Cuma Ocak 3, 2025

Nerede Mücadele Varsa Kaypakkaya Oradadır!

 

Bugün coğrafyamızda devrim ve demokrasiye dair bir söz söylemenin Ortadoğu topraklarının bütününden bağımsız olmadığını vurgulamak gerekiyor. Bu topraklar propaganda edildiğinin aksine Ortadoğu’ya aittir. Diğer bir ifadeyle Türkiye toplumu, bütün başlıca çelişmeleriyle bir Ortadoğu toplumudur. Kemalist faşizmin “Batılılaşma” hedefiyle yarattığı sanal gerçeklik beraberinde kendisine ilericiyim diyenlerde bile topluma yabancı bir şekilleniş yaratmış durumdadır.

Bu şekilleniş köksüzdür, tarihi kendinden başlatır ve “efendiler biz bize benzeriz”de somutlanan -suigenesis (kendine özgü)- bir durum olduğunu ileriye sürer.

Bu ise Türkiye toplumunda ve bu toplumun “aydın”larında, kendi “doğu”sunda olan toplumlardan (Ortadoğu halklarından) daha “ileri”de olduğu yanılsamalı bakış açısının ortaya çıkmasına yol açar. Bu “üstün”lük düşüncesi beraberinde kendisi dışındakilerin ilerici, devrimci bir “şey” yapamayacağı ön kabulüne varır. Yani Ortadoğu halkları ilerici hamleler yapamazlar! Devrim onların ne haddine!

Bu bakış açısı, bu topraklarda TC devletinin hem kendi hem de DAİŞ ve artıkları aracılığıyla yürüttüğü savaş politikalarına karşın Kürt halkının kazanımlarının da dar bir bakış açısıyla değerlendirilmesine neden olur. Oysa yaşanan süreç, TC devletinin izlediği işgal ve ilhak saldırıları, bunun karşılığında başta Kürt halkı olmak üzere bölge halklarının direnişi böylesi dar bir bakış açısıyla değerlendirilebilecek bir durum değildir.

Yaşanan süreci, TC devletinin saldırganlığını ve bölge halklarının direnişini hem tarihsel hem de güncel bir bütünlük içinde okuyabilmek için bu noktalara dokunmak gerekir. Bu başlıklara değinirken sübjektivizmden uzak durmak, dogmalara düşmemek bir hayli zordur. Çünkü “baktığımız yerden okumak” ve “dar kalıplarımızı bir bariyer ve savunma aracı haline getirmek”, genetik bir “hastalık” gibidir.

Örneğin Rojava’da yaşanan ulusal demokratik devrim sürecini, “devrim” olarak tanımlamaktan uzak durmak, dahası bu süreci “emperyalizmle işbirliği” olarak görüp küçümsemek ve uzak durmak bu bakış açısının ürünüdür. Bunun en başta gelen nedeni yukarıda işaret ettiğimiz üzere ezen ulus milliyetçiliğinden kopamayan sosyal şoven bakış açısıdır.

 Devrimci Dayanışma ve Mayıs

Mayıs’ın bu topraklarda ölümsüzleşenlerle kazandığı anlama ve 71 devrimci çıkışına değinmek için 1960’lardan 68 kuşağına kadar dünyada dalgalanan isyan ve direniş gerçekliğini görmek gerekiyor. Paris’ten Rojava’ya bir akışın olduğunu göz ardı etmemek ve -süreçlerdeki hata ve eksikliklerimizle beraber- bütünlüklü bir yaklaşım sergilemek gerekiyor. Çünkü gün, tarihin birikiminden şekilleniyor.

Kaypakkaya yoldaşı dönemdaşlarından ayıran en önemli özelliği tarihi kendisine rehber edinmesidir. Kürtleri, Ermenileri, ezilen kimlik ve inançları, Kemalizm’i berrak bir şekilde değerlendirmesinin ve devrimin yolunu-yöntemini belirlemesinin temel etkeni; tarihin arka planına olan hakimiyetidir. Bu nedenledir ki 71 çıkışında diğer devrimci önderlerin kaçırdığı ve göremediği noktaları açıkça ortaya koymaktadır.

