Pazartesi Aralık 2, 2024

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

Gelinen aşamada, AKP hükümeti, siyasi geleceğini, ABD önderliğinde olası bir Suriye’ye karşı emperyalist yağma savaşına bağladığı bilinen bir gerçektir. Bu o kadar açık bir hale geldi ki, bütün siyasal yatırımlarını bu yağma savaşı üzerine kurmuş durumdalar. Başka da çıkar yolları ve kendilerini ayakta tutma çareleri kalmadı gibi. Bunlar için yolun sonu; “üç vakte kadar” gözükmüştü. Bu vakitlerden ilki ve en önemlisi devrimci-demokrat kamuoyuna boyun eğdirememesi. Bu, kitlelerin politik özgürlüklerini çiğnetmeyeceklerine karar verdikleri Haziran Ayaklanması ile burjuvazinin elinden çekilip  alındı. İkincisi, Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarıydı. Mısır halkının ayaklanması ile bu sürece de son verildi. Esas olarak Geriye kaldı bir vakit. Bu da, Suriye’ye saldırarak ülkede, işçi ve emekçiler karşısında yeniden üstünlüğü ele geçirme hayalleri. Bu, onların son çırpınışlarıdır dersek, pek de yanılmış olmayız. Buna, Küçük uçurumdan kurtulmak için daha büyük uçurumdan atlama siyasetiyle yeniden başa dönme taktiği denebilir. Küçük uçurumları atlayamayanların büyük uçurumları atladığı ise toplumsal mücadeleler tarihinde görülmüş bir şey değildir.

 

2020 Olimpiyatlarına dahi bu denli sarılmaları ve büyük önem vermeleri ise, yabancı sermayenin yanında ülkede rant sermayesini daha da artırma uğraşlarıydı. Bu da hüsranla sona erdi. Eğer alabilselerdi, bu olay özgülünde, siyasi bir kazanım da elde etmeyi umuyorlardı.

 

Batı’nın Avrupa ile Asya arasında bir İsrail’i olmaya çalışan AKP siyasetçileri, ne yazık ki, emperyalistler arasındaki dengeleri ve egemenlik savaşlarını iyi okuyabilmiş değillerdir. Uşak burjuvaziye, görevi olarak; büyük güçler arasındaki çatışmada, her zaman, piyonluk rolü düşmüştür. ABD’nin gönüllü piyonu’da AKP olmuştur. Ama, İsrail olmayı kabullendiremediği için kızgınlığını gizleyememektedir.

 

Türk devletinin ekonomisinin trendi ise giderek dibe doğru hızlı bir eğilim içine girmiş durumdadır. Emperyalist sermayenin, AKP ve arkasındaki sermaye güçlerini kurtarabilecek bir durumda olmadığı görülüyor. Bütün ekonomik göstergeler, birikmiş iç ve dış borç stokları, cari açıklar bunu gösteriyor ve en ‘sol’undan en sağına kadar ekonomistlerin birleştiği noktalardan birisi de bu. Yani, AKP ve avenası, ekonomide de “üç vakti” doldurmuş durumdadır.

 

Eylül ile birlikte kitlelerin siyasal talepleri daha da artmaya başladı. Beklenildiği gibi, öncelikle öğrenciler cephesinde bir hareketlenme başladı. Kitleler sokakları yeniden hareketlendireceğe benziyor ve bazılarının düşlediği gibi “bir atımlık” değil, uzun vadeli olacağının da sinyallerini veriyor. Bunun siyasal ve ekonomik koşulları oluşmuş durumdadır. Kitleler açısından, Haziran’daki çatışma, kendini tanıma, gücünün bilincine varmaydı. Şimdi ise, kazanımlar ve başladığını bitirme sürecine girilmiştir. AKP’yi bitirenler de ne Mısır ne de Suriye’dir. Bunlar sadece yan etkenlerdir. Esas olarak, ülkedeki kitlelerin politik istemler için ayağa kalkması ve bunda ısrarlı olmasıdır.

 

Bu, devrimci ve komünüstler için iyi bir gelişmedir. Kitlelerin sokakları zaptetmesi, mücadelenin daha da boyutlanacağının habercisidir. Haziran tecrübesinin desteği ve moraliyle, daha güçlü sokak mücadeleleri kapıyı çalabilir ve çalmalıdır da.

 

Bunların yanısıra, eğer Suriye’ye saldırı gündeme gelirse, köşeye sıkılmış olan AKP arkasındaki sermaye güçleri, “savaş” bahanesiyle daha güçlü bir şekilde kitlelere saldıracaklardır. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bütün ilerici ve devrimci kitle muhalefetini ağır bir şekilde ezmeyi ve dağıtmayı deneyecektir ve kontrolü altındaki medya aracılığıyla “savaş tamtamları” propagandasını yoğun şekilde yaparak, geri kitleleri “vatan-millet-bayrak-ümmet davası” ile savaş kışkırtıcısı çemberinin içine çekmeye çalışacaktır. Bu çirkefliğe daha şimdiden başlamıştır.

 

Buna karşı devrimci mücadelenin daha şimdiden örgütlenmesi, kitlelerin buna hazırlanması da Türk egemen sınıfların saldırı siyasetini boşa çıkarmak için bir o kadar önemlidir.

