Cumartesi Şubat 22, 2025

Ocak ayında Parti ve Devrim şehitleri üzerine

İnsanlık tarihine alın teriyle emekle, yürekle, bilinç ve çizilen ideolojik güzergâhla yazılırlar. Ve bir daha yüreklerde silinmezcesine kalıcılaşırlar. Orda söz biter eylem başlar, iş başlar, insanlığa adanan, insanın özgürleşme kavgası başlatılır. Bunu kelimelerle ifade etmenin mümkünatı yoktur,

Yıl 1978 Şubat ayı ortalarına doğru TKP/M-L Süleyman Cihan yoldaş önderliğinde toplanan Parti Birinci Konferansı Parti Şehitleri Ayını tartıştı. Yürütülen tartışmalar sonucu “Mayıs ayı mı yoksa Ocak ayı mı Parti Şehitleri Ayı olması” gerektiği üzerinde tartışmalarını yoğunlaştırdı. Yoğun tartışmalar sonucu Lenin, Rosa Lüksemburg ve Karl Liebknecht yoldaşların ölümlerinin ocak ayında oluşu, TKP’nin kurucuları ve önderi Mustafa Suphi ve yoldaşlarının ocak ayında katledilişi, Meral Yakar yoldaşın şehitler kervanına ocak ayında katılışı, Partimizin kurucusu, önderi Kaypakkaya’nın yaralı yakalandığı, Ali haydar yoldaşın şehit düştüğü 18 Ocak,1976’da Atilla Özkan yoldaşın kahpece katledildiği ocak ayının, parti şehitleri ayı olarak anılması kararlaştırıldı.

Mayıs ayınınsa tüm devrimcilerin, komünistlerin, ilericilerin yurtseverlerin anıldığı Devrim şehitleri ayı olarak kutlanması karara bağlandı. O günden günümüze ocak ayı Partimiz tarafından “parti şehitlerini anma ayı” özellikle de ocak ayının son haftasını “parti şehitleri haftası” olarak anılması gelenekleşerek devam ettirilmektedir. Her mayıs ayında ise devrim şehitlerini anmak geleneksel hâle getirildi.

 

Ocak ayı böyle bir ay, böylesi bir tarihi öneme sahiptir, Dünya proletaryası, emekçileri için tarihi bir önem taşımaktadır. Nasıl anlatsam, nasıl başlasam diyorum. Anlatılacak o kadar çok şey var ki, ama insanın dili, kalemi ve kelimeleri tutuluyor, dili lallaşıyor… Ocak ayını TKP/M-L Parti ve Devrim Şehitleri Ayı ilan etmişti. Bu anma geleneği ’1978 ŞUBAT ‘itibarıyla günümüze kadar devam ettirilmiştir. Çünkü Dünya, Türkiye ve Kürdistan devrimcileri çok önemli kayıplarını, önderlerini, kadrolarını OCAK ayında yitirmiştirler.

Öyle ki; 15 Ocak 1919’da Alman Komünist partisi kurucu önderlerinden Rosa Lüksenburg ve Karl Liebknecht yoldaşlar Alman faşizmi tarafından hunharca katledildiler. Ocak 1921’de 28’i 29’ a bağlayan gece Faşist Kemalist diktatörlük tarafından TKP’nin kurucusu ve önderi Mustafa Suphi ve on dört yoldaşı Karadeniz’de alçakça katledildiler. Faşizmin karanlıklarında TKP’nin Merkez Komitesi alçakça büyük bir komplo tezgâhlanarak Karadeniz’e gömüldüler.

Mustafa Suphi yoldaşın eşi MARİA on dörtler katledilirken Topal Osman ve Yahya Kaplan tarafından esir tutularak aylarca işkenceye, tecavüze uğratılmış pazarlanarak satılmıştır. İnsanlıkla alakası olmayan bu vahşet dolu alçaklığa fazla dayanamayarak intihar ettiği söylenmektedir. Bazı rivayetlere göre ise kafası taşlarla parçalanarak vahşice katledilmiştir. Her ne sebeple olursa olsun bu alçaklığı ancak bir ırkçı, kafatasçı faşist organizasyon yapabilir. Kemalist faşist diktatörlükten başka ne beklenir ki?

