KİTLE ’de kaybolanlar ve SINIF
Kitle TDK’nin sitesinde şöyle tanımlanıyor:
‘Belirli işleviyle özellik gösteren büyük insan kalabalığı, kütle’
Kitlenin bizim için birinci anlamı, devrimci düşünüş, yaşayış tarzını yansıtmasıdır. Yakından uzağa sıralaması şöyledir. MLM’ler, Devrimciler, İlericiler vb.
Burada kitleyi oluşturan öğeler, belirli bir düşünüş tarzını ve pratiğini simgeliyorlar. Burada dikkat edeceğimiz şey kitlenin daha küçük parçalarını oluşturan şey, birliğini ‘Düşünce Birliği’ temeline dayamasıdır. Burada, kitle parçalarının birbirlerine göre birbirlerinin arasındaki düşünüş farklarının ‘üstünlüğü’ bizi bir gram dahi ilgilendirmiyor. Daha adil olmaları, daha nesnel olmaları, daha ‘doğru’ olmaları da konumuzun dışında bulunuyor. Konu onun öznelerini oluşturuş biçimi, öznelerinin niteliği ve amaç arasındaki çelişkidir.
Bir Kitle anlayışının temelinin ilk biçimi, düşünce, amaç vb. birliğini sağladığı biçimdir. Bu birliğin ilkel biçimidir. Düşünüş yaşayış ve amaç birliği altındaki biçimi, kitleyi oluşturan öznelerin arasındaki farkları silikleştiriyor ve somut gerçeklere(SINIFSAL TEMELİ) dayanan birliğini geriye itiyorsa amaç ile olan somut bağını da zayıflamasına yol açıyor demektir. Bizim açımızdan kitle siyaseti işçi ve köylülerin çıkarlarını savunmak adına bir araya gelmiş insan topluluğu(sosyalizm, komünizm nihai hedefi de dâhil olmak üzere) değildir. Doğrudan doğruya işçi ve köylülerin kendi çıkarları için devrimci siyasete katılmaları, aracı aktif şekilde kullanmalarıdır. Sınıf siyaseti ile kitle siyaseti arasındaki temel fark, amaç için topluluğu oluşturan parçaların özelliği birinde işçi ve köylülerin doğrudan siyasal katılımını temel alıyor olması; ikincisin de ise duygu ortaklığının öne çıkmasıdır. Duygu düşünce ortaklığının öne çıkması, duygu ve düşünceye sahip öznelerin kendi sınıf kimliklerini gölgelemesi demektir. Ülkemiz açısından özellikle bu iki çizgi arasındaki çelişki politika da belirgin hale gelmektedir. Ezilen sınıflara uzaklık, ezilen sınıfların hareketinin de anlaşılmasını zorlaştırıyor.
Bunun başlıca sebebi ise devrimci mücadeleyi yürüten öznelerin sınıfsal kökenleridir, özellikle küçük burjuva sınıf ve katmalarının ve aydınların etkisidir. Buna ek olarak yorulmuş nostaljik devrimciliğin eklemlenmesi de işin tuzu biberi oluyor. İşçi ve köylülerin iktidar mücadelesine yabancılaşmaları, burjuva siyasete yaklaşmaları, devrimci güçlerde de etkisini gösteriyor. Etkinin belirtileri şunlardır:
Devrimin nesnel koşullarının yaratılmasına uzaklık.
Ezilen sınıfların nesnel ekonomik, politik, kültürel vb. ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir örgütlenmeye uzaklık. Askeri mücadeleye uzaklık.
Bu iki uzaklığın boşluğunu küçük burjuvazinin damgasını vurduğu politikalar dolduruyor.
