Cuma Nisan 18, 2025

Kapitalizm Ehlileşir Mi? -2

Dünyada “otoriter rejimlerin artması” ne anlama geliyor?

Bütün burjuva ülkelerinin ve de onların oluşturduğu birliktelikler (AB, NATO ve diğerleri), yayınladıkları bildiriler, konseptler düşman yaratıcı, ve düşman çoğaltıcı yanında düşmana karşı, karşı taktiklerin geliştirilmesi işlenmektedir. Yani, ortada “barış” ve “uyum içinde birlikte yaşamak” yoktur. Mümkün olduğunca rakip yaratmak ve rakip gördüğünü zayıflatmak ve ya da yok etmek. Bu, emperyalist denegsiz gelişme yasasının bir eğilimi olarak ortaya çıkar.

ABD’nin en son yayınladığı “Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi” (Aralık 2017), Çin’in, Rusya’nın, NATO’nun “NATO 2030 Belgesi”[1] yayınladıkları stratejik belegelerinde, ve diğer belgelerde bunlar vardır. Karşı tarafı “otoriter” olarak değerlendiren AB bileşenleri, kendi otoriterliklerini ise “demokrasi” olarak adlandırdıkları gibi, bütün dünyada kendi yanında duran en gerici ve faşist rejimleri desteklediklerini ise görmezden gelmemizi istiyorlar.

Burjuva medyası, faşist rejimleri “popülist rejimler”, “popülist iktidarlar” vb. adla adlandırmayı tercih ediyorlar. Çünkü “en demokrat” bilinen burjuva cumhuriyeti ile popülist dedikleri faşist rejimler arasında kalın bir sınır olmadığı gibi, birbirine oldukça yakın ve çoğu zaman içiçe geçmişlik vardır.

Ancak, aynı burjuva medyası, Venezuela’daki Maduro iktidarını (daha öncede Chavez) “diktatör” olarak propaganda yapıyor. Oysa ki, Maduro’da seçimle iktidara geliyor. Üstelik, bütün emperyalistlerin kışkırtmalarına, içerdeki sermaye tarfını açıktan desteklemelerine, darbe girişimleri yapmalarına karşın, Maduro, yapılan tüm seçimleri kazanarak iktidara gelmiştir. Çünkü Maduro, emperyalist sermayenin çıkarlarının karşısında duruyor. Ülkeyi uluslararası tekellere tam olarak açmıyor. Petrolü ve ülkenin diğer yeraltı zenginliklerini –dünyada özelleştirme furyası varken- millileştiriyor.

Bolivya’da seçimle başa gelen Evo Morales, emperyalist devletlerin desteklediği bir darbe ile iktidardan düşürüldü. Bir yıl sonra yapılan seçimleri yine Evo Morales’in partisinin adayı kazandı. “E. Morales’e darbe yapılmasını ben destekledim” diye övünebilen uluslararası tekel sahibi haydut ise, “çok demokrat” olarak kitlelere sunuluyor.[2]

E. Musk; “biz kime istersek darbe yapacağız, buna alışın (We will coup whoever we want! Deal wiht it.)”[3] diye twitt atıyor. Uluslararası emperyalist bir tekel sahibinin, darbeciliğini gizlemeyip açıktan dile getirmesi, tekellere karşı çıkan halkları açıktan tehdit etmektir. O da bunu bilerek yapıyor. Bu çıkış, emperyalist tekelci burjuvazinin karakterini de net olarak belgeliyor.

Demek ki, burjuvazi için “seçimle gelen seçimle gider” ilkesi, burjuvazinin yani, uluslararası emperyalist tekellerin çıkarlarına uygunsa geçerlidir. Uygun değilse, uluslararası emperyalist tekelere karşı olanları yıkmak için her yol mübahtır. Seçimlerin hangi koşullarda yapıldığı ise ayrı bir konudur. Seçime katılanlar eşit koşullar içinde katılamaz. Egemen sınıfların burjuva partileri her zaman büyük avantajlarla seçime katılırlar. Maddi desteklerin yanında devletin tüm olnakları onlar için kullanılır. Reformist ve de komünist örgütlenmeler ise en zor koşullar ve olanaklar altında seçime katılırlar. Ve devletin güvenlik güçleri her zaman işçi sınıfı örgütlenmelerinin daha geniş kitlelere ulaşmasını engellemek için tüm güçlerini seferber ederler. Bunu ise (burjuva) demokrasinin olmazsa olmazı olarak sunarlar.