 

Neredeyse bir asır geçmesine karşı,  Türkiye devrimci hareketi ve komünistleri MARIA yoldaşı sahiplenmemesini, unutmasını, yok saymasını kınıyorum, eleştiriyorum, özgürlük mücadelesi verdiğini söyleyenleri yadırgadığımı burada açıklıyorum. Kadın sorunda ne halde olduğumuzu, adımıza yakışmayan bir pratik ortaya koyduğumuzu, bu tavrımızdan insanlık adına utanç duymamız gerektiğini açıkça ilan ediyorum. Bu şu gerçeğimizi ortaya koydu; Türkiye Devrimci Hareketi her şeyi bildiğini söylüyor ama hiçte öyle değil. Derinlemesine kendi tarihimizi bilmemekteyiz. Türkiye Komünist Hareketi ilk KADIN şehidini dahi sahiplenemedi. Bu da şu gerçeğimizi aşikâr ediyor ki; erkek şovenizmi komünist harekette hâlâ ağırlıkta ve egemen durumda. Çok yakın tarihlerde Maria yoldaştan utangaçça bahsedilmektedir, Anlaşılan o ki; ancak ve ancak biz kendi dar gurup tarihimizi dahi yeterince bilmiyoruz. Ciddi bir bilgi eksikliği ve kuşaklar kopukluğu yaşamaktayız. Mutlak ki daha önceleri de yitirdiğimiz komünist yoldaşlarımız vardı Bu anlamıyla Maria yoldaşımız bizim ilk kadın şehidimizdir.

 

21 Ocak 1924’te Marksizm’in ve Komünizmin savunucusu, teorik ve pratik uygulayıcısı, geliştirip kuramsallaştırıcısı dünya proletaryasının önderi, sosyalizmin ilk pratik uygulayıcısı kurucusu, Marksizm’i proletaryanın egemenliği altında yani proletarya diktatörlüğü altında devam ettirmenin ancak Marksizm olabileceğini, proletarya diktatörlüğünün bir gereklilik ve de zorunluluk olduğunu, sosyalizmde sınıfların ve sınıf mücadelelerinin devam ettiğini, kapitalizmden-komünizme geçiş döneminde proletaryanın mı yoksa sosyalizmin mi galip geleceği henüz netleşmemiştir diyen Marksizm’e teorik ve pratik bilimsel katkı sunan Leninizm’i bizlere miras bırakan dünya proletaryasının büyük önderi Lenin yoldaşı kaybettik.

 

22 Ocak 1973’de TKP/M-L kurulduğu tarihte ilk şehidini veriyor. Türkiye komünist hareketi Maria yoldaştan 50 yıl sonra ilk kadın şehidini veriyor. Bu aynı zamanda TKP/M-L’nin de ilk parti şehidi olarak devrim tarihimize geçiyor. MERAL YAKAR yoldaşı aradan geçen elli yıl sonra ilk kadın şehidimiz olarak tarihin sayfalarına Altın harflerle kazdık. Bugün onlar, yüzler, binler Meral yakar yoldaşın uğruna canını verdiği Komünizm yolunda kadınlar olarak yürüyorlar. Bugün dünden daha ileri de Kadın sorununu ele alıp değerlendiriyor, örgütlüyor, harekete geçiriyor. Devrime, sosyalizme, kadın sorununa daha geniş, engin bir perspektifle bakarak kapitalizme, faşizme- feodal gericiliğe ve de yoz kültüre karşı mücadeleyi yürütüyor yükseltiyorlar.

 

Dersimde Alişer’le birlikte isyan ateşini Kürdistan dağlarında yakan ZARİFEYİ yazmamak, anmamak olmaz. Tabi burada Koçgiri ve Dersimde Kürdistan’ın bağımsızlığı için dağlara çıkan, Kemalist faşist diktatörlüğe elde filintası savaşan ZARİFEMİZİ unutmamız mümkün değil. Gelecekte Zarife gibi yiğit bir kadını, KÜRT kadınını, belki de ilk Kürt gerilla kadınını anlatmak bence önemlidir.

 

24 Ocak 1973 de Dersimin Vartinik Mirik mezrasında yapılan ihbar sonucu çıkan çatışmada TKP/M-L TİKKO’ nun militan komutanı Ali Haydar yoldaş şehit düşer. TKP/M-L’nin kurucusu ve önderi İbrahim Kaypakkaya ağır yaralanır. Kaypakkaya ağır yaralar almasına rağmen kaçmayı başarır, sığındığı köy öğretmeni ve muhtar tarafından ihbar edilerek faşizme teslim edilir. Bu yakalanma aynı zamanda partinin de 1973 yenilgisinin de başlangıcı sayılabilir. Ardından peş peşe yakalanmalar partinin yenilgisini beraberinde getirir. Alınan ağır kaybın yeri günümüze dek hala doldurulmuş sayılamaz.