Proleter mücadele alanları görünür halde bulunan üç çizgide kendini gösteriyor, birincisi; Kürt Ulusal Mücadelesi, ikincisi; Alevilik veya Ezilen İnançlar Sorunu, üçüncüsü ise Kadın Sorunu. Bunlara ek olarak lgbti, çevre ve doğanın korunması, hayvan hakları gibi sorunlar da eklenebilir. Günlük siyaseti belirleyen bu duyarlı yaklaşımlar ülkemizde belirli sınıfların içerisinde yankı buluyor. Bu sınıflar geçmişten günümüze devrimci çevreleri oluşturan bir kitle ile şehrin eğitimli ‘geleceği görebilen’ pek hümanist (bu nedenle de savaştan öcü gibi korkan, nesnel koşullarına cevap vermek yerine, onu kendi yaşamına göre eğip bükerek siyaset üretiyor) ) aydın çevrelerde yankı buluyor. Günümüz siyasetine rengini veren bu çeşitli alanlarda, varlık yokluk sorunu yaşayan, etkisizlik etkililik arasındaki eşitsizlik de dolanan, kitleyi oluşturan sınıfların hareketi ya da hareketsizliğidir. Hareketi aşırı abartması, hareketsizliği yerlere vurması( çözümlemek için nesnel zorunluklara direnmesi) Karşıt harekette kendini somutlaması, teori de toplumsal yasaların reddine, mücadele de araçların reddine, yöntemde yöntemin reddine götürüyor.
Kitleyi oluşturan sınıfların sınıfsal özelliğini gizleyen eski biçimler ve hala var olan örgütlenme tarzındaki ‘düşünce’,’ ilke’, ’inanç’ birlikleri burjuva örgütlerinde ki sınıfsal nitelikten bile o kadar uzaktır.(TUSİAD, MUSİAD, TİS. Vb.)
Ne de olsa hepimiz Müslümanız değil mi?” sıkıntı yok rahat olun! Biz bizeyiz.
Bu anlayışa göre ‘sınıf’ farkları ya yok oluyor ya da geri plana düşüyor. Bu kitle anlayışı dinsel anlamda en dar anlamda tarikatlarda, en gelişmişini de dinin kendini ulus milliyet farklarını da aştığı yerlerde görüyoruz.(Bizde ULUSALCI, İBOCU, KÖYLÜCÜ, KEMALİST, KOMÜNCÜ, MAOCU VB.) Üretim ilişkilerin de de üretici güçleri ,‘ortak çıkar adına ‘ulus’ a ait olmak ortaklığı ile kitleye bir ortak özellik vermesi demek değil midir?
Üretim ilişkilerinin uluslararası genişliğe ulaştığı günümüzde ‘kitleyi oluşturan’ ortak nitelik ise “insan” kavramına genişletildi. Hepimiz Müslümanız’ın bir sonraki biçimi “hepimiz İnsanız” oldu. Bu ‘insan’ o kadar geniş bir alanı kapsıyor ki hem geçmiş insanı, hem bugün ki insanı hem de geleceğin sonsuz kuşaklarının insanı olmasına kadar genişledi. ‘soyut insan’; tüm üretici güçler için ‘aynı anlama’ gelecek bir insan kavramı etrafında, yalanıp duruyor.
Son dönemde özellikle bu genel kavramlar üzerinden düşünüş ve politika üretmek moda oldu. İnsanlar için mücadele, hayvanlar için mücadele vb... Bu düşünüş tarzı kitlenin niteliğini belirlediği için duygu ortaklığı temel, sınıf çıkarı ise tali hale geldi. Kitlenin niteliği şeffaflaşıp kayboldu. Duygu ortaklığı üzerinden ezilen sınıflar terk edildi. Ezilen sınıfların içinde siyaset, kültür, eğitim, ekonomik mücadele, politik ve askeri mücadele tali hale geldi. Kitleyi oluşturan küçük burjuva ve aydınlar, sanatçılar çerçevesinde ve mekânında bir hareket belirgin hale geldi. Hareket, ezilen sınıflar çıkarı adına, ezilen sınıflardan uzak mekânları seçti. Eski mekânlar sınıfsal yapılarını değiştiriyorken, yeni oluşan işçi emekçi ücretli mekânları ‘gerici’ oldukları için sokağından bile geçilmedi. Kırda ezilen yığınlara tamamen sırtını döndü. Proletarya kitleye kurban verildi. Kendi yalnızlığına ve ‘gericiliğine’ terk edilen sınıflar, kendi bilinçleri ile siyaset yapmaya başladı. Sınıf çıkarını AKP de somutladı. Kompradorların altında feryad eden burjuva sınıfların sesini, kendi feryadı ile birleştirdi. Ve bu pratiğe devam edecek. Ezilen sınıflar geniş bir deneyden geçiyor.
