Cumartesi Mart 1, 2025

İşçiler Ve Burjuvalar

Herhangi bir yerde, sermayeye karşı işçi direnişi, işçi eylemi, işçi grevi olunca, burjuvazinin ve işçinin aklına, istisnasız, önce Marx gelir.

Mayıs aylarının ortasından bu yana Metal işçilerinin domino etkisi yaratırcasına yayılan direnişleri de önce Marx’ı ve onun dev eseri Kapital’i akla getirdi.

Sermaye ve emek, burjuvazi ve işçiler deyince, kaçınılmaz olarak, her iki karşıt sınıfın ilk aklına düşen Marx ve ondan ayrı düşünülmeyecek olan Engels olur. Burjuvazi, işçiyi, Marx’ın düşün dünyasından yalıtmaya çalışır. İşçi de her eylemiyle Marx’a bir adım daha yaklaşır. O Marx’a yaklaştıkca, kendi sınıf bilinciyle daha fazla ilişki kurar. Bu ilişkidir burjuvaziyi ürküten.

Engels, Kapital için şöyle yazmıştı:

“YERYÜZÜNDE kapitalistler ve işçiler bulunduğundan beri, işçiler için bu kitap kadar önemli bir kitap çıkmadı.”

Çünkü dünyanın kendi ekseni etrafında dönüşünün gerçekliği kadar, kapitalist toplumsal sistem de emek-sermaye ilişkisi gerçekliği üzerinde döner. Bu ilişkiyi, bilimsel şekilde ortaya çıkaran ve işçi sömürüsü üzerinde yürüyen kapitalist sistemin ve bundan kurtuluşun nasıl olacağının çözümlemesini ilk defa Marx ortaya koymuştur.

Marx, işçiler için yazmıştır. Onun eserleri, düşünceleri işçilerin sömürüden kurtuluşu içindir. Ancak, o, salt işçiler için yazmadı ya da salt işçilerin özgür geleceği için değil, tüm insanlığın özgür geleceği için yazdı. O yazılar hala tazeliğini koruduğu gibi, Marx’ın düşünceleri her geçen gün toplumsal pratik tarafından fazlasıyla doğrulanıyor.

Emek ile sermaye arsındaki ilişki, burjuvazi ile işçiler arasındaki ilişki toplumsal bir ilişkidir. Ve bu iki karşıt kutup arasındaki ilişkinin karakteristik biçimi kapitalist toplumsal ilişkiyi oluşturur. İşçi olmadan kapitalist (burjuvazi) olmaz. Yani, sermaye olmaz, sermaye olmadan da işçi olmaz. Ancak, işçi bu sistemi değiştirip, sömürüsüz ve sınıfsız bir dünya yaratabilir ve bu dünyayı yarartığında kendiside artık sermayeye hizmet eden bir ücretli işçi olmaktan çıkıp, kolektif üretim ve üleşim yapan toplumun özgür bir bireyi olacaktır. O zaman ne işçi ne de burjuvazi olacaktır. Daha genel bir söylemle; ne ezen ne de ezilen olacaktır.

Her grev ve her direniş, eninde sonunda işçilere kendi kurtuluşunu öğretir ve öğretiyor da. İşçi grevleri, emek-sermaye çelişkisinin bir sonucu ortaya çıkar. Burjuvazi işçiyi daha fazla çalıştırıp daha az ücret ödemek ister. Patron işçiye ne kadar az ücret öderse, o kadar fazla sermaye biriktirecektir. İşçi de yaşamını biraz daha iyileştirmek için daha fazla ücret almak ister. Ancak, ücretli özel mülkiyet ilşkisi yıkılmadan ne işçi istediği gibi ücret alabilir ne de patron azami kar elde etmekten vazgeçer. Kapitalist sistem sürdüğü sürece bu çelişme derineleşerek devam eder.

İşçilerin direniş yapmaları için çok nedenleri olmasına karşın, bir o kadarda direniş korkuları vardır. Burjuvazi onları her yandan kuşatmıştır. Başta, burjuva devleti, yasaları, bürokrasisi, ordusu ve polisiyle kuşatmıştır. İkincisi ideolojik olarak kuşatmıştır. “Ekmek yediğin yere ihanet etme”yi işçinin burjuvaziye karşı kullanacağı yerde, burjuvazi işşçiye karşı kullanır. Oysa, üretilen ekmeği (ürün-meta) işçi üretir, patron ise fazlasına el koyar. İşçinin patrona karşı maddi ve manevi olarak hiç bir vijdan borju yoktur. Tersine, patron varlıüı dahil herşeyini ücretli çalıştırdığı işçiye borçludur.

