Perşembe Nisan 17, 2025

Paul HANZE’nin Çocukları! H.GÜRER

Kitaplığımda Hasan Kıyafet’in “İşkence öyküleri” kitabına değdi bakışlarım. İçim üşüdü. Bakışlarım sarsıldı. Baş ağrıtan, insanın yüreğini görülmez ellerle sıkan, nefesini kesen, kan akışını durduran o tarifsiz koku, işkencehanelerde ki o koku sarstı beni bir an. O kokunun sözcüklerde yeri yok! “Bir daha işkence öyküleri dinlemeyecek, okumayacak, anlatmayacağım” demiştim yıllar önce. Ancak, toplumun her kesmine kanıksatılan, toplumsallaştırılan sistematik bir işkence döngüsünü işliyor sistem. Ve mevcut sisteme dönük “baş kaldırı” ve “aykırı” özelliklerine sahipseniz, işkence görmekten, öykülerini dinlemekten, anlatırken ve yazarken işkencelere değinmekten kaçınamazsınız! İşte bu yazı, böylesi bir kaçınılmazlığın sonucu yazıldı!
         İlk gözaltına alındığımda, 1998 yılının 18 Mayısıydı. Kaypakkaya’nın katledilmesinin yıl dönümünde, yapılan bir düzine korsan eylemin ardından, “eylemlerin şüphelileri” olarak 6 arkadaşımla gözaltına alındık. Ben henüz 15 yaşındaydım. İçimizde en büyüğümüz ise 17! Günlerce Jandarma İstihbarat Teşkilatı ve Terörle Mücadele ekiplerince vardiyeli (geceli-gündüzlü) olarak sistemli ve profesyonel işkencelerden geçirildik. Günler sonra savcılığa sevk edildiğimizde, kollarımıza giren polislerin arasında zorlukla  yürüyebiliyorduk! 17 yaşıma kadar bu tür uygulamalarla değişik zamanlarda ve mekanlarda birkaç kez daha karşılaşmış, her defasında da yapılan işkenceleri savcı ve hakimlere söylemiştim. (Bunların hepsi raporlarla/belgelerle mevcut!) Ancak hiç bir hakim ve savcının işin işkence kısmıyla ilgilenmediğinide böylece görmüş oldum! Bunları neden anlatıyorum? Günlerdir, dünya kamuoyu, ABD senato İstihbarat Komitesi tarafından hazırlanan “CIA’nin işkence raporları”nı konuşuyor! Nedense raporda yer alan işkence yöntemleri hiç yabancı gelmedi! Aşşağıda sayılan işkence yöntemlerini, hatta daha yazılmayıp eksik bırakılanların türlü çeşitlerini, daha çocuk yaşta yaşattılar bizlere. İşte bundan dolayı anlatıyorum!
         Uzun süre uyutmama, idam sahnesi, çırılçıplak soyma, suda boğma, basınçlı su, soğuğa maruz bırakma, zincirleme, tabutta veya dar bir alanda uzun süre bekletme, duvara çarpma, kaba dayak, çırılçıplak soyma, rektal besleme, elektrik, askı, buzlu battaniye, yumurtalıkları burmak, cinsel taciz, aşağılama vs. gibi türlü işkence çeşitleri… Tüm bunlar, CIA Başkanı John Brennan tarafından “birçok kişinin hayatının kurtarılmasına yardımcı olduğu” gerekçesiyle savunuldu. Hemde bunları yapanlara “nişan verilmelidir” diyip ödüllendirilmelerini dahi istedi. “Bugün olsa yine yaparım” diyecek kadar da insanlığa meydan okudu!
         Fransız düşünür Micheil Foucault, “Hapishanenin doğuşu” kitabına, Fransız kralı XV. Louis’e yönelik suikast girişiminde bulunduğu iddia edilen Damiens hakkında ki cezanın infaz edilme sahnesi ile giriş yapar! “Damiens’in göğüs, kol ve bacaklarındaki et parçaları kızgın bir kerpetenle teker teker koparılır.”[1]“Çok bağıran ama küfür etmeyen Damiens bu kerpetenle çekmelerden sonra kafasını kaldırıyor ve kendine bakıyordu; kerpetenci bu kez karışımın kaynadığı kazandan demir bir kepçe ile aldığı kaynar halitayı her yaranın üzerine bolca döktü”
“Günah çıkartıcılar onunla konuşmak için indiler; ama cellat onlara onun öldüğünü söyledi”[2] Majestelerinin yaşamına kastettiği eli kükürtle yakıldıktan sonra, vücudu daha doğrusu geriye kalan kemik yığını dört ata bağlanarak dört parçaya ayrılır ve yakılarak yok edilir.
Bütün bu sahnelerin “dini bütün Paris halkının gözleri önünde” gerçekleştiğini vurgular Foucault.
         Bizlere yapılan onca işkence ise “dini bütün Türkiye halklarının gözleri önünde” gerçekleştirildi. Yaşadıklarımızı yazdık, çizdik, mahkemelerde haykırdık. Yüzbinlerce insan bu işkencelerin binlerce daha ağırını 12 eylül faşizmi ile yaşadı! Yine günümüze kadar bunları defalarca her gözaltına alındığımızda “vaz geçilmez uygulamalar” olarak bize günlerce uyguladılar!