Bu Kitle ne yapıyor? AKP gericiliği arttıkça AKP altında bağlaşıklığını derinleştirmiş işçi köylü ve emekçilere; ‘koyunlar ‘, ‘aptallar ‘, ‘akrep gibisinler ‘, yüzde 60 oranlarında Aziz Nesin tespitleri yapıyor. Son olarak ta benim ‘tuzum ‘ kuru ile avunup, ‘akıllanmayan gerici yığınları (işçi, köylü ve emekçileri) kendi kaderlerine terk ediyor. Kitle böyle bir kitle. Aydın, okumuş, kültürlü ve duygusal, ‘gerçekleri gören’ bu kitle milyonlarca cahilin, geri kalmışın, ‘gerçekleri göremeyen’ körlerin altında acı çekiyor.
Bu kitleye rengini veren, politikasını belirleyen temel sınıf küçük burjuvazidir. Onun çokbilmişliği, soyutlama biçimi, düşünüş ve yaşayış tarzından kaynaklı görgücülüğü, biçimciliğidir. Sınıfın yoksulluğunu ve yoksunluğunu kültür merkezlerinde, Cevahir, zorlu Center konserlerinde gidereceğini zannediyor. Onlarla yaşayarak onların içinde değil. Dışında kalarak, ayağına ‘çöp batmadan’ yapabileceğini zannediyor. Bu kitle ‘doğruların ‘ salt doğruluğuna ‘ öyle inanıyor ki gerçek hayatın şamarı bile uyandıramıyor onu.
Kitle o kadar çeşitli sınıf ve katmanlardan oluşuyor ki, kâh kedi ve köpeklerin yaşadığı acıları gündem yapıyor, kâh ormanların kesilmesini zirveye çıkarıyor kâh cinsel tercihi öne sürüyor, kâh “adalet” yalvarıyor mahkeme kapılarında... Yalvarırken de ‘gerçek adaleti’ kendinin kuracağını haykırıyor. O sepetten bu sepete atılıyor, yoruluyor burjuvalarca…
Sınıf karşıtlığı ve sınıf temelli siyaset bu kalabalıkta yitip gidiyor. Sloganları; sınıf siyasetinin alt biçimi olarak kendini ortaya koyuyor. Neymiş Emperyalistler ve kapitalistlere karşı taktik mücadele yürütüyorlarmış. Külahıma anlatın…( Askeri mücadeleden kaçmanın teorisi ‘kalkışmaya ertelenen strateji’ de kendini gösteriyor. Şehirde kameralar, kırda modası geçmiş gerilla savaşı tespitlerinin hemen yanı başında ‘ yeni’ mücadele yöntemi dedikleri köyde muhtar, belediye de başkan, mecliste milletvekili olmak. )
Ve sınıf savaşımı öyle bir yemek kültürü yaratır ki şaşıp kalırsın. Çinli bir mide de soslu kedi etini görünce apışıp kalırsın. Sen kuzu etinden sütünden nasıl zevk alıyorsan, Çinli de açlık günlerinden kalan kültürünü kedi köpek etinde yaşatır böylece. Oxford vardı da biz mi okumadık. Koç vardı da biz mi yemedik dese yağlı çekirgeyi avuçlamış bir Meksikalı, (bizim ki William rich ta bulur şiddeti, Freud ‘a sarılır peşinden libidosu şişmiş besbelli ki. Macro ve mikro iktisat analizlerinde kendini bulur. Uyum aranıp durur çelişkiler dünyasında. Düşünceye uyan ‘doğrular’ın kesin ve keskinliğinde can verir. Ama filmin son vurucu kısmını unutur(Altıncı his).Ölü fikirleriyle bir sisli bulvarda kaybolur…)
Ve sınıf savaşı silahları kuşanınca, kedi köpek sevgisi protein deposuna dönüşünce, hangi hümanizm kurtaracak aç mideyi.