 

Kaypakkaya o günkü siyasal, ideolojik, teorik ve politik tahlilleriyle aradan geçen elli küsur yıl sonra ilk kez nesnel tahlillerde bulunmuştu.  Devlet ve Devrim, Kemalizm, Milli Mesele, Halk Savaşı, Gerilla Savaşı, Demokratik Halk Devriminin Özü, Baş Düşman, Baş Çelişki, Halkın Birleşik Cephesi, Devrimin Dostları ve Düşmanları Kimlerdir, Demokratik Halk İktidarının yönetsel özünün aslında proletarya  diktatörlüğüne tekabül ettiğini, sosyalizmde sınıflar ve sınıf mücadelelerinin devam ettiğini, sınıfların  ayrıcalıkların devam ettiğini bunun komünizme varıncaya dek  süreceğini, sınıf mücadelesinin her kesitte daha zorlu  ve sancılı geçeceğini, burjuvazinin parti içerisinde de   varlığını devam ettirdiğini bu sebeple parti içerisinde  iki çizgi mücadelesinin kıyasıya sürdürüldüğünü, sürekli devrime, özellikle de kültür devrimine sürekli gereklilik duyulması gerektiğini  belirleyerek önemli tahlillerde bulundu… Kaypakkaya yaptığı M-L Maoist tahlillerle öz itibarıyla hala günümüze ışık tutuyor.

73 yenilgisi sonrası TKP/M-L durmaksızın sınıf mücadelesini devam ettirdi. Çıkan 74 genel affıyla diğer örgütlerin aksine çok erken ve hızlı örgütlendi, merkezi yapılanmasını oluşturdu.

Türkiye’nin birçok ilinde ve de kırsalında Kürdistan’ın önemli il ve ilçelerinde çok hızlı örgütlülükler yarattı. Özellikle Türkiye’nin kalbi İstanbul’da başta işçi sınıfı olmak üzere örgütlenmelere gidiliyordu. Atilla Özkan yoldaşta 1974 itibarıyla TKP/M-L’de örgütlendi Ve lise son sınıfta okulu terk ederek devrimci faaliyete profesyonel katıldı. Zeytinburnu, Kazlıçeşme’de Deri İşçilerinin, Mensucat santralda tekstil işçilerinin örgütlenme faaliyetlerine aktif olarak katıldı. İstanbul’da TIKKO’nun askeri faaliyetlerinde örgütlenmeler yürüttü, birçok hücresel faaliyetlerde sorumluluklara katıldı. Partinin onlarla ifade edilecek askeri eylemlerinde fiili yer aldı, örgütledi.

 

1976’nın 18 Ocak günü partimize yapılan bir ihbar ve operasyon sonucu alçakça kurşunlanarak önce ağır yaralı ele geçirildi sonra müdahale edilmeyerek kasten ölüme terk edilerek, katledildi,  Partimiz 73 yenilgisi sonrası ilk defa kapsamlı bir operasyona uğratıldı. Partimiz Ali haydar yıldızdan sonra üçüncü şehidi Atilla Özkan yoldaşı toprağa veriyordu. Ölüm bize neydi ki, biz yaşamak, yaşatmak için ölüme devrim için koşuyorduk.

 

Yine edebiyat tarihimize önemli katkılar sunan Erzincan-Pülümür- doğumlu Cemal Süreyya gibi bir yazarımızı 9 Ocak 1990’da kaybetti.

 

Yine 3 Ocak 1994’de Artvin Borçka da karşı devrim güçleriyle çıkan çatışmada Nilüfer Atav adlı kadın yoldaşımızı kaybettik.

 

7 yıl önce Ermeni halkının güzide evladı Hrant Dink hunharca katledildi. Soykırıma uğramış bir halkın evladının katledilmesi, katillerin korunması ırkçı- milliyetçi devlet faşizminin yüzünü bir kez daha açığa çıkardı.

 

Son olarak 9 Ocak’ta PKK’nin kurucu önderlerinden Sakine Cansız ve iki militan Kürt kadınını kalleşçe ve kahpece saldırı sonucu Paris’te kaybettik

 

Yüz yıllık tarihimize Ocak aylarına şöyle bir göz attığımızda; Dünya, Türkiye ve Kürdistan halkları çok büyük değerleri kaybetti ve de toprağa verdi.   Bu anlamıyla ocak ayında yitirilenler Türkiye ve Kürdistan halklarının ortak şehitleri, değerleridir. Özelinde ise Komünistlerin şehitler ayı olarak anılıyor anılacaktır. Unutmak, değerlerimize sahip çıkmamak ihanetle eş anlamlıdır.