31 Mayıs 1971’de katledilen Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan; 6 Mayıs 1972’de idam edilen 71 devrimci çıkışı önderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan; 18 Mayıs 1973’te Amed zindanlarında işkencelerle katledilen TKP-ML’nin kurucusu ve 71 çıkışının güncel aynası İbrahim Kaypakkaya; 1977’nin 18 Mayıs’ında katledilen PKK kurucu kadrolarından Haki Karer; tarihe “Dörtler” olarak geçen ve 1982’de Amed zindanlarında yaşanan işkenceye karşı bedenlerini ateşe veren Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Mahmut Zengin ve Eşref Anyık; 9 Mayıs 2017’de bu tarihsel mirası yüklenerek yolunu berraklaştıran Ulaş Bayraktaroğlu…

Onlar Mayıs’ın birer simgeleridirler. Mayıs şahadetlerinde hesap sorma bilinciyle şekillenen dayanışma pratikleri, bugün Ortadoğu topraklarında her alanda devrimin ve demokrasi mücadelesinin dayanışmanın ötesinde bir pratiksel anlam kazandığını vurgulamaktadır.

Burada yaratılan her değer, tarihin farklı dönemlerinin özgünlüklerini ortaya koymanın yanında bir bütünselliği de vurgulamaktadır.

Kaypakkaya; Kürt, Ermeni, Rum… Öteki Olabilmenin Adıdır!

71 kopuşunun özgünlüğü; elbette bütünlüklü bir devrim programı olarak Kaypakkaya’nın pratiğinde var olmuştur. Ama asıl soru, Kaypakkaya’nın bu özgünlüğünün ne kadarının Kaypakkaya’ya atfedildiği ya da daha önemlisi biz ardılları da dahil; Kaypakkaya’nın özgünlüğünün pratiksel anlamda ne kadar var edilebildiğidir.

Yıllardır her dönemde tartıştığımız, belki son on yıldır Türkiye devrimci hareketinin bir bölümünün pratiğinde somutluk kazanan ve turnusol kâğıdı görevi gören Kürt ulusal sorunu mesela. Açıkça ifade edebiliriz ki; Kaypakkaya, tarihin arka yüzünü gören ve güncelleyen bir metottur.

Bu nedenle o, başlıca çelişkiler olarak ifade ettiğimiz bir dizi toplumsal sorununun arka perdesini görmenin ötesinde sistematik bir biçimde ortaya koymuştur. Ve bu bilinç netliği Kaypakkaya’yı bir yanıyla Kürt yapan olgudur.

Yukarıda da belirttiğimiz ifadelerden yola çıkarak denilebilir ki, süreçleri bir bütün okumak ve yönelim belirlemek Kaypakkaya’yı Kaypakkaya yapan temel taştır. Bu nedenle, devrimi ülke sınırlarına hapsetmek, tarihsel noktaları sadece bir değer biçimiyle ele almak, Paris’ten Rojava’ya diyalektik bir bağ kurmamak …  Kaypakkaya’yı anlamamakla eşdeğerdir.

Özcesi nerede bir direniş, nerede bir mücadele varsa Kaypakkaya oradadır. Orada olmak zorundadır. Bu çizginin en somut ifadesi Nubar Ozanyan’dır. Ozanyan, Türkiye’de, Paris’te, Filistin’de, Karabağ’da ve Rojava’dadır.

Nerede baskı ve zulüm varsa orada, devrimci direniş saflarındadır. Filistin’de Arap, Karabağ’da Ermeni, Rojava’da Kürt’tür! Kaypakkaya’nın ve mayıs şehitlerinin mirası Nubar Ozanyan’ın pratiğinde yaşatılmıştır/yaşatılmaktadır.

4376

Özgür Gelecek

Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Özgür Gelecek

Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-

Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.

Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.

Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)

İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.

Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…

Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor. 

Fakir (Nubar Ozanyan)

Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.

Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı

Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin  belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.

Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!

Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.

Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama

Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.

6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.

İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”

Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR. 

Türkiye „Yarı-Sömürge“ Bir Ülke Mi? Emperyalizm Üzerine Notlar-4

Sömürge-Yarı-SömürgecilikÜzerine

Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!

Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”

KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-

Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.

Sayfalar