Kitle öyle artistik ekonomik kültürel bir birikim elde etmiş ki o kültürel birikimin proletaryanın sırtından üretildiğini unutmuş.
Solon tarih sahnesine çıkmazdan önce, özgür kişilerin borç yüzünden köleleşmesi hukuktu. Bu hukuk özgür kişileri köleler içine atınca, kölelere taşınan yeni fikirler, kölelerde kültür, düşünüş ve yaşayış biçimlerini geliştirdi. Bu sonradan köle olanlarda ki eski durumlarına gelme isteği kölelerde de bir yankı buldu ve köle isyanları başladı. Bunu fark eden köleci devlet egemen sınıfları, daha adil bir hukuk yapması için Solon’u tarih sahnesine çağırdı. Borç köleliğini kaldırdı.
Bizi burada ilgilendiren kısım, kölelerin aydınlanmasını sağlayan yöntemdir. Kölelerin başarılı olup olmaması bizi ilgilendirmiyor(çünkü kölelerin özgürleşmesi üretici güçlerin gelişmesine de bağlıydı)
Demem o ki ya bilinçli bir şekilde “köleleri ‘ mekânlarında bilimle kültürle sanatla kitapla ve hakları için mücadele etmeleri için kuşatacağız. Yâda kapitalist üretim biçiminin bu kitleyi, proletaryanın içine atmasını bekleyeceğiz.
Onlar adına siyaset yapmayı değil, onların siyaset yapmasını ve bu siyasetinde sınıf siyaseti olmasını belirlemek elimizde. Eskiden siyasete uzak kalmalarını sorun ediyorduk, bugün ise yaptıkları siyaseti doğru bulmuyoruz. Ne güzel işte sadece siyasetin yönünü değiştirmek kalıyor bize.
Bu kitle öyle gevşek bir kitle ki onu proletaryanın içine çağırmak bile dertken, iktidar için silah kuşanan siyaseti anlaması da bir o kadar zor oluyor. Onlar içinde onların duygu ve düşünceleriyle, DHD için siyaset yapmayı savunanlar, kalabalığına aldanmasın, onu mekânından koparmak, o yaşayış biçiminden proleter yaşayışa çekmek hem zor hemde ikinci bir çelişkidir. Birinci çelişki sınıfa gitmek onu bilimle donatmaktır.
Bu nedenle küçük burjuva sularda fazla kalanlar onun rengini almaya mahkûm olurlar. Bu sınıfların onaylandığı değişim, gelişme, ilerleme siyaseti de ancak kendi rengini taşıdığı içindir. Bu unutulmamalıdır. Proletaryanın en gerici unsurlarının dahi Kaypakkaya çizgisini ‘nerede öyle bir imkân ‘ keşke olsa diye iç geçirmesinden özlemleri anlaşılabilir.
Burada küçük burjuvazinin damgasını taşıyan siyasetine karşı olmak o kitlenin terk edilmesi anlamına gelmiyor. Bulunan bu alanlarda devrimin nesnel ihtiyaçları için kendileri doğrudan ana kaynak olmasa da birikmiş olgunlaşmış kültürü işçi ve köylülerin hizmetine götürmek gerektiğini söylüyorum. Küçük burjuva sınıfların proletaryanın en göbeğine atılma korkusundan doğan ekonomik mücadele temelli siyasetinin yerine, devrimin nesnel koşullarına cevap verecek çalışmaların yapılmasını, bu çalışmaların işçi köylü ve emekçileri kuşatmasını, onlara proleter kültürü götürmesini, yanında da iktidar amaçlı siyaseti taşıması gerektiğini söylüyorum.