 

Buna bağlı olarak, anti-emperyalist savaş cephesi oluşturmak komünist ve devrimcilerin birinci görevi olsa gerek. Bir taraftan emperyalist yağma savaşların iç savaşa çevrilmesi prensibiyle örgütlenmek ve hazırlanmak sorunu ciddiyetini korurken, diğer yandan ise daha geniş bir anti-emperyalist savaş çephesinin oluşturulması da kendini dayatmaktadır. Haziran Ayaklanması bunun ayağını kısmen oluşturmasına karşın, İP vb. karşı-devrimci provakatör güçlerin “savaş karşıtı gözükmeleri” ve anti-emperyalist savaş cephesinin içinde yer alamaya çalışmaları, demokratik güçleri zor durumda bırakmaktadır. Bu tür güçlerin böyle bir cephe içine alınmaması, teşhir edilmesi önemlidir. TKP[1][1] gibi zaaflı ilerici güçlerin ise, İP ve ulusalcı güçlere “kardeş” siyasetiyle yanaşmaları, başka bir zaaflı yanı oluşturmaktadır. Ancak, tutarlı anti-emperyalist güçlerin birlikte hareket etmesine öncelik verilmesi ve diğer ilerici güçlerin ise buna bağlı olarak ele alınması siyaseti, daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

 

Devrimci ve komünist örgütler, kitleler içinde etkinliklerini anti-emperyalist savaş cephesiyle de aratırabileceklerdir ve bu, en önemli mücadele araçlardan birisi haline gelebilir ve savaşa karşı çıkan kitleleri örgütlemenin ve mücadele içine çekmenin iyi bir aracı haline dönüşebilir. Devrimci-demokrat ve komünistlerin eylem birliklerinin önünde, elbette, bir çok, örgütsel, siyasal ve ideolojik engeller mevcuttur. Ancak, dostlar arasındaki var olan zorları başarmak, daha büyük karşı zorların üstesinden gelmenin ön hazırlığıdır. Sınıf mücadeleleri tarihi, ilkeler de katı, taktiklerde ise alabildiğine esnek olmayı öğretmiştir. 

 

Kürt ulusal hareketi’de böylesi bir anti-emperyalist savaş cephesi içinde yer alabilecek ya da en azından yakın bir ittifak içinde olabilecektir. Türk devletinin de içinde olduğu böyle bir savaşta, en büyük zararı, başta Rojava olmak üzere Kürtler görecektir. Türk devleti, güney sınırlarının bir Kürdistan ile çevrilmesine kolayca göz yummayacaktır. “Savaşı” fırsat bilerek, Kürtlere yönelik saldırısını yoğunlaştıracaktır. Kürt ulusal hareketi de bunu görmüş olmalı ki, son aylarda söylemlerini radikalleştirmeye başladılar.

 

Kısacası, AKP içeride kaybetti, dışarıda kazanarak içeride yeniden üstünlüğü ele geçirmeye çalışıyor. Ancak, elinde tek bu “Suriye kozu” kaldı. Bunun ömürü de uzun sürmeyecektir. Böylece “vakit”lerini doldurmuş olarak, yeni bir toplumsal siyaset evresine girecektir. 

 

Toplumlar, bağrında taşıdığı karşıt temel sınıfları arasında ki savaşım da, bu evrilmelerin birikimi ve devrimci zorun devreye girmesiyle kendini nitlel bir sıçramaya/dönüşüme bırakmak zorunda kalıyor. 08.09.2013


[1] TKP’nin bu “zaafı”, tarihi boyunca sopası sırtından eksik olmayan “kemalizm hayranlığı”ndan ve egemen ulus ulusalcığı zaafından kaynaklanmaktadır.

 

104903

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Yusuf Köse

Güzel insanların ardından kurulan her cümle yetersizdir…(İsmail Cem Özkan)

Şimdi anıları olanlar hemen anılarını paylaşmayacak, zamanı gelince yazarlar ya da anı kitabı yapılacaksa oraya bir kaç kelime bırakacaklardır ama popüler olanı yapacaklar yani varsa birlikte çektikleri/ çekildikleri fotoğraflarını paylaşacaklar...

Turan Eser benim geçmişi (artık geçmiş oldu, zamanda üzerine eklenince) uzun bir sancılı dönemin dostluğuna dayanıyor...

Emperyalizm Üzerine Notlar-6

 

13-15 Eylül 2024   ICOR Uluslararası “Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” Semineri 1.  Gün

Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.

Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.

Erdoğan ve cumhur ittifakı’nın hazırlıkları iç savaş odaklıdır!

İçinden geçilmekte olan sürecin bu ayırt edici özelliği, rejimin ne kadar da kırılgan bir durumda olduğunun, çıplak bir ifadesi olarak da okunabilir elbet.

Serdareme, Caneme, Hevaleme…

Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.

Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?

Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?

Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir

Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?

Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.

Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)

Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.

Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.

Vitrin olma kız... vitrin olma...

Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...

Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...

ne kadar güzel olurdu...

mecliste, belediye başkanlıklarında bir...

Öyleyse.... öyleye...

Hayeller.... söylemler...

Kitleler...

yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...

Gerçekler ise....

Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..

Hemi... hemi...

hayat bu... gerçeklik bu ise...

Şeriat ve kadın

Tüm  kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale  geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve  keza “9.

Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi

Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.

Sayfalar