         Garip olan şu ki, bu uygulamaları dilekçelerle ve sözlü olarak defalarca savcılıklara, hakimliklere bildirmemize, vucutlarımızda işkencenin gözle görülebilir izlerini göstermemize karşın umarsız olanlar, bugün CIA’nın yaptığı ve hatta kendilerine öğrettiği/eğitim verdiği aynı işkence tekniklerini kınıyorlar!
         Aynı şekilde tüm bunlar bizlere uygulanırken, yer vermekten kendini sakınan medyaya baktığımızda, Türk Dışişleri Bakanlığı, CIA’nın işkence raporuyla ilgili, “Raporda yer verilen uygulamalar hiçbir surette mazur görülemez. İşkence ve diğer zalimane, gayri insani veya küçültücü hiçbir muamele veya ceza, hiçbir şart altında kabul edilemez” ifadesini kullandı” diyerek manşetler atıyorlar! Pes doğrusu! Bilmesek, neredeyse “İnsan hakları evrensel beyannamesini biz yazdık! Ve tüm dünya’ya da biz imzalattık” diyecekler!..
* * *
         Önce sorularımızı Türk Dışişleri Bakanlığına soralım;
         27 Eylül 1952 yılında “Özel Harp Dairesi, Seferberlik Tetkik Kurulu” kurulduğunda, düşünceyi, finansmanı, teçhizatı ve eğitimi kimden aldınız?
         Sınavdan geçirilerek seçilmiş Türk subayları Amerka’da Özel Harp eğitimlerinden geçirilirken ne tür eğitimlerle geri döndüler?
         1952’den hemen sonra gönderilen ilk 16 subayın, (Bu subaylardan biri de Alparslan Türkeş’tir!) Amerikanın Kansas eyaletinde ki Kara harp akademisinde Bolivya, Şili, Brezilya ve Arjantinden gelen subaylarla beraber “kontgerilla” eğitimleri aldıkları, eğitimlerinin geri kalanını Georgia’da tamamladıkları ve bu “eğitimler” arasında “işkence teknikleri/sorgu eğitimleri” aldıkları yalan mıdır? Bunları ülkeye döndüklerinde kimler üzerinde kullandılar?
         12 Mart döneminde, “Ziverbey köşkü” ve “Erenköy köşkü”nde MİT ve Kontgerilla tarafından yapılan işkenceleri kim yaptı?
         “Dünyanın en kötü şöhretli 10 hapishanesinden biri” ünvanını alan Diyarbakır cezaevinde uygulanan işkence yöntemlerini, subaylarınız Kansas ve Georgia’da aldıkları eğitimlerden öğrenmiş olmasın?
         12 Eylül’de devrimcilere karşı MHP’yi, ardından da Kürt Ulusal Hareketine karşı Hizbullah’ı örgütleyip kullananalar kimlerdi?
         12 Mart 1972 ve 12 Eylül 1980 tarihlerinde ki darbelerde, anne karnında ki çocuktan, ak sakallı dedeye kadar elektrik verenler, binlerce devrimciyi işkencelerde sakat bırakıp öldürenler kimlerdi?
         İşkenceyi sistematik bir devlet politikası haline getirenler kimlerdi?
         Saydığımız klasik işkenceleri aşacak ve “telegram işkencesi” uygulayacak kadar uzmanlaşan siz değil miydiniz?
         Çok mu uzak tarihlerden söz ediyoruz? O halde daha yakın bir tarihe gelelim. AKP iktidarı döneminde, 2002 yılında Bosna Hersek’de Cezayir uyruklu 6 kişi gözaltına alındı. Ve bu kişiler önce Tuzla’da ki NATO üssüne götürüldü ve sorgulandı. Ardından incirlik üssüne, oradan da Guantanamo’ya götürüldü!
         CIA uçaklarının, çeşitli tarihlerde Sabiha Gökçen Havalimanı’na ve İncirlik Üssüne inmesi, buralarda 20 Afganlı tutuklunun bindirilip sorgulanmak üzere bilinmeyenlere doğru yol alması yalan mıdır?
         Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, 2 aralık 2005’te yaptığı açıklamada ABD İstihbarat Örgütü CIA’ya ait uçağın Sabiha Gökçen Havaalanı’na iki kez indiğini doğrulamadı mı? Bunlar, yalnızca açığa çıkanlar. Ya açığa çıkmayanlar?
         CIA’nın işkencelerini kınarken, CIA’nın sistematik işkence programı ve operasyonları kapsamında kullanılan “Richmor Aviation” şirketine ait uçaklarla yapılan uçuşlarda Türk hava sahası ve İncirlik Üssü’nün 24 kez kullanılmasına izin verdiği iddiaları yalan mıdır?