Bu kitle anlayışı tarihsiz değildir. Kocaman geniş bir teorik ve özellikle pratik deneyimin ürünüdür. 68 hareketi bu sınıfları proletaryaya yaklaştırmış, proletaryaya bilinç götürmede aktif bir rol oynamıştır.70 ve 80 de öne çıkarak aşama kaydetmiş, ancak 90 yıllara gelince( 90 krizi küçük burjuvaziyi proletaryanın içine attı sindirerek) gerilemeye başlamış, yorulmuş ve proletarya ya bilinç taşımada zayıf kalmış. Nesnel koşulları doğru kavrayamadığını, çok çeşitli sekter, doktoriner, dogmatik teoriler ile göstermiştir. Bugün sınıf olarak genişlemiş olması ile birlikte Sınıf siyaseti de değişikliğe uğramıştır. Toplumsal yasalarca belirlenen mücadele yöntemlerini gelenek ile eşitlemiş, şeylerin özüne ve derinliğine inmek yerine biçime takılıp kalmıştır.
Biçimci bu siyasetin örneği Erdoğan' ın diplomasında zirve yapmış.(Tek Adam’a karşılığı da aynı biçimciliğin ürünüdür, saf aklının teorisidir. Lenin, Stalin ve Mao’da öyle tek adam görüngüsü içindeydi.. Ama tek farkla arkasında kocaman proletarya ile tek adamdılar.) Bu diplomasızlığı ezilen sınıflara dayatılmış olan diplomalılık ile olan çelişkisini açığa çıkarmak yerine, günlerce diploma nerede? Diye boş boş sorularla uğraşmıştır;(Bu arada Engels’ te diplomasız bilim adamıdır; unutmayalım) diplomalılık küçük burjuvazi de geniş bir alan kapladığı için en çok yankıyı da orada bulmuştur. İşçi köylü ve emekçiler diploma olmasa dahi Erdoğan’ı sahiplenmiştir. İşçi köylü ve emekçilerin diplomaya bu kadar kafa takmamasının sebebi ise Erdoğan’da simgeleşen ‘temsiliyet' durumudur. Dinî duyguların temsiliyeti, ulusun egemenlik ve bağımsızlık arzularının temsiliyeti gibi.(Aslında dini biçimde görünen ezilen sınıfların çıkarlarının orta sınıflara eklemlenmesidir.)
Kitleci kafalar, seçimler üzerinden başarısızlığı ‘ sahtekârlık, hile' argümanlarına sarılarak, işçi ve köylülerin bilinçli olarak böyle bir tercihte bulunabileceğine inanmak istemiyor. Âmâ durum tamda böyle. 11.000.000 üzerinde bir hırsızlığın gerçekleştiği bir seçimde kitleleri kimse sokakta yenmeden iktidara kurulamaz. Sokakta ses yoksa oy AKP ye gitmiştir yoldaşlar. Yönetimi zor ile değil, demokratik katılımın yüksek olduğu kendi meşru zemininde gerçekleştirmiştir. Bu sürece katkıları için reformist küçük burjuva akımları Erdoğan mutlaka ödüllendirecektir. Çünkü o “demokratik devrimi” gerçekleştirmiş, bir ‘devrimcidir.’(Seçim sonrası SOYLU bu iki kelimeyi de kullandı)
Küçük burjuva siyaseti ve onun çokbilmiş yaşlı eşekleri her gün falcılar gibi fal bakıp geleceği söylüyorlar. Allah razı olsun o eşeklerden Kaypakkaya çizgisi ile olan farkları daha da netleşiyor.
Bu yaşlı eşekler, yaşlanmadan evvel, çok ateşli çok fedakâr insanlardı. Halkı için bedel ödemiş ve büyük bir miras yaratmışlardır, şimdi de oturmuş kendi miraslarını yiyorlar.