Burjuvazi gibi, onun basını da iki yüzlü riyakardır. Gerçeklerin kitleler tarafından görülmesini gizleme yalanları gerçek gibi gösterme araçlarıdır. Burjuva medyası, sermaye iktidarının çıkarlarını korumak için, doğrular dışında her yolu kendine mübah olarak görür.

Bugün, bütün dünyada ciddi bir gericileşme, faşistleşme söz konusudur. İşçi haklarının, demokratik hak ve özgürlüklerin yok edilmesi, kısıtlanması, kitlelerin baskı altına alınması, iç faşistleşmenin genişletilmesi eğilimi giderek güçlenmektedir.

Artık, faşist iktidarlar “poplist iktidarlar” olarak adlandırılarak normalleştiriliyor. “Terörüzme karşı mücadele” adı altında işçi ve emekçilerin hakları kısıtlandığı gibi, sömürü ve baskı yasaları ağırlaştırılıyor. Tekelci sermaye her alanda işçilere ve emekçilere yönelik saldırılarını genişletip sistemleştiriyor ve bunu “demokrasi” olarak kitlelere sunuyor.

Kapitalist toplumsal sistemin çürümüşlüğü arttıkça, kitlelere, savaş ve gericilikten başka bir şey veremiyor. Sermaye birikimi ve kapitalizmin genişlemesi arttıkça, her şeyi kapitalist meta haline getirerek artı-değer elde etme üretimini artırma ekonomi politiği, kitlelere daha fazla baskı olarak geri dönüyor.

Emperyalist  sermayenin büyümesi yeni pazar alanlarına artan ölçüde gereksinim duyarken ve de yeni emperyalist ülkelerin ortayan çıkması, uluslararası alanda hegomanya savaşını kızıştırmakta, çelişmeleri keskinleştirmektedir. Bu da, iç faşistleşmeyi, işçi sınıfı aleyhine anti-demokratik yasaları daha fazla gündeme getirmektedir.  Örneğin 1990’lardaki demokratik hak ve özgürlükler ile günümüzdeki demokratik hak ve özgürlükler aynı seviyede değildir. Günümüzde daha da gerilemiş, işçi hakları ala bildiğine budanmış, yasal baskıların yanında polisiye baskılar artmıştır.

 

Burjuva Demokrasinin Sınırlarını İşçi Hakları Belirler

Eğer burjuva ülkelerine bir demokrasi karnesi verilecekse, bu işçi hakları üzerinden olmak zorundadır. Burjuva demokrasisinin sınırları işçi haklarının sınırları ile belirlenir. Çünkü kapitalist toplumsal sistem,  işçilerin ödenmemiş emeği (artı-değer) üzerinde inşa olmuştur ve işçilerin emeğini gasp ederek ayakta durur.

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu[4] (ITUC), 2020 Haziran aynında yayınladığı 2020 Küresel Haklar Endeksi’nda, dünya genelinde istatistik içine alınan 144 ülkeden 123’ünde ülkede grevler ya yasaklandı ya kısıtlandı. Bu oran son yedi yıl içinde %63’ten %85’e yükseldi. İşçi gerevlerinin yasaklanmasında 7 yıl içinde %12 oranında artış var. Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde grev yasakları yüzde yüz. Grev yasağı oranı Afrika’da %97, Asya-Pasifik ülkelerinin %87’isinde, Avrupa ülkelerinin %74’ünde, Amerika (Kuzey-Güney) ülkelerinde %72 oranında yasaklama ve kısıtlamalar söz konusu.

Toplu sözleşmeleri engelleyen ve ihlal eden ülkelerin sayısıda az değil. 2014 yılından 2020 Haziranı’na kadar dünya genelinde bu ihlal %60’tan %80’e çıkmış. Yani 7 yıl içinde toplu sözleşme yasağı ya da ihlali oranı %10 artmış.

İşçilerin örgütlenme haklarıda ya ellerinden bütünüyle alınmış ya da örgütlenme önünde ciddi kısıtlamalar ve yasal engeller çıkarılmıştır. Yine anlaşmazlıklarda, işten atılmalarda ve bunların mahkemelere götürülmesinde, kısacası  işçilerin adalete ulaşmasında aynı şekilde 2015-2020 arasında %20 oranında bir gerileme söz konusudur.

İşçi hakları denince başta, işçilerin sendikal örgütlenmesi gelir. Dünya genelinde ankete katılan 144 ülkeden 89’unda işçilerin sendikal örgütlenmeleri ya tam yasaklanmış ya da önemli ölçüde engellenmiştir.