2014’de daha karmaşık, zor ve de sınıf çelişkilerinin giderek yoğunlaştığı bir süreçten geçiyoruz, Kürt sorunu, Kürdistan devrimi daha da karmaşık bir süreçten geçmektedir nedenle yeni yılın başında şu gerçek gözle görülür oldu. Taşlar yerinden oynayacak, ittifaklar da daralma genişleme olacak, her sınıf kendi menfaatlerine uygun pozisyon alacak. Yeniden mevzilenmeler hızla netlik kazanacaktır. Tüm bu gelişmelerden sınıfın kaygı duyması bir yana,  çelişkilerden sınıfın yararına nasıl faydalanılması gerektiğine parmak basmalı devrimi esas alarak doğru politikalar üretmek gerekir.

 

Kaypakkaya’nın devlet tezi ortada… “Şerle ehveni şer arasında birini tercih proletaryanın tavrı olamaz, olmamalı...   Bizim gibi ülkelerde Faşizm süreklidir. Ve bir yönetim biçimidir. Faşist klikler arasındaki çelişkilerden herhangi birine iyimser bakmak Marksist yaklaşım değildir. Olsa olsa hâkim klikler arasındaki çelişkiden demokratik halk iktidarı için yararlanma olur. Birinden birine iyimser bakmak hele de destek vermek ihanetle eş anlamlıdır.” Devletin paraleli, yanı, sağı solu olmaz devlet bir sistemdir. Yönetimsel bir kurumdur. Devletin erkleri vardır. Yasama, Yürütme ve de Yargıdır. Bunlardan birinin olmaması o devletin temelden çökmesi demektir. Faşist klikler arasındaki hâkimiyet dalaşı her zaman var olacaktır. Savaşlarda kendi aralarında kâr amaçlı, sömürüden aslan payı almak temelinde sürecektir. Hep birlikte tüm devrim güçleriyle yükleneceğiz ve kazanacağız. Kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktur, kazanacağımız devrim – sosyalizm ve insanın insan tarafından sömürülmediği DÜNYA VAR… O zaman bu daha başlangıç, mücadeleye devam. Diyoruz. Kürdistan’da devrime omuz vermeye, özgür Kürdistan yaratma savaşına her yönlü katkı ve desteğe devam demeliyiz.  Parti ve Ocak şehitleri ölmediler, yaşıyorlar diyoruz.

Hasan Aksu 16 Ocak 2014

103978

Son Haberler

Sayfalar

Ocak ayında Parti ve Devrim şehitleri üzerine

Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -2-

Son yıllarda, emperyalist savaş tehlikesinin zemininin güçlenmesine paralel, dünya genelinde ırkçı hareketlerin ve partilerin dikkat çekici boyutta güçlendiğine vurgu yapmış, bu yükselişin, sadece belirli demografik gruplarla sınırlı kalmadığını, kadınları da içine aldığını gördüğümüzü ifade etmiştik.

Peki, kadınlar neden bu tür hareketlere katılıyor? Bu sorunun yanıtı, birçok faktörün karmaşık bir birleşiminde yatıyor.

Faşizmin Yüzünü Örten Çirkin Bir Maske (Nubar Ozanyan)

İttihatçı Türk kompradorları, ekonomik-mali-siyasal krizden bir türlü kurtulamıyor. Faşizmi maskeleyen kaba uydurma parlamentoyla bile ülkeyi yönetemiyor. Zorbalık her taraftan fışkırıyor. Kötülük ve çirkinlik her yerde bütün utancıyla görülüyor. Dağda, köyde, sokakta Kürt ve emekçi kanı dökmekten çekinmeyenler dünyanın gözü ve kulağının üzerinde olduğu parlamentoda bile Kürt kadın parlamenterin kanını dökmekten çekinmiyor. Zorbalık, pervasızlık, yasa, hukuk tanımamazlık ayyuka çıkmış, had safhaya ulaşmıştır.

Emperyalist haydutlar, 3.Dünya savaşı hazırlıklarını yoğunlaştırmakla meşgul…

Bazı sol-sosyalist ve kendilerini komünist addeden kesimler hâlâ (evet, hâlâ) bir 3. Dünya Savaşı çıkacak mı çıkmayacak mı ve keza “süreci belirleyen esas etmen savaş mı devrim mi?” ikilemi girdabında, adeta miskince bir fikirsel jimnastik rehavetiyle, sorunu ele almaya devam ede dursunlar; fakat süreç, maalesef ki hem de çok hızlı bir şekilde, o istenmeyen malûm sona doğru ilerliyor. 