Bu ideolojik ve politik ve örgütsel olarak geri kalan acıların sıpaları, çok ve çokça Marx, Engels, Lenin vd. Okumuş, her şeyi çözmüş yaşlı eşekler haline geldi. Acıların çocuğu Emrah büyüdü iş adamı oldu. Biz de de tarihçi, tahlilci…
Dünya’nın en gelişmiş bilimine sahip olduklarını düşünen bu eşekler, nesnel dünyada hiçbir çelişkiyi çözümlememek gibi bir lükse sahipler. Kendilerini bugünün mutlak ‘Doğru’ları olarak olumlarlarken, dününü mutlak yanlışlarken, en dikkat çekici özellikleri ile savruluşlarını tarihe yazıyorlar. Sınıfların niteliği değişti vs. Vs.
Bu yaşlı eşeklerin gördüğü düş şudur: nesneli eğip bükerek kendilerini ‘Marx’, ‘Engels’ durumuna yükseltmek için ‘yeni bir bilim' icat etmek zorundalar. Marx Engels ve ..Mao’nun eskimesi bu eşeklerin altın semere kavuşmalarının ön gereğidir. Maoizm ’in capcanlı olduğu yerde KAYPAKKAYA programının cap canlı olduğu yerde bu eşeklerin önünde iki şey yükseliyor.
Birincisi tarihsel öz eleştiri yapmak
İkincisi altın semeri unutmak gerekiyor.
Bu iki durumu da bilen ama yüzleşmekten kaçan çok bilimsel modern çağın teorisyenleri ‘geçmişe nazaran’ daha çok burjuva ‘haydutlarına’ bilinçlerini kaptırmıştır.
Yine ‘geçmişe nazaran’ daha çok yaşlanmış olan bu eşekler, nitelik ve nicelik olarak sıçramalı, hoplamalı değişikliğe uğramış, yâri-feodal kafaları, küçük burjuva biçime dönüşmüştür.
Ayın karanlık yüzü bize aydınlık yüzü onlara bakıyor. Hâlbuki aynı dünyadan bakıyoruz.
Aynı dünyadan bakmak yetmiyor demek ki sınıf kimliğine de bakmak gerekiyor.
Bu yaşlı eşeklerin eskiden en belirgin özelliği politik yetersizlikleri idi. Şimdi devrimin nesnel ihraçlarının reddi ile bu yetersizliklerine örgütsel yetersizlik ekleniyor. Kitlesinin niteliği bu yetersizliğin aynasıdır.
Değil dağda silah kuşanmak şehirde çakı taşımaya çekiniyor. Sistemle yüzleştiği her alanda ağlıyor ağlıyor. Ve yine ağlıyor. Ayağını şehre prangalamış olan yaşam koşullarına boyun eğiyor. Boyun eğmesi çok yüksek bilime dönüşüyor. Nerede mi kendi gibi prangalıların meyhanelerinde. Âmâ bu prangalar o kadar sıkmıyor ki katlanabiliyor, meyhanenin hesabını da ödeyebiliyor. Ne güzel beyaz peynir kavun ve sosyalizm. Afiyet olsun. İçkiye de ek vergi geldi eylem lazım. Ama ayık gelin yoldaşlar.
Kitle siyaseti bayat bir siyasettir. Sınıfın öz örgütünü sınıftan ve çıkarlarından koparmanın bir biçimidir. Bu kitlenin içinde kimler yok ki, mimarlar, mühendisler, doktorlar, yazarlar, çizerler, ekonomistler, yazın köyde kışın şehirde emekliler, öğrenciler, esnaflar, Bağdat caddesinin çok bakımlı rüküş yaşlı kibar kadınları, say sayabildiğine... Niteliği ve niceliği her şeyi anlatıyor. Anlatmaya gerek yok.
Sınıf nerede?
Bu yaşlı eşeklerin direktiflerini bekliyor en ücra yerlerde.
Hazırım komutanım!
Çığır açan fikirleriyle şimşek çakanlar, kirke’nin efsununda esir düşmüş çilelilerdir İlyada’da; bizde ise burjuva düşlerde eski masalları yeni diye yutturan yaşlı eşekler. Kylkops’tan bir kurtulsa varacak kesindir İthake’ye…
Tüm ‘intikamını’ alacaktır böylece.
Uğurlu sayılar takvimini günümüze uygulasanız sizden iyi numizmatik olur.
Her salı kral ne yapıyor konusunda yazı yaz!