         Yalan ise, bu iddiaların hepsi WikiLeaks belgelerinde yer alırken neden red etmediniz? Alman “Die Welt” gazetesinin yayınladığı habere göre, ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi Ross Wilson’ın, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Norton A. Schwartz’a 8 Haziran 2006’da gönderdiği raporda, Türkiye’nin verdiği izin detaylarıyla anlatılıyor. Schwartz’ın Türkiye seyahati öncesinde gönderilen raporda “TSK bize İncirlik’i, 2002’den itibaren ‘Fundamental Justice’ (yani ‘Tenel Adalet’)  operasyonu çerçevesinde tutuklu nakillerinde yakıt ikmali için kullanmamıza izin veriyordu. CIA İncirlik Üssü’ne 24 iniş yaptı.” Diyordu! Yani 2002-2006 yıllarında İncirlik işkenceye hazırlık üssü olarak kullanılmadı mı? Yoksa tüm bunları yazan belgeler, hayal gücü yüksek kimseler tarafından mı yazıldı?
* * *
         Şimdi de “ABD’yi işkencede kınadık!” deyip, manşetlerini süsleyen iktidarın ‘yandaş medya’sına soralım;
         Bu ülkenin (dört bir yanı adeta işkence merkezi) her karakolunun bodrumu işkence yeri olarak işliyor. Her karakolda (ister askeri karakul olsun, isterse polis karakolu olsun) manyetolar, askılar eksik olmaz! Gözaltına alınıp da işkence görmeden çıkan olmaz. Siz tüm bunlar yaşanırken ve halada yaşanıyorken, gören gözün köre, duyan kulağın sağıra oynamasını nasıl başardınız?
         Türkiye hakkında, işkence ve insan hakları ihlallerinden, AİHM’e binlerce dosya ile şikayetler yapılmış bekleniyor, yüzlerce başvuru da ise Türkiye mahkum edilmiş, siz neden bunlardan birini dahi haber yapmadınız?
         Türkiye İnsan Hakları Derneğinin yayınladığı “Türkiye’nin 2014 İnsan Hakları Karnesi” raporunu okumadınız mı?[3] 2014’ün ilk 11 ayında 64’ü çocuk olmak üzere 1018 kişinin kendilerine işkence gördüğü için başvurduğu açıklamasına hanginiz yer verdiniz?
         Gezi olaylarında sokak ortasında dövülerek/işkence edilerek katledilen Ali İsmail Korkmaz’ın öldürülmesini kaçınız yazdınız?
         Kolluk kuvvetlerinin toplantı ve gösterilere müdahalesi sonucu 21 kişi yaşamını yitirmiş, yine devletin kolluk kuvvetlerince “dur ihtarına uyulmadığı” gerekçesiyle yargısız infaz yapılarak veya rastgele ateş açması sonucu 39 kişi öldürülmüş, 61 kişi ise yaralanmışken, bunları hiç mi görmediniz?
         Oysa bakın Times gazetesi, haberinde “Kara bölge” olarak bilinen sorgu merkezlerini nasıl sıralamıştı: “Türkiye, Yunanistan, Belçika, İngiltere, İrlanda, İspanya ve Portekiz; gizli sorgu yapılan ülkeleri de S. Arabistan, Tayland, Fas, Mısır, Romanya, Libya, Polonya, Özbekistan ve Litvanya!” Siz bu haberi de mi okumamıştınız? Türkiye de medya, iktidarı alkışlamanın, övgüler dizmenin dışında bir basın-yayın eğitimi almıyor mu?
         Öyle ya, mum misali dibini aydınlatmayan “aydın” kaynayan bir ülke burası! Gerçekleri yazan dürüst gazetecilerin değil, gazeteci geçinip, Cuntanın işkence yapmadığını, emniyet şubelerinin ve askeri cezaevlerinin beş yıldızlı otelden farksız olduğunu yazan “gazetecilerin” ülkesi burası!
* * *
         İktidarın çokca propagandasını yaptığı gibi işkence olaylarının “azalması”, onların “insan hakları savunucuları” veya “işkence karşıtı” oldukları anlamına gelmiyor! Bu, tamamen sınıf mücadelesine, devrimci güçelerin etkinliklerine paralel bir durumdur. Devrimci dinamiklerin eski düzeyinde olması, etkinliklerinin artması halinde daha azgınca işkencelerin yapılacağı bir süpriz değildir! Bunu, Gezi olaylarında, Rojava ve Kobane protestolarında, işçi eylemlerinde gördük!
         Ne yazarsak yazalım. Kocaman bir boşluktur işkence karşısında. Ustanın dediği gibi; “İşkence tanımlanamaz. Romanı, öyküsü de yazılamaz. İşkence ancak yaşanır…”
         Sonuç olarak; Farklı tarihlerde, farklı mekanlarda, farklı işkence timleri tarafından, defalarca ve günlerce değişik işkence metotlarına maruz kalmış biri olarak, “İşkence yapanların, çocuklarınında işkence görmeyeceği bir dünya özlemiyle” yazıldı bu yazı. Ve son soru olarak, bu yazıyı okuyan herkesin kendisine sormasını istiyorum; böyle bir dünya için hepimiz üzerimize düşeni yapıyor muyuz dersiniz?  H.GÜRERSuisse/Genève16 Décembre 2014 
 Michel Foucault ‘Hapishanenin Doğuşu’ Çev.M.Ali Kılıçbay ,İmge yay. 2.Basım s.114Michel Foucault ‘Hapishanenin Doğuşu’ Çev.M.Ali Kılıçbay ,İmge yay. 2.Basım s.34-36