Fakir (Nubar Ozanyan)

Yaşamı boyunca hep yokluk ve fakirlik içinde yaşadı. Bundandır ki arkadaşları ona “Fakir’’ dedi. Ne zaman biraz dünya nimetlerine yakın olan olanaklara sahip olsa o yine fakir yaşamından ayrılmadı. Yaşamı fakir, bilinç ve yüreği zengin olan Nubar Ozanyan en alttakilerin, yoksulların, mazlumların yoldaşı olmaktan bir an olsun geri durmadı.

Servet Vergisi ve Sermayenin Olmayan Vijdanı

Bugünlerde de toplumsal eşitsizlik sermayenin birikimine ve merkezileşmesine koşut olarak artınca, zenginlerden servet vergisi alınmasını dilendirenlerde çoğalmaya başladı.[1] Servet vergisi, toplumsal servetin  belli ellerde birikmesinden bu yana ara sıra gündeme getiriliyor. Zaman zaman kısmen de uygulanmıştır. Örneğin savaş dönemlerinde vb. Yine ABD'de, 1960'larda 400 zenginden %53 oranında vergi alınmıştır.

Inger Nubar Can, Hewal Nubar, Nubar Yoldaş’a!

Halen pek çoğumuzun inanmak istemediği Nubar Ozanyan’ın ölümsüzleşmesinin 7. yılında, onu bir kez daha saygı ve sevgi ile anarken, şehadetinin yıldönümünde onu anlatmak da bizim için en zor yazılardan olacaktır.

Rusya / Ukrayna Savaşında Yeni Bir Aşama

Savaşın Rus topraklarına doğru genişlemesi Ukrayna'daki savaşın yeni bir aşamaya geçmesi anlamına geliyor.

6 Ağustos Salı gününden bu yana Ukrayna birlikleri Rusya sınırını geçerek Rusya'daki savaşta yeni bir cephe açtı. En az üç Ukrayna tugayı ve çeşitli taburlar savaşa dahil oldu ve ilerleme Rus topraklarının yaklaşık 30 kilometre içine kadar ulaştı. Bu, savaşın yeni bir aşamasının başlangıcına ve dünya savaşı tehdidinin önemli ölçüde yoğunlaşmasına işaret ediyor.

İKTİDARIN BÜYÜK YALANI: “HİÇ KİMSENİN YAŞAM TARZINA KARIŞMIYORUZ.”

Genel olarak tüm siyasal İslamcıların, ama özel olarak da İslamo-faşist Erdoğan ve iktidarının, başvurduğu en kullanışlı “idare etme” araçlarının ilk sırasında hiç kuşkusuz ki dinlerince de serbest sayılan takiyedir. Yani amaçlananı gerçekleştirebilmek için, gözünü dahi kırpmadan YALAN SÖYLEMEKTİR. 

Türkiye „Yarı-Sömürge“ Bir Ülke Mi? Emperyalizm Üzerine Notlar-4

Sömürge-Yarı-SömürgecilikÜzerine

Belliki sol-sosyalist eski nostaljik söylemlerin tekrarı bugün artık kitlelerde herhangi bir karşılık bulmuyor!

Geçenlerde, “dini bütün” olarak tabir edilen kesimlerden bir ahbabımla, “ne olacak bu memleketin hali” kıvamında sohbetteyken, şöylesi bir cümle kurmuştu: “Abi benim anlamadığım, bunca açlık, yoksulluk, işsizlik ve zulüm varken, yani koşullar aslında tam da siz devrimci solcuların kolayca taban bulmanıza ve kitleleri harekete geçirmenize ve hatta devrim bile yapmanıza bunca uygunken; bu derece atıl ve etkisiz olmanız, sence normal mi?”

KADINLARIN BİRLİĞİ | Kadınların Irkçı Hareketlere Katılımı: Karmaşık ve Çok Boyutlu Bir Gerçeklik -1-

Emperyalistler arası çelişkiler derinleştikçe, ekonomik kriz ağırlaştıkça vb. bu sistemin sarıldığı en temel dayanaklardan birinin ırkçılık-faşizm olduğunu biliyoruz. Zira bunun, sistemin alametifarikalarından biri olduğunu birçok -acı- deneyimiyle elbette biliyoruz. Şu anda yine tam da böyle zamanlardan geçtiğimizi söylüyoruz. Bu tehlikeye dair önlemler almaktan bahsediyoruz, özellikle Avrupa’da ırkçı partilerin yükselişini izlerken, Avrupa Parlamentosu’ndan çeşitli Avrupa ülkelerinin kendi seçimlerine odaklarımızı çeviriyoruz vs.

Sayfalar