Perşembeleri işçiler huzursuzsa. Önemli kararlar alma.
Cuma günleri ölü bir köpek görürsen kötü bir günün olacak
Vs.
Yâda Pisagor teoremi çok eski onu yenilemek lazım deyip yeni bir teorem yazın ve tüm matematik âlemini kendinize güldürün.
Bu eşekler o kadar yaşlandı ki sınıfın bilimine, Marksizm ideolojisi diyor. Bunama belirtileri gösteriyor.
İdeolojiymiş hadi oradan…
En gelişmiş bilime sahip olduğunu iddia eden bu Aydın hastalığından mustarip eşeklere, en aklı yetmez bile demeyecek mi; kürsün ile işçiler arasındaki mesafe o kadar uzak ki işçiler seni duymuyor efendi.
Her şeyin tersini yapın!
Sizi burjuva medyalarından greve mi çağırıyorlar?
-Gitmeyin
(üretimin daraldığı yerde grevler uzun süreli ve başarısızlığa mahkûm olurlar. https://www.dunya.com/kose-yazisi/isletmeler-2274-faizi-kaldiramaz/421356)
Sizi Meydanlara mı çağırıyorlar
-çıkmayın
Sizi zehirli seminerlerine mi davet ediyorlar
-Gitmeyin
Siz onları çağırın!
En yoksul ve yoksun mahallelere!
Hacı hoca ve sakallılara teslim edilen işçilerin köylülerin, gündelikçilerin sofralarına.
Tekellerine aldıkları ‘kültürleriyle’, ‘sanatlarıyla’, kitaplarıyla’ notalarıyla… Gelsinler.
Çağırın.
Bize, İş ve becerileri tekellerine almış Kutsal Olimpos’lularla kardeşliği sürdürenler değil, ondan vaz geçmiş ‘ateş hırsızı’ Prometeus’lar lazım!
Yazı dilimden dolayı kızmayın dostlar, dili ustalardan öğrendik.
“Köylük bölgelerde terör iyidir.” Yazın dünyasında da terör iyidir bu yüzden.
Eksikliğimiz sizin de parçası olduğunuz tarihsel pratiktir. Hesap verin!
Yaşasın MLM
YAŞASIN DHD İÇİN HALK SAVAŞI
Taner özcan
Taner Özcan sitemizin köşe yazarıdır. Kültürel ve politik konularda yazılar yazmaktadır
Son Haberler
Sayfalar
Güzel insanların ardından kurulan her cümle yetersizdir…(İsmail Cem Özkan)
Şimdi anıları olanlar hemen anılarını paylaşmayacak, zamanı gelince yazarlar ya da anı kitabı yapılacaksa oraya bir kaç kelime bırakacaklardır ama popüler olanı yapacaklar yani varsa birlikte çektikleri/ çekildikleri fotoğraflarını paylaşacaklar...
Turan Eser benim geçmişi (artık geçmiş oldu, zamanda üzerine eklenince) uzun bir sancılı dönemin dostluğuna dayanıyor...
Emperyalizm Üzerine Notlar-6
13-15 Eylül 2024 ICOR Uluslararası “Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” Semineri 1. Gün
Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.
Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.
Erdoğan ve cumhur ittifakı’nın hazırlıkları iç savaş odaklıdır!
İçinden geçilmekte olan sürecin bu ayırt edici özelliği, rejimin ne kadar da kırılgan bir durumda olduğunun, çıplak bir ifadesi olarak da okunabilir elbet.
Serdareme, Caneme, Hevaleme…
Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.
Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?
Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?
Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir
Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.
Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?
Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.
Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)
Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.
Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.
Vitrin olma kız... vitrin olma...
Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...
Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...
ne kadar güzel olurdu...
mecliste, belediye başkanlıklarında bir...
Öyleyse.... öyleye...
Hayeller.... söylemler...
Kitleler...
yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...
Gerçekler ise....
Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..
Hemi... hemi...
hayat bu... gerçeklik bu ise...
Şeriat ve kadın
Tüm kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve keza “9.
Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi
Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.