 

76886

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Misafir yazarlar

Güzel insanların ardından kurulan her cümle yetersizdir…(İsmail Cem Özkan)

Şimdi anıları olanlar hemen anılarını paylaşmayacak, zamanı gelince yazarlar ya da anı kitabı yapılacaksa oraya bir kaç kelime bırakacaklardır ama popüler olanı yapacaklar yani varsa birlikte çektikleri/ çekildikleri fotoğraflarını paylaşacaklar...

Turan Eser benim geçmişi (artık geçmiş oldu, zamanda üzerine eklenince) uzun bir sancılı dönemin dostluğuna dayanıyor...

Emperyalizm Üzerine Notlar-6

 

13-15 Eylül 2024   ICOR Uluslararası “Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” Semineri 1.  Gün

Giriş: Almanya’nın Thüringen Eyaleti’ndeki Truckenthal’da 13-15 Eylül 2024 tarihleri arasında ICOR’un, Lenin’in 100. ölüm yıldönümü anısına, ”Lenin’in Öğretileri Yaşıyor” adı altında uluslararası büyük bir seminer yapıldı. Bu seminer’de “Lenin ve Emperyalizm” başlıklı 1. bölüm’de ben de bir sunum yaptım.

Rothe Fahne (Kızıl Bayrak) dergisinden kısa bir bilgilendirmeyi buraya alıyorum.

Erdoğan ve cumhur ittifakı’nın hazırlıkları iç savaş odaklıdır!

İçinden geçilmekte olan sürecin bu ayırt edici özelliği, rejimin ne kadar da kırılgan bir durumda olduğunun, çıplak bir ifadesi olarak da okunabilir elbet.

