayeller.... söylemler...
Kitleler...
yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...
Gerçekler ise....
Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..
Hemi... hemi...
hayat bu... gerçeklik bu ise...

Şeriat ve kadın
Tüm kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve keza “9.

Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi
Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.