İşçilerin sendikal örgütlenmelerini engeleyen ya da kısıtlam getiren bölgelerin durumu: Orta Doğu ve Kuzey Afrika (MENA) ülkelerinde bu oran %89. Asya-Pasifik’te %70; Afrika ülkelerinde %69, Amerika kıtasında ise %64. Ve Avrupa’da %36.

İşçilerin haklarını arama karşılığında, keyfi tutuklama, gözaltı ve hapis oranı da az değil. Son yedi yıl içinde %25’ten %42’ye çıkmış. Ankete katılan 144 ülkenin genel ortalaması ise %42. Ankete katılmayan ülkeler hesaba katılırsa oran dahada yükselir. Çünkü ankete katılmayanlar ülkelerde işçi hakları diye bir şeyin olmadığı bir gerçektir.

Keyfi tutklama, gözaltı ve hapis:

 

Asya-Pasifik:      %74

MENA:                %50

Amerika:            %48

Afrika:                %33

Avrupa:              %26

İfade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yapma özgürlüğünde ise, son yedi yıl içinde gerileme ve işçilerin hakları kısıtlanmaya devam etmiştir.

İLO’nun verileride ITUC verileri ile uyuşmaktadır. İşçilerin üctretleri reel olarak düşerken, işszilikte her geçen gün artmaktadır.

ILO’nun Küresel Ücret Raporu 2020/21 ise, bu konuda da işçiler lehine bir gelişme olmadığı gibi daha gerilere gidildiği ve özellikle de erkek işçi ile kadın işçi arasındaki ücret eşitsizliğinin Korona virüs salğını sürecinde daha fazla artığını ortaya koymaktadır. Burjuvazi, Korona pandemisini fırsat bilerek, genelde bir ücret düşüklüğüne giderken, kadın işçiler üzerindeki ücret düşürme baskısını daha da artırmıştır.

İşçi başına düşen üretim artışıyla, ücret artışları oranlı değil. İşçi başına üretim artışları yükselirken, işçi ücretlerinde düşüş yaşanmaktadır.

Burjuva demokrasisinin ortalama normlarına göre puanlama yapan Fredoom  Hous’un[5] (FH) hazırladığı 2019 endeksine görede, son 14 yıl içinde insan hakları ihlallerinde düşüş söz konusudur. Yani, bütün istatistikler, burjuva devletlerinin daha da iş faşistleşmeye gittiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca, dünyada anlaşmazlık ve çatışma bölgelerin sayısı da artmaktadır. Bunun anlamı. Bütün kapitalist devletler silahlanmaya daha fazla ağırlık veriyor. Bunun en tipik örneği Faşit Türk hükümetinde görülmektedir. Faşist Erdoğan, kitlelerin iş ve aş istemesi karşılığında: “bir kurşunun fiyatını biliyor musunuz”[6] diye karşılık vermişti.

FH’un attığı başlık: “Dünyanın her bölgesinde özgürlüklerde dramatik düşüş gözlemlendi.” Bunu komünistler söylese, burjuva liberalleri “abartılıyor, demokrasi düşmanları” diye çıkışabilir, ama bu başlıkları artık kapitalizmi ve burjuva demokrasisinin asgari normlarının uygulanmasını savunan kuruluşlar yazıyor. Örneğin, Türkiye, Brundi’den sonra, son on yıl içinde özgürlüklerin kısıtlanmasında %31 ile ikinci sırada yer alıyor. Bu verilerin içinde 2020 yok. Oysa, Türkiye’de halklar üzerinde  2020 yılı, faşist baskıların daha da ağırlaştığı yıl oldu.  İş yerlerinde işçilerin uğratıldığı kırım Türkiye’nin neden ikinci sırada olduğunun somut delili oluyor.

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG): “son 4 yılda 10 bin 62, 2020 yılında ise 2 bin 47 ölümle Türkiye tarihihnin en büyük işçi kırımı[7] meydana geldiğini rapor ediyor. Ayrıca, AKP iktidarı yılları içinde yaklaşık 27 bin işçi iş cinayetinde yaşamını yitiriyor. Son sekiz yılda sadece tersanelerde 226 işçi iş cinayetinde yaşamını yitiriyor.[8]

Türkiye’de bazı sol liberaller, AKP iktidarının uygulamaları karşısında; “bizm burjuvazi niye sessiz kalıyor” diye yakınıyorlar. Güya, AKP, burjuvaziye rağmen faşizmi uyguluyormuş görüntüsü vererek, burjuvaziyi temize çıkardıklarını göremiyorlar ya da gerçekten burjuvazinin (özellikle de TÜSİAD’ın) “demokrat” olduğuna inanıyorlar. İkincisi daha güçlü bir ihtimal. Böyle düşünce sahibi olanlar, daha çok “sol” düşünceli ekonomistler. Marx’tan sıkça söz etmelerine karşın, toplumsal yapıda esasta iktisadın belirleyiciliğini unutmuş gözüküyorlar.