Serdareme, Caneme, Hevaleme…

Her devrimci değerlidir. Ancak bazıları istisnadır. Yaşam ve duruşlarıyla, söz ve eylemleriyle derin izler, unutulmaz anılar geride bırakır. Geçtikleri her yerde devrimin, özgürlüğün dinmeyen esintilerini bırakır. Devrimcilerin değerlerini belirleyen her daim hatırlanan pratik ve eylemleri ve yazdığı unutulmaz eserleridir. Serdar Can yoldaş her ikisini de doğru yapmaya çalıştı. Hem devrimin kalemini hem de devrimin silahını iyi kullandı. Hem de en geç yaşlarında.

Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?

Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi?

Asıl Olan, Örgütlü Yığınların Mücadelesidir

Çağımız, emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır. Yaşanan tüm değişimlere, ideolojik anlamdaki çürüme ve yozlaşmaya rağmen işçi sınıfının ezen ve ezilenler mücadelesindeki tarihsel misyonu hala gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Yaşanmakta olan, ikili hukuk denkleminde,bir ara rejim midir?

Resmi adıyla, “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi”ne, günlük kullanım diliyle “tek adam diktatörlüğü”ne geçişle birlikte ve özellikle de ırkçı faşist-kontra bir odak partisi olan MHP katılımıyla oluşturulan “Cumhur İttifakı” iktidarı altında; sistemin, Anayasasında kendisini tanımlaya geldiği ve iyi kötü ve de taklidi de olsa, bir şekilde uygulanmaya çalışılan “laik” ve Anayasal “hukuk Devleti” prensipleri, adım adım terk edilmeye başlandı.

Komutan Orhan Cihat Bingöl (Nubar Ozanyan)

Duyduğumuzda inanmakta ve kabul etmekte zorlandığımız şehit haberleri yüreğimizi fena halde acıtsa da ideallerine ve anılarına bağlı kalma, mücadele bayraklarını daha yükseklere taşıma sözü vermeye devam edeceğiz.

Kürt ve özgürlük düşmanları sevinmesin! Hesapsızca toprağa düşen her gerilla Kürdistan topraklarında yeniden doğacaktır. Ve onlar her daim ölümsüzlük içinde çoğalarak büyüyecek birer dağ olup düşmanın üstüne yürüyerek anılacaklar. Ne yaşamları ne toprağa düşüşleri ucuz ve kolay olmayacaktır.

Vitrin olma kız... vitrin olma...

Sen, senle halk arasında artırılan düşmanlığı çözmenin araçlarının neler olduğunu bilmiyorsan...

Şimdi ne kadar güzel olurdu değil mi kız...

ne kadar güzel olurdu...

mecliste, belediye başkanlıklarında bir...

Öyleyse.... öyleye...

Hayeller.... söylemler...

Kitleler...

yüzlerini dahil seçemeceğimiz kalabalıklar...

Gerçekler ise....

Zil zurna, kah kaha atarken sümükleri dahil ağızlarına giren masaları tek tek dolaşarak, mekan yeni insanlar..

Hemi... hemi...

hayat bu... gerçeklik bu ise...

Şeriat ve kadın

Tüm  kurumları üzerinden devlet erkine artık tamamen hakim hale  geldiğini düşünen siyasal İslamcı Erdoğan iktidarı, dini esaslar üzerinden toplumsal yaşamın yeniden kurgulanması esas hedefi doğrultusundaki ana hamlelerini, “İstanbul Sözleşmesi”ni feshederek, “Her kürtaj bir Uludere’dir”tavrıyla, en nihayetinde vasat ölçüler içinde kadın haklarını belli yönleriyle koruyan “6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası”na ilişkin tutumuyla ve  keza “9.

Türkiye ve kuzey Kürdistanlı solculara yönelik bayrak eleştirisi

Kendisi de sol-sosyalist cenahtan olan yazar ve aynı zamanda televizyon programcısı sayın Merdan Yanardağ, on binlerce solcunun, Fransa’da faşistleri yenilgiye uğratarak seçimlerin galibi olan Yeni Halk Cephesi’nin zaferini kutlamak için, ellerinde Fransa bayrağı ile toplaştığı Cumhuriyet Meydanı’nda, coşkuyla Enternasyonal marşını seslendirmelerinden övgü ve gıptayla bahsederken: “Bakın diğer ülke devrimcilerinin kendi ulusunun bayrağıyla bir sorunu yok. Ellerinde Fransa Bayrağı ile hep birlikte Enternasyonal okuyorlar.

Sayfalar