İşçi patrona karşı eyleme geçmekten korkar. Kokusunun temelini, işten atılarak işsiz kalmak ve aç kalarak yaşamını idame ettirememek oluşturur. Ailesi varsa bu korku aile fertlerinin sayısı oranında artar. İşçi kendi yarattığı değerlerden korkar hale gelir. Oysa, burjuvazinin el koyduğu ve sermaye haline getirdiği ürünler işçinin yarartığı değerlerden başka bir şey değildir.

İşçi bunun bilincinde olmadığından ya da örgütsüz olduğundan burjuvaziden daha fazla korkar. İşçinin en büyük örgütsüzlüğü sınıf bilincinden yoksun olmasıdır. Örgütsüz ve sınıf bilincinden yoksunluk, işçiyi burjuvaziye ücretli köle haline getirir. Bu bütün iş kollarında burjuvaziye artı-değer üreten tüm çalışan işçiler için geçerlidir.

İşçinin burjuvaziye karşı olan bu korkusu, burjuvaziyi işçi karşısında efendi yapar. Bu korku nedeniyle, daha fazla çalışır, daha az kazananarak yarattığı tüm zenginliği burjuvaziye verir. Burjuvazinin yaratığı yoksulluğu ise kendine alarak acı çeker. Bu da işçinin kendini özgürce gerçekleştirmesinin önüne geçer. Arzularını, istemlerini ve yaşamını özgürce yaşayamadığı gibi özgürce düşünemez ve düşüncelerini derinleştiremez. Kendine, üretimine ve toplumsallığına yabancılaşarak bireyselleşip yalnızlaşır. İşçiyi ücretli köle olarak bırakan nedenlerin başında, toplumsal yapıyı belirleyen kapitalist üretim biçiminin bu karakteristik ilişki biçimi gelir.

İşçi-Burjuvazi arasındaki korku tek yanlı değildir. Burjuvazi de işçiden korkar. Bu korkusunu işçi kadar açık etmesede, onun korkusu daha büyüktür. Çünkü burjuvazinin kaybedeceği çok şey varken, işçinin ise kaybedeceği, söylene geldiği gibi “zincirlerinden başka” bir şey yoktur. Yani, işçi ücretli köleliğini, burjuvazi ise ücretli kölelerini ve bunun üzerinde inşa ettiği iktidarını kaybedecek. Bu çelişik durum; iki taraf arasında şiddetli sınıf çatışmalarına ve ve nihayetinde devrimlere yol açıyor. Büyük alt-üstler olmadan da bu ilişki biçimi değişmez.

Burjuvazinin kaybedeceği iktidar olduğundan, işçinin direnişi onun en büyük korkulu rüyasıdır. Direnişin daha güçlü olmasına yol açacak olan işçinin sınıf bilinçli ve örgütlü olması burjuvazinin en büyük korkusu ve bu özelliğe işçilerin sahip olmaması için, elinde bulundurduğu devletin tüm baskı güçlerini harekete geçirir.

Toplumsal üretim yapan işçi, kolektifliğinin bilincine varıp örgütlenerek yalnızlığını ve bireyselliğini yıktığında; kendi sınıf gücünün bilinçli ayrımına varacaktır. Ve o, bütün çektikleri acının ücretli köle olmasından kaynaklandığını görerek Marx’ı izlemeye devam edecektir. Marx’ı izlediği oranda, toplumsal yapıyı sadece ve sadece kendi sınıf bilinçli örgütlü gücü ve eyleminin, kendini ücretli kölelikten, dünyayı da bujuvazinin vahşi istilasından kurtarbileceğinin bilincine varacaktır.

10.07.2015

***

50882

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-

Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.

Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.

Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)

İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.

Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…

Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor. 

Fakir (Nubar Ozanyan)

Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.

Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı

Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin  belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.

Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!

Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.

Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama

Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.

6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.

İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”

Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR. 

Türkiye „Yarı-Sömürge“ Bir Ülke Mi? Emperyalizm Üzerine Notlar-4

Sömürge-Yarı-SömürgecilikÜzerine

Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!

Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”

KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-

Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.

Sayfalar