 FH’un, verilerinde, istisnasız bütün ülkelerde ifade ve inanç özgürlüğünde son 14 yıl içinde düşüş var.  Dernekleşme ve örgütlenme haklarında Asya-Pasifik ülkelerinde çok cüzzi (%1 kadar) bir iyileşme varken, diğer bütün ülkelerde gerileme söz konusu. Burjuva liberalleri tarafından “demokrasi savunucusu ve uygulayıcısı ” olarak örnek gösterilen  AB ülkeleri de bu gerilemenin içinde yer alıyor.

Son 14 yıl içinde hukuk kuralları %3 oranında iyileşme MENA ülkelerinde görülürken, diğer ülkelerde yine düşüş var. Yani, burjuva demokrasisinde, kendi normları içinde özgürlüklerin genişlemesi yönünde artı yok. Kapitalizmin derinliğine ve genişliğine dünya çapında gelişimesine karşın, burjuva demokrasisinde hızla otoretileşme (iç faşistleşme) eğilimi de artıyor. Demek ki, burjuvazinin yönetimi altında, teknolojik ve bilimsel gelişmelerde özgürlüklerin genişlemesine değil, işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde baskıları artırıcı işleve neden oluyor.

Devam edecek...


[1] www.euronews.com.tr/2021/01/15, Mehmet Cem Demirci

[2] www.sputniknews.com/20200726/musk-bolivyada-lityum-icin-morelesin-devrilmesini-üstlendi. 26.07.2020

[3] -Elon Musk (@elonmusk) July 25, 2020

 

[4] www.ituc-csi.org/global-rights-index-2020-commonwealth

[5] www.fredoomhouse.org./2020-02/FIW_2020 RPORT_BOOKLET_Final.pdf

[6] „Ben buradan patetesçilere domatesçilere sesleniyorum o bir tane merminin bedelini biliyor musun? Bunlar nereden geldi biliyor musun sen” 9 Şubat 2019, Tayyip Erdoğan’ın Aydın’daki konuşmasından.

[7] www.isigmeclisi.org/20608-2020-is-cinayetleri-raporu

[8] İSİG Meclisi’nin 26 Ocak 2012’de Tuzla Köprüsün’deki açıklamasından. www.direnisteyiz28.org

 

https://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/kapitalizm-ehlilesir-mi-1

5034

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Yusuf Köse

Güzel insanların ardından kurulan her cümle yetersizdir…(İsmail Cem Özkan)

Şimdi anıları olanlar hemen anılarını paylaşmayacak, zamanı gelince yazarlar ya da anı kitabı yapılacaksa oraya bir kaç kelime bırakacaklardır ama popüler olanı yapacaklar yani varsa birlikte çektikleri/ çekildikleri fotoğraflarını paylaşacaklar...

Turan Eser benim geçmişi (artık geçmiş oldu, zamanda üzerine eklenince) uzun bir sancılı dönemin dostluğuna dayanıyor...

Emperyalizm Üzerine Notlar-6

 

13-15 Eylül 2024   ICOR Uluslararası “Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” Semineri 1.  Gün

Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.

Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.

Erdoğan ve cumhur ittifakı’nın hazırlıkları iç savaş odaklıdır!

İçinden geçilmekte olan sürecin bu ayırt edici özelliği, rejimin ne kadar da kırılgan bir durumda olduğunun, çıplak bir ifadesi olarak da okunabilir elbet.

Serdareme, Caneme, Hevaleme…

Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.

Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?

Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?

Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir

Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?

Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.

Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)

Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.

Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.

Vitrin olma kız... vitrin olma...

Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...

Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...

ne kadar güzel olurdu...

mecliste, belediye başkanlıklarında bir...

Öyleyse.... öyleye...

Hayeller.... söylemler...

Kitleler...

yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...

Gerçekler ise....

Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..

Hemi... hemi...

hayat bu... gerçeklik bu ise...

Şeriat ve kadın

Tüm  kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale  geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve  keza “9.

Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi

Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.